73-
Ey Muhammed, müşrikler az kalsın seni, indirdiğimiz vahiyden ayırıp adımıza
başka sözler uydurmanı sağlıyorlardı, eğer bunu başarabilselerdi, seni dost
edineceklerdi.
74-
Eğer sana direnme gücü vermeseydik, azıcık onlara yanaşmak üzereydin.
75-
Eğer onlara yanaşsaydın sana dünya hayatının ve ölüm ötesinin azabını
katlayarak tattırırdık da Bize karşı kendine yardım edebilecek hiç kimse
bulamazdın.
76-
Gerçi müşrikler seni tedirgin ederek, bıktırarak Mekke'den çıkarmak
amacındadırlar, ama o takdirde senden sonra orada ancak kısa bir süre
kalabilirler.
77-
Senden önce gönderdiğimiz peygamberlere ilişkin değişmez yasamız bu yolda
işleye gelmiştir. Bizim yasamızın değiştiğini göremezsin.
Burada müşriklerin
Peygambere -salât ve selâm üzerine olsun- karşı hazırladıkları oyunlar dile
getiriliyor. Bu oyunların ilki onların peygamberimizi Allah'ın kendisine
vahyettiği gerçeklerden saptırıp, O'nun adına iftirada bulunmasını sağlamaktı. Hâlbuki Peygamber doğru sözlü ve güvenilir
bir kimseydi.
Onlar çeşitli metotlar
deneyerek bu amaçlarına varmak istediler. Bu tekliflerden bir kaçı şöyleydi: "Sen
bizim ve atalarımızın bağlı bulundukları ilahları eleştirme, biz de senin
ilahına kulluk yapalım.", "Allah
nasıl Kâbe'yi kutsal saymışsa, sen de bizim yurdumuzu kutsal sayarsan sana
uyarız", "Onlardan bazılarının fakirlerin katıldığı oturumdan
ayrılarak kendilerine bir oturum ayırmasını” istemeleri…
Ayeti kerimeler, detaylara
girmeden bu girişimlere değiniyor. Yüce Allah'ın peygamberini bu gerçek
üzerinde sağlamlaştırması ve onu saptırmalardan koruması ile ona çok büyük bir
lütufta bulunduğunu hatırlatıyor. Eğer Allah'ın desteği ve koruması olmasaydı
onlara biraz (da olsa) meylederdi. Onlar da kendisini dost edinirlerdi. Sonuçta
müşriklerin tekliflerini kabul ettiği için cezaya çarptırılırdı. Bu ceza hem
hayatta hem de ölümden sonra katlanılacak olan bir cezadır. Bu durumda onların hiçbiri kendisine yardım
edemez ve onu Allah'ın cezasından koruyamazdı.
Yüce
Allah'ın, peygamberini etkisinden kurtardığı bu girişimler, her zaman iktidar
sahiplerinin, dava adamlarını yoldan çıkarmak için başvuracağı girişimlerdir.
Az da olsa onları davanın doğru yolundan ve sağlam metodundan saptırma
girişimleri sürekli olarak söz konusudur. Dava
sahiplerini yoldan saptırma uğruna ufak bir taviz için büyük servetleri feda
ederler. Bazı dava sahipleri bu tekliflere kanabilirler. Zira bunun çok
basit bir ödün olduğunu görürler. Yani iktidar sahipleri dava adamlarının
davalarını bütünü ile bırakmasını istemezler. Tüm istedikleri, ufak tefek birtakım
değişikliklerdir. Böylece her iki tarafın da yolun ortasında buluşma imkânını
bulurlar. Şeytan dava sahiplerine bu kanaldan sokularak davanın istikbali için
birtakım ödünler vermesini, karşılığında da iktidar sahiplerine kazanmaları
gerektiğini düşündürebilir!
Hâlbuki
yolun başında ufak bir ödün, küçük bir sapma, yolun sonuna varıncaya kadar
köklü, büyük bir sapmaya yol açar. Küçük de olsa davanın bir
parçasından vazgeçmeyi, basit de olsa davanın bir tarafını gözden çıkarmayı
kabul edebilen bir dava adamı daha önce
vermiş olduğu bu ödünü durdurma imkânını kaçırmış olur. Zira bir adım geri çekildikçe teslim olma
eğilimi daha da artar. Burada sorun davaya bir bütün olarak inanma
sorunudur. Ne kadar küçük de olsa, davanın bir parçasından vazgeçebilen, ne
kadar önemsiz de olsa davanın bir tarafını gözden çıkarabilen bir kişinin
davasına gerçek anlamda iman ettiği söylenemez. Davanın her tarafı, her yönü inanmış insanın gözünde aynıdır. Bu
tarafı da diğer tarafı gibi gerçektir. Davanın içinde "olmasa da olur"
diye bir şey yoktur. Dava her yönü ile birbirini tamamlayan bir bütündür. Bir
parçasını yitirdiğinde tüm özelliklerini yitirmiş olur. Herhangi bir bölümünü
yitiren dava, bir elementini yitiren bir
bileşim gibi hiçbir özelliğini koruyamaz!
İktidar sahipleri, dava
sahiplerine, dava erlerine yavaş yavaş sokulurlar. Dava erleri herhangi bir
noktada ufak bir taviz verdiklerinde saygınlıklarını ve sağlamlıklarını
yitirirler. Artık iktidar sahipleri pazarlığın sürmesi ve fiyatın
arttırılmasıyla davanın tamamını teslim alabileceklerini öğrenmiş olurlar!
Basit ve değersiz gibi de
gözükse davanın herhangi bir tarafını, iktidar sahiplerini kendi safına çekmek
amacı ile gözden çıkarmak davanın zafere
ulaşmasında iktidar sahiplerine dayanma ihtiyacı duymak ruhsal (psikolojik) bir
bozgundur/yıkılıştır. Mü'minler ise
davalarında yalnız Allah'a dayanmak durumundadırlar. Bir kere
yıkılış/mağlûbiyet gönüllerin derinliklerine kadar indi mi, artık bu yıkılış
asla zafere dönüştürülemez!
İşte bu nedenle yüce
Allah, peygamberi, Kendisinin göndermiş olduğu vahiy üzerinde sağlamlaştırmak,
onu müşriklerin tuzaklarından korumak, az da olsa onlara dayanmaktan
uzaklaştırmak ile çok büyük bir lütufta bulunmuştur. Onlara dayanmanın
akıbetinden yani dünya ve ahiretin azabından, yardımcı ve destekçiden yoksun
kalmaktan rahmetiyle onu korumuştur.
Müşrikler, Peygamberi
-salât ve selâm üzerine olsun- bu oyuna getirmekten aciz kalınca, Peygamberi
yurdu olan Mekke'den sürgün etmeye giriştiler. Fakat yüce Allah daha önce
Kureyş'i yok ederek cezalandırmayacağını bildirdiği için, peygamberine oradan
göç etmesini vahiy ile bildirdi. Eğer onlar Peygamberimizi -salât ve selâm
üzerine olsun- baskı ve zorla sürgün etselerdi dünyada cezalandırmayı hak etmiş
olurlardı: "O takdirde senden sonra
orada ancak kısa bir süre kalabilirlerdi."
Bu, Allah'ın yürürlükte
olan değişmez yasasıdır: "Senden
önce gönderdiğimiz peygamberlere ilişkin değişmez yasamız bu yolda işleye
gelmiştir. Bizim yasamızın değiştiğini göremezsin."
Yüce Allah bu yasayı,
sürekli geçerli olan değişmez bir ilke yapmıştır. Zira peygamberleri yurtlarından sürgün etmek kesin biçimde
cezalandırmayı gerektiren bir suçtur. Bu evrene değişmez yasalar
hükmetmektedir. Kişisel bir duruma göre değişiklik göstermez. Bu evrene
hükmeden yasalar gelip-geçici tesadüfler değildir. Evren, sabit, sürekli
işleyen yasalar tarafından idare edilmektedir. Yüce Allah Kureyş'i yüce bir
hikmet gereği olarak peygamberlerinin mesajlarını yalanlayan önceki milletler
gibi, maddi bir felâket ile yok etmeyi dilemediğinden, Peygamberimizi maddi
harikalar ve mucizelerle göndermemiş, onların da O'nu zorla sürgün etmelerini
takdir etmemiştir. Aksine O'na hicret etmesini vahiy ile bildirmiştir. Böylece
Allah'ın yasası da değişmeden yoluna devam etmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder