25 Kasım 2009 Çarşamba

Leyl (Gece) Suresi Meali

Giriş:

Kendinizi 1400 sene öncesine götürün. Mekke çöllerinin, ot bitme¬yen vadilerinde, güneşin altında kavrulmuş kayaların arasında, yalnız zemzem suyuyla ciğerlerin söndürüldüğü, gündüzleri 60 °C dereceye kadar varan güneşin sıcaklığı altında, kumların aleve dönüşmesi ve o ortam içerisinde hayat mücadelesi veren dünyanın en bedevi insanları.
Bunların arasından, Allah (c.c), bütün kâinata örnek olsun ve o gün¬den bu yana tüm insanları yönlendirsin, annenin ve babanın çocuğu sevdiği ve terbiye ettiği gibi değil! Daha ileri bir seviyede topyekûn in¬sanlığa yön versin ve onların dünyadaki hayatlarını cennete döndürsün, ahiretlerini de cennet eylesin diye ve de onlara kendilerinden bir örnek olsun için Peygamber Efendimiz (s.a.v)'ı gönderdiğini düşünün.
Efendimizin içinde bulunduğu şartların zorluğunu düşünün. İnsan öl¬dürmenin tavuk öldürmekten daha kolay olduğu, çocuğunu diri diri göm¬menin bir fazilet sayıldığı, insanların en değerlisinin, öldürdüğü adama göre hesap edildiği bir ortamda, Efendimiz (s.a.v)'in Peygamber olarak gönderiliyor. Ve bu insanlar eğitilecek. İlk önce ilk muhatap olunan in¬sanlar eğitilecek.
Kendimizi ve insanımızı o dönemin insanıyla mukayese ettiğimizde, o dönemin imansızıyla günümüz imansızının arasında düşünce açısın¬dan fark olmadığını görüyoruz. Her ne kadar deveden trene, gemiye ve uçağa geçilmiş ise de vasıtalar değişmiş ama düşünceler değişmemiştir.
Onun içindir ki, Allah'ın bu ayetleri 1400 sene öncesinin insanın gönlünü aydınlattığı gibi, günümüz insanın da gönlünü aydınlatıyor. Bundan 1000 sene sonra gelecek olan insanların da gönlünü aydınlat¬maya yetecektir.
İnsanların dış dünyası değişiyor, iç dünyasında ise küfür değişmiyor. Firavun'un küfrü ne ise, Nemrud'un küfrü ne ise Ham an’ın küfrü ne ise, şeytanın inkârı ve küfrü ne ise, günümüz imansızın da küfrü aynı şey¬dir. Bunlar aynı madendendir, aynı küftendir.
Allah (c.c) bu insanların gönüllerinde küf bağlamış olan, pas bağlamış olan kirlerini gidermek, iman eden insanların da gönül ufuklarını daha geniş tutmak üzere, ard arda surelerini indiriyor.
Leyi "gece" demektir. Bu sureden sonra nazil olan surelere baktığımızda şunu görüyoruz. Fecr Suresi, sonra Duha Süresi. Yani geceden sonra sabah, sabahtan sonra kuşluk.
Müslümanlar bir gece yaşıyorlar. Kâfirler müminlerin gönüllerine gi¬ren iman ışığım söndürmeye çalışıyorlar. Allah (c.c); "Onlar Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Allah, kâfirler istemese de nurunu ta¬mamlayacaktır." buyuruyor.
O dönemdeki Mekke müşrikleri müminlerin gönüllerindeki iman nu¬runu söndürmeye çalışıyorlar, fakat onların söndürmek için üflemeleri, daha çok alevlendirmiştir. Onlar üfledikçe İslâm’ın ışığı daha çok yayılmış ve dünyanın birçok ülkesine de sirayet etmiştir.

(Mahmut Toptaş)


Meal:

[Yeryüzünü] karanlığa boğan geceyi, ve aydınlığı yükselten gündüzü düşün!

Erkeğin ve dişinin yaratılışını düşün!

[Ey insanlar], gerçekte, siz çok çeşitli hedefler peşindesiniz!

Her kim [başkaları için] harcar ve Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşırsa, ve nihaî güzelliğin/iyiliğin gerçekliğine inanırsa, işte onun için [nihaî] huzur ve rahatlığa giden yolu kolaylaştıracağız.

Cimrilik yapana ve kendi-kendine yeterli olduğunu zannedene, ve nihaî güzelliği/iyiliği yalanlayana gelince, onun için zorluğa ve sıkıntıya giden yolu kolaylaştırırız; bakalım [mezarına] girdiği zaman serveti onu koruyacak mı?

Bakın, hem öteki dünya, hem de [hayatınızın] bu ilk bölümü [üzerindeki hakimiyet] Bize aittir, ve Bize düşen doğru yolu göstermektir.

İşte, sizi alevler saçan ateşe karşı uyarıyorum; [öyle bir ateş ki] en onulmaz azgınlar dışında kimse girmez; hakikati yalanlayan ve [ondan] yüz çeviren (azgınlar).

Ama, Allah'a karşı sorumluluğunun bilincinde olanlar (ateşten) uzak kalacak: arınmak için servetini [başkalarına] harcayanlar, gördüğü bir iyiliğin karşılığı olarak değil, ama yalnızca yüce Rabbinin rızasını kazanmak için.

İşte böyleleri de, zamanı geldiğinde sevinci tadacaklar.

3 yorum:

  1. Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın, namazda, iftitah tekbiri sırasında ellerini omuzlarının hizasına kadar kaldırdığını gördüm. Rüku sırasında da, (rükudan) secdeye gitme) sırasında da aynı şekilde kaldırıyordu. (İmam Şafi bu hususta isabet etmiştir bence de(Mustafa İslamoğlundan da böyle duymuştum), çünkü bir çok hadis var bu konuda.)

    YanıtlaSil
  2. Rivayete göre Bilâl (r.a.) Ümeyye b. Halefin kölesi idi. Bilâl müslüman olduğu için, efendisi Ümeyye ona işkence ederdi. Güneş iyice kızdı*ğında onu çıkarır, Mekke'nin taşlı vadisinde sırt üstü yere atardı. Sonra büyük kaya getirilmesini emreder, kaya getirilerek Bilâl'ın göğsü üzerine konurdu. Sonra ona: "Ya ölünceye kadar böyle kalır, ya da Muhammed'i inkâr edersin" derdi. Bilâl, bu durumda iken yine "birdir, birdir" derdi. Onlar Bilâl'e bunu yaparken, Ebûbekir (r.a.) ona uğradı ve Ümeyye'ye, "Bu zaval*lıya böyle yaparken, Allah'tan korkmuyor musun?" dedi. Ümeyye de ona: "Onu bana karşı kışkırtan ve isyan ettiren sensin. Şimdi onu, gördüğün bu durumdan kurtar" dedi. Bunun üzerine Ebûbekir (r.a.) Bilâl'i (r.a.) ondan satın alıp Allah rızası için azat etti. Bunu gören müşrikler: "Ebûbekir'in Bilâl'e minnet borcu olduğu için onu azat etti" dediler. Bunun üzerine şu âyetler indi: "Onda, hiç kimseye, karşı bir minnet borcu yoktur. O, Yüce Rabbinin rızasını istediği için verir. Böylesi hoşnut olacaktır"[

    YanıtlaSil