22 Temmuz 2012 Pazar

Meryem Suresi 10-23 Ayetleri Mevdudi Tefsiri


10- Dedi ki: "Rabbim, bana bir belge (ayet) ver." Dedi ki: "Senin belgen, sapasağlam iken, üç tam gece insanlarla konuşmamandır."

11- Böylelikle (Zekeriya) mescidten kavminin karşısına çıkıp onlara (şu anlamları) işaret etti: "Sabah akşam tesbih edin."

Arapça bir kelime olan "mihrab", camilerde imam için hazırlanan bir makam (ibadet edilen oyuk bir yer) anlamına gelir. Fakat burada bu kelime, manastırları ve kiliseleri birbirine bağlayan ve yerden biraz yüksek olarak inşa edilen hücreler için kullanılmıştır. Bu yerler, ibadet edilen yerlerin koruyucuları olan ve kendini zahidçe ibadete veren kimseler için hazırlanmıştır. Hz. Meryem de bu hücrelerden birinde kendini ibadete veriyordu.

Aşağıda okuyucunun Kur'an ve Hıristiyan görüşlerini karşılaştırabilmesi için olayla ilgili Luka incilinde yer alan ayrıntıları sunuyoruz. Referanslar, parantez içindeki eklemeler bize aittir.

"Yahudiye kralı Hered'in günlerinde Abiyya ailesinden Zekeriyya adında bir rahip vardı. Karısı Harun'un kızlarından Elizabet idi. Her ikisi de Allah indinde salih olup Rabbin bütün emirleri ve hükümlerinde kusursuz yürümekte idiler. Onların çocuğu yoktu. Çünkü Elizabet kısır idi ve ikisi de çok yaşlı idiler. Ve vaki oldu ki Zekeriyya kendi ailesinin sırası geldiğinde Allah'ın huzurunda hizmet ederken, Rahiblik ayini, üzre buhur yapmak için, Rabbin mabedine girmek kurası kendisine düştü. Bütün halk buhur saatinde dışarıda dua ediyorlardı.

Rabbin bir meleği Zekeriyya'ya göründü ve buhur mezbahının sağında durdu:" Zekeriyya onu görünce şaşırdı ve üzerine korku düştü. Fakat melek ona şöyle dedi: "Korkma Zekeriyya çünkü duan işitildi, karın Elizabet sana bir oğul doğuracak. Onun adını Yahya koyacaksın sevinç ve sefa bulacaksın. Onun doğmasından bir çokları da sevinecekler. Çünkü o Rabbin gözünde büyük olacak (Kur'an Al-i İmran 39'da "Seyyiden" büyük bir lider olarak geçer) . Şarap ve içki içmeyecek (Kur'an'da "Takiyyen", dindar ve temiz olarak geçmektedir) : ve daha anasının karnında Ruhü'l Kudüs ile dolu olacak (Kur'an şöyle der: Henüz çocuk iken ona hikmet verdik.) İsrailoğulları'ndan çoğunu Allah'a Rabb'e döndürecek. Babaların yüreklerini oğullara, asileri salihlerin hikmetine çevirmek ve Rabbe âmade bir kavim hazırlamak üzere İlya'nın ruhu ve kudreti ile onun önünde yürüyecektir.

"Zekeriyya da meleğe dedi: "Ben bunu nasıl bileyim? Çünkü ben yaşlı bir adamım, karım da yaşlıdır." Melek cevap verip ona dedi: "Ben Allah önünde duran Cebrail'im. Seninle konuşmaya ve bu şeyleri sana müjdelemeye gönderildim. İşte dilin tutulacak ve bu şeyler oluncaya kadar söz söylemeyeceksin. Çünkü vaktinde yerine gelecek olan sözlerime inanmadın. (Bu Kur'an'da müjdenin bir işareti olarak verilmiştir, oysa Luka İnciline göre bir ceza olarak verilmiştir. Bunun yanısıra Kur'an bu konuşamama olayının "üç gün" sürdüğünü söyler. Oysa Luka inciline göre bu dilsizlik Yahya'nın doğumuna dek sürmüştür.) Halk Zekeriyya'yı bekleşip duruyor ve mabedde gecikmesine şaşırıyorlardı. Zekeriyya ise çıktığı zaman onlarla konuşamadı. Onlar da mabedde bir ruyet gördüğünü anladılar ve Zekeriyya onlara işaret edip dilsiz kaldı. (Luka, I, 5-22) 


12- (Çocuğun doğup büyümesinden sonra ona dedik ki:) "Ey Yahya, Kitabı kuvvetle tut." Daha çocuk iken ona hikmet verdik.

İlahi dileğe uygun bir şekilde Yahya'nın (a.s) doğumu ve büyümesi Kur'an'da ele alınmamıştır. 

Burada sadece bir cümlede yetişkinliğe ulaştığında ona peygamberlik görevinin emanet edildiği ifade edilmiştir. Bu görev: "Tevrat'a hem lafzen, hem de manen tabi olup ona uymak ve İsrailoğulları'nı da buna teşvik etmek"ti.

"Hükm" (hikmet) kelimesi şu anlamlara gelir: 1) Karar vermek, 2) Doğru fikirler oluşturmak, 3) İlahı kanunu yorumlamak, 4) Sorunları çözümlemek 5) Allah'ın karar ve hüküm verme konusunda verdiği yetki.


13- Katımızdan ona bir sevgi-duyarlılığı ve temizlik (de verdik) O, çok takva sahibi biriydi.

Başka bir deyişle Yahya (a.s) kalbinde Allah'a karşı bir çocuğun annesine duyduğu derin sevgiye benzer bir sevgi taşıyordu.


14- Ana ve babasına itaatkârdı ve isyan eden bir zorba değildi.

15- Ona selam olsun; doğduğu gün, öleceği gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağı gün de.

Bu surede ve Al-i İmran Suresi'nde kısaca değinilen Yahya'nın (a.s) görevinin ve temiz kişiliğinin anlaşılabilmesi için Yeni Ahid'in çeşitli kitaplarında yer alan şu hikayenin incelenmesinde fayda vardır:

Luka İnciline göre Yahya (a.s) , İsa'dan (a.s) 6 ay büyüktü ve anneleri kardeş çocukları idi. 30 yaşında peygamberlik verilmişti ve Yuhanna İnciline göre Yahya (a.s) görevine Ürdün'de insanları Allah'a çağırmakla başladı. O şöyle derdi: "Ben, Rabbin yolunu düzeltin diye çölde çağıranın sesiyim. (Yuhanna I: 23) 

Markos'a göre: "Yahya çölde vaftiz ederdi ve günahların bağışlanması için tevbe vaftizini o vaaz eylemişti. Bütün Yahudi köylüleri ve bütün Kudüslüler ona çıkıyorlardı ve günahlarını itiraf edip Erdin ırmağında onun tarafından vaftiz olunuyorlardı. "(Markos I; 4-5) Bu nedenle o John the Baptist (Vaftizci Yahya) olarak biliniyordu ve İsrailoğulları onu bir Peygamber olarak kabul ediyorlardı. (Matta 21: 26) 

İsa (a.s) , Yahya (a.s) hakkında şöyle demiştir: "Kadınlardan doğanlar arasında Vaftizci Yahya'dan daha büyüğü çıkmamıştır. (Matta 12: 11) 

"Yahya'nın deve tüyünden elbiseleri ve belinde deriden kuşağı vardı. Yediği çekirge ve yaban balığı idi." (Matta 3: 4) 

Yahya (a.s) "Tövbe edin, çünkü göklerin melekûtu (saltanatı) yakındır" derdi. (Matta 3: 2) Bununla Hz. İsa (a.s) Peygamberlik görevine başlamasının yakınlaştığını ifade etmek istiyordu. Onunla ilgili Kur'an da aynı şeyi tasdik etmektedir: "... o (Yahya) Allah'tan olan bir kelimeyi doğrulayacaktır" (Al-i İmran 39) Bu nedenle ona Hz. İsa'nın "ayeti veya onun işareti" de denmiştir.

Yahya insanları oruç tutmaya ve namaz kılmaya davet etmiştir. (Matta 9: 14; Luka 5: 33, 11: 1) O insanlara şöyle derdi: "İki gömleği olan hiç olmayana versin, yiyeceği olan kimse de böyle yapsın." (Luka 3: 11) 

İsrailoğulları'ndan Ferislerin ve Sadukilerin sapık alimlerinin vaftiz için geldiklerini görünce onları azarlayarak şöyle demiştir: "Ey engerekler nesli, gelecek azabtan kaçmayı size kim gösterdi?... İçinizden babamız İbrahim'dir diye gururlanmayın... Balta ağaçların kökü dibinde yatıyor. İyi meyva vermeyen bir ağaç kesilir ve ateşe atılır." (Matta 3; 7-10) 

Yahya'nın (a.s) insanları Hakka davet görevini ifa ettiği dönemin kralı Herod Antipas Roma Medeniyetinden o denli etkilenmişti ki, topraklarında günah ve kötülüğün serbestçe yayılmasına neden oluyordu. Harod, kardeşi Phileip'in karısı Herodias'ı meşru olmayan bir şekilde evine almıştı. Yahya (a.s) onu uyarıp işlediği bu günaha karşı sesini yükselttiğinde Herod onu yakalattı ve hapse gönderdi. Bununla birlikte Herod onun dindarlığına ve doğruluğuna saygı duyuyor ve onun halk arasında sahip olduğu saygınlığından korkuyordu. Bunun aksine Herodias, Yahya'nın halk arasında yaymaya çalıştığı ahlâkî duyarlılığın kendisi gibi kadınları hedef aldığını ve onları halkın gözünden düşürdüğünü düşünüyordu. Bu nedenle ondan nefret ediyor ve onu öldürmek istiyor, fakat buna güç yetiremiyordu. Bir müddet sonra önüne bir fırsat çıktı. Herod'un doğum gününde Herodias'ın kızı raksetti ve bu Herod'un o kadar hoşuna gitti ki: "Ne dilersen dile benden, her istediğini sana vereceğim." dedi. Kız, annesine ne isteyeyim diye sordu. Annesi: "Vaftizci Yahya'nın başını iste", dedi. Kız, krala gitti ve Vaftizci Yahya'nın başını bir tabak içinde istediğini söyledi. Herod bunu duyunca üzüldü, fakat sevdiği kızın bu isteğini reddedemedi. Yahya'yı (a.s) hapiste öldürttü ve başını bir tabak içinde rakseden kıza sundu. (Matta 14: 3-12; Markos 6: 17-29; Luka 3: 19-20) 


16- Kitap'ta Meryem'i de zikret. Hani o, ailesinden kopup doğu tarafında bir yere çekilmişti.

Karşılaştırma için bkz. Al-i İmran: 35-47

Hani İmran'ın karısı: "Rabbim, karnımda olanı, 'her türlü bağımlılıktan özgürlüğe kavuşturulmuş olarak' Sana adadım, benden kabul et. Şüphesiz işiten, bilen Sensin Sen." demişti. Fakat onu doğurduğunda -Allah onun ne doğurduğunu daha iyi bilirken- dedi ki: "Rabbim, doğrusu bir kız (çocuğu) doğurdum. Erkek ise, kız gibi değildir. Ona Meryem adını koydum. Ben onu ve soyunu o taşa tutulmuş şeytandan Sana sığındırırım." Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir kabulle kabul etti ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriya'yı da ona sorumlu kıldı. Zekeriya, ne zaman mihraba girdiyse, yanında bir yiyecek buldu: "Meryem, sana nerden bu?" deyince, "Bu, Allah katındandır. Şüphesiz Allah, dilediğine hesapsız rızık verendir" dedi. Bunlar, gayb haberlerindendir; bunları sana vahy ediyoruz. Onlardan hangisi Meryem'i sorumluluğuna alacak diye kalemleriyle kur'a atarlarken sen yanlarında değildin; çekişirlerken de yanlarında değildin. Hani Melekler, dedi ki: "Meryem, doğrusu Allah, kendinden bir kelimeyi sana müjdelemektedir. Onun adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir. O, dünyada da, ahirette de 'seçkin, onurlu, saygın' ve (Allah'a) yakın kılınanlardandır." "Beşikte de, yetişkinliğinde de insanlarla konuşacaktır. Ve o salihlerdendir.", "Rabbim, bana bir beşer dokunmamışken, nasıl bana bir çocuk olabilir?" dedi. Öyle (idi cevap). (Fakat) Allah neyi dilerse yaratır. Bir işin olmasına karar verirse, yalnızca ona "ol" der, o da hemen oluverir."


17- Sonra onlardan yana (kendini gizleyen) bir perde çekmişti. Böylece ona ruhumuz (Cibril'i) göndermiştik, o da, düzgün bir beşer kılığında görünmüştü.

Meryem'in kendini ibadete adadığı yer Mabed'in doğudaki odalarından biriydi ve adet olduğu üzere kendisini diğer insanlardan gizlemek için bir perde asmıştı. Burası bazı insanların kabul ettiği Nasıra olamaz, çünkü Nasıra Kudüs'ün kuzeyindedir.


18- Demişti ki: "Gerçekten ben, senden Rahman (olan Allah) a sığınırım. Eğer takva sahibiysen (bana yaklaşma) ."

19- Demişti ki: "Ben, yalnızca Rabbinden (gelen) bir elçiyim; sana tertemiz bir erkek çocuk armağan etmek için (buradayım) ."

20- O: "Benim nasıl bir erkek-çocuğum olabilir? Bana hiç bir beşer dokunmamışken ve ben azgın-utanmaz (bir kadın) değilken" dedi.

21- "İşte böyle" dedi. "Rabbin, dedi ki: -Bu benim için kolaydır. Onu insanlara bir ayet ve bizden bir rahmet kılmak için (bu çocuk olacaktır) ." Ve iş de olup bitmişti.

"Öyledir" sözü çok önemlidir. Bunun anlamı şudur: "Rabbinin dilediği gibi senin tertemiz bir oğlun olacak, hiçbir insan sana dokunmamış olduğu halde." 

Yukarıda 9. ayette geçtiği gibi Zekeriyya'ya (a.s) da aynı cevap verilmiştir. Bu sözü: "Evet öyle olacak, sana bir erkek dokunacak ve senin bir oğlun olacak", diye tefsir etmek sadece anlamı saptırmaktır. Çünkü eğer bu: "Senin de diğer kadınlar gibi bir oğlun olacak demek olsaydı hemen sonraki: "Rabbin dedi ki: 'O bana kolaydır onu insanlara bir ayet yapacağız'", sözleri anlamsız olurdu. Eğer onun doğumu sıradan, herhangi bir çocuğun doğumu gibi olsaydı, şu sözlere gerek kalmazdı. "Bu kolaydır ve bu insanlar için bir ayet (mucize) olacak. Böyle olacak, çünkü o beşikte iken konuşacak."


22- Böylelikle ona gebe kaldı, sonra onunla ıssız bir yere çekildi.

Meryem çocuğa hamile kaldığında mabedden ayrıldı ve insanların kötü sözlerinden kaçmak için uzak bir yere (Bethlehem) gitti. Halk ona şöyle diyebilirdi: "Şerefli Harun ailesinden şu bakire kıza bakın! Bir çocuk bekliyor, kendisini ibadete adadığı Mabedde hamile kalmış!" Bu nedenle Meryem bir müddet hamileliğinin ayıbını gizlemeyi başardı, fakat bu bile İsa'nın (a.s) babasız doğduğunun bir delilidir. Çünkü eğer Meryem evlenmiş olsa ve bir kocaya sahip olsaydı, ailesinin evinden ayrılıp doğum için uzak bir yeri seçmezdi.


23- Derken doğum sancısı onu bir hurma dalına sürükledi. Dedi ki: "Keşke bundan önce ölseydim de, hafızalardan silinip unutuluverseydim."

"Keşke..." sözleri o sırada Meryem'in içinde bulunduğu şiddetli tedirginliği ifade etmektedir. O, bu sözleri doğum sancısı nedeniyle değil, çocuğu halkından nasıl gizleyeceği düşüncesinin verdiği üzüntüden sarfetmiştir. Meleğin "Üzülme" demesi onun bu sözleri neden sarfettiğini açıklamaktadır. Evli bir kadın ilk çocuğunu doğururken sancıdan kıvranır, fakat hiçbir zaman üzgün ve hüzünlü olmaz.

14 Temmuz 2012 Cumartesi

Meryem Suresi Girişi ve 1-9 Ayetleri Mevdudi Tefsiri


Nüzul Zamanı: Bu sure Habeşistan'a hicretten önce nazil olmuştur. Sahih hadislere göre, Hz. Cafer (r.a) , Necaşi, muhacirleri sarayında topladığı zaman onun huzurunda bu sûrenin 1-40. ayetlerini okumuştur.

Tarihsel Arka-Planı: O dönemin şartlarına Kehf Suresi'nin giriş bölümünde de kısaca değinmiştik. Burada daha çok bu ve benzeri surelerin anlamını kavramamıza yardımcı olacak ayrıntılara yer vermek istiyoruz. 

Kureyş'in ileri gelenleri İslâmî hareketi alay ve küçümseme ile, tehditler yaparak, iftiralar atarak bastıramayacaklarını anlayınca işkence, maddi baskı ve ekonomik kısıtlamalara baş vurdular. Yeni müslümanları kabilelerinden ayırıyor, onlara işkence yapıyor, onları açlığa mahkum ediyor, hatta İslâm'dan vazgeçmeleri için onlara fiziksel baskı ve acı uyguluyorlardı. Bu işkencenin en zavallı kurbanları ise fakirler, köleler ve Kureyş'e sığınan yabancılardı. Örneğin, Bilal, Amir bin Füheyra, Ummi Ubeys, Zinnire, Ammar bin Yasir ve onun anne-babası. Bu zavallı insanlar dövülüyor, hapsediliyor aç ve susuz bırakılıyor ve Mekke'nin kaynar kumları üzerinde sürükleniyorlardı. Çoğu kimse vasıflı işçileri çalıştırıyor ve yaptıkları işin karşılığını vermiyordu. Buna örnek olarak Buhari ve Müslim'de yer alan Habbab b. Eret olayını gösterebiliriz.

"Mekke'de demircilik (nalbantlık) yapıyordum; bir keresinde As ibn Vail'in bir işini yaptım. Paramı almaya gittiğimde "Muhammed'den vazgeçmedikçe sana ücretini ödemeyeceğim" dedi.

Aynı bağlamda Habbab derki: "Bir gün Nebi (s.a) Kabe'nin gölgesinde oturuyordu. Ona gittim ve "Ey Allah'ın Rasûlu! İşkence son sınırına ulaştı. Niçin Allah'a dua etmiyorsun?" Nebi (s.a) buna çok kızdı. Dedi ki: "Sizden önce geçen müminler sizden daha çok acı çektiler. Onların kemikleri demir taraklarla tarandı, başları testere ile kesildi, fakat yine de imanlarından dönmediler. Seni temin ederim ki, Allah dinini tamamlayacaktır ve öyle bir zaman gelecek ki bir kimse Sana'dan Hadramut'a kadar yolculuk yapacak ve Allah'dan başka korkulacak hiçbir kimse ile karşılaşmayacaktır. Fakat siz sabırsızlığa düşüyorsunuz." (Buhari) 

Şartlar artık dayanılmaz hale geldiğinde, Peygamber (s.a) Peygamberliğinin 5. yılının Recep ayında ashabına şöyle bir tavsiyede bulundu: "Habeşistan'a hicret edebilirsiniz, çünkü orada hiç kimsye haksızlık yapılmasına izin vermiyen bir kral vardır. Onun ülkesinde hayır vardır. Allah size bu beladan bir kurtuluş verinceye kadar orada kalabilirsiniz."

Bundan sonra ilk planda 11 erkek ve 4 kadın Habeşistan'a doğru yola çıktılar. Kureyşliler onları sahile kadar takip etti, fakat Müslümanlar Şuaybiye limanında hemen Habeşistan'a gidecek olan bir gemiye rastladılar(rastlatıldılar) ve kurtuldular. Birkaç ay sonra bir grup mümin daha Habeşistan'a hicret etmiş ve sayıları, Kureyş'ten 83 erkek ve 11 kadın, Kureyşli olmayanlardan da 7 kişiye ulaşmıştı. Bundan sonra Mekke'de Peygamber'le (s.a) birlikte sadece 40 kişi kalmıştı.

Bu hicretten sonra Mekke'de "onları yakalayın" diye büyük bir feryat başladı. Çünkü Kureyşli her aile bu olaydan olumsuz bir şekilde etkilenmişti. Bir oğul, bir damat, bir kız, bir kızkardeş veya bir erkek kardeş kaybetmeyen hemen hemen hiç bir aile yoktu. Mesela, muhacirler arasında Ebu Cehil'in, Ebu Süfyan'ın ve müslümanlara yaptıkları işkencelerle meşhur Kureyş'in diğer ileri gelenlerinin yakın akrabaları da vardı. Örneğin Ebu Cehil'in kardeşi, Selma bin Hişam ve yeğeni Hişam bin Ebi Huzeyfe, Ayyaş bin Ebi Rabeyye, Ümmü Seleme, Ebu Süfyan'ın kızı Ümmü Habibe, Utbe'nin oğlu ve Hind'in kardeşi Ebu Huzeyfe, Suheyl bin Amr'ın kızı Sehile vs. Bu nedenle bazılarının İslâm'a düşmanlığı daha da artarken, bazıları bundan etkilenerek İslâmı kabul ediyordu. 

Mesela bu hicret Hz. Ömer üzerinde çok derin etkiler yaratmıştı. Onun akrabalarından biri olan Hasme'nin kızı Leyla şöyle anlatıyor: "Kocam Ambr b. Rebia gitmişti, ben de hicret için eşyalarımı hazırlıyordum. O sırada Ömer geldi ve ben yolculuk için hazırlanmakla meşgulken beni seyretmeye başladı. Sonra "Sen de mi hicret edeceksin?" dedi. Ben de: "Evet, Allah'a andolsun siz bize çok işkence ettiniz. Fakat Allah'ın geniş arzı bizim için açıktır. Şimdi Allah'ın bize barış ve huzur ihsan edeceği bir yere gidiyoruz." diye cevap verdim. O zaman Ömer'in yüzünde o güne dek görmediğim bir duygu ifadesi gördüm. Sadece "Allah sizinle beraber olsun" dedi ve gitti."

Hicretten sonra Kureyşliler toplantılar yaptılar ve Ebu Cehil'in üvey kardeşi Abdullah ibni Ebi Rebia'yı ve Amr b. As'ı Necaşi'yi muhacirleri Mekke'ye geri iade etmeye ikna etmek üzere değerli hediyelerle Habeşistan'a göndermeye karar verdiler. Hz. Ümmü Seleme (Nebi'nin hanımlarından biri) muhacirler arasındaydı ve olayın bu kısmını şöyle anlatmıştır: "Kureyş'in bu iki akıllı sözcüsü Habeşistan'a ulaştıklarında değerli hediyeleri Necaşi'nin sarayındaki adamları arasında dağıttılar ve onları Necaşi'yi muhacirleri geri vermeye teşvik etmeleri için ikna ettiler. Daha sonra Necaşi'nin huzuruna çıktılar, ona da değerli hediyeler verip: "Şehrimizden bazı akılsız insanlar ülkenize sığınmış, liderlerimiz bizi, bu insanları geri iade etmenizi rica etmek üzere size gönderdiler. Bu sapıklar bizim inancımızdan döndüler, sizin dininize de girmediler, fakat yeni bir din icad ettiler," dediler. Onlar konuşmalarını bitirir bitirmez, saray adamları onları destekledi ve: "Biz onları memleketlerine geri göndereceğiz, çünkü kendi kavimleri onları daha iyi bilir. Onları burada barındırmamız doğru değil." Kral buna sinirlendi ve yeterli bir araştırma yapmadan onları geri vermeyeceğim. Bu insanlar başka bir ülkeye değil de benim ülkeme sığındıkları ve buraya barınmaya geldikleri için onlara ihanet etmeyeceğim. İlk önce onlara haber gönderip daha sonra bu insanların onlar hakkında öne sürdükleri suçlamaları araştıracağım. Sonra son kararımı vereceğim" dedi. Bundan sonra Kral, Peygamber'in (s.a) ashabına haber gönderdi ve onları sarayına çağırdı.

Muhacirler Kral'ın gönderdiği haberi duyunca toplandı ve Kral'a ne söyleyeceklerini tartıştılar. Sonunda şu karara vardılar: "Kral'a Peygamberimizin (s.a) öğrettiklerini, ona hiçbir şey ekleyip eksiltmeden, bildirelim ve bizi ülkesinde barındırma veya dışarı atma kararını ona bırakalım." Saraya geldiklerinde Kral hemen onlara şu soruyu yöneltti: "Kavminizin dininden çıkıp, ne benim inandığım dine, ne de varolan dinlerden hiçbirine girmediğinizi biliyorum. İnandığınız bu yeni dinin ne olduğunu bilmek istiyorum." Bunun üzerine Cafer ibn Ebi Talib Muhacirler adına önceden hazırlanmadığı bir konuşma yaptı.

"Ey Kral! Biz cehalete batmış ve sapıtmıştık. İşte o zaman Muhammed (s.a) bize Allah'ın Rasûlü olarak geldi ve bizi islah etmek için elinden geleni yaptı. Fakat Kureyşliler ona uyanlara işkence etmeye başladılar. Biz de bu işkence ve acılardan kurtulmak amacıyla sizin ülkenize geldik." 

Bu konuşmadan sonra Kral: "Allah tarafından sizin peygamberinize gönderilen vahiyden bir bölümünü oku!" dedi. 

Bunun üzerine Cafer, Meryem suresinin Yahya ve İsa (a.s) ile ilgili kıssayı anlatan bölümünü okudu. Kral bunu dinledi ve ağlamaya başladı, o denli ağladı ki sakalları gözyaşından ıslandı. Cafer (r.a) okumasını bitirdiğinde: "Muhakkak bu söz İsa'ya indirilen aynı kaynaktan geliyor. Allah'a andolsun sizi bunların eline teslim etmeyeceğim" dedi.

Ertesi gün Amr b. As, Necaşi'ye gitti ve şöyle dedi: "Onlara bir haber daha gönder ve onların Meryem oğlu İsa ile ilgili inançlarını sor, çünkü onlar onun hakkında kötü şeyler söylüyorlar." Kral tekrar muhacirlere haber gönderdi. Muhacirler o zamana kadar Amr'ın düzenini öğrenmişlerdi. Tekrar bir araya geldiler ve Kral, Hz. İsa ile ilgili soruyu sorduğunda ne cevap vereceklerini tartıştılar. İçinde bulundukları durumun çok kritik olmasına ve hepsinin de bundan korkmalarına rağmen, bu konuda Allah'ın ve Rasûlü'nün kendilerine öğrettiği gerçekleri söylemeye karar verdiler. Saraya gittiklerinde, Kral onlara Amr İbn As'ın teklif ettiği soruyu sordu. Bunun üzerine Cafer b. Ebi Talib ayağa kalktı ve hiç tereddüt göstermeden cevap verdi: "O Allah'ın bir kulu ve elçisiydi. O bir Ruh ve Allah'ın Meryem'e ilka ettiği bir kelimesi idi" Kral yerden bir çöp aldı ve "Allah'a andolsun! İsa, sizin söylediğinizden ancak şu çöp kadar farklıdır" dedi. Bundan sonra Kral, Kureyş'in gönderdiği elçilere döndü ve: "Ben rüşvet kabul etmem", dedi. Daha sonra muhacirlere dönerek: "Burada huzur ve güvenlik içinde kalabilirsiniz." dedi.

Anafikir ve Konular: Bu tarihsel arka-planı göz önünde bulundurursak, bu surenin muhacirlere Habeşistan'a yapacakları yolculuk için bir "erzak" olarak indirildiği anlaşılmaktadır. Surede sanki onlara şöyle denilmektedir: "Siz işkence çeken muhacirler olarak kendi ülkenizi bırakıp bir Hıristiyan memleketine sığınıyorsunuz. Fakat buna rağmen sahip olduğunuz bilgilerden hiçbirini gizlememelisiniz. Bu nedenle Hz. İsa'nın, Allah'ın oğlu olmadığını, Hıristiyanlara apaçık ilan etmelisiniz."

(1-40) ayetler, İsa (a.s) ve Yahya (a.s) kıssaları anlatıldıktan sonra (41-50) ayetlerde İbrahim'in (a.s) kıssasına değinilmektedir. Bu da muhacirlere bir teselli sunmaktadır, çünkü İbrahim de (a.s) onlar gibi babası, ailesi ve kavmi tarafından yapılan işkencelerle memleketinden ayrılmaya zorlanmıştır.

Bu bir taraftan muhacirlerin Hz. İbrahim'in izinden yürüdükleri ve aynı o Peygamber gibi iyi bir akibete kavuşacakları anlamına gelmektedir. Diğer taraftan bu Mekke'li müşriklere, kendilerinin müslümanların ataları ve liderleri olan İbrahim'e (a.s) işkence yapan insanların konumunda oldukları, oysa müminlerin Hz. İbrahim'in konumunda oldukları söylenmek istenmektedir.

Daha sonra (51-65) ayetlerde Hz. Muhammed'in (s.a) daha önce peygamberlerin getirdiği aynı hayat tarzını tebliğ ettiğini fakat onlara uyanların sonradan sapıttıklarını vurgularcasına diğer bazı peygamberlere de değinilmektedir.

Son bölümde (66-98) Mekkeli müşriklerin kötü tavırları sert bir şekilde eleştirilirken, müminlere hak düşmanlarının tüm çabalarına rağmen kendilerinin başarılı olacakları ve insanların en çok sevileni olacakları konusunda müjde verilmektedir.

1- Kâf, He, Ye, Ayn, Sâd.

2- (Bu,)  Rabbinin kulu Zekeriya'ya rahmetinin zikridir.

Harun'un (a.s) torunlarından biri olan Hz. Zekeriyya'nın (a.s) konumunu anlayabilmek için İsrailoğulları arasında yaygın olan rahiplik geleneği ile ilgili bilgiye sahip olmak gerekir.


Filistin'in fethinden sonra topraklar Yakub'un (a.s) zürriyetinden olan 12 kabile arasında miras olarak dağıtıldı. 13. kabile olan Levi'lere de dini hizmetler ve görevler emanet edildi. Levi'liler arasında da "en mukaddes şeyleri takdis etmek, Rabbin önünde buhur yakmak, ona hizmet eylemek ve ebediyyen onun ismiyle mübarek kılmak üzere" seçilen aile Harun'un (a.s) oğulları idi. Diğer Levi'lilerin mabede girmesine izin verilmiyordu. "Çünkü onların vazifesi Rab evinin hizmeti için avlularda, odalarda ve bütün mukaddes şeyleri temizlemekte Allah Evinin hizmet işinde Harunoğulları'nın yanında bulunmak... ve sebt günlerinde, aybaşlarında ve belli bayramlarda yapılan bütün takdimeleri Rabbe arzetmekti."

Harunoğulları 24 aileye bölünmüştü ve bu 24 aile sıra ile Rabbin evine hizmet ediyorlardı. Bu ailelerden biri Zekeriyya'nın (a.s) liderliğindeki Abiya ailesi idi. Bu nedenle ailesinin sırası geldiğinde mabede gidip buhur yapmak Zekeriyya'nın (a.s) göreviydi. (ayrıntılar için bkz. I. Tarihler 23-24) 


Karşılaştırma için bkz. Âl-i İmran 33-37. ayetler ve bunlarla ilgili notlarda yer alan Zekeriyya kıssası:

Âl-i İmran 33-40:  Gerçek şu ki, Allah; Adem'i, Nuh'u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini alemler üzerine seçti; Onlar birbirlerinden (türeme tek) bir zürriyettir. Allah işitendir, bilendir.  Hani İmran'ın karısı: "Rabbim, karnımda olanı, 'her türlü bağımlılıktan özgürlüğe kavuşturulmuş olarak' Sana adadım, benden kabul et. Şüphesiz işiten, bilen Sensin Sen." demişti. Fakat onu doğurduğunda -Allah onun ne doğurduğunu daha iyi bilirken- dedi ki: "Rabbim, doğrusu bir kız (çocuğu) doğurdum. Erkek ise, kız gibi değildir. Ona Meryem adını koydum. Ben, onu ve soyunu o taşa tutulmuş şeytandan Sana sığındırırım." Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir kabulle kabul etti ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriya'yı da ona sorumlu kıldı. Zekeriya, ne zaman mihraba girdiyse, yanında bir yiyecek buldu: "Meryem, sana nerden bu?" deyince, "Bu, Allah katındandır. Şüphesiz Allah, dilediğine hesapsız rızık verendir" dedi. Orada Zekeriya Rabbine dua etti: "Rabbim bana katından tertemiz bir soy armağan et. Doğrusu Sen, duaları işetensin" dedi.  O mihrapta namaz kılmakta iken, melekler ona seslendi: "Allah, sana Yahya'yı müjdeler. O, Allah'tan olan kelimeyi (İsa'yı) doğrulayan, efendi, iffetli ve salihlerden bir peygamberdir." Dedi ki: "Rabbim, bana gerçekten ihtiyarlık ulaşmışken ve karım da kısır iken nasıl benim bir oğlum olabilir?" "Böyledir" dedi, "Allah dilediğini yapar." 

Hıristiyanların sapık olmalarının asıl nedeni, Hz. İsa'yı (Allah'ın kulu ve Rasûlü olarak değil) , Allah'ın oğlu ve İlâhlığa ortak olarak kabul etmeleridir. Bu nedenle bu büyük hata, gerçek ve doğru İslâm'ı anlamalarına yardım edecek bir tarzda düzeltiliyor. Bölüme girişin, Hz. Adem'in, Hz. Nuh'un, İbrahim ailesinden ve İmran ailesinden gelen peygamberlerin (Allah'ın selamı hepsinin üzerine olsun) hepsinin insan olduğunun ve hiçbirinin "Allah" olmadığının teyid edilmesiyle başlamasının nedeni işte budur. Onların tek farkı, Allah'ın onları, dinini yaymaları ve dünyayı ıslah etmeleri için seçmiş olmasıydı.


Eğer "İmran'ın kadını" ile "İmran'ın karısı" kastediliyorsa, bu, 33. ayette adı geçen İmran'dan başka biri olmalı. Bu durumda büyük dedelerinden sonra Hz. Meryem'in babasının bu adı aldığı sonucuna varılır. Fakat eğer İmran'ın kadını ile İmran ailesinden herhangi bir kadın kastediliyorsa, Hz. Meryem'in annesinin İmran soyundan gelen bir kadın olduğu ortaya çıkar. Bu görüşlerden birini tercih edebilecek sahih bilgiye sahip değiliz. Bazı Hıristiyan kaynaklarında Hz. Meryem'in babasının Iaachim olarak geçmesine rağmen, tarih, Hz. Meryem'in babasının kim olduğunu ve annesinin hangi aileye mensup olduğunu bildirmez. Fakat eğer Hz. Meryem ile Hz. Yahya'nın annesi Elisabeth'in kuzen oldukları görüşü doğru kabul edilirse (Luka 1;36) , o zaman "İmran'ın kadını", İmran ailesinden bir kadın anlamına gelecektir.

Luka İncili (1;5) , Hz. Zekeriya'nın (a.s.) karısı Elisabeth'in "Harun'un kızlarından" olduğunu, yani İmran'ın kızı veya İmran'ın kadını olduğunu söyler, O halde Harun'un kız kardeşi Miriyam ile bakire Meryem'i birbirine karıştırma gibi bir hata sözkonusu değildir. Çocukları dedelerinin adıyla anmak yaygın bir gelenektir. Bu nedenle açıklamalardan her biri kabul edilmeye değer. Bununla birlikte burada yapılan bu tartışma, yani İmran gerçekten Meryem'in babasının ismi mi, yoksa dedelerinden biri mi tartışması, asıl konu olan Hz. İsa'nın mücizevi doğumunu açıklamada herhangi bir fark yaratmaz.


Hz. Meryem'in annesi bununla şunu kasdetmiştir: "Eğer erkek olsaydı daha iyi olabilirdi; çünkü kadın birçok doğal zayıflıklar ve toplumsal kısıtlamalarla sınırlandırılmıştır ve bir din adamı (priest) olamaz. Bu nedenle benim çocuğumu adadığım amaca bir erkek çocuk daha uygun düşerdi."


Bu olay, Hz. Meryem rüşde erdiğinde ve gece gündüz Allah'a ibadetle meşgul olduğu Mâbed'e (Kudüs) kabul edildiğinde meydana gelmiştir. O'nun koruyuculuğunu üstlenen Hz. Zekeriya (a.s.) büyük bir ihtimalle Hz. Meryem'in teyzesinin kocası idi ve Mâbed'in koruyucularından biri idi. O, Eski Ahid'e göre öldürülen Zekeriya Peygamber'le (a.s.) aynı kişi değildir.

Arapça bir kelime olan "mihrab", camilerde imam için hazırlanan bir makam (ibadet edilen oyuk bir yer) anlamına gelir. Fakat burada bu kelime, manastırları ve kiliseleri birbirine bağlayan ve yerden biraz yüksek olarak inşa edilen hücreler için kullanılmıştır. Bu yerler, ibadet edilen yerlerin koruyucuları olan ve kendini zahidçe ibadete veren kimseler için hazırlanmıştır. Hz. Meryem de bu hücrelerden birinde kendini ibadete veriyordu.



3- Hani o, Rabbine gizlice seslendiği zaman.

4- Demişti ki: "Rabbim, şüphesiz benim kemiklerim gevşedi ve baş, yaşlılık aleviyle tutuştu; ben sana dua etmekle mutsuz olmadım."

5- "Doğrusu ben, arkamdan gelecek yakınlarım adına korkuya kapıldım, benim karım da bir kısır (kadın) dır. Artık bana kendi katından bir yardımcı armağan et."

Yani "Akrabalarım, yani Abiya ailesi içinde bana emanet edilen görevi üstelenebilecek dini ve ahlâkî bakımdan düzgün hiçbir kimse göremiyorum."


6- "Bana mirasçı olsun, Yakup oğullarına da mirasçı olsun. Rabbim, onu (kendisinden) razı olunan(lardan) kıl."

Yani, "Ben sadece bana varis olacak oğul için değil, aynı zamanda Yakub ailesinin doğru yolunu devralacak bir varis için dua ediyorum."


7- (Allah buyurdu:) "Ey Zekeriya, şüphesiz biz seni, adı Yahya olan bir çocukla müjdelemekteyiz; biz bundan önce ona hiç bir adaş kılmamışız."

Luka incilinde bu şöyle ifade edilmiştir: "Akrabandan bu adda kimse yoktur." (Luka. I, 61) 


8- Dedi ki: "Rabbim, karım kısır (bir kadın) iken, benim nasıl oğlum olabilir? Ben de yaşlılığın son basamağındayım."

9- (Ona gelen melek:) "İşte böyle" dedi. "Rabbin dedi ki: -Bu benim için kolaydır, daha önce sen hiç bir şey değil iken, seni yaratmıştım."

Bu karşılıklı konuşma, Allah'ın dilediğini yapabileceğini, yaşlı bir adamla kısır bir kadına çocuk verebileceğini, aynı şekilde bir bakireyi de çocuk sahibi kılabileceğini vurgulamaktadır.


12 Temmuz 2012 Perşembe

Meryem Suresi 51-98 Ayetleri M. Esed Meali


51. VE BU KİTAPTA Musa'yı da an. Doğrusu, o da seçilmiş biriydi. [Allah'ın] haberci elçilerindendi.

52. Hani o'na Sina Dağı'nın sağ yamacından seslenmiş ve o'nu gizemsel bir konuşma için [kendimize] yaklaştırmıştık;

53. ve o'na bahşettiğimiz rahmetin bir devamı olarak, kardeşi Harun'u da [o'nunla beraber] haberci kılmıştık.

54. VE BU KİTAPTA İsmail'i de an. Doğrusu, o da her zaman sözünde duran biriydi; bir elçi, bir nebiydi.

55. Ve halkına salâtı ve zekâtı emrederdi; ve o da Rabbinin katında hoşnutluk kazanmıştı.

56. VE BU KİTAPTA İdris'i de an. O da özü sözü doğru olan biriydi; bir nebiydi.

57. Ve Biz o'nu da yüce bir konuma yükseltmiştik.

58. İŞTE BUNLAR Allah'ın kutlu, onurlandırıcı bağışlarda bulunduğu nebîlerden bazıları -Âdem'in soyundan, Nûh'la birlikte [o gemide] taşıdığımız kimselerin soyundan, İbrahim ve İsmail'in soyundan gelen ve [hepsi de] doğru yolu gösterdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerden bazıları: Ne zaman kendilerine O sınırsız rahmet Sahibi'nin mesajları okunsa ağlayarak [O'nun huzurunda] yere kapanan kimseler.

59. Onların ardından, salâtı boş veren ve yalnızca kendi şehvetlerinin, dünyevî tutkularının peşine düşen bir kuşak geldi; ve böyle yaptıkları için de, yakında tam bir düş kırıklığıyla karşılaşacaklar.

60. Ancak, pişman olup Allah'a yönelen, inanıp dürüst ve erdemli davranışlar ortaya koyanlar bunun dışındadır; zaten hiçbir haksızlığa uğratılmadan cennete girecek olanlar da işte böyleleridir;

61. sınırsız bağış Sahibi'nin, kullarına, her türlü beşerî algı ve tasavvurun ötesinde söz verdiği o âsûde hasbahçeler [onların olacaktır]; O'nun sözü elbette yerini bulacaktır!

62. Orada onlar asla boş ve yararsız bir söz işitmeyecekler; iç huzuru ve esenlik dileğinden başka hiçbir söz! Ve orada sabah akşam azıklandırılacaklar;

63. Bize karşı sorumluluk bilinci içinde olan kullarımıza bırakacağımız cennet işte budur.

64. VE [MELEKLER]: “Biz ancak Rabbinin buyruğuyla ineriz” derler, “gözümüzün önünde olan, bizden gizli tutulan ve bu ikisi arasında bulunan her şey O'na aittir. Ve Rabbin asla [hiçbir şeyi] unutmaz.

65. Göklerin ve yerin Rabbi(dir O), ve bunların arasında var olan her şeyin! Öyleyse, yalnızca O'na kulluk et ve O'na kullukta devamlı ve sebatlı ol! Hiç, ismi O'nunla birlikte anılmaya değer bir başkasını tanıyor musun?”

66. BÜTÜN BUNLARA RAĞMEN, insan [yine de] kalkıp: “Ne yani,” der, “Ben öldükten sonra, yeniden hayata mı döndürüleceğim?”

67. Peki, insan aklına getirmiyor mu ki, Biz onu daha önce yoktan var etmiştik?

68. Öyleyse, Rabbine andolsun ki, Biz onları [Hesap Günü'nde, kendilerini hayattayken yönlendiren] şeytanî güçlerle bir araya toplayacak ve sonra cehennemin çevresinde diz üstü bekleteceğiz;

69. Ve sonra her [günahkar] topluluktan O sınırsız rahmet Sahibi'ne kibir ve dik başlılıkta ileri gidenleri ayırıp öne çıkaracağız;

70. çünkü cehennem ateşini en çok kimin hak ettiğini, şüphesiz en iyi Biz biliriz.

71. Ve sizin her biriniz onu görebilecek bir noktaya varacaksınız: Bu, Rabbin katında yerine getirilmesi gerekli bir hükümdür.

72. Bir kere daha (hatırlatalım ki): Biz, Bize karşı sorumluluk bilinci taşıyanları [cehennemden] kurtaracağız; ama zalimleri onun içinde diz üstü bırakacağız.

73. HAL BÖYLEYKEN, ne zaman ayetlerimiz bütün açıklığıyla kendilerine ulaştırılsa, hakkı inkara şartlanmış olan kimseler imana erişenlere: “(Bu) iki insan topluluğundan konum olarak hangisi daha üstün ve güçlü, topluluk olarak hangisi dahi iyi/daha seçkindir?” diye sorup dururlar.

74. Oysa, Biz onlardan önce gelip geçen nice kuşakları helak ettik; öyle ki, onlar dünyevî güç ve dış görünüş olarak berikilerden daha üstündüler!

75. De ki: “Kim ki sapıklık içinde yaşıyorsa, sınırsız rahmet Sahibi onun ömrünü, yaşama imkanını çekip uzatabilir!” [Ve bırak ne söyleyeceklerse söylesinler,] tâ ki, önceden uyarıldıkları [bu dünyadaki] azabı, ya da Son Saat[in gelip çatmasını] görünceye kadar: Çünkü o zaman [bu iki insan topluluğundan] varılacak yer olarak hangisinin daha kötü, destek ve dayanak olarak hangisinin daha zayıf olduğunu anlayacaklar.

76. Allah doğru yolu seçenleri daha derin bir doğru yol bilinci ile destekler; ve kalıcı mahsullere dönüşen dürüst ve erdemli davranışlar Rabbinin katında karşılık olarak [dünyevî kazançlardan] daha değerli ve sonuçları itibariyle daha verimlidir.

77. Mesajlarımızı inkara şartlanmış olan ve “Şüphesiz, bana mal mülk ve evlat verilecektir” diyen kimseyi hiç düşündün mü?”

78. Yoksa o beşerî algı ve tasavvurların ulaşamayacağı bir görüş alanına mı erişti; yahut sınırsız rahmet Sahibi'yle bir sözleşme mi yaptı?

79. Asla! Biz onun (bu) söylediğini kaydedeceğiz ve onun [ahirette çekeceği] azabın süresini uzatacağız;

80. ve onun (bu) söylediğini geri bırakacağız; çünkü o [Hesap Günü'nde] tek başına huzurumuza çıkacaktır.

81. Çünkü böyleleri, kendilerine güç ve statü [kaynağı] olurlar diye, Allah'tan başka varlıkları tanrılar edinirler.

82. Fakat hayır! Bu [tapınma nesneleri Hesap Günü'nde] kendilerine yöneltilen tapınmaları tanımayacaklar ve tapınanların karşısında yer alacaklar!

83. Hakkı inkâr edenlerin üzerine, onları güçlü dürtülerle [günah işlemeye] kışkırtsınlar diye her türden şeytanî güçleri saldığımızı bilmiyor musun?

84. Öyleyse, onların üzerine [Allah'ın azabını çağırmakta] tezlik gösterme; çünkü Biz onların günlerini aksatmadan sayıyoruz zaten.

85. Allah'tan yana sorumluluk bilinci taşıyanları, onurlu konuklar olarak O sınırsız rahmet Sahibi'nin huzurunda topladığımız Gün,

86. ve günaha gömülüp gitmiş olanları, suvarmaya götürülen susuz bir sürü gibi cehenneme sürüklediğimiz (Gün);

87. [bu Günde, hayattayken] O sınırsız rahmet Sahibi'yle bir bağ, bir bağlantı içine girmiş olmadıkça kimse şefaatten pay alamayacaktır.

88. Hal böyleyken, yine de bazıları “O sınırsız rahmet Sahibi Kendine bir oğul edinmiştir!” diyorlar.

89. [Bunu söylemekle] siz gerçekten çok çirkin bir iddia ortaya atmış oldunuz.

90. Öyle ki bu iddianın dehşetinden neredeyse gök paramparça olacak, yer yarılacak ve dağlar yıkılıp gidecekti!

91. (Demek,) O sınırsız rahmet Sahibi'ne bir oğul yakıştırıyorlar (öyle mi?)

92. Hem de, sınırsız rahmet Sahibi'nin bir oğul edinmesi akıl almaz bir şey olduğu halde!

93. Oysa, göklerde ve yerde var olan her şey sınırsız rahmet Sahibi'nin huzuruna ancak ve ancak birer kul olarak çıkmaktadırlar;

94. doğrusu, O bunların hepsini bilgisiyle kuşatmış, teker teker saymıştır;

95. ve onların her biri Kıyamet Günü'nde O'nun huzuruna tek başına çıkacaktır.

96. SINIRSIZ rahmet Sahibi, imana erişip dürüst ve erdemli davranışlar ortaya koyanları sevgiyle kuşatacaktır;

97. işte yalnızca bu amaçla, bu [ilahî mesajı, ey Peygamber,] senin dilinde kolaylaştırdık ki Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşıyan kimseleri onunla müjdeleyip, [boş bir] inatla direnip duranları onunla uyarasın;

98. çünkü, onlardan önce gelip geçen nice kuşakları yok ettik; [şimdi] onlardan herhangi birinin varlığını hissediyor ya da, alçak sesle de olsa hiç onlardan söz edildiğini duyuyor musun?

9 Temmuz 2012 Pazartesi

Meryem Suresi 1-50 Ayetleri M. Esed Meali


1. Kâf-Hâ-Yâ-‘Ayn-Sâd.

2. KULU ZEKERİYA'ya Rabbinin bahşettiği rahmeti dile getiren bir anma(dır), bu:

3-4. Hani o, tâ içinden Rabbine seslenerek şöyle demişti: “Ey Rabbim! Doğrusu, artık kemiklerim gevşedi, saçlarım ağardı. Ama şimdiye kadar, ey Rabbim, Sana yönelttiğim duada cevapsız bırakıldığım hiç olmadı.

5-6. Ve gerçek şu ki, ben göçüp gittikten sonra yakınlarım[ın yapacakların]dan kaygı duyuyorum; çünkü karım baştan beri kısırdı. Öyleyse, bana katından, benim yerimi alacak bir yardımcı bahşet ki bana ve Yakub'un Evi'ne mirasçı olsun; ve Sen ey Rabbim, o'nu hoşnut olacağın (bir ahlak)la donat!”

7. [Bunun üzerine melekler o'na seslendiler:] “Ey Zekeriya, ismi Yahya olan bir oğul müjdeliyoruz sana. [Ve Allah şöyle buyuruyor:] ‘Daha önce hiç kimseye bu ismi vermemiştik’”.

8. [Zekeriya:] “Ey Rabbim!” dedi, “Karım kısır olduğu halde ve ben de yaşlanarak bütünüyle güçsüz bir duruma düşmüşken, benim nasıl oğlum olabilir ki?”

9. [Melek:] “Orası öyle, [ama],” dedi, “Rabbin diyor ki: ‘Bu Benim için kolaydır, tıpkı daha önce seni yoktan var ettiğim gibi’”.

10. [Zekeriya:] “Rabbim, öyleyse, bana bir işaret tayin et!” diye niyaz etti. [Melek:] “Senin işaretin, tam (üç gün) üç gece insanlarla konuşmaman olacak” dedi.

11. Bunun üzerine [Zekeriya] mâbedden kavminin karşısına çıktı ve onlara “Sabah akşam [Rabbinizin] sınırsız kudret ve yüceliğini anın!” diye işaret etti.

12. [Ve çocuk doğup büyüdüğünde o'na:] “Ey Yahyâ! İlahî mesaja sımsıkı sarıl!” [diye öğüt verdi]. Çünkü o daha küçük bir oğlanken Biz o'na doğru ve kuşatıcı düşünme yeteneği vermiştik,

13. ve katımızdan bir ruh inceliği ve arınmışlık... Öyle ki, Bize karşı o [her zaman] bilinç ve duyarlık içinde idi;

14. ve ana-babasına karşı saygı ve gözetme tavrı içinde; asla zorba ya da dik başlı biri değildi.

15. Bunun içindir ki, doğduğu gün de, öldüğü gün de, [Allah'ın] selâmı o'nun üzerindeydi; ve diri olarak kaldırılacağı gün de [yine o'nun] üzerine olacaktır.

16. VE BU İLAHÎ mesajda Meryem'i de an. Hani, o ailesinden ayrılıp doğu yönünde bir yere çekilmişti;

17. kendini onlardan uzak tutuyordu; bu durumdayken kendisine vahiy meleğimizi gönderdik; [bu melek] ona eli yüzü düzgün bir beşer kılığında göründü.

18. (Meryem onu görünce:) “Senden, O kuşatıcı rahmet ve esirgeme Sahibi'ne sığınırım!” dedi, “Eğer O'na karşı sorumluluk bilinci taşıyorsan [bana yaklaşma]!”

19. [Melek:] “Ben yalnızca Rabbinin bir elçisiyim” dedi, “[O Rab ki:] sana tertemiz bir oğul armağan edeceğim [diyor].”
20. [Meryem:] “Bana daha hiçbir erkek dokunmamışken, nasıl bir oğlum olabilir? Üstelik ben iffetsiz bir kadın da değilim” dedi.

21. [Melek:] “Bu doğru” dedi, “[Ancak] Rabbin diyor ki: ‘Bu Benim için kolay; ve [böyle olduğu için de, senin bir oğlun olacak] ve Biz o'nu insanlar için katımızdan bir sembol ve aydınlatıcı bir bağış kılacağız!’” Ve bu [Allah tarafından] önceden hükme bağlanmış bir şeydi:

22. bunun için de, [Meryem] o'na gebe kaldı ve o'nunla birlikte uzak bir yere çekildi.

23. Ve doğum sancısı onu bir hurma ağacının gövdesine sürükledi[ği zaman]: “Keşke bu durum başıma gelmeden önce ölseydim de unutulup giden biri olsaydım!” diye yakındı.

24. Bunun üzerine, hurma ağacının alt yanından [bir ses] ona şöyle seslendi: “Üzülme! Rabbin senin alt yanında ufak bir dere akıttı;

25. Şimdi hurmanın gövdesini kendine doğru silkele, taze hurma dökülsün.

26. Sonra da ye, iç: gözün aydın olsun! Ve eğer insanlardan birini görürsen ona de ki: “Ben O sınırsız rahmet Sahibi için, (bir süre) konuşmaktan kaçınmaya ahdettim; bu yüzden bugün insanlardan kimseyle konuşmayacağım”.

27. Ve bir süre sonra, çocuğuyla beraber, kavmine döndü. “Ey Meryem!” dediler, “Sen, gerçekten, tuhaf bir iş yaptın!

28. Ey Harun'un kız kardeşi! Senin baban kötü bir adam değildi; ne de annen iffetsiz bir kadındı!”

29. Bunun üzerine [Meryem] çocuğa işaret etti. “Daha beşikteki bir çocukla biz nasıl konuşabiliriz ki!” diye çıkıştılar.

30. [Fakat çocuk:] “Bakın,” dedi, “Allah'ın kuluyum ben. O bana ilahî mesaj bahşetti ve beni peygamber yaptı,

31. ve nerede bulunursam bulunayım beni kutlu ve erdemli kıldı; yaşadığım sürece bana salâtı, arınmak için vermeyi emretti;

32. ve anamı saygıyla gözetmemi; ve beni merhametten yoksun bir zorba kılmadı.

33. “Bunun içindir ki, doğduğum gün selâm benim üzerimdeydi; öleceğim gün ve hayata [yeniden] döndürüleceğim gün [yine benim üzerimde olacaktır]!”

34. MERYEM OĞLU İsa hakkında, üzerinde öylesine derin bir anlaşmazlığa düştükleri doğru açıklama işte budur.

35. Bir oğul edinmek Allah'a asla yakıştırılamaz; sınırsız yüceliğiyle O böyle bir şeyin üstünde, ötesindedir! O bir şeyin olmasına hükmettiği zaman, ona yalnızca “Ol!” der ve o (şey hemen) oluverir!

36. Ve [İsa'nın her zaman söylediği gerçek şudur:] “Şüphesiz, benim Rabbim de, sizin Rabbiniz de Allah'tır; öyleyse [yalnızca] O'na kulluk edin: dosdoğru yol [yalnızca] budur!”

37. Hal böyleyken [Kitâb-ı Mukaddes'e bağlı olduklarını iddia eden] hizipler yine de aralarında [İsa'nın doğası hakkında] çekişip duruyorlar! Öyleyse, o büyük Gün bütün açıklığıyla gelip çattığı zaman vay hallerine hakkı inkar edenlerin!

38. Bizim karşımıza çıkacakları o Gün, [gerçeği] nasıl da apaçık işitecek ve görecekler! Ne var ki, bu zalimler o gün artık aşikar bir biçimde bir kere yoldan çıkmış bulunacaklar:

39. bunun içindir ki, her şeyin hükme bağlanmış olacağı o onmaz pişmanlıklar Günü['nün gelip çatması konusunda] onları uyar, çünkü onlar hâlâ umursamazlık gösteriyor ve [o Gün'ün geleceğine] inanmıyorlar.

40. Oysa, [o Gün er geç gelip çatacak ve] yeryüzü ve onun üzerinde yaşayanlar geçip gittikten sonra yalnızca Biz kalacağız; ve [o zaman] onların hepsi Bize dönecekler.

41. BU KİTAPTA bir de İbrahim'i an. Gerçek şu ki, o özü sözü doğru biriydi, (yani) bir nebiydi.

42. Hani o babasına “Ey babacığım!” demişti, “Ne işiten, ne gören ve ne de sana bir yarar sağlayabilen şeylere niçin tapınıyorsun?”

43. “Ey babacığım, gerçek şu ki, senin hiç haberdar olmadığın bir bilgi ışığı ulaştı bana; öyleyse bana uy ki seni dosdoğru bir yola çıkarayım.

44. “Ey babacığım! Gel, Şeytan'a kulluk etme; çünkü Şeytan O sınırsız rahmet Sahibi'ne baş kaldıran biridir!

45. Ey babacığım, ben senin başına O sınırsız rahmet Sahibi'nin katından bir azabın çökmesinden korkuyorum; (öyle bir azap ki,) başına geldiği zaman Şeytan'ın dostu ol[duğunu hemen anlar]sın.”

46. [Babası:] “Ey İbrahim, sen benim tanrılarımdan hoşlanmıyor musun?” dedi, “Eğer bu tutumuna bir son vermezsen, seni mutlaka öldüresiye taşa tutarım! Haydi, şimdi bir süre benden uzak dur!”

47. [İbrahim:] “Sana selâm olsun!” diye cevap verdi, “Rabbimden seni bağışlamasını isteyeceğim: Çünkü O bana karşı hep lütufkar olmuştur.

48. Sizden ve sizin Allah'tan başka yalvarıp yakardığınız şeylerden uzak duracak ve [yalnızca] Rabbime yakaracağım: Böylece umulur ki, yakarışım Rabbim tarafından cevapsız bırakılmayacaktır.”

49. Ve böylece, onlardan ve onların Allah'ı bırakıp tapındıkları şeylerden uzaklaşınca, o'na İshâk'ı ve Yakub'u bahşettik ve bunların her ikisini de nebî yaptık;

50. ve o'nları rahmetimizle ödüllendirdik. Ve o'nlara doğru olanı [başkalarına] ulaştırmaları için üstün bir anlatım gücü bahşettik.

8 Temmuz 2012 Pazar

Fâtır Suresi 34-45 Ayetleri Tefsiri - Mevdudi


34- Derler ki: "Bizden hüznü giderip-yok eden Allah'a hamdolsun; şüphesiz Rabbimiz, gerçekten bağışlayandır, şükrü kabul edendir."

Yani, "Dünyada her türlü perişanlık ve sıkıntı ile karşı karşıya iken onlardan kurtularak, ahiret hakkındaki korkularımız sona erdi. Artık rahatız ve herhangi bir sorunumuz kalmadı, günahlarımızı affetti ve bize yaptığımız küçük işler dolayısıyla, büyük lütuflar bağışladı."


35- "Ki O, bizi kendi fazlından (ebedi olarak) kalınacak bir yurda yerleştirdi; burada bize bir yorgunluk dokunmaz ve burada bize bir bıkkınlık da dokunmaz."

Yani "Dünya bir merhale idi, onu aştık.... Diğer bir merhalede mahşerdi, onu da aştık. Artık bundan sonra aşmamız gereken bir merhale kalmadı. Bizim çekmemiz gereken tüm zahmetler bitti. Şimdi burada bize zahmet çektirecek hiçbir zorluk ve meşakkat bulunmuyor."


36- İnkâr edenlere gelince, onlar için de cehennem ateşi vardır. Onlar için ne karar verilir, ki, böylece ölüversinler, ne de kendilerine onun azabından (bir şey) hafifletilir. İşte biz, her nankör olanı böyle cezalandırırız.

37- İçinde onlar (şöyle) çığlık atarlar: "Rabbimiz, bizi çıkar, yaptığımızdan başka salih bir amelde bulunalım." Size orda (dünyada) , öğüt alabilecek olanın öğüt alabileceği kadar ömür vermedik mi? Size uyarıp-korkutan da gelmişti. Öyleyse (azabı) tadın; artık zalimler için bir yardımcı yoktur.

Bu kelimeyle, iyi ve kötü arasını ayırabilmenin mümkün olduğu ve hesaba çekilmeyi hak edici bir yaş limiti kastedilmektedir. Bu yaştan sonra insana, doğru yola girmesi için ne kadar fırsat tanınmışsa, sorumluluğu da o derecede artacaktır.

Hatta bir kimse uzun bir süre yaşamış olmasına rağmen Allah'a inanmamış ise eğer, kendisinin hiç özrü bulunmayacaktır. Aynı hususda bir hadis, Ebu Hureyre ve Süheyl b. Sa'd kanalıyla Rasûlullah'tan (s.a) rivayet edilmiştir: "Şayet bir kimse kısa bir ömür yaşamışsa onun için küçük bir özür sözkonusudur. Ancak 60 sene ve daha fazla yaşamışsa artık onun için hiçbir özür ileri sürme imkanı yoktur." (Buhari, Nesei, İbn Cerir, İbn Ebi Hatim) 


38- Hiç şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını bilendir. Gerçek şu ki O, sinelerin özünde (saklı) olanı bilir.

39- Yeryüzünde sizi halifeler kılan O'dur. Öyleyse kim küfre saparsa, artık küfrü kendi aleyhinedir. Rableri katında kâfir olanlara kendi küfürleri gazabtan başkasını arttırmaz ve kâfir olanlara kendi küfürleri kayıptan başkasını da arttırmaz.

Bu iki anlama gelebilir. Birincisi "Sizleri daha önce geçmiş olan kavim ve nesillerin yerine getirdik." İkincisi, "Sizler bu dünyada sadece halifesiniz, yani mülkün sahibi olan Allah, kendi mülkünde sizlere geçici olarak tasarruf etme yetkisi vermiştir."

"Sizleri daha önce geçmiş olan kavim ve nesillerin yerine getirdik" şeklindeki, birinci anlamı ele aldığımız takdirde bu ayeti şöyle anlamak mümkün olur: "Daha önce geçmiş olan o kavimlerin, kendilerinden daha önceki kavimlerden ders almadıkları gibi, sizler de aynı tavrı sürdürür, ve küfürde ısrar ederek kendinizden önceki kavimlerin akibetinden ders almazsanız, sizlerin sonu da bir felaket olacak ve bu yaptıklarınızın karşılığını göreceksiniz", şayet "Allah bu dünyada bazı yetkiler vermek suretiyle sizleri halife kıldı" anlamını tercih edersek, o takdirde bu ayet şöyle anlaşılabilir: "Bir kimse halife olduğunu unutarak kendini asıl kudret sahibi sanmaya başlar veya asıl kudret sahibinin yerine başka birine itaat ederse eğer, bu isyanının kötü sonuçlarını görecektir."

40- De ki: "Siz, Allah'ın dışında tapmakta olduklarınız ortaklarınızı gördünüz mü? Bana haber verin; yerden neyi yaratmışlardır? Ya da onların göklerde bir ortaklığı mı var? Yoksa biz onlara bir kitap vermişiz de onlar bundan (dolayı) apaçık bir belge üzerinde midirler? Hayır, zulmetmekte olanlar, birbirlerine aldatmadan başkasını vadetmiyorlar.

Burada "ortaklarınız" ifadesi kullanılmıştır. Aslında onlar Allah'ın ortağı değildir. Fakat müşrikler onları Allah'a ortak koştukları için "ortaklarınız" ifadesi geçmektedir.

Yani, onların elinde, "filan zat şifa verir, filan keramet sahibi iş bulur, şu bölgede filan zat bu işleri yürütmektedir ve yetkilidir" şeklinde ya da "İnsanlar şu kimselere müracaat etsinler, yalvarsınlar, onlara adak adasınlar ve sahip oldukları nimetlere karşı onlara şükretsinler" diye benim tarafımdan verilmiş bir belge mi bulunmaktadır? Ellerinde böyle bir belge varsa göstersinler. Şayet böyle bir belge yoksa, o zaman bu müşrikçe düşünce ve itikatların hangi temele dayandığını bir düşünsünler. Yerde ve gökte yaptığınız ve övdüğünüz zatların, Allah'ın saltanatı içerisinde bir pay sahibi olduklarına dair herhangi bir deliliniz var mıdır? Sizler asla böyle bir delil bulamazsınız. Allah'ın bu kimselere yetki verdiğine dair bir belgeniz var da, sizler böyle bir yetkiyi bu yüzden mi onlara veriyorsunuz? Böyle bir belgeniz bulunmuyor olmasına rağmen onlara bu yetkiyi tanırken ve bu düşünceyi savunurken neye dayanıyorsunuz? Yoksa siz dilediğine yetki veren kâinatın sahibi misiniz?

Yani, kahinler, mücavirler, brahmanlar, panditler, hatipler ve onların yardımcıları dinlerinin ticaretini artırmak ve halkı kandırmak için "Filan şeyhin, filan zatın eteklerine yapıştığınız takdirde, onlar tüm işlerinizi düzene sokarlar ve ahirette sizleri Allah'ın azabından kurtarırlar" şeklinde yalan hikâyeler uydururlar.


41- Hiç şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar diye (her an kudreti altında) tutmaktadır. Andolsun, eğer onlar zeval bulacak olsa, kendisinden sonra artık onları kimse tutamaz. Şüphesiz O, Halîm olandır, bağışlayandır.

Yani, bu muazzam kâinat Allah'ın izniyle ayakta durmaktadır. Yoksa bir meleğin, cinin, peygamberin veya bir veli ya da kutubun kâinatı ayakta tutmaya gücü yoktur. Bırakın kâinatı ayakta tutmayı, onlar kendi hayatlarını sürdürebilmek için bile her saniye Allah'a muhtaçtırlar. Onların ilahlık sıfatı olduğunu veya kendilerinde birtakım ilahi yetkiler bulunduğunu sanmayın, çünkü bunların hepsi safsatadır.

İnsanoğlunun bunca küstahlığa rağmen Allah'ın onlara fırsat tanıması ve hemen cezalandırmaması, O'nun büyük bir lütfudur.


42- Yeminlerinin olanca güçleriyle, kendilerine bir uyarıcı-korkutucu gelecek olsa, ümmetlerin herhangi birinden mutlaka daha doğru yolda olacaklarına dair, Allah'a and içtiler. Ancak onlara uyarıcı-korkutucu geldiğinde, nefretlerinden başkasını artırmadı.

Bu sözü Arapların ve Kureyş'in ileri gelenleri özellikler Yahudi ve Hıristiyanlar, Hz. Muhammed'e (s.a) daha peygamberlik gelmeden önce toplumun çok kötü olan ahlâkî manzarasını gördüklerinde diyorlardı. Bu söze, En'am: 156-157'de işaret edilmiştir. Yine Saffat Suresi'nin 167-169. ayetlerinde bu söz zikredilmiştir.


43- (Hem de) Yeryüzünde büyüklük taslayarak ve kötülüğü tasarlayıp düzenleyerek. Oysa hileli-düzen, kendi sahibinden başkasını sarıp-kuşatmaz. Artık onlar öncekilerin sünnetinden başkasını mı gözlemektedirler? Sen, Allah'ın sünnetinde kesinlikle bir değişiklik bulamazsın ve sen, Allah'ın sünnetinde kesinlikle bir dönüşüm de bulamazsın.

44- Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı ki, böylelikle kendilerinden öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını görsünler; üstelik onlar, kuvvet bakımından kendilerinden daha şiddetliydiler. Göklerde de, yerde de Allah'ı aciz bırakacak hiç bir şey yoktur. Hiç şüphesiz O, bilendir, güç yetirendir.

Yani, daha önceki kavimler kendi dönemlerindeki peygamberi yalanladıklarında nasıl helâk olmuşlarsa bunlar için Allah'ın aynı kanunu geçerlidir.


45- Eğer Allah, kazanmakta oldukları dolayısıyla insanları (azab ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiç bir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah kendi kullarını görendir.