7-
Dediler ki: "Bu peygambere ne oluyor ki, yemek yemekte ve pazarlarda
dolaşmaktadır? Ona, kendisiyle birlikte uyarıp-korkutucu olacak bir melek de
indirilmesi gerekmez miydi?"
Yani, "Bizim gibi bir insan olduğu için, o,
Allah'ın Rasûlü olamaz. Eğer Allah bir rasûl göndermek dileseydi, bir melek
gönderirdi. Yok eğer mutlaka bir insan gönderecekse, bu defa da bir köşkte
oturan ve koruyucu çevresi bulunan bir kral veya bir milyoner gönderirdi.
Rasûl, sıradan insanlar gibi, pazar yerlerinde dolaşan alelade birisi olamaz.
Çünkü, böyle bir rasûlün, başkalarının dikkatini çekemeyeceği açıktır."
Bir başka deyişle, onlar, rasûlün halkı doğru yola ileten biri değil, dünyevi
güç ve ihtişamla itaata zorlayan birisi olacağını sanıyorlardı.
"İnsan peygamber olamaz ve peygamber de insan
olamaz" şeklinde yanlış bir inanç vardı. Bu yüzden Kur'an tekrar tekrar bu
yanlış anlayışı reddetmekte ve tüm peygamberlerin insan olduklarını ve
insanlara ancak bir insanın peygamber olarak gönderilebileceğini ifade
etmektedir.
Yani, "Eğer bir insan rasûl olarak gönderilirse, yanıbaşında bir melek de gelmeli ve insanlara, "Eğer ona inanmazsanız sizi cezalandırırım" diye tehditte bulunmalıdır. Ama bu ne biçim bir rasûl ki, hakaret ve işkencelere maruz kalıyor."
8- "Ya da kendisine bir hazinenin bırakılması veya ondan yemekte olduğu bir bahçesi olması (gerekmez miydi) ?" Zulmedenler dedi ki: "Siz olsa olsa, ancak büyülenmiş bir adama uymaktasınız."
Yani, "Haydi bütün bunları bir yana bırakalım, hiç
olmazsa Allah onun geçimi için olağanüstü düzenlemelerde bulunmalıdır. Fakat,
bu adamın ne hazinesi var, ne bahçeleri. Öyleyken, Kâinatın Rabbi'nin bir
elçisi olduğunu iddia ediyor."
Mekke kâfirleri, bir cinin veya bir düşmanın büyüsüne ya da küstahlığından dolayı bir tanrı veya tanrıçanın lanetine uğramış diye Hz. Peygamber (s.a) aleyhinde saçma sapan propagandalarda bulunuyorlardı. Ama ne tuhaftır ki, bir yandan da onun "peygamberliğini" ispatlamak için eskilerin yazılarından yararlanabilecek kadar zeki, büyü yapabilen ve hem de şair biri olduğunu kabul ediyorlardı.
9- Bir bakıver; senin için nasıl örnekler verdiler de böyle saptılar. Artık onlar hiç bir yol da bulamazlar.
Bu karşı çıkışlar da diğerleri gibi saçma ve anlamsız
olduğundan, Kur'an bunlara da bir kalem geçmekte ve adeta şöyle demektedir:
"Sizin karşı çıkışlarınız yersiz, mantıksız ve anlamsızdır. Siz kendi şirk
doktrininizi ispatlayacak veya onun Tevhid doktrinini reddedecek hiçbir sağlam delil
ileri süremezken, Rasûl, karşısında "O büyülenmiş" demekten başka
reddetmek için çıkar yol bulamayacağınız derecede Tevhid doktrinini delillerle
ispatlamaktadır. Ahiret doktrini ve Kur'an'ın yüksek karakterde insanlar
meydana getiren ahlâkî-manevî örgüsü için de durum aynıdır. Bunları inkar
edememekte fakat, "O da bizim gibi bir insan vs. vs." diyerek
reddetmektesiniz."
10- Dilediği takdirde, sana bundan daha hayırlısı olarak altından ırmaklar akan cennetler veren ve senin için köşkler kılan (Allah) ne yücedir.
"Allah her şeyi kontrol etmektedir ve sınırsız
güce sahiptir. Bu nedenle, birini nimetlendirmeyi dilediğinde, dilediğini
dilediği zaman hiçbir engel tanımadan yapar."
11- Hayır, onlar kıyamet-saatini yalanladılar; biz kıyamet saatini yalan sayanlara çılgınca yanan bir ateş hazırladık.
Zaman veya saat anlamına gelen es-saa(t) kelimesi,
Kur'an'da, her çağda yaşamış tüm insanların ölü iken diriltilip yanlış ve doğru
bütün inanç ve amelleri için Kadir Allah'ın önünde hesap vermek için toplanıp
duruma göre cezalandırılacakları veya mükafatlandırılacakları "Yeniden
Dirilme Günü" için kullanılan bir kavramdır.
Yani, "Karşı çıkışları, bir takım aklî gerekçelerle Kur'an'ın sıhhatinden şüphe ettiklerinden veya normal insanlar gibi caddelerde dolaşıp yiyip içtiğin için sana inanmadıklarından, ya da yanında bir melek gelmediği veya sana bir hazine verilmediği için ileri sürdükleri tüm saçma "delil"lerin gerçek nedeni ahirete inanmamaları olup bu inkar, kendilerini her türlü ahlâkî kayıttan kurtarmaktadır.
Çünkü, ahiret hayatı inkar edilince, doğru ile yalanı,
hak ile bâtılı göz önünde tutmanın hiçbir gerekçesi kalmayacaktır. Bu konuda
onların söyledikleri şuydu: "Yeryüzündeki bu hayattan başka bir hayat
yoktur. Allah'ın önünde yaptıklarımızdan dolayı hesaba da çekilmeyeceğiz. Ölüm,
her şeyin sonu demektir. Bu nedenle Allah'a ibadet etmişsin, bir kâfir, bir
müşrik veya bir tanrı-tanımaz olmuşsun hiç farketmez. Nihaî son, toz-toprak
olup gitmekse, dünya hayatında "başarı" veya "başarısızlığı"
ölçü almaktan başka doğru ile yanlış arasında ayırım yapmaya ne gerek
var?" Ahireti inkar edenler de, dünyevi başarı ile başarısızlığın
bütünüyle kişinin inanç veya davranışlarına bağlı olmadığını görmekte, hatta
iyilerin de, kötülerin de dünya hayatında belirlenmiş hiçbir ceza veya mükafat
sözkonusu olmaksızın, inançlarına bakılmadan aynı sonuçla karşılaştıklarına
çoğunlukla şahit olmakta; iyi ve dindar bir kişi zorluklarla dolu bir hayat
yaşarken, öbürü hayatın tüm zevk ve nimetlerinden yararlanmakta, bazan da kötü
bir kişi belki kötülüklerinin karşılığını görüp zevk ve bolluk içinde yaşarken
diğeri yaşamamaktadır. O halde, ahireti inkar edenler, en karşı konulmaz
biçimde sunulsa da inanç ve ahlaka yapılan davete kulak vermeye gerek
görmemektedirler.
12- (Ateş,) Onları uzak bir yerden gördüğünde, onlar bunun gazablı öfkesini ve uğultusunu işitirler.
"Ateş onları görecektir" ifade mecazi
olabildiği gibi, cehennem ateşinin görme, düşünme ve ölçüp biçme melekeleriyle
donatıldığı anlamına da gelebilir.
13- Elleri boyunlarına bağlı olarak, onun sıkışık bir yerine atıldıkları zaman, orada yok oluşu isteyip-çağırırlar.
14-
Bugün bir yok oluşu çağırmayın, birçok (kere) yok oluşu isteyip-çağırın.
15- De ki: "Bu mu daha hayırlı, yoksa takva sahiplerine va'dedilen ebedi cennet mi? Ki onlar için bir mükâfat ve son duraktır."
16- "İçinde ebedi kalıcılar olarak, orada her istedikleri onlarındır; bu, Rabbinin üzerinde istenen bir vaaddir."
Kelime kelime anlamı: "Rabbinin üzerinde (yerine
getirilmesinden) mesul bir vaaddir."
Burada şöyle bir soru sorulabilir: Cennet vaadi ve ateş tehdidi, yeniden dirilmeyi ve cennet ile cehennemin varlığını inkar eden bir kişinin tavrı üzerinde nasıl bir etki yapabilir? Bu uyarı yönteminin hikmetini anlamak için bunun, başka türlü, böylesi delillendirmelere kulak asmayan inatçı bir kişinin çıkarlarına seslendiğini gözönüne almak gerekir. Sanki şöyle denmektedir burada: "Haydi tartışma olsun diye diyelim ki, ahiret hayatının gerçekliğine dair bir kanıt yoktur; böyle bir olayın meydana geleceğine dair de bir kanıt yoktur. Buna karşılık, bunun olacağına dair bir ihtimal ve imkan da vardır. Eğer ahiret hayatı yoksa, mümin de kâfir de aynı durumda olacaktır. Ama Rasûl'ün ısrarla vurguladığı gibi ahiret hayatı varsa, o zaman kâfirler tam bir helâke maruz kalacaklardır."
Dolayısıyla, böyle bir yaklaşım kâfirlerin inadını
kıracağı gibi, ahiretin tüm manzarası, haşir, sorguya çekilme, cennet ve
cehennem Rasûl'ün kendi gözleriyle görürcesine parlak bir şekilde sunulduğunda
son derece etkili olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder