23 Mayıs 2013 Perşembe

Neml Suresi 38-44 Âyetleri S. Kutub Tefsiri

38- Süleyman (yanındakilere dönerek) “Ey devletin ileri gelenleri, bu adamlar boyun eğerek huzuruma gelmeden önce hanginiz kraliçenin o tahtını bana getirebilir?” dedi.

39- Cinlerin ele başlarından biri "Sen şu oturduğun yerden kalkmadan önce o tahtı sana getiririm. Hem bu işi başaracak gücüm vardır ve hem de bu konuda güvenilir bir kişiyim" dedi.

40- Kutsal Kitap kaynaklı bilgisi olan biri ise "Gözünü açıp kapamadan o tahtı sana getireyim " dedi. Süleyman tahtı önünde yere konmuş görünce, "Bu, şükür mü edeceğim yoksa nankörce mi davranacağım diye beni sınavdan geçirmek isteyen Rabb'inin bana yönelik bir lütfudur. Kim şükrederse kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük eden de bilsin ki, yüce Allah'ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur ve bağışı karşılıksızdır." dedi.


Acaba Hz. Süleyman -selâm üzerine olsun- kraliçe ve milletini teslim almış olarak getirmeden önce neden onun tahtını getirtmek istiyor? Tercihimize göre Hz. Süleyman bunu, emrindeki olağanüstü kuvvetlerin bir göstergesi olarak ona takdim ediyordu. Böylece kraliçenin kalbini etkisi altına almayı ve onu Allah'a iman etme çağrısına itaate yaklaştırmayı planlıyordu.

Cinlerden olan ifrit, bu tahtı oturum sona ermeden getirebileceğini söyledi. Hz. Süleyman hüküm ve karar amacıyla sabahtan öğleye kadar oturum düzenliyordu. Herhalde Hz. Süleyman bu zamanı uzun buldu ve geç olur dedi. Birden "Kutsal Kitap kaynaklı bilgisi olan biri ise" bir göz açıp kapayana kadar, öbür tarafına dönmeden onu getirebileceğini teklif etti. Burada adamın ismi ve bilgisine sahip olduğu Kitab'ın adı verilmiyor. Biz onun Allah ile sağlam bağları bulunan, Allah'tan kendisine bir ayrıcalık verilen, bu ayrıcalık ile engelleri ve uzaklıkları rahat biçimde aşabilecek büyük bir kuvvet elde eden inanmış bir adam olduğunu anlıyoruz. Bu, Allah ile sağlam bağı bulunan insanların eliyle gerçekleştiği görülen ve şu ana kadar sırrı ve sebebi çözülmeyen, insanların normal hayatlarında alışageldikleri olayların ötesinde kalan bir realitedir. İşte bu konuda hurafeler ve mitolojiler dünyasına dalmadan, sağlıklı görüşlerin sınırlarını zorlamadan söylenebilecek sözlerin en ilerisi bunlardır!

Bazı tefsir bilginleri "Kutsal Kitap kaynaklı bilgisi olan birisi" sözünün ardına düşmüşlerdir. Bazıları bu Tevrat'tır demişler. Bazıları da bu adam Allah'ın ismi a'zamını biliyordu demişlerdir. Diğer bazıları ise bu iki görüşün dışında başka görüşler ileri sürmüşlerdir. Bu ileri sürülen görüşler içinde sağlam bir yorum ve açıklamaya rastlayamadık. Gerçekçi bir bakış açısı ile olaya baktığımızda işin çok daha kolay olduğunu görüyoruz. Bu evrende bilmediğimiz nice sırlar, kullanmadığımız nice kuvvetler, enerjiler vardır. Aynı şekilde insanın bünyesinde nice sırlar ve kuvvetler vardır ki, henüz onları keşfedebilmiş değiliz. Ne zaman ki yüce Allah kullarından birine bu sırlardan birini açar, bu kuvvetlerden birini hizmetine verirse, o zaman hayatta alışılmışın dışında olağanüstü bir olay meydana getirir.

Yüce Allah'ın imkan vermediği hiç bir olay kulun gerçekleştiremeyeceği bu olaylar, O'nun izni, planı ve dilemesi sonucu bu adamın eliyle meydana gelmiştir.

Yanında bir parça kitap bilgisi olan bu adam, sahip olduğu ilim meydana gelen harika olayın oluşması için gereken bazı evrensel sırları ve kuvvetleri elde etmeye kendisini hazırlamış bulunuyordu. Çünkü elde ettiği Kitap bilgisi kalbini, Rabb'ine öyle bağlamıştı ki, bu onu donatılacağı kuvvetlere ve sırlara karşı duyarlı kılması ve Allah'ın kendisine bağışladığı kuvvetleri ve sırları kullanmaya hazır hale getirmişti.

Bazı tefsir bilginleri bu adamın Hz. Süleyman'ın -selâmı üzerin olsun- kendisi olduğunu belirtmişlerdir. Biz bu adamın başka bir kişi olduğu kanısındayız. Eğer bu adam Hz. Süleyman'ın kendisi olsaydı konu içinde bu anlaşılırdı. Onun ismi gizlenmezdi. Zaten bu hikaye kendisini anlatmaktadır. Böyle önemli, onurlu bir davranışta onun adının gizlenmesini gerektiren bir neden de yoktur. Bazıları ise: Onun adının Araf ibni Berhiya olduğunu söylemişlerdir. Bunun da sağlıklı bir delili yoktur.

"Süleyman tahtı önünde yere konmuş görünce `Bu, şükür mü edeceğim, yoksa nankörce mi, davranacağım diye beni sınavdan geçirmek isteyen Rabb'imin bana yönelik bir lütfudur. Kim şükrederse kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük eden de bilsin ki, yüce Allah'ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur ve bağışı karşılıksızdır' dedi."

Bu çarpıcı sürpriz ve ilginç olay Hz. Süleyman'ın -selâm üzerine olsun- kalbine dokunuyor, yüce Allah'ın onun isteklerini böyle mucize biçiminde gerçekleştirmesi onu etkiliyor ve bu şekilde verilen nimetin korkunç bir sınavı beraberinde getiren ve uyanıklık gerektiren bir olay olduğunu, bu sınavı başarabilmek için Allah'ın yardımına muhtaç olduğunu anlıyor. Verilen nimetin değerini takdir etmesi ve onu verenin lütfunu takdir etmesi gerektiğini biliyor. Allah'ın ancak bu bilinci gördüğünde kendisine destek vereceğini ifade ediyor. Aslında yüce Allah şükredenlerin şükretmelerine muhtaç değildir. Şükreden kendi yararına şükretmiş olur. Allah'ın verdiği nimetlerini arttırmasına neden olur. Sınavı geçmesini, yardım edilmesini sağlar. Nankörlük edenlere gelince, Allah onların şükrüne muhtaç değildir. ‘Cömerttir’, cömert olduğu için verir.

Nimet ve bu nimetin ardından gelen sınavın bilincine varmak karşısında bir süre sarsıldıktan sonra Hz. Süleyman -selâm üzerine olsun- az sonra gelecek olan kraliçenin irkilmesini, ürpermesini sağlayacak hazırlıklara devam ediyor.


41- Sonra yanındakilere dönerek "Tahtı kraliçenin tanımayacağı şekilde değiştirin! bakalım onu tanıyabilecek mi, yoksa tanımayacak mı? dedi."


Yani tahtının en belirgin özelliklerini, işaretlerini değiştirin. Bakalım bu değişikliklere rağmen hatırası ve dikkatliliği onu tanımasına neden olur mu yoksa onu başka tahtlarla karıştırıp bu değişiklik nedeniyle onu tanıyamaz mı?

Herhalde Hz. Süleyman ona tahtını sorarak zekasını ve yeteneğini ölçmek istiyordu... Sonra birden, kraliçenin geldiği sahneye geçiliyor.


42- Kraliçe gelince kendisine: "Bu senin tahtın mıdır?” diye soruldu. O da dedi ki; "Sanki odur. Zaten bu mucizeden önce bize bilgi verilmiş ve biz senin çağrına boyun eğmeye hazırlanmıştık."


Bu büyük bir irkiliştir. Burada kraliçenin aklına bir şey gelmiyor. Yurdundaki kilit altında, muhafızların korumasında bulunan kendi tahtı nerede sultan Süleyman'ın başkenti olan Kudüs nerede? onu nasıl buraya getirebilirler? Kim onu getirebilir?

Fakat bunca değişikliklere ve farklıklara rağmen taht yine kraliçenin tahtıdır.

Sonunda zekice ve usta bir dille ifade edilen cevabını veriyor: "Sanki odur" Ne benim diyor, ne de benim değil diyor. Bu ilginç olay karşısında ileri görüşlülüğünü ve keskin zekâsını ortaya koyuyor.

Burada anlatımda bir boşluk var. Sanki ona, irkilmesine neden olan bu olayın sırrı haber verilmiş ve o da şöyle demişti: "Ben daha önceden, yani Hz. Süleyman'ın hediyeyi reddedip onunla görüşmeyi kabul ederken iman edip Müslüman olmaya karar verdim. Zaten bu mucizeden önce bize bilgi verilmiş ve biz senin çağrına boyun eğmeye hazırlanmıştık."

Bundan sonra ayetlerin akışı kraliçeyi, Hz. Süleyman'ın mektubu geldiği sırada Allah'a iman etmesinden ve İslam'a girmesinden alıkoyan sebebi açıklamaya geçiyor. Bunun sebebini kâfir bir toplumda yetişmesine bağlıyor. Güneşe ve bunun gibi Allah'ın yaratıklarına tapınılan bir ortam, o'nun Allah'a tapmasına engel olmuştu. Nitekim kıssanın başında buna değinilmişti:


43- O'nu, Allah'ı bir yana bırakarak taptığı putlar doğru yola girmekten alıkoymuştu. Çünkü kafir toplumun bir üyesi idi.


Hz. Süleyman, kraliçeye beklenmedik bir olay daha hazırlamıştı. Şimdiye kadar ki ayetlerin anlatımı onu açıklamamıştı. Kraliçenin gelişinden önce hazırlanan ilk sürpriz olaya değindiği sırada bundan söz etmemişti. Bu ise Kur'an'ı Kerim'in hikâye anlatımında kullandığı başka bir özelliktir.


44- Kraliçeye "Şu köşke gir" dendi. Kadın köşkün girişini görünce onu engin bir havuz sandı ve ıslanmamak için topuklarını sıvadı. Bunun üzerine Süleyman kendisine "Bu cilalı billur bir köşktür" dedi. Bunun üzerine kraliçe dedi ki "Ya Rabb'i, ben kesinlikle kendime zulmetmişim, şimdi Süleyman'la birlikte tüm varlıkların Rabb'i olan Allah'a teslim oldum.


Buradaki beklenmedik olay, camın billurlaştırılmasıyla yapılmış bir saraydı. Zemini su üzerine kurulmuştu. Bu sebepten derin bir havuz şeklinde görünüyordu. "Saraya gir" denildiğinde, bu suya girmesi gerektiğini sandı. Eteklerini toparladı. Böylece beklenmedik olay amacına ulaşınca Hz. Süleyman ona bunun sırrını açıkladı. "Bu cilalı billur bir köşktür."

Kraliçe insanlığı aciz bırakan bu hayret verici olaylar karşısında irkilmiş ve dehşete kapılmıştı. Hemen yüce Allah'a dönmüş, daha önce başka varlıklara tapmakla kendi kendine zulmettiğini itiraf ederek O'na niyazda bulunmuş ve Hz. Süleyman'a değil, "Süleyman ile birlikte tüm varlıkların Rabb'i olan Allah'a" teslim olduğunu açıklamıştır. Hz. Süleyman'a insanın gücünü aşan büyük kuvvetlerin verildiğine şahit ve tanık olması bu teslim oluşunu kolaylaştırmıştı.

Böylece kraliçe belki doğru yola kavuşmuş ve aydınlanmıştı. Allah'a teslim oluşun onun kullarından birine itaat etmek olmadığını anlamıştı. İsterse bu insan onca mucizenin sahibi peygamber ve hükümdar olan Hz. Süleyman olsun fark etmez. İslam sadece alemlerin Rabb'i olan Allah'a teslim olmaktır. O’na iman edenlere O'nun davetçileriyle bir tarağın dişleri gibi eşit bir şekilde kul olmaktır: Şimdi Süleyman ile birlikte tüm varlıkların Rabb'i olan Allah'a teslim oldum.

Kur'an-ı Kerim'in anlatım üslubu bu noktaya parmak basıyor ve onu ön plana çıkarıyor. Böylece Allah'a imanın ve O'na teslim olmanın yapısını, özünü ortaya koyuyor. Bu öyle bir izzet ve şereftir ki, yenilgiyi zafere dönüştürüyor. Burada galip olan da mağlup olan da Allah yolunda kardeş olur. Ne galip vardır ne de mağlup. Tüm insanlar alemlerin Rabb'i olan Allah yolunda eşit haklara sahip kardeşler olurlar.


Kureyş kabilesinin ileri gelenleri ve seçkinleri Hz. peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- kendilerini İslam’a çağırmasını kabul edemiyor, bunu kendilerine yediremiyordu. Abdullah'ın oğlu Muhammed'e bağlanmayı bir türlü içlerine sindiremiyorlardı. Bu adamın başlarına geçmesini ve kendilerinden üstün olmasını kabul edemiyorlardı. İşte burada tarihte yaşayan bir kadın, Allah'a iman edişin özünü, davetçi ile muhatabı, lider ile peşinde gidenleri eşit kıldığını gösteriyor. Çünkü onlar, imanı kabullendiklerinde, Allah'ın elçisi ile birlikte alemlerin Rabb'i olan Allah'a teslim olmuş olurlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder