12-
Gece ile gündüzü varlığımızın ve yetkin gücümüzün iki ayeti, iki somut
göstergesi olarak yarattık. Sonra Rabbinizin lütfu peşinde koşasınız ve
yılların sayısı ile takvim hesabını bilesiniz diye geceyi karartarak gündüzü
aydınlık yaptık. Her konuyu ayrıntılı biçimde anlattık.
13-
Her insanın amelini halka yapıp boynuna takarız. Kıyamet günü açık olarak
bulacağı bir amel defteri önüne çıkarırız.
14-
Herkese "Oku kitabını, bugün sen kendin için yeterli bir muhasebecisin"
deriz.
15-
Kim doğru yolu izlerse kendisi için izler. Kim doğru yoldan saparsa kendi
zararına sapıtmış olur. Hiç kimse bir başkasının günah yükünü taşımaz. Bir
peygamber göndermedikçe hiç kimseyi azaba çarptırmayız.
16-
Biz bir beldeyi yok etmek istediğimizde oranın şımarık elebaşlarına emrederiz
de kötülüğe dalarlar. Böylece o belde hakkında hükmümüz haklılık kazanır. Bunun
üzerine orayı alt-üst ederiz.
17-
Biz Nuh'tan sonra gelen nice milletleri yok ettik. Kulların günahlarından
haberdar olucu ve onları görücü merci olarak Rabbin yeterlidir.
18-
Kim geçici dünyanın mutluluğunu isterse dilediğimiz kimselere orada dilediğimiz
kadar geçici nimet veririz. Fakat sonra onu cehenneme yollarız, horlanmış ve
Allah'ın rahmetinden kovulmuş olarak oraya girer.
19-
Buna karşılık, kim ahiret mutluluğunu ister de mü'min olmak şartı ile o uğurda
gerekli çabayı harcarsa, böylelerinin çabaları takdir edilir, emeklerinin karşılığını
alırlar.
20-
Her iki grubu da yani berikilere de ötekilere de Rabbinin bağışından pay
veririz. Hiç kimse Rabbinin bağışından mahrum edilmez. O’nun bağış kapısı
herkese açıktır.
21-
Bir baksana, insanları dünyada nasıl birbirinden üstün kıldık. Oysa ahiretin
dereceleri daha büyük olduğu gibi, aralarındaki üstünlük farkları daha geniş
çaplıdır.
Geceye ve gündüze hükmeden
evrensel yasanın insanın çalışması ve kazancı ile, senelerin ve hesabın
ilmiyle, insanın iyi-kötü kazandığı şeylerle, işlediklerine karşılık olarak
aldığı iyi-kötü cezalarla, doğru yolda veya sapıklıkta ilerleyişin doğurduğu
sonuçlarla, kişinin kendi sorumluluğunu kendisinin yüklenmesi ve kimsenin
günahını taşımaması ile, yüce Allah'ın bir elçi göndermeden hiçbir topluluğu
cezalandırmayacağına ilişkin sözü ile, ileri gelen azgınlarının dinden sapması
sonucunda Sünnetullah (Allah'ın yasası) gereği olarak bazı kasaba halklarının
yok edilişi ile, hem dünyayı isteyenlerin akıbetleri hem de ahireti
isteyenlerin akıbeti ve hem bunların, hem de ahirette tercih ettiklerinin Allah tarafından verilmesiyle doğrudan
ilgisi vardır... Bu olayların ve işlerin hepsi değişiklik göstermeyen yasalara
ve sabit olan bir ilkeye, değişimi olmayan bir sisteme uygun biçimde meydana
gelmektedir. Bu işlerden ve olaylardan hiçbiri ölçüsüz, kontrolsüz değildir.
Gece ile gündüz, evrenin
büyük ayetlerinden sadece iki tanesidir. Bir defa dahi olsa şaşmayan, bir
kerecik olsun duraklamayan gece ve gündüz sürekli olarak yorulmadan çalışan,
değişmez bir kanun gibi sürüp giden iki ayet. Gece ayeti de gündüz ayeti gibi
ortada varlığını sürdürürken, ayeti kerimede ifade edilen (gecenin ayetini yok ettik) cümlesinin
anlamı nedir acaba? Allah bilir ya, bu yok edişten amaç, eşyayı içine gizleyen,
hareketleri ve canlıları sükûnete kavuşturan gecenin karanlığıdır. Gece,
gündüzün aydınlığına, ışığına, canlıların ve eşyanın hareketine oranla yokluk
gibidir.
Gündüz, her şeyi gözlerin
önüne getiren aydınlığı ile sanki bizzat kendisi görünmektedir.
Aydınlatmaktadır.
Gecenin karartılmasının ve
gündüzün aydınlatılmasının amacı ayette şöyle açıklanıyor:
"Rabbinizin lütfu
peşinde koşasınız ve yılların sayısı ve takvimin hesabını bilesiniz
diye..."
Buna
göre gece rahat, sükûnet ve dinlenmek içindir. Gündüz ise, çalışmak, kazanmak
ve hareket içindir. Gece ile gündüz arasındaki ayrılık ve
farklılıktan insanlar senelerin ve mevsimlerin sayısını öğrenirler. Ayrıca
sözleşmelerin ve alışverişlerin hesabını yapma imkânı elde ederler.
Bu
varlık âleminde hiçbir şey ve hiçbir iş başıboşluğa ve tesadüfe
bırakılmamıştır. Geceyi ve gündüzü son derece hassas
ölçüler içinde evirip çeviren yasanın şaşmaz şekilde işleyişi idarenin ve
yürütmenin hassas ölçülerle yapıldığını ortaya koymakta ve bu olgular Allah'ın
gücünü gösteren tanıklar ve belgeler olmaktadır.
İşte kâinattaki bu şaşmaz
yasa, insanın çalışması ile çalışmanın karşılığı arasında bir bağ kurmaktadır.
"Her
insanın amelini halka yapıp boynuna takarız. Kıyamet günü açık olarak bulacağı
bir amel defteri önüne çıkarırız. Herkese "oku kitabını, bugün sen kendin
için yeterli bir muhasebecisin" deriz.
Her insanın boynuna
dolanan şey, onun amelinden doğan sonuçlardır. Yani amelden kendi payına düşen
karşılıktır. Bu da onun işlediği amelleri ifade etmektedir. Boynuna dolanması ise, onun kendisine
yapıştığını ve ondan ayrılmayacağını tasvir etmektedir. Çünkü Kur'an-ı
Kerim'in metodunda soyut kavramlar somut bir şekilde canlandırılır, onlara
şekil kazandırılıp net bir şekilde ortaya konulur. Onun yaptığı işler
kendisinden geri durmaz. İnsan da onlardan yakasını kurtaramaz. Kıyamet gününde
insanın kitabının açık olarak kendisine verildiğinin ifade edilmesi de bu
türden bir ifadedir. Bu da onun tüm yaptıklarının apaçık ortaya
çıktığını, onları gizleyemeyeceğini, bilmezlikten gelemeyeceğini ve bu konuda
herhangi bir demagojiye kaçamayacağını tasvir etmektedir.
İşte bu soyut anlam açık
olarak kitabın oluşturduğu tabloda canlandırılmaktadır. Bu şekildeki bir tasvir
insanın ruhu üzerinde daha derin etkiler bırakmakta ve onun duygularında daha
etkili bir şekilde varlığını hissettirmektedir. Böylece bir de bakmışsın ki,
insanın hayal gücü çetin kıyamet gününden kaynaklanan bir korku içinde
ürpermekte, boynuna dolanan bu amelleri ve açık olarak verilen bu kitabı
ürpererek ele almaktadır. Bugün de bütün sırlar ve gizli saklı şeyler ortaya
çıkmakta, artık ne bir şahide ne de muhasebeciye gerek kalmaktadır.
Evrende işleyen bu şaşmaz
ilke ile çalışmanın ve çalışmaya verilen karşılığın ilkesi birbirine
bağlanmaktadır.
"Kim doğru yolu izlerse kendisi için izler. Kim doğru yoldan saparsa
kendi zararına sapıtmış olur. Hiç kimse bir başkasının günah yükünü
taşımaz. Biz peygamber göndermedikçe hiç kimseyi azaba çarptırmayız."
Bu her insanın sadece
kendini bağlayan bireysel sorumluluğun kendisidir. Eğer doğru yolu seçerse
kendisine, sapıklık yolunu seçerse cezası kendisine aittir. Hiç kimse kimsenin
günahını taşımaz, kimse de kimsenin yükünü hafifletemez. Herkes sadece kendi
yaptığından sorumludur. Herkes de sadece yaptığının karşılığını görür. Ve orada hiçbir samimi dostunu sorup
ilgilenemez.
Yüce Allah'ın rahmeti
insanların fıtratlarını esas alarak, daha önce atalarının sulbünde iken, Âdemoğullarından
aldığı sözü gerekçe gösterip, onları sorumlu tutmaz. Ayrıca kâinatın
sayfalarına, serpiştirdiği ayetlerle de
yetinip onu sorumlu kabul etmez. (A'raf Suresi 172. ayetin tefsirine bakınız)
Onlara bu iki delile ilave olarak uyarıcı ve hatırlatıcı peygamberler
göndermeyi gerekli görmüştür.
Kullarını
cezaya çarptırmadan önce onları tüm mazeretlerini ortadan kaldırması Allah tarafından
insana yönelik bir rahmettir.
Kasabaların yok edilişi ve
oralarda yaşayan insanların dünyada cezalandırılması da gece ve gündüze
hükmeden bu evrensel yasaya bağlıdır.
Ayeti kerimede
geçen "Mutrafin" sözcüğü
her milletin refah içinde yaşayan, serveti, hizmetçileri bulunan, rahatları
yerinde olan aristokrat kesimdir. Bunlar şan-şöhret, konfor ve
iktidardan alabildiğine yararlanırlar. İçlerine gevşeklik çöker. Bozulurlar.
Doğru yoldan sapar ve hayâsızlığa dalarlar. O milletin kutsal değerlerini,
iftihar kaynaklarını ve diğer değerlerini ayaklar altına alırlar. Irzlarını,
namuslarını ve dokunulmaz kabul edilen değerlerini önemsemezler. Kendilerine
karşı çıkacak kimsenin olmadığını anladıklarında, yeryüzünde bozgunculuğu
yayarlar. Milletin içine hayâsızlığı yayar, yaygınlaştırırlar. Bir milleti ayakta tutan üstün değerleri
ucuzlatırlar. Milletin kendisi için yaşadığı değerleri hiçe sayarlar. İşte
bu nedenlerle millet çözülür, yılgınlığa düşer. Canlılığını güç kaynaklarını ve
kendisini ayakta tutan enerji kaynaklarını yitirir. Yok olur, sayfası dürülür
gider…
Ayeti kerime yüce Allah'ın
şu yasasını yerleştiriyor: Bir millet yok oluşunun sebeplerine sarılıp, orada
bozgunculuğun ele başları çoğalır da millet onları engellemez, yaptıklarına
seyirci kalırsa, yüce Allah bu bozgunculuk önderlerini onların üzerine salar ve
onları saptırırlar. Böylece sapıklık orada yaygınlaşır. Millet çözülür ve
dağılır. Allah'ın yasası gerçekleşir.
Yıkılış başlar ve o millet yok olur. Millet;
bozgunluğa önderlik yapanları engellemediği, bozguncuların varlığına izin veren
düzenlerini düzeltmediği için başına gelen felâketten bizzat kendisi
sorumludur. Zaten bozguncuların bizzat bu varlıkları bile, yüce Allah'ın bu
bozguncuları onların başına salmasının ve orada bozgunculuk yapmalarının
nedenlerinden birisidir.
Eğer bu bozguncuların
yollarını kesip, orada yayılmalarına izin vermeselerdi, yok olmayı hak
etmezlerdi. Allah da onların başına orada sapıklık, bozgunculuk yapacak ve
onları felâkete sürükleyecek kimseleri salmazdı.
Allah'ın
iradesi insan hayatı için şaşmayan ilkeler ve değişmeyen yasalar belirlemiştir.
Sebepler oluştuğunda peşinden sonuçlar gelir. Allah'ın iradesi yürürlüğe girer
ve onun sözü yerine gelir. Yüce Allah, sapıklığı emretmez. Çünkü yüce Allah
kötü şeyleri, hayâsızlığı emretmez. Fakat bozguncu önderlerin sadece varlıkları
bile o milletin yapısının sarsıldığının, çözülme yoluna girdiğinin ve Allah'ın
takdirinin ona uygun bir ceza vereceğinin kanıtıdır. Zira bozguncu liderlerin
varlığına ve yaşamına izin vermekle Allah'ın bu yasasının gerçekleşmesine neden
olmuşlardır.
Buradaki irade, sebebi
yaratan zoraki yönlendirmeyi ifade eden irade değildir. Bu sadece sonucun
sebebe göre şekillenmesidir. Bundan kaçış mümkün değildir. Zira bu iş, yasanın
gereği olarak böyle olmaktadır. Yoksa iş sapıklığa yöneltme şeklinde bir şey
değildir. Bu sadece sapıklık önderlerinin varlığından kaynaklanan doğal
sonuçtur.
Buradan hareketle şu
sonuca varabiliriz; eğer bir toplum, bozuk sistemlerin yaptıklarına engel
olmazsa bunun kaçınılmaz sonuçlarından sorumlu olur. Orada bulunan sapıklık
önderlerinin bozgunculuğuna engel olmak bütün bir toplumun görevi olmalıdır ki,
azgınlar orada bozgunculuk yapıp, Allah'ın sözünün gerçekleşmesine ve orayı
yerle bir etmesine neden olmasın.
Bu yasa, Hz. Nuh'tan bu
yana yaşayan tüm eski milletlerde asırlar boyu uygulana gelmiştir. Hangi
millette günahlar çoğalmış, yayılmışsa, bu onları aynı acıklı sona götürmüştür.
Yüce Allah kullarını günahlarından haberdardır ve görendir.
Sonra, sadece bu dünya
için yaşayıp içinde yaşadığı sınırların ötesine, daha yüce değerlere ulaşmak
istemeyenlerin paylarını yüce Allah dilediğine bu dünyada verir. Ayrıca
ahirette onu haklı olarak cehennem bekler. Bu yeryüzünün sınırları dışına
taşmak isteyenler, yeryüzünün bataklığına, çamuruna ve pisliklerine batarlar. Oradan hayvanlar gibi yararlanırlar.
Orada ihtiraslarına, arzu ve isteklerine teslim olurlar. Bu yeryüzünün zevklerini elde etme yolunda kendilerini cehenneme
yuvarlayacak günahlar işlerler.
"Kim
geçici dünyanın mutluluğunu isterse dilediğimiz kimselere orada dilediğimiz
kadar geçici nimet veririz. Fakat sonra onu cehenneme yollarız. Horlanmış ve
Allah'ın rahmetinden kovulmuş olarak araya girer."
Yaptıklarından dolayı
kınanır. Azabı cehenneme vardığı için oraya yuvarlanır:
"Buna
karşılık kim ahiret mutluluğunu ister de mü'min olmak şartı ile o uğurda
gerekli çabayı harcarsa, böylelerinin çabaları takdir edilir. Emeklerinin
karşılığını alırlar."
Ahireti dileyenin onun
için çalışması, yükümlülüklerini yerine getirmesi, ön şartları için paçasını sıvaması gerekir. Ahirete ilişkin
çalışmasını imana dayandırması gerekir. İman temenni değildir. İman kalbe
yerleşen ve davranışlarca da doğrulanan bir olgudur. Ahiret için çalışmak,
kişiyi dünyanın güzel zevklerinden mahrum etmez. Sadece onun bakışlarını daha yüce ufuklara yöneltir. Dolayısıyla bu
yeryüzünde bolluk ve bereket içinde yaşamak mü'minin hedefi ve amacı olamaz.
İnsan kendisine hâkim olduktan sonra onlardan yararlanmasında ve onları
kullanmasında bir sakınca yoktur.
Dünyayı tercih eden
kınanmış ve tartaklanmış halde cehennemi boylarken, ahireti tercih edenler ve
bu yolda gereken çalışmayı yapanlar ise, ahirette övgülerle karşılaşacaklardır.
Yüceler âleminde onurlandırılacaklardır. Güzel bir hedef için güzel bir çalışma
sergilemelerinin, uzak ve aydınlık ufuklara yönelmelerinin karşılığı olarak...
Dünya için yaşamak kurtçuklara,
sürüngenlere, böceklere, kuşlara, yırtıcı ve evcil hayvanlara yakışır bir
hayattır. Ahiret için yaşamak ise, Allah tarafından onurlandırılmış olan insana
yaraşır bir hayattır. Çünkü yüce Allah, insanı yaratmış, ona şekil vermiş,
ayakları yerde bulunsa da kendisini yükseklere doğru çeken gizli bir güç olan
ruhu ona vermiştir.
Buna
rağmen onların hem bu kesimi, hem de diğer kesimi Allah'ın bağışından
yararlanırlar. Dünyayı isteyene nasibini dünyada, ahireti
isteyene de nasibini ahirette veren O'dur. Allah'ın bağışına hiç kimse ne engel
olabilir ne de yasaklayabilir. Allah'ın bağışı geneldir. Onu Allah'ın iradesi
dilediği biçimde yönlendirir.
Yeryüzünün alanı dardır.
Bir kara parçası olarak dünya sınırlıdır. Buna rağmen yeryüzünde yaşayan
insanlar, şartları, imkânları, hedefleri ve amelleri açısından birbirinden çok
farklıdırlar.
Gerçekten
farklı olmak isteyen, büyük üstünlükler elde etmek isteyen, bunların geniş bir
alana ve geniş bir zamana sahip olan, Allah'tan başkasının sınırlarını bilemediği
ahirette olduğunu bilmelidir. Dileyen yarışçılar, bu
konuda yarışsınlar. Basit, değersiz dünya malı konusunda değil...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder