19 Aralık 2013 Perşembe

İsrâ Sûresi 88-93 Ayetleri S. Kutub Tefsiri


88- De ki; "Eğer tüm insanlar ve cinler bu Kur'an'ın bir benzerini ortaya koymak amacı ile bir araya gelseler, ne kadar birbirlerine yardım etseler de onun bir benzerini ortaya koyamazlar.


Kur'an-ı Kerim insanların ve cinlerin boy ölçüşebileceği sözcüklerden ve cümlelerden ibaret değildir ki bir benzerini ortaya koyabilsinler. Bu Kur’an da yüce Allah'ın şaheseridir ki bütün yaratıklar birleşse bir benzerini yapmaktan aciz kalırlar. Kur'an'da ruh gibi, Allah katındadır. Yaratıklar O'nun bazı niteliklerini, özelliklerini ve etkilerini kavrayabilseler de eksiksiz, kuşatıcı ve kapsamlı sırrını anlayamazlar.

Bununla birlikte, Kur'an' eksiksiz bir hayat sistemidir. Bütün durumlarında ve bütün evrelerinde insanın iç dünyasına hükmeden, insan topluluklarına egemen olan fıtrat yasalarını göz önünde bulunduran bir sistemdir. Bu nedenle hem bireyin iç dünyasını, hem de en karmaşık toplumları fıtrata uygun, fıtratın köklerine, damarlarına, girintilerine, çıkıntılarına, bütün ile uyum sağlayan kanunlar ile tedavi eden bir sistemdir. Bu tedavi her yönden ve her aşamada fıtrata uygun bir tedavidir. Aynı zamanda eksiksiz bir tedavi yöntemidir. İhtimallerden hiçbiri göz ardı edilmez, bireyin ve toplumun hayatında yer alan birbiriyle çelişen güçlerden, görünümlerden bir tanesi dahi hesap dışında tutulmaz. Zira bu kanunları belirleyen yüce Allah'tır. Ve yüce Allah fıtratın bütün durumlarını, karmaşık olan bütün inceliklerini ve hassas noktalarını çok iyi bilmektedir.

Beşeri düzenler ise, insanın eksikliklerinden ve hayatının çıkmazlarından, açmazlarından etkilenirler. Dolayısıyla bu düzenler aynı zamanda tüm ihtimalleri göz önünde bulundurup değerlendirmekten aciz kalırlar. Bu düzenler, bireysel veya toplumsal bir olayı tedavi de edebilirler. Fakat bu tedavi yeni bir tedaviyi gerektiren başka bir olayın ortaya çıkmasına neden olur!

Kur'an'ın mucizesi ise, nazmının ve anlamlarının icazından daha köklü ve daha derin boyutludur. İnsanların ve cinlerin O'nun benzerini meydana getirmekten aciz kalışları, O'nun sistemi gibi her şeyi kuşatan bir sistem ortaya koymaktan aciz kalındığını ifade eder.


89- Biz bu Kur'an'da her türlü örneği verdik, öyleyken onların çoğu kâfirlikte direndi.

90/93- Bunlar dediler ki; "Bize yer altından pınarlar fışkırtmadıkça sana kesinlikle inanmayız. Ya da kendi hurmalıkların ve üzüm bağların olmalı, bunların arasından (da) ırmaklar akıtmalısın. Ya da iddia ettiğin gibi göğü parça parça başımıza indirmeli yahut Allah'ı ve melekleri karşımıza getirmelisin. Ya da altından bir köşkün olmalı veya göğe çıkmalısın. Gökte bize okuyabileceğimiz somut bir kitap indirmedikçe de oraya çıktığına kesinlikle inanmayınız." Onlara de ki; "Subhanallah! Ben peygamberlikle gönderilmiş bir insandan başka bir şey miyim ki?”


İşte bu şekilde onlar Kur'an'ın mucizevi ufuklarına açılmaktan uzak durdular. Onlar kavrayamadılar. Maddi harikalar, mucizeler istemeye yöneldiler. Çocukça istekleriyle hareket ettiklerini gösteren tekliflerinde direttiler. Allah'ın zatı hakkında edepsizce ve çekinmeden şımardılar ve kafa tuttular. Kur'an'ın örneklerle çeşitli misallerle olayları ele alışı, her akla ve her duyguya her kuşağa ve her evreye uygun düşecek değişik yöntemlerle gerçeklerini sergilemesi onlara hiçbir fayda sağlamadı:

Böylece imanlarını, Peygambere -salât ve selâm üzerine olsun- iman edişlerini peygamberin kendilerine yerden pınarlar fışkırtmasına bağladılar! Ya da hurmalıklardan ve üzüm bağlarından oluşan bahçelerinin olmasına ve bunlar arasından ırmaklar akıtmasına! Ya da gökten kendilerine bir azap gönderilmesine, kıyamet gününde olacağını haber verdiği biçimde göklerin parça parça üzerlerine düşmesine! Ya da Allah'ı ve melekleri karşılarına getirip kendisine yardım ettiklerini, onların kendi kabilelerini savundukları gibi kendisini savunduklarını göstermesini... Yahut değerli madenlerden bir evinin olmasına! Veya göklere yükselmesine, fakat sadece gözlerinin önünde göğe yükselmesinin yeterli olmadığını, geri geldiğinde mürekkeple yazılı okuyabilecekleri bir kitap getirmesi gerektiğine bağladılar iman etmelerini!...

Burada onların çocuksu kavrayışları ve düşünceleri ortaya çıktığı gibi, bu basit, tutarsız teklifleriyle ne kadar inatçı oldukları da gün yüzüne çıkıyor. Çünkü onlar altından bir eve sahip olmak ile göğe çıkmayı, yerden pınarlar fışkırtma ile yüce Allah'ı ve melekleri gözler önüne getirmeyi aynı görüyorlar! Onların düşüncelerinde bu tekliflerin hepsini aynı düzeye getiren, bunların hepsinin olağanüstü oluşlarıdır. Bunlardan birini yerine getirdiği taktirde, ona iman etmeyi ve kendisini doğrulamayı düşünebileceklerini söylüyorlar!

Onlar böyle derken, Kur'an'ın kalıcı bir mucize olduğunu unutuyorlar. Hâlbuki kendileri, söz dizimi, anlamı ve metodu açısından onun bir benzerini ortaya koymaktan aciz bulunuyorlar. Fakat bu mucizeyi duygularıyla, hisleriyle somut olarak algılayamıyorlar, duygularıyla algılayabilecekleri bir mucize istiyorlar! Mucize göstermek peygamberin işi ve görevi değildir. Onu yüce Allah takdirine ve hikmetine uygun olarak yapar. Yüce Allah kendisine vermedikten sonra peygamberin mucize istemesi doğru olmaz.

Onlara de ki; “Subhanallah! Ben peygamberlikle gönderilmiş bir insandan başka bir şey miyim ki?”

Peygamber insanlığın sınırlarını aşmaz. Peygamberliğinin yükümlülüklerine uygun biçimde hareket ediyor. Allah'a yol göstermiyor. Allah'ın kendisine yüklediğinden fazlasını istemiyor.


Hz. Muhammed'in -salât ve selâm üzerine olsun- peygamber olarak görevlendirilmesinden önce de bundan sonra da bütün ulusları peygamberlere inanmaktan ve onlarla birlikte gönderilen doğru yol kılavuzuna uymaktan alıkoyan inatçılıkları onların, peygamberin bir insan oluşunu bir türlü hazmedememeleri ve peygamberin bir melek olmayışıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder