88-
De ki; "Eğer tüm insanlar ve cinler bu Kur'an'ın bir benzerini ortaya
koymak amacı ile bir araya gelseler, ne kadar birbirlerine yardım etseler de
onun bir benzerini ortaya koyamazlar.
Kur'an-ı Kerim insanların
ve cinlerin boy ölçüşebileceği sözcüklerden ve cümlelerden ibaret değildir ki
bir benzerini ortaya koyabilsinler. Bu Kur’an da yüce Allah'ın şaheseridir ki bütün
yaratıklar birleşse bir benzerini yapmaktan aciz kalırlar. Kur'an'da ruh gibi,
Allah katındadır. Yaratıklar O'nun bazı niteliklerini, özelliklerini ve
etkilerini kavrayabilseler de eksiksiz, kuşatıcı ve kapsamlı sırrını
anlayamazlar.
Bununla birlikte, Kur'an'
eksiksiz bir hayat sistemidir. Bütün durumlarında ve bütün evrelerinde insanın
iç dünyasına hükmeden, insan topluluklarına egemen olan fıtrat yasalarını göz önünde
bulunduran bir sistemdir. Bu nedenle hem
bireyin iç dünyasını, hem de en karmaşık toplumları fıtrata uygun, fıtratın
köklerine, damarlarına, girintilerine, çıkıntılarına, bütün ile uyum sağlayan
kanunlar ile tedavi eden bir sistemdir. Bu tedavi her yönden ve her aşamada
fıtrata uygun bir tedavidir. Aynı zamanda eksiksiz bir tedavi yöntemidir.
İhtimallerden hiçbiri göz ardı edilmez, bireyin ve toplumun hayatında yer alan
birbiriyle çelişen güçlerden, görünümlerden bir tanesi dahi hesap dışında
tutulmaz. Zira bu kanunları belirleyen yüce Allah'tır. Ve yüce Allah fıtratın bütün durumlarını, karmaşık olan bütün
inceliklerini ve hassas noktalarını çok iyi bilmektedir.
Beşeri
düzenler ise, insanın eksikliklerinden ve hayatının çıkmazlarından,
açmazlarından etkilenirler. Dolayısıyla bu düzenler aynı zamanda
tüm ihtimalleri göz önünde bulundurup değerlendirmekten aciz kalırlar. Bu düzenler, bireysel veya toplumsal bir
olayı tedavi de edebilirler. Fakat bu tedavi yeni bir tedaviyi gerektiren başka
bir olayın ortaya çıkmasına neden olur!
Kur'an'ın
mucizesi ise, nazmının ve anlamlarının icazından daha köklü ve daha derin boyutludur.
İnsanların ve cinlerin O'nun benzerini meydana getirmekten aciz kalışları,
O'nun sistemi gibi her şeyi kuşatan bir sistem ortaya koymaktan aciz
kalındığını ifade eder.
89-
Biz bu Kur'an'da her türlü örneği verdik, öyleyken onların çoğu kâfirlikte
direndi.
90/93-
Bunlar dediler ki; "Bize yer altından pınarlar fışkırtmadıkça sana
kesinlikle inanmayız. Ya da kendi hurmalıkların ve üzüm bağların olmalı,
bunların arasından (da) ırmaklar akıtmalısın. Ya da iddia ettiğin gibi göğü
parça parça başımıza indirmeli yahut Allah'ı ve melekleri karşımıza
getirmelisin. Ya da altından bir köşkün olmalı veya göğe çıkmalısın. Gökte bize
okuyabileceğimiz somut bir kitap indirmedikçe de oraya çıktığına kesinlikle
inanmayınız." Onlara de ki; "Subhanallah! Ben peygamberlikle gönderilmiş
bir insandan başka bir şey miyim ki?”
İşte bu şekilde onlar
Kur'an'ın mucizevi ufuklarına açılmaktan uzak durdular. Onlar kavrayamadılar.
Maddi harikalar, mucizeler istemeye yöneldiler. Çocukça istekleriyle hareket ettiklerini gösteren tekliflerinde
direttiler. Allah'ın zatı hakkında edepsizce ve çekinmeden şımardılar ve kafa
tuttular. Kur'an'ın örneklerle çeşitli misallerle olayları ele alışı, her
akla ve her duyguya her kuşağa ve her evreye uygun düşecek değişik yöntemlerle
gerçeklerini sergilemesi onlara hiçbir fayda sağlamadı:
Böylece imanlarını,
Peygambere -salât ve selâm üzerine olsun- iman edişlerini peygamberin
kendilerine yerden pınarlar fışkırtmasına bağladılar! Ya da hurmalıklardan ve
üzüm bağlarından oluşan bahçelerinin olmasına ve bunlar arasından ırmaklar
akıtmasına! Ya da gökten kendilerine bir azap gönderilmesine, kıyamet gününde
olacağını haber verdiği biçimde göklerin parça parça üzerlerine düşmesine! Ya
da Allah'ı ve melekleri karşılarına getirip kendisine yardım ettiklerini,
onların kendi kabilelerini savundukları gibi kendisini savunduklarını
göstermesini... Yahut değerli madenlerden bir evinin olmasına! Veya göklere
yükselmesine, fakat sadece gözlerinin önünde göğe yükselmesinin yeterli
olmadığını, geri geldiğinde mürekkeple yazılı okuyabilecekleri bir kitap
getirmesi gerektiğine bağladılar iman etmelerini!...
Burada onların çocuksu
kavrayışları ve düşünceleri ortaya çıktığı gibi, bu basit, tutarsız
teklifleriyle ne kadar inatçı oldukları da gün yüzüne çıkıyor. Çünkü onlar
altından bir eve sahip olmak ile göğe çıkmayı, yerden pınarlar fışkırtma ile
yüce Allah'ı ve melekleri gözler önüne getirmeyi aynı görüyorlar! Onların
düşüncelerinde bu tekliflerin hepsini aynı düzeye getiren, bunların hepsinin
olağanüstü oluşlarıdır. Bunlardan birini yerine getirdiği taktirde, ona iman
etmeyi ve kendisini doğrulamayı düşünebileceklerini söylüyorlar!
Onlar böyle derken,
Kur'an'ın kalıcı bir mucize olduğunu unutuyorlar. Hâlbuki kendileri, söz
dizimi, anlamı ve metodu açısından onun bir benzerini ortaya koymaktan aciz
bulunuyorlar. Fakat bu mucizeyi duygularıyla, hisleriyle somut olarak
algılayamıyorlar, duygularıyla algılayabilecekleri bir mucize istiyorlar! Mucize göstermek peygamberin işi ve görevi
değildir. Onu yüce Allah takdirine ve hikmetine uygun olarak yapar. Yüce
Allah kendisine vermedikten sonra peygamberin mucize istemesi doğru olmaz.
Onlara
de ki; “Subhanallah! Ben peygamberlikle gönderilmiş bir insandan başka bir şey
miyim ki?”
Peygamber
insanlığın sınırlarını aşmaz. Peygamberliğinin
yükümlülüklerine uygun biçimde hareket ediyor. Allah'a yol göstermiyor.
Allah'ın kendisine yüklediğinden fazlasını istemiyor.
Hz. Muhammed'in -salât ve
selâm üzerine olsun- peygamber olarak görevlendirilmesinden önce de bundan
sonra da bütün ulusları peygamberlere inanmaktan ve onlarla birlikte gönderilen
doğru yol kılavuzuna uymaktan alıkoyan inatçılıkları onların, peygamberin bir
insan oluşunu bir türlü hazmedememeleri ve peygamberin bir melek olmayışıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder