14 Kasım 2009 Cumartesi

Tekvir Suresi ;1-14

Tekvir, Arabın dilinde: sarığın sarılmasına denir. Bu surenin bir ayet-i kerimesinde "Küvvirat" kelimesi geçtiğinden dolayı Tekvir Sûresi" denilmiştir. Mekke'de nazil olmuş, yirmidokuz ayettir.

Allah (c.c), her canın ahirete gittiğini, her doğanın öldüğünü, her tenin solduğunu her gün bizim gözlerimizin önüne seriveriyc İnsanların doğup-öldüğünü görüyoruz da acaba güneş de bir gün öl mü? Yıldızlar bir gün dökülür mü? Bütün dağlar yerinden oynar mı? Denizler bir gün kaynar mı?

Bütün bunların neticesinin ne olacağını, bunların da ecelinin gelec ğini, Allah (c.c) bu suresinde en çarpıcı ifadelerle bize anlatıvermiştir.


1- Güneş dürüldüğünde,

2- Yıldızlar söndüğünde,

3- Dağlar yürütüldüğünde!,

4- Değerli mallar bırakılıverdiğinde!,

5- Vahşiler toplandığında!,

6- Denizler ateşlendiğinde!,

7- Nefisler çiftleştiğinde!,

8- Diri diri toprağa gömülen kıza sorulduğunda!,

9- Hangi günahdan öldürüldü? diye,

10- Sahifeler açıldığında!,

11- Gökyüzü yüzüldüğünde!,

12- Cehennem alcvlendirildiğinde!,

13- Cennet yaklaştırıldığında!,

14- Kişi kendisi için önceden ne hazırladığını bilecek.


Dikkatimizin çekildiği şeyler her gün gördüğümüz şeylerdir. Allah (c.c)'Mekke'de nazil olan bu sûrelerde, genelde her sabah, her akşam, her gece ve gündüzde gördüğümüz, elimizi değemediğimiz fakat hay­retler içerisinde kaldığımız gökyüzüne dikkatlerimizi çekiyor, gözleri­mizi daha fazla çevirmemizi sağlıyor.

Her okulun bir eğitim salonu veya bir eğitim sınıfı vardır ve orada dersler verilir. Sınıflarda dersleri vermek için yazı tahtası, tebeşirler vardır, orada öğretmen yazar, çizer bir şeyler gösterir.

Allah (c.c) de insanları eğitirken, sınıf olarak dünyayı kullanmış, dünya bizim sınıfımız. Topyekün beş milyar insan aynı sınıfta ders ya­pıyoruz. Yazı tahtalarımız gördüğümüz şeyler olan, güneş, yıldızlar, denizler, çiçekler, böcekler, taşlar ve kuşlardır.

Bütün bunlara dikkatimizi çekiyor Allah (c.c). Bunlardan bir kısmı­nın doğup-öldüğünü görüyoruz,. İnsanın doğup öldüğünü, hayvanm do­ğup öldüğünü görüyoruz. Çiçeklerin açtığını ve solduğunu görüyoruz. Ama dağların öldüğünü falan görmüyoruz; dağların üzerinde ağaçların doğduğunu-büyüdüğünü, solduğunu görüyoruz. Bahar mevsiminde aç­tığını, güz mevsiminde yaprak dökümü yaptığını, danelerinin toprağa düşüp öldüğünü ve üzerine yapraklarla kefenler sardığını, üzerini kar gibi kefenlerle örttüğünü ama bir bahar mevsiminde yeniden dirildiğini gözlerimizle görüyoruz.

Bunlar bize, ahiretin mutlaka geleceğini, Allah'ın .söylediklerinin mutlaka olacağını gösteriyor. Yani bu dünyada iken bize mahşerin nasıl olacağını Rabbimiz tabiattan örnekler vermek suretiyle gösteri­yor. Değil bir ağacın ölmesi, değil bir çiçeğin solması, değil bir böceğin ölmesi, bunlara hayat bahşeden güneş bir gün ölür diyor, bu ilk ayet-i kerimede.

"Güneş dürülüverecek" Topyekün dünyamıza ve diğer bütün yıldız­lara ışık veren, ısı veren, yedi renginden binlerce renk tonu oluşturan bu güneş, bir gün o ışıklarım kendisine toplayıverecek. Kuruyacak, simsiyah hale geliverecek. Ondan ışık alan ve almayan diğer yıldızlar da dökülüverecek "inkederat" kelimesinde hem dökülüvermek hem de saçılıvermek anlamı vardır.

Hareket eden bize hayat bahşeden dağlarda birgün yerinden yürütü-lüverecektir. Dağlar yürütülünce ne olur? Dünyanın en cimri insanı mah biriktirir, biriktirir, malını hep kasada dinlenrîirirmiş. Kendisine sorul­muş; "yahu bu parayı niye kasada tutuyorsun?" denilince, demişki; "bu para çok yoruldu. Dünyanın her tarafını gezdi, şimdi dinlendiriyorum".

Bütün mal varlığını kasasında biriktiren cimri bile; bir gün gelir can bedenden gitmeye az kaldığı zamanlarda, şöyle bir kasasına bakar, kasası ve içindeki parası onun gözünde değersiz hale geliverir. "Aman, gözüm görmesin, boşuna biriktirmişim. 50 senemi verdim ama benim ölümümü engelliyemiyor, ağrılarımı dindiremiyor." der.

Allah (c.c) de; "bir gün gelir insanların en değerli malları gözlerinde değersiz hale geliverir" diyor.

"işar" arabın dilinde en değerli hamile develer için kullanılmış. O gün için arabın en değerli malı, paradan da değerli. Paranın fazla iş . yapmadığı dönemler. Bir yerden bir yere eşyaları taşımak için kullanı­lan, bu günün taşıtlarından tırlar, kamyonlar, tanklar mesabesinde de­ğerli hayvanlar. Tırlardan daha değerli. Çünkü istediği zaman kesip etini yiyebiliyor, derisinden ayakkabı yapabiliyor, sırtına elbise yapabi­liyor, yününden kumaşlar dokuyabiliyor, sütünden içebiliyor.

Böylesine değerli, hayatının bir parçası olan mal da bir gün gelecek, değersiz-hale geliverecek diyor Allah (c.c). Öyle ya, kişinin binlerce devesi olsa, milyonlarca dolan olsa, ama oturmakta olduğu ev ayağının altından kaymaya başlayınca, o para ona ne yapabilecek? "Dağlar ye­rinden oynayıverdiğinde" tirilyonlarca dolan olsa o ne yapacak? İstanbul için düşünelim; marmara denizi yanmaya başlayınca, altındaki toprak kaymaya başlayınca, üzerindeki yıldızlar dökülmeye başlayınca, Holdinglerin kulelerinde olsalar o para ona ne fayda verebilir ki?

Bunlar ne zaman olacak? Bunu bilmiyoruz? Allah (c.c) 1400 sene önce bu ayeti indirmiş. Bizim müslümanlanmızm tamamı 1400 seneden beri bu sureyi okuyarak geliyor. Kesinlikle inanıyoruz ki, bir gün gele­cek, bunlar olacak.

Ama bunlar olmadan da bizim yıldızımız zaten sönüyor. Bizim gü­vendiğimiz dağlar elimize geliveriyor. En değerli mallarımız gözü-müzde değersiz hale dönüşüveriyor.

Yani ölüm döşeğine yattığımızda, bir kalp hastası olup aniden ölüme hazırlandığımızda, en değerli mallarımız gözlerimizde değersiz hale geliveriyor. Öyleyse biz, ecelimiz gelmeden hazırlığımızı yapalım.

Hiçbirimiz nerede öleceğimizi bilmiyoruz. Öyleyse hazırlıklı olmalı­yız. Önce imanımızı sağlam tutacağız, sonra o imanımızın çiçeği olan amellerimizi yerine getireceğiz. Abdestli olmaya dikkat edeceğiz. İyi düşünceler içinde olmak için, hep iyi şeyler düşüneceğiz. Güzellikler içinde ölecek olursak, Allah bizi güzel yerlere koyacaktır. Allah (c.c); "iyi ve güzel insanlar, güzel yerlere layıktır." diyor,

"Birbirine yabani olan birbirine zıt olanlar bir araya getiriliverdiğinde." Tefsirler bunu şöyle anlatır. Zalimlerle mazlumlar kucak ku­cağa gelecek, ikisinin de üzerinde birbaşka güç kendi otoritesini gös­teriyor. Dağlar yerinden oynayıverince, yıldızlar dökülmeye başlayınca, her kes de bir panik ve o panik zalimle mazlumu bir araya getiriverecek.

Kucak kucağa gelecekler, birbirlerinden yardım isteyecekler. Ama yardım edecek kimse yok. Kurt ile kuzu bir araya gelecek. Çünkü kur­dun kuzuyu yeme iştahı gitmiştir, zira ayağının altındaki dağ, kıl tane­leri gibi atılmaya başlamıştır. Öyle bir ortamda kurt kuzudan birşey beklemiyor, herkes can derdine düşüyor.

Zaruri olduğundan dolayı kurt gibi insanlarla kuzu gibi insanların bir araya gelmesi, onlara bir sevap kazandırmaz. Çünkü bu bir araya geliş korkudan olmuştu. Dinimiz, korkmadan bir araya gelmemizi ister.

Yani hayati endişenin olmadığı bir anda, hiçbir tehlikenin bulunma­dığı bir zamanda, kimsenin zorlamasının olmadığı bir durumda, sadece Allah (c.c) emrettiği için insanlarla birlikte yaşamaya, insanlara İslâmı öğretmeye, İslâm'ın ihsanı ve adaleti içerisinde insanlara müthiş bir hayat sürdürmeye gayret göstermemiz gerektiğine Kur'ân ayetleri işa­ret etmektedir.

Allah (c.c) diyor ki; "Denizler alevlendirildiğinde." Atalarımızın gü­zel sözlerinden biri de şudur: "Deniz yanar mı? İhtimal." İstanbul'da bir denizin yandığını İstanbullular gördü. Bir tanker çarpışması neticesinde denizi günlerce alev aldı. Denizlerin de kaynadığı bir gün gelecek. Nasıl olacak? Tefsircilerimiz birçok şey söylüyorlar. Ama ayet kesin ifadesiyle denizlerinde alevleneceğine, kaynayacağına dikkatimizi çekiyor.

Olur mu? diye hatıra gelebilir. Allah(cc) olur dedikten sonra olur. Bir kere bunu bileceğiz. Ama tefsircilerimiz bu olayı aklımıza da yaklaş­tırma, anlatılma ihtiyacı hissetmişler. Demişler ki; toprağın merkezine doğru gidildikçe bir metrede şu kadar C° sıcak]ık artmaktadır. Dünyanın merkezinde lavlar kaynamaktadır. Dağlar yerinden oynatı­lınca arz kabuğu çatlayınca denizin tabanından lavlar da dışarıya çıkar ve denizler kaynar. Veya sular aşağı doğru gittiğinde denizler kaynar. Veya Allah(cc) dünyayı güneşe biraz daha yaklaştırır ve sular ısınır kaynar. Hem de fokur fokur. Öyle bir gün gelmeden kendimizi hazır tu­talım.

"Nefisler çiftleştiriliverdiğinde "Yani canla beden bir araya geliver­diğinde ölünce canla beden bir birinden ayrılıyor. Canımız ruhlar ale­mine gidiyor. Azabı tatması için. canla bedenin birbiriyle alakası devam ediyor. Nasıl devam eder? İnsanoğlunun yapmış olduğu birçok elek­tronik oyunlarında uzaktan kumanda ile birbirlerini nasıl etkilediğini gö­rüyoruz.

İnsanoğlu kabrinde yatarken veya kül olmuş havada uçarken veya denizin dibinde yüzerken en küçücük zerresiyle ruhunun alakasını yine sürdürüyor. Mü'min olarak ölmüşse, cennet bahçelerinden bir.bahçede gibi hayat sürüyor. Kafir olarak ölmüşse cehennem çukurlarından bir çukurda o hayatını devam ettiriyor. Mahşer gününde can ve beden bir araya gelerek mahşer yerine gelecekler.

Dostlar bir araya geliverdiğinde. Veya aynı düşüncedeki insanlar bir araya geliverdiğinde. Bu dünyada dikkatli olalım. Ahirctte kiminle bir­likte olmak istiyorsak, bu dünyada onu sevelim ve onunla beraber ola­lım ve onun yolundan gidelim. Biz sevgili, peygamberimizi seviyoruz.

Onun gittiği yere gitmek istiyoruz. O'nun komşusu olmak istiyoruz cennette. Bunun yolu nereden geçiyor? Bunun yolu O'nun getirdiği Kur1 ân'a uymak, sünnetini aynen hayatımıza uygulamaktan geçiyor.

"Ben imansızların yolundan giderim aynı zaman da Peygamberi de severim, O'nun yanında da olurum." diyorlar. Olmaz!, bu yalan olur.! Çünkü sevmek, sevdiğinin isteklerini yerine getirmek demektir.

Ahirette mahşer yerine varıldığında, her şey ayan beyan görüldü­ğünde, insanlar sağ tarafına bakıyor cenneti görüyor, sol tarafına bakı­yor cehennemi görüyor. Tabiki orada hesap-kitap yapılıyor. Yaptıklarımızdan hesaba çekiliyoruz.

Allah (c.c)'de şöyle buyurur: "Sahifeler yayılıverildiğinde." Yani Herkesin amel defterleri ellerine tutuşturulduğunda. Rabbim başka bir-, ayetinde; ağzımızdan çıkan her kelimenin kaydedildiğini ifade ediyor. . "Kiramen katibin" melekleri amellerimizi yazmaktadır.

Öyleyse bizde amel defterimize kötü şeyler yazdırmayalım, iyi şeyler yazdıralım. Kulaklarımızı, gözlerimizi günahlarla kirletmemeye dikkat edelim. Kur'ân'ın ve sünnetin güzelliklerini üzerimizde göstere­lim.

Amel defterleri açılrverdiğinde "kişi kendisine ne hazırladığını bile­cek." Hepimiz nasıl ameller işlediğimizi bilmediğimizi biliyoruz. Cennetlik miyiz? cehennemlik miyiz? bilemiyoruz. Kimsenin garantisi yok. Yaşayan bir insan, "ben cennetliğim" diyorsa, yalan söylüyordur. Bir diğeri de; "ben cehennemliğim" derse o da yalan söyler.

Biz cenneti ümid ederek, cehenneme düşme korkusunu taşıyarak yaşayacağız. Eskilerin ifadesiyle "Havf ile Reca" arasında yaşayaca­ğız: Peygamberler ve Peygamberlerin haber verdiği, müjdelediği insan­ların dışında kimsenin cennet garantisi yoktur. Ama şu söylenir. "İmanla bu dünyadan göçmeyi başaran herkes cennete gidecektir." Bu kesindir. Ama kim imanla gitti? Bunu bilemiyoruz.

Biz imanımızı en mukaddes varlığımız olarak koruyacağız, Paralarımızdan, evimizden, malımızdan ve mülkümüzden daha fazla koruyacağız. Çünkü ölüm döşeğinde hiçbir malımız bize fayda vermi­yor.

2 yorum:

  1. Resulullah (sav) buyurdular ki: "Bir kimseyi (küfür veya günah gibi) bir şeye çağıran hiç kimse yok ki kıyamet günü, o çağırdığı şeyle birlikte tevkif edilmemiş olsun. Mutlaka onunla ayrılmaz şekilde beraberdir. Bir adam bir adamı (bir şeye) davet etmiş olsa dahi!" Sonra şu ayeti okudu, (mealen): "Onları hapsedin, çünkü onlar mes`uldürler" (Saffat 24).

    YanıtlaSil