19 Kasım 2009 Perşembe

A'la Suresi; Meali

1. YÜCELT Rabbinin sınırsız şanını: Yüceler-Yücesi[nin şanını],


2. O ki, [her şeyi] yaratmakta ve amacına uygun şekiller vermektedir;


3. O ki, [bütün mevcudatın] tabiatını belirlemekte ve onu [hedefine doğru] yöneltmektedir;


4. O ki, yeşil ot(lar)ı çıkarmakta,


5. ve sonra on[lar]ı kara-kavruk kök haline getirmektedir!


6. BİZ SANA öğreteceğiz ve [öğrendiklerinden hiç birini] unutmayacaksın,


7. Allah'ın [unutmanı] diledikleri hariç; çünkü, [yalnız] O'dur [insanın] kavrayışına açık olan her şeyi ve [ondan] gizli olanları bilen:


8. Biz, [böylece] [nihaî] huzura ve rahatlığa giden yolu senin için kolaylaştıracağız.


9. O HALDE, [hakikati başkalarına] hatırlat, bu hatırlatma ister fayda ver[iyor görün]sün, [ister görünmesin]:


10. [Allah'ın] sevgisini kaybetmekten korkanlar, düşünüp ondan ders alır,


11. O'na yabancılaşan ise bir zavallı bîçare olarak kalır;


12. böylesi, [öteki dünyada] büyük ateşe atılacak


13. ve orada ne ölecektir ne de diri kalacak.


14. [Bu dünyada] arınmayı başaran ise, [öteki dünyada] mutluluğa ulaşır,


15. ki böylesi, Rabbinin ismini hatırlayan ve [O'na] ibadet edendir.


16. Malesef siz (ey insanlar), bu yakın ve aşağı hayatı tercih ediyorsunuz,


17. oysa gelecek hayat daha iyi ve daha kalıcıdır.


18. Gerçek şu ki, [bütün] bunlar, geçmiş vahiylerde [bildirilmiş]tir.


19. İbrahim ve Musa'ya indirilen vahiylerde.



7. Klasik müfessirlere göre, yukarıdaki sözler özel olarak Hz. Peygamber'e yöneliktir ve bu nedenle, ona Kur’an'ın öğretilmesini ve “Allah'ın [unutmasını] diledikleri hariç”, ondan hiçbir şeyin unutturulmayacağını kasdetmektedir. Bu istisna cümleciği, o günden beri müfessirleri çok sıkıntıya sokmuştur, çünkü Hz. Peygamber'e Kur’an'ı vahyeden Allah'ın Kur’an'ın herhangi bir kısmını o'na unutturacağını düşünmek pek makul değildir. Bu nedenle, ilk dönemlerden günümüze kadar pek de tatminkar olmayan birçok açıklama getirilmiştir. En az tatminkar olanı da, her şaşkın Kur’an yorumcusunun son olarak sığındığı “nesih doktrini”dir. Ancak, yukarıdaki pasajın, görünürde Hz. Peygamber'e hitab etmesine rağmen, genel olarak insana yönelik olduğunu ve daha önceki Kur’an vahyi ile -yani, 96. surenin (‘Alak) ilk beş ayeti ve özellikle Allah'ın “insana bilmediğini belletti”ğini söyleyen 3-5. ayetler ile- yakından bağlantılı bulunduğunu kabul edersek, sözkonusu yorum zorluğu ortadan kalkmış olur. Bu ayetler ile ilgili 3. notta, sözkonusu ayetlerin, kuşaktan kuşağa ve bir uygarlıktan diğerine devrolunan insanoğlunun tecrübe yoluyla eriştiği kazanımlarına ve rasyonel bilgi birikimine işaret ettiği görüşünü ifade etmiştim: şimdiki pasajın işaret ettiği olgu da budur. Burada, insanı yaratılış amacına uygun olarak şekillendiren ve ona doğru yolu göstereceğini vaad eden Allah'ın, ona, insanlığın biriktireceği, kaydedeceği ve kollektif olarak “hatırlayacağı” bilgi unsurlarını elde etme yeteneği vereceği (ve böylece, ona “öğreteceği”) bildirilmektedir. Ancak Allah'ın, insana, yeni tecrübeler edinme vasıtasıyla erişilebilen ileri becerileri de kapsayan daha geniş ve zengin bilgilerin yanısıra tümden-gelimci veya spekülatif bilgi unsurlarına sahip olması sonucu “unutturabileceği” (başka bir deyişle, terk ettirebileceği) gereksiz ve yararsız hale gelen bilgiler bunun dışında kalır. Ancak, bir sonraki cümle, dış dünyayı gözlemleme ve spekülasyon yoluyla ulaşılan bütün bilgilerin, ne kadar gerekli ve değerli olsalar da, kesinlikle sınırlı bir geçerliliğe sahip olduklarını ve bu nedenle tek başlarına nihaî gerçekliği bulmamıza yetmeyeceklerini açıkça ortaya koymaktadır.

Bu surenin tefsirine başlamadan önce Mealini ve 7. ayetin tefsrini (Muhammed Esed) paylaşmak istedim. 1. ayetin tefsiri ile devam edebilirsiniz.

3 yorum:

  1. İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Bana Ömer İbnu'l-Hattab radıyallahu anh anlattı. Dedi ki: "Bedir günü olunca, Aleyhissalatu vesselam müşriklere bir baktı. Onlar bin kişiydiler. Halbuki ashabı üçyüzondokuz kişi. Hemen kıbleye yönelip, ellerini kaldırdı. Rabbine sesli olarak şöyle dua etmeye başladı:

    "Ey Allahım! Bana vaadettiğin (zaferi) yerine getir. Allahım! Bana zafer ver! Ey Allahım, eğer ehl-i İslam'ın bu bölüğünü helak edersen artık yeryüzünde sana ibadet edilmeyecek!"

    Ellerini uzatmış olarak yakarmalarına öyle devam etti ki, rıdası omuzundan düştü. Bunu gören Ebu Bekir radıyallahu anh yanına gelerek rıdasını aldı omuzuna attı, sonra arkasından yaklaşıp:

    "Ey Allah'ın Resûlü! Rabbine olan yakarışın yeter. Allah Teala Hazretleri sana vaadini mutlaka yerine getirecek!" dedi. O sırada aziz ve celil olan Allah şu vahyi inzal buyurdu: "Hani siz Rabbinizden imdâd taleb ediyordunuz da O da: "Muhakkak ki ben size meleklerden birbiri ardınca bin(lercesi ile) imdad ediciyim" diyerek duanızı kabul buyurmuştur" (Enfal 9). Gerçekten Hak Teala Hazretleri o gün melerlerle yardım etti."

    Müslim, Cihad 58, (1763); Buhari, Megazi 4; Tirmizi, Tefsir, Enfal (3081); Ebu Davud, Cihad 131, (2690).

    YanıtlaSil
  2. Ebu'n-Nasr (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Uhud şehidlerine uğradı ve: "İşte bunlar var ya, bunlar için şehadet ederim" dedi. Ebu Bekir (radıyallahu anh): "Ey Allah'ın Resûlü biz onların kardeşleri değil miyiz? Onlar nasıl Müslüman oldularsa biz de Müslüman olduk, onların cihad etmeleri gibi biz de cihad ediyoruz!" dedi. Resûlullah şu cevabı verdi:

    " Evet (söylediğiniz hususlar doğru), ancak benden sonra ne gibi bid'alar çıkaracağınızı bilemiyorum."

    Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) ağladı, ağladı ve sonra:

    "- Yani biz senden sonraya mı kalacağız? (diye eseflendi)."

    YanıtlaSil