9 Kasım 2013 Cumartesi

İsrâ Sûresi ve 12-21 Ayetlerinin S. Kutub Tefsiri


12- Gece ile gündüzü varlığımızın ve yetkin gücümüzün iki ayeti, iki somut göstergesi olarak yarattık. Sonra Rabbinizin lütfu peşinde koşasınız ve yılların sayısı ile takvim hesabını bilesiniz diye geceyi karartarak gündüzü aydınlık yaptık. Her konuyu ayrıntılı biçimde anlattık.

13- Her insanın amelini halka yapıp boynuna takarız. Kıyamet günü açık olarak bulacağı bir amel defteri önüne çıkarırız.

14- Herkese "Oku kitabını, bugün sen kendin için yeterli bir muhasebecisin" deriz.

15- Kim doğru yolu izlerse kendisi için izler. Kim doğru yoldan saparsa kendi zararına sapıtmış olur. Hiç kimse bir başkasının günah yükünü taşımaz. Bir peygamber göndermedikçe hiç kimseyi azaba çarptırmayız.

16- Biz bir beldeyi yok etmek istediğimizde oranın şımarık elebaşlarına emrederiz de kötülüğe dalarlar. Böylece o belde hakkında hükmümüz haklılık kazanır. Bunun üzerine orayı alt-üst ederiz.

17- Biz Nuh'tan sonra gelen nice milletleri yok ettik. Kulların günahlarından haberdar olucu ve onları görücü merci olarak Rabbin yeterlidir.

18- Kim geçici dünyanın mutluluğunu isterse dilediğimiz kimselere orada dilediğimiz kadar geçici nimet veririz. Fakat sonra onu cehenneme yollarız, horlanmış ve Allah'ın rahmetinden kovulmuş olarak oraya girer.

19- Buna karşılık, kim ahiret mutluluğunu ister de mü'min olmak şartı ile o uğurda gerekli çabayı harcarsa, böylelerinin çabaları takdir edilir, emeklerinin karşılığını alırlar.

20- Her iki grubu da yani berikilere de ötekilere de Rabbinin bağışından pay veririz. Hiç kimse Rabbinin bağışından mahrum edilmez. O’nun bağış kapısı herkese açıktır.

21- Bir baksana, insanları dünyada nasıl birbirinden üstün kıldık. Oysa ahiretin dereceleri daha büyük olduğu gibi, aralarındaki üstünlük farkları daha geniş çaplıdır.


Geceye ve gündüze hükmeden evrensel yasanın insanın çalışması ve kazancı ile, senelerin ve hesabın ilmiyle, insanın iyi-kötü kazandığı şeylerle, işlediklerine karşılık olarak aldığı iyi-kötü cezalarla, doğru yolda veya sapıklıkta ilerleyişin doğurduğu sonuçlarla, kişinin kendi sorumluluğunu kendisinin yüklenmesi ve kimsenin günahını taşımaması ile, yüce Allah'ın bir elçi göndermeden hiçbir topluluğu cezalandırmayacağına ilişkin sözü ile, ileri gelen azgınlarının dinden sapması sonucunda Sünnetullah (Allah'ın yasası) gereği olarak bazı kasaba halklarının yok edilişi ile, hem dünyayı isteyenlerin akıbetleri hem de ahireti isteyenlerin akıbeti ve hem bunların, hem de ahirette tercih ettiklerinin Allah tarafından verilmesiyle doğrudan ilgisi vardır... Bu olayların ve işlerin hepsi değişiklik göstermeyen yasalara ve sabit olan bir ilkeye, değişimi olmayan bir sisteme uygun biçimde meydana gelmektedir. Bu işlerden ve olaylardan hiçbiri ölçüsüz, kontrolsüz değildir.

Gece ile gündüz, evrenin büyük ayetlerinden sadece iki tanesidir. Bir defa dahi olsa şaşmayan, bir kerecik olsun duraklamayan gece ve gündüz sürekli olarak yorulmadan çalışan, değişmez bir kanun gibi sürüp giden iki ayet. Gece ayeti de gündüz ayeti gibi ortada varlığını sürdürürken, ayeti kerimede ifade edilen (gecenin ayetini yok ettik) cümlesinin anlamı nedir acaba? Allah bilir ya, bu yok edişten amaç, eşyayı içine gizleyen, hareketleri ve canlıları sükûnete kavuşturan gecenin karanlığıdır. Gece, gündüzün aydınlığına, ışığına, canlıların ve eşyanın hareketine oranla yokluk gibidir.

Gündüz, her şeyi gözlerin önüne getiren aydınlığı ile sanki bizzat kendisi görünmektedir. Aydınlatmaktadır.

Gecenin karartılmasının ve gündüzün aydınlatılmasının amacı ayette şöyle açıklanıyor:

"Rabbinizin lütfu peşinde koşasınız ve yılların sayısı ve takvimin hesabını bilesiniz diye..."

Buna göre gece rahat, sükûnet ve dinlenmek içindir. Gündüz ise, çalışmak, kazanmak ve hareket içindir. Gece ile gündüz arasındaki ayrılık ve farklılıktan insanlar senelerin ve mevsimlerin sayısını öğrenirler. Ayrıca sözleşmelerin ve alışverişlerin hesabını yapma imkânı elde ederler.

Bu varlık âleminde hiçbir şey ve hiçbir iş başıboşluğa ve tesadüfe bırakılmamıştır. Geceyi ve gündüzü son derece hassas ölçüler içinde evirip çeviren yasanın şaşmaz şekilde işleyişi idarenin ve yürütmenin hassas ölçülerle yapıldığını ortaya koymakta ve bu olgular Allah'ın gücünü gösteren tanıklar ve belgeler olmaktadır.

İşte kâinattaki bu şaşmaz yasa, insanın çalışması ile çalışmanın karşılığı arasında bir bağ kurmaktadır.

"Her insanın amelini halka yapıp boynuna takarız. Kıyamet günü açık olarak bulacağı bir amel defteri önüne çıkarırız. Herkese "oku kitabını, bugün sen kendin için yeterli bir muhasebecisin" deriz.

Her insanın boynuna dolanan şey, onun amelinden doğan sonuçlardır. Yani amelden kendi payına düşen karşılıktır. Bu da onun işlediği amelleri ifade etmektedir. Boynuna dolanması ise, onun kendisine yapıştığını ve ondan ayrılmayacağını tasvir etmektedir. Çünkü Kur'an-ı Kerim'in metodunda soyut kavramlar somut bir şekilde canlandırılır, onlara şekil kazandırılıp net bir şekilde ortaya konulur. Onun yaptığı işler kendisinden geri durmaz. İnsan da onlardan yakasını kurtaramaz. Kıyamet gününde insanın kitabının açık olarak kendisine verildiğinin ifade edilmesi de bu türden bir ifadedir. Bu da onun tüm yaptıklarının apaçık ortaya çıktığını, onları gizleyemeyeceğini, bilmezlikten gelemeyeceğini ve bu konuda herhangi bir demagojiye kaçamayacağını tasvir etmektedir.

İşte bu soyut anlam açık olarak kitabın oluşturduğu tabloda canlandırılmaktadır. Bu şekildeki bir tasvir insanın ruhu üzerinde daha derin etkiler bırakmakta ve onun duygularında daha etkili bir şekilde varlığını hissettirmektedir. Böylece bir de bakmışsın ki, insanın hayal gücü çetin kıyamet gününden kaynaklanan bir korku içinde ürpermekte, boynuna dolanan bu amelleri ve açık olarak verilen bu kitabı ürpererek ele almaktadır. Bugün de bütün sırlar ve gizli saklı şeyler ortaya çıkmakta, artık ne bir şahide ne de muhasebeciye gerek kalmaktadır.

Evrende işleyen bu şaşmaz ilke ile çalışmanın ve çalışmaya verilen karşılığın ilkesi birbirine bağlanmaktadır.

"Kim doğru yolu izlerse kendisi için izler. Kim doğru yoldan saparsa kendi zararına sapıtmış olur. Hiç kimse bir başkasının günah yükünü taşımaz. Biz peygamber göndermedikçe hiç kimseyi azaba çarptırmayız."

Bu her insanın sadece kendini bağlayan bireysel sorumluluğun kendisidir. Eğer doğru yolu seçerse kendisine, sapıklık yolunu seçerse cezası kendisine aittir. Hiç kimse kimsenin günahını taşımaz, kimse de kimsenin yükünü hafifletemez. Herkes sadece kendi yaptığından sorumludur. Herkes de sadece yaptığının karşılığını görür. Ve orada hiçbir samimi dostunu sorup ilgilenemez.

Yüce Allah'ın rahmeti insanların fıtratlarını esas alarak, daha önce atalarının sulbünde iken, Âdemoğullarından aldığı sözü gerekçe gösterip, onları sorumlu tutmaz. Ayrıca kâinatın sayfalarına, serpiştirdiği ayetlerle de yetinip onu sorumlu kabul etmez. (A'raf Suresi 172. ayetin tefsirine bakınız) Onlara bu iki delile ilave olarak uyarıcı ve hatırlatıcı peygamberler göndermeyi gerekli görmüştür.

Kullarını cezaya çarptırmadan önce onları tüm mazeretlerini ortadan kaldırması Allah tarafından insana yönelik bir rahmettir.

Kasabaların yok edilişi ve oralarda yaşayan insanların dünyada cezalandırılması da gece ve gündüze hükmeden bu evrensel yasaya bağlıdır.

Ayeti kerimede geçen "Mutrafin" sözcüğü her milletin refah içinde yaşayan, serveti, hizmetçileri bulunan, rahatları yerinde olan aristokrat kesimdir. Bunlar şan-şöhret, konfor ve iktidardan alabildiğine yararlanırlar. İçlerine gevşeklik çöker. Bozulurlar. Doğru yoldan sapar ve hayâsızlığa dalarlar. O milletin kutsal değerlerini, iftihar kaynaklarını ve diğer değerlerini ayaklar altına alırlar. Irzlarını, namuslarını ve dokunulmaz kabul edilen değerlerini önemsemezler. Kendilerine karşı çıkacak kimsenin olmadığını anladıklarında, yeryüzünde bozgunculuğu yayarlar. Milletin içine hayâsızlığı yayar, yaygınlaştırırlar. Bir milleti ayakta tutan üstün değerleri ucuzlatırlar. Milletin kendisi için yaşadığı değerleri hiçe sayarlar. İşte bu nedenlerle millet çözülür, yılgınlığa düşer. Canlılığını güç kaynaklarını ve kendisini ayakta tutan enerji kaynaklarını yitirir. Yok olur, sayfası dürülür gider…

Ayeti kerime yüce Allah'ın şu yasasını yerleştiriyor: Bir millet yok oluşunun sebeplerine sarılıp, orada bozgunculuğun ele başları çoğalır da millet onları engellemez, yaptıklarına seyirci kalırsa, yüce Allah bu bozgunculuk önderlerini onların üzerine salar ve onları saptırırlar. Böylece sapıklık orada yaygınlaşır. Millet çözülür ve dağılır. Allah'ın yasası gerçekleşir. Yıkılış başlar ve o millet yok olur. Millet; bozgunluğa önderlik yapanları engellemediği, bozguncuların varlığına izin veren düzenlerini düzeltmediği için başına gelen felâketten bizzat kendisi sorumludur. Zaten bozguncuların bizzat bu varlıkları bile, yüce Allah'ın bu bozguncuları onların başına salmasının ve orada bozgunculuk yapmalarının nedenlerinden birisidir.

Eğer bu bozguncuların yollarını kesip, orada yayılmalarına izin vermeselerdi, yok olmayı hak etmezlerdi. Allah da onların başına orada sapıklık, bozgunculuk yapacak ve onları felâkete sürükleyecek kimseleri salmazdı.

Allah'ın iradesi insan hayatı için şaşmayan ilkeler ve değişmeyen yasalar belirlemiştir. Sebepler oluştuğunda peşinden sonuçlar gelir. Allah'ın iradesi yürürlüğe girer ve onun sözü yerine gelir. Yüce Allah, sapıklığı emretmez. Çünkü yüce Allah kötü şeyleri, hayâsızlığı emretmez. Fakat bozguncu önderlerin sadece varlıkları bile o milletin yapısının sarsıldığının, çözülme yoluna girdiğinin ve Allah'ın takdirinin ona uygun bir ceza vereceğinin kanıtıdır. Zira bozguncu liderlerin varlığına ve yaşamına izin vermekle Allah'ın bu yasasının gerçekleşmesine neden olmuşlardır.

Buradaki irade, sebebi yaratan zoraki yönlendirmeyi ifade eden irade değildir. Bu sadece sonucun sebebe göre şekillenmesidir. Bundan kaçış mümkün değildir. Zira bu iş, yasanın gereği olarak böyle olmaktadır. Yoksa iş sapıklığa yöneltme şeklinde bir şey değildir. Bu sadece sapıklık önderlerinin varlığından kaynaklanan doğal sonuçtur.

Buradan hareketle şu sonuca varabiliriz; eğer bir toplum, bozuk sistemlerin yaptıklarına engel olmazsa bunun kaçınılmaz sonuçlarından sorumlu olur. Orada bulunan sapıklık önderlerinin bozgunculuğuna engel olmak bütün bir toplumun görevi olmalıdır ki, azgınlar orada bozgunculuk yapıp, Allah'ın sözünün gerçekleşmesine ve orayı yerle bir etmesine neden olmasın.

Bu yasa, Hz. Nuh'tan bu yana yaşayan tüm eski milletlerde asırlar boyu uygulana gelmiştir. Hangi millette günahlar çoğalmış, yayılmışsa, bu onları aynı acıklı sona götürmüştür. Yüce Allah kullarını günahlarından haberdardır ve görendir.

Sonra, sadece bu dünya için yaşayıp içinde yaşadığı sınırların ötesine, daha yüce değerlere ulaşmak istemeyenlerin paylarını yüce Allah dilediğine bu dünyada verir. Ayrıca ahirette onu haklı olarak cehennem bekler. Bu yeryüzünün sınırları dışına taşmak isteyenler, yeryüzünün bataklığına, çamuruna ve pisliklerine batarlar. Oradan hayvanlar gibi yararlanırlar. Orada ihtiraslarına, arzu ve isteklerine teslim olurlar. Bu yeryüzünün zevklerini elde etme yolunda kendilerini cehenneme yuvarlayacak günahlar işlerler.

"Kim geçici dünyanın mutluluğunu isterse dilediğimiz kimselere orada dilediğimiz kadar geçici nimet veririz. Fakat sonra onu cehenneme yollarız. Horlanmış ve Allah'ın rahmetinden kovulmuş olarak araya girer."

Yaptıklarından dolayı kınanır. Azabı cehenneme vardığı için oraya yuvarlanır:

"Buna karşılık kim ahiret mutluluğunu ister de mü'min olmak şartı ile o uğurda gerekli çabayı harcarsa, böylelerinin çabaları takdir edilir. Emeklerinin karşılığını alırlar."

Ahireti dileyenin onun için çalışması, yükümlülüklerini yerine getirmesi, ön şartları için paçasını sıvaması gerekir. Ahirete ilişkin çalışmasını imana dayandırması gerekir. İman temenni değildir. İman kalbe yerleşen ve davranışlarca da doğrulanan bir olgudur. Ahiret için çalışmak, kişiyi dünyanın güzel zevklerinden mahrum etmez. Sadece onun bakışlarını daha yüce ufuklara yöneltir. Dolayısıyla bu yeryüzünde bolluk ve bereket içinde yaşamak mü'minin hedefi ve amacı olamaz. İnsan kendisine hâkim olduktan sonra onlardan yararlanmasında ve onları kullanmasında bir sakınca yoktur.

Dünyayı tercih eden kınanmış ve tartaklanmış halde cehennemi boylarken, ahireti tercih edenler ve bu yolda gereken çalışmayı yapanlar ise, ahirette övgülerle karşılaşacaklardır. Yüceler âleminde onurlandırılacaklardır. Güzel bir hedef için güzel bir çalışma sergilemelerinin, uzak ve aydınlık ufuklara yönelmelerinin karşılığı olarak...

Dünya için yaşamak kurtçuklara, sürüngenlere, böceklere, kuşlara, yırtıcı ve evcil hayvanlara yakışır bir hayattır. Ahiret için yaşamak ise, Allah tarafından onurlandırılmış olan insana yaraşır bir hayattır. Çünkü yüce Allah, insanı yaratmış, ona şekil vermiş, ayakları yerde bulunsa da kendisini yükseklere doğru çeken gizli bir güç olan ruhu ona vermiştir.

Buna rağmen onların hem bu kesimi, hem de diğer kesimi Allah'ın bağışından yararlanırlar. Dünyayı isteyene nasibini dünyada, ahireti isteyene de nasibini ahirette veren O'dur. Allah'ın bağışına hiç kimse ne engel olabilir ne de yasaklayabilir. Allah'ın bağışı geneldir. Onu Allah'ın iradesi dilediği biçimde yönlendirir.

Yeryüzünün alanı dardır. Bir kara parçası olarak dünya sınırlıdır. Buna rağmen yeryüzünde yaşayan insanlar, şartları, imkânları, hedefleri ve amelleri açısından birbirinden çok farklıdırlar.


Gerçekten farklı olmak isteyen, büyük üstünlükler elde etmek isteyen, bunların geniş bir alana ve geniş bir zamana sahip olan, Allah'tan başkasının sınırlarını bilemediği ahirette olduğunu bilmelidir. Dileyen yarışçılar, bu konuda yarışsınlar. Basit, değersiz dünya malı konusunda değil...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder