70-
Biz Ademoğulları'nı gerçekten çeşitli ayrıcalıklarla donattık. Onlara karada ve
denizde taşıtlar sağladık, kendilerine temiz besin maddeleri bağışladık, onları
yarattığımız diğer canlıların çoğundan üstün kıldık.
Karada ve denizde
taşıtların sağlanması yasaların hizmete verilmesi ve onların insan hayatının
yapısına ve bünyesine yerleştirilen yeteneklere uygun düşecek biçimde
ayarlanmasıdır. Eğer bu yasalar insanın yapısına uygun şekilde ayarlanmasaydı,
insan hayatı söz konusu olamazdı. Çünkü insanın hayatı karada ve denizdeki
doğal etkenlere oranla çok zayıf ve cılız kalmaktadır. Fakat insan orada
yaşayacak güç ile donatılmıştır. Burada onu rahat kullanmasını sağlayacak
yetenekler kendisine verilmiştir. Bütün bunlar, Allah'ın nimetleridir.
İnsanlar
Allah'ın kendisine vermiş olduğu güzel rızıkları zamanla alışkanlık oluşturduğu
için unutur. Bu güzelim nimetlerin değerini bilmez. Ancak bunlardan mahrum kaldığında onların
değerini anlar. Bu sırada istifade ettiği nimetlerin değerini takdir eder.
Fakat yine de tekrar eski haline döner ve unutur gider. İşte güneş, işte hava,
işte su, işte sağlık, işte hareket edebilme gücü, işte duyu organları, işte
akıl, işte yediğimiz-içtiğimiz ve gördüğümüz şu nimetler... İşte emrimize
verilmiş olan şu uçsuz bucaksız kâinat ve içindeki sınırsız güzellikler...
“Bu uçsuz, bucaksız
yeryüzündeki hâkimiyeti insana vererek insanı buraya halife kılarak, kendisini
üstün kıldık. Ayrıca Allah'ın mülkünde şu yaratıklar arasında onu en üst düzeye
çıkaran fıtratına yerleştirilmiş yeteneklerle donatmak suretiyle de insana
lütufta bulunduk.”
Yüce Allah'ın
ikramlarından biri de insanın kendi kendisini idare edebilmesidir. Niyetinin ve
yaptıklarının sonuçlarına katlanmasıdır. İşte insanı insan yapan yegâne özellik
budur. Yöneliş özgürlüğü ve kişisel
sorumluluk; işte insan bu dünyada bu özelliğinden dolayı halifelik görevine
getirilmiştir. Dolayısıyla yönelişinin ve çalışmasının karşılığını hesap
gününde görmesi adaletin gereğidir.
71-
Biz “o gün” bütün insan gruplarını, önderleri ile birlikte huzurumuza
çağırırız. Kimlere amel defterleri sağ taraftan verilirse, onlar defterlerini
sevine sevine okurlar. Onlara kıl kadar haksızlık edilmez.
72-
Bu dünyada gerçekler karşısında kör olan kimse ahirette de kördür, doğru yoldan
sapmışlık oranı da daha büyük olur.
Bu sahne bütün
yaratıkların toplandığı günü canlandırmaktadır. Burada her topluluk kendi
adıyla işlemiş oldukları "yolun" adıyla çağrılmaktadır. Veya
kendisine uymuş oldukları peygamberin adıyla yahut da dünya hayatında lider
olarak gördükleri önderlerinin adıyla çağrılmaktadır. Çağrılıyor ki, dünyada
yaptıklarının yazılı belgesi kitap olarak teslim edilsin ve ahiret yurdundaki
cezaları kendilerine bildirilsin... Orada kimin amel defteri sağ taraftan
verilirse, o bu kitabıyla sevinir, onu okur ve okutur. Mükâfatı da eksiksiz
biçimde verilir. İsterse bir hurma çekirdeğinin ortasındaki çizgi kadar olsun! Dünyada doğru yolun kanıtlarını
görmeyenler, ahirette de iyilik yolunu görmeyeceklerdir. Daha da sapık
olacaklardır. Cezaları ise bellidir. Fakat ayetlerin akışı bu korkunç
kalabalığın canlandırıldığı sahnede insanların halini tasvir ediyor. Kör bir
adam yolunu şaşırmış, yürümeye çabalıyor. Kendisine yol gösterecek kılavuz
bulamıyor. Yolunu bulabilmesi için başka bir imkânı da yok. Bu kör adam bu
şekilde tasvir edildikten sonra öylece bırakılıyor. Onun hakkında kesin bir
hüküm verilmiyor. Zira böyle korkunç ve zorlu bir ortamda körlük ve sapıklık
sahnesi zaten başlı başına dehşet verici ve kalpleri ürperten bir cezadır!
İsra suresinin bu son
bölümü surenin ana eksenini oluşturan konu üzerinde duruyor. Peygamberin -salât
ve selâm üzerine olsun- kişiliği, toplumunun kendisine karşı takındığı tavır,
peygamberin getirdiği Kur'an ve bu Kur'an'ın özellikleri.
Bu bölümde, müşrikler
peygamberimizi, Allah'ın indirdiği bazı şeylerden vazgeçirmek için giriştikleri
çalışmalarına işaret ederek başlıyor. Onların, peygamberi Mekke'den çıkarmak
istemeleri ve Allah onu müşriklerin tuzaklarından ve saldırılarından koruması
ele alınıyor. Çünkü yüce Allah daha önce onlara zaman vermeyi ve önceki
milletler gibi onları yok edici azap ile cezalandırmamayı takdir etmiştir. Eğer
onlar peygamberi yurdundan kovmuş olsalardı, yüce Allah'ın peygamberlerini
sürgün eden toplumlara karşı değişmeyen yasasına uygun olarak yok edilirlerdi.
İşte bu nedenle
Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- yoluna devam etmekle emrolunuyor.
Rabbine namaz kılması, O'nun gönderdiği Kur'an'ı okuması, Allah'a niyazda
bulunup kendisine girdiği yere doğrulukla girmeyi, çıktığı yerden doğrulukla
çıkmayı ve kendi katından destekleyici bir güç vermesi için dua etmesi
isteniyor. Hakkın gelişini ve batılın yok oluşunu ilan etmesi emrediliyor. İşte
bu Allah'a bağlılık, O'nu müşriklerin oyunlarına karşı kendisini koruyan zaferi
ve egemenliği garanti eden silahıdır.
Sonra Kur'an'ın görevi
açıklanıyor. O kendisine iman edenlere
bir şifa ve rahmettir. Yalanlayanlar için ise bir azap ve cezadır. Kâfirler
dünyada bu Kur'an'dan rahatsız olup işkence çektikleri gibi, ahirette de bu
nedenle azaba uğrayacaklardır.
Rahmet ve azaptan söz
edilmişken konunun akışı içinde bir de insanların rahmet ve azap durumlarındaki
sıfatlarına değiniliyor. Nimet içindeki
insan şımarır ve yüz çevirir. Cezaya çarptırıldığında ise, ümitsizlik,
çaresizlik içinde bocalayıp durur. Buna ilave olarak gizli bir tehdit de yer alıyor.
Her insana kendi karakterine uygun iş
yapması için özgürlük veriliyor ki, ahirette cezasını çeksin.
Müşriklerin ruh hakkında
peygambere soru sormaları nedeniyle insanın bilgisinin az ve yetersiz olduğu
belirtiliyor. Ruh yalnız Allah'ın
bilebileceği gayb konularından biridir. Onu kavramak insan gücünün
sınırları içinde değildir. Kesin bilgi
yüce Allah'ın peygamberine gönderdiği vahiydir. Bu vahiy de O’nun kendi
lütfundandır. Eğer o dileseydi böyle bir lütufta bulunmayabilir ve kimse de
O'na hesap soramazdı. Fakat O rahmetinin ve lütfunun gereği olarak peygamberine
bu vahyi indirmiştir.
Daha sonra başlı başına
mucize olan Kur'an'ın bir benzerini tüm insanlar ve cinler bir araya gelseler
ve bu konuda yardımlaşsalar dahi yapamazlar deniyor. Yüce Allah'ın Kur'an'ı her
akla ve her kalbe hitap edebilmesi için çeşitli doğru yol belgeleriyle
donattığı belirtiliyor... İşte bu özellikleri taşıyan Kur'an dahi Kureyş
kâfirlerine yetmiyor, peygambere başvuruyorlar, basit maddi mucizeler
istiyorlar. İstiyorlar ki, Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun- yerden
kaynaklar çıkarsın veya kendisinin som altından bir evi olsun. Ayrıca daha da
inatlaşarak insanın özelliklerinden olmayan birtakım şeyler istiyorlar.
Peygamberin onların gözleri önünde göğe çıkmasını, oradan okuyabilecekleri
somut bir kitap getirmesini veya gökten bir azap gönderip kendilerini yok etmesini
istiyorlar. İnkârlarında ve inatlarında daha da ileri giderek Allah'ı ve
melekleri getirip karşılarına koymasını teklif ediyorlar!
Surenin akışı içinde
kıyamet sahnelerinden biri daha sunuluyor. Burada müşriklerin bu inatlarının ve
ahireti yalanlamalarının cezası olarak kendilerini bekleyen akıbeti tasvir
ediliyor. Çürüdükten ve kemik haline geldikten sonra dirilişi inkâr etmelerinin
cezası sergileniyor.
Onların inatçılığına
dayanan teklifleri hafife alınıyor. Ve deniyor ki: Eğer onlar Allah'ın rahmetinin bekçileri dahi olsalar beşeri olan
cimrilikleri yakalarını bırakmaz. Bitmez-tükenmez hazinelerin eriyeceği
korkusuyla cimrilik yaparlar! Bununla beraber onlar isteklerinde ve
tekliflerinde hiçbir sınır tanımazlar.
Onların birtakım mucizeler
istemeleri konu edilirken, Hz. Musa'nın gösterdiği bazı mucizelere değiniyor.
Firavun ve kavmi bu mucizeleri yalanlamış. Bilindiği gibi yüce Allah
yalanlayanları yok etmeye ilişkin yasası uyarınca da yok edilmişlerdi.
Bu Kur'an'a gelince; Kur’an, sürekli ve gerçek bir mucizedir.
Kur'an milletin ihtiyaçlarına uygun olarak bölümler halinde indirilmişti.
Toplumu hazırlıyor ve eğitiyordu. Daha önceki milletlerin hem iman hem de ilim
sahibi olanları Kur'an'ın gerçek olduğunu anlıyor ona boyun eğiyor ve
bağlanıyorlardı. Ona iman edip teslim oluyorlardı.
Sure, Peygamberi -salât ve
selâm üzerine olsun- yalnız Allah'a kulluk yapmaya, O'nu noksan sıfatlardan
uzak görmeye ve kendisine övgüde bulunmaya teşvik eden bir direktif ile sona
eriyor. Nitekim sure, Allah'ı noksan sıfatlardan arındırmak ve O'nu tenzih
etmekle başlamıştı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder