19 Mayıs 2013 Pazar

Neml Suresi 17-19 Âyetleri S. Kutub Tefsiri


17- Süleyman'ın cinlerden, insanlardan ve kuşlardan oluşan ordusu toplanarak disiplinli bir halde bir araya gelerek, düzgün saflar halinde ve uygun adımlarla yürüyüşe geçti.


Bir araya gelip toplanmış ve hazırlanmış olan bu ordu, Hz. Süleyman'ın ordusudur. Cinlerden, insanlardan ve kuşlardan oluşan bir ordudur bu. İnsanın yapısal özelliklerini biliyoruz. Cinlere gelince, yüce Allah'ın onlar hakkında Kur'an'da verdiği bilgiden başka bir şey biliniyoruz. Buna göre cinler ateşin alevinden yaratılmışlardır. Yani ateşin birbirine giren alevlerinden yaratılmışlardır. Onlar insanları görürler, fakat insanlar onları göremezler. "...Sizin şeytanın ve adamlarının göremeyeceğiniz yerlerden onlar sizi görürler. Biz şeytanları, inanmayanlara dost yaptık." (A'raf Suresi, 27)  Burada şeytandan söz ediliyor. Şeytan ise cinlerdendir. Onlar normalde insanların kalplerine kötülük telkin edebilirler. İnsanlara günahları aşılayabilirler. Bunu nasıl yaptıklarını bilmiyoruz. Onlardan bir grup Peygamberimize iman etmişler. Fakat Resulullah -salât ve selâm üzerine olsun onları görmemiş ve onların iman ettiklerini de bilememiştir. Allah bunu kendisine şöyle bildirmiştir. Ey Muhammed! De ki: "Cinlerden bir topluluğun Kur'an'ı dinlediği bana vah yolundu." Onlar şöyle demişlerdi: "Doğrusu biz doğru yola erdiren, hayrete düşüren bir Kur'an dinledik ve ona inandık. Biz Rabb'imize hiç kimseyi ortak koşmayacağız." (Cin Suresi 1-2)

Yine biliyoruz ki, yüce Allah onlardan bir grubu Hz. Süleyman'ın hizmetine vermiştir. Bu cinler Hz. Süleyman'a, saraylar, camiler, büstler, yemek için büyük kazanlar yapıyorlardı. Onun için denize dalıyorlardı. Allah'ın buyruğuyla onun emrine bağlı kalıyorlardı. İşte burada kuşlar ve insanlarla kardeşçe bir ordu oluşturanlar arasında bu cinlerde vardı.

Biz diyoruz ki, yüce Allah insanlardan bir topluluğu Hz. Süleyman'ın emrine verdiği gibi kuşların ve cinlerin bir kesimini de hizmetine vermiştir. Yeryüzünde yaşayan insanların tümü Hz. Süleyman'ın askeri olmadığı gibi (çünkü o zamanlar Hz. Süleyman'ın otoritesi ancak bugün Filistin, Suriye, Lübnan ve Irak diye bilinen Fırat kıyılarına kadar uzanıyordu) cinlerin ve kuşların da hepsi onun hizmetine verilmemişti. Eşit bir şekilde her ümmetten belirli bir topluluk onun emrine verilmişti.

Biz bu cinler meselesinde, İblis'in ve neslinin cinlerden olduğu görüşündeyiz. Nitekim Kehf suresinin 50. Ayetinde "Şeytan cin kökenli idi" ve Nass suresinin 5 ve 6. ayetlerinde ise  "İnsanların kalbine ister insan olsun ister cin olsun vesvese veren" deniyor.

İşte bu cinler Hz. Süleyman'ın zamanında da insanları aldatmaya, kötülüğe bulaştırmaya ve onların kalplerini kötülüğe kaydırmaya çalışıyordu. Eğer hepsi, doğru yola iletici bir peygamber olan Hz. Süleyman'ın emrine verilmiş olsalardı, onun hizmetinde ve emrin altında oldukları halde bu işleri yapamazlardı. Böylece anlaşılıyor ki, Hz. Süleyman'ın emrine verilenler cinlerin sadece bir kesimiydi.

Kuşlar konusundaki yorumumuzda Hz. Süleyman'ın kuşları denetlediğinde Hudhud'un olmadığını öğrenmesine dayandırıyoruz. Eğer bütün kuşlar onun emrine verilmiş olsaydı, hepsi onun ordusunda toplanacak ve bütün hudhud'lar bir araya gelecekti. O zaman da milyarlarca kuşun içinde milyonlarca hudhud'un içinden bir tek onun kaybolmasını fark edemezdi. "Ben neden Hudhud'u göremiyorum?" diyemezdi. Demek ki bu yaratılışı ve görevi ile özel bir kuştur. Bu hudhud kuşları içinde Hz. Süleyman'a tahsis edilen kuş olabilir.

Ya da bu sırada Hz. Süleyman'ın emri altında bulunan belli sayıdaki hudhud sürüsünün başında görevli nöbetçi olan hudhud, sürü içinde ve tüm kuşlar içinde özel bir yetenek ve anlayış kabiliyetinin verilmesidir. Herhalde Hz. Süleyman'ın emri altında bulunanlardan bazısına verilmişti. Tüm kuşlara verilmemişti. Çünkü bu hudhud kuşuna verilen yetenek akıllı, zeki ve takva sahibi insanları çağrıştıran bir yetenektir.

Hz. Süleyman'ın cinler, kuşlar ve insanlardan oluşan askerleri toplandı. Bunlar büyük bir ordu, büyük bir kalabalık idi. Hz. Süleyman ordusunun başını ve sonunu toparlıyor, Saflar halinde ve uygun adımlarla yürüyüşe geçiyor. Böylece dağılmalarını ve içlerinde kargaşanın çıkmasını önlüyor. Bu düzenli askeri bir topluluktur. Onu askeri terimlerle ifade etmek onun kalabalık olmasına düzenli disiplinli olduğunu belirtmek içindir.


18- Ordu karınca vadisine vardığında ordudaki karıncalardan biri "Ey karıncalar yuvalarınıza giriniz ki, Süleyman ve ordusu farkında olmadan sizi çiğnemesin" dedi.

19- Süleyman, karıncanın dediklerini işitince gülümseyerek dedi ki; "Ya Rabbi gerek bana ve gerekse ana babama bağışladığın nimetlere olanca gücümle şükretmemi ve hoşnut olacağın iyi işler yapmamı nasip eyle, rahmetinle beni iyi kullarının arasına kat.


Ordu yürüdü. Hz. Süleyman'ın kuşlardan ve cinlerden oluşan ordusu. Göz alıcı bir düzen ve disiplin içinde. Önü arkası bir bütün içinde. Safları sık. Adımlar birbiriyle uyum içinde. Böylece karıncaları bol olan bir vadiye geliyorlar. Bu öyle karıncası bol bir vadidir ki, Kur'an oraya karınca vadisi adını veriyor.  Vadiye yayılan karıncaların başında bulunan onların disiplininden ve korunmasından sorunlu olan bir karınca diğer karıncalara, özel iletişim ve haberleşme yoluyla aralarında geçerli olan dille diğer karıncalara seslendi. "Ey karıncalar yuvalarınıza giriniz ki, Hz. Süleyman ve orduları farkında olmadan sizi çiğnemesinler." Ayakları altında ezmesinler. Karınca yuvaları arının yuvaları gibi ince hesaplara göre düzenlenir. Orada herkesin görevi bellidir. Üstün bir akıl, üstün bir anlayış verilmesine rağmen insanlar çoğu zaman bu iş bölümünün bir benzerini yapmaktan aciz kalırlar.

Hz. Süleyman karıncanın söylediklerini anladı. Tebessüm etti. Söylediği sözlerin anlamına sevinip içi açıldı. Cezayı geciktirmeyen büyük bir adamın, cezasından kurtulmaya çalışan küçük birinin çabasına sevindiği gibi o da sevindi. Bu sözleri aracısız anladığı içinde çok huzurluydu. Çünkü bu Allah'ın kendisine verdiği bir nimetti. Bu nimet sayesinde insanlara kapalı olan, aralarına engeller konan, dünyalarla iletişim kesikliği nedeniyle bundan yoksundu. Ayrıca bir karıncanın böyle bir anlayışa sahip olması ve diğer karıncaların onun sözünü dinleyip itaat etmeleri de Hz. Süleyman'ın gönlünü ferahlatmıştı. Zira bu hayret verici, ilginç bir olaydı.

Bu tablolar kendisini hemen harekete geçirdi. Kalbini, bu olağanüstü bilgi nimetini kendisine bahşeden Rabb'ine yöneltti. İnsanlara kapalı olan gizli dünyalarla kendi arasındaki engelleri kaldırdı. İçtenlikle Rabb'ine yönelerek O'na niyazda bulundu "Ya Rabbi, gerek bana ve gerekse ana babama bağışladığın nimetlere olanca gücümle şükretmemi ve hoşnut olacağın iyi işler yapmamı nasip eyle.”

"Rabb'im" Böyle candan, doğrudan, içten bir niyaz ile... "Olanca gücümle" Beni tüm parçalarıyla bir bütün haline getir. Bütün organlarımı, hislerimi, dilimi, düşüncelerimi, duygularımı, sözlerimi, ifadelerimi, işlerimi ve yönelişlerimi derli toplu kıl. Bütün enerjimi toplamayı nasip eyle. Başını sonuna, sonunu başına ulaştır. (Zaten "Evziğni" kelimesinin dil bilgisi yönünden anlamı da budur) Ki bana ve babama verdiğin nimetlere karşı şükredebileyim.

Bu ifade o sırada Hz. Süleyman'ın kalbine dokunan Allah'ın nimetini ortaya koyuyor. Ondan nasıl etkilendiğini, yönelişinin gücünü, vicdanının ürperişini tasvir ediyor. Allah'ın bu geniş lütfunu hissettiriyor. Allah'ın kendisi ve babası üzerindeki rahmet elini somutlaştırıyor. Korku ve ürperti içinde rahmetin ve nimetin dokunuşunu hissettiriyor.

"Ya Rabbi, gerek bana ve gerekse ana babama bağışladığın nimetlere olanca gücümle şükretmemi ve hoşnut olacağın iyi işler yapmamı nasib eyle"

Güzel amel işlemek de ayrıca Allah'ın bir lütfudur. Yüce Allah verdiği nimetlere şükreden kullarını bu güzel amelleri nasip eder. Tüm varlığı ile yönelmesi, verdiği nimetlere şükretmesi için Rabb'inden yardım dileyen Süleyman da Rabb'ine yakarıyor ki razı olacağı işler yapması için kendisini başarıya ulaştırsın. O da çok iyi biliyor ki, iyi işler yapmak yüce Allah'ın eşsiz bir nimeti ve yardımıdır.

"Rahmetinle beni iyi kullarının arasına kat."

Beni rahmetine kat. Çünkü o salih kullar arasına girmenin Allah'ın bir rahmeti olduğunu biliyor. Kulun imdadına yetişen ve onu iyi işler yapmaya muvaffak eden, böylece iyi insanların arasına katan rahmeti... O bunu biliyor. Merhamet olunanlardan başarıya ulaşanlardan olması ve salihler kafilesine katılması için Rabb'ine yalvarıyor.

Allah'ın azabından emin değil, endişe ediyor... Peygamber seçildikten sonra bile az olmasından ve şükrünün noksan kalmasından korkuyor. Allah'a karşı takva bilinci ve korkuyla hareket eden, O'nun rızasını ve rahmetini gönülden arzu eden bir duyarlılık ile O'nun nimeti olduğu gibi ortaya çıkıyor. Burada karınca söylüyor. Hz. Süleyman, Allah'ın lütfu ve öğretmesiyle onun dediklerini anlıyor.

Burada sadece bir değil iki mucizeyle karşılaşıyoruz. Birincisi Hz. Süleyman'ın karıncanın kendi topluluğunu sakındırmasını anlaması. İkincisi ise, karıncanın bu gelenin Hz. Süleyman ve askerleri olduğunu anlamasıdır. Birincisi yüce Allah'ın Hz. Süleyman'a öğrettiği ilimden kaynaklanan bir mucizedir. Hz. Süleyman ise hem bir insan, hem bir peygamberdir. Bu mucize vadideki karıncalar yüce Allah'ın hayatlarını korumaları için bünyelerine yerleştirdiği içgüdülerin etkisiyle tehlikeden kaçabilirler. Ama bu karaltıların, Hz. Süleyman ve orduları olduğunu anlaması ise gerçekten insanların şimdiye kadar eşine rastlamadıkları bir mucizedir. Bu tür durumlarda konuyu mucizelerden saymaktan başka çare yoktur.

Şimdi Hz. Süleyman'ın Hudhud ve Sebe kraliçesi ile ilgili kıssasına geliyoruz. Bu bölüm altı sahneden oluşuyor. Sahne aralarında edebi boşluklar vardır. Ve bu boşluklar sunulan sahnelerle bir uyum oluşturup onlarla anlam kazanmaktadır. Sahneler edebi sunuş güzelliğiyle tamamlanıyor. Hikâyede bazı sahnelerden sonra verilen bir takım yorumlar da yer alıyor. Bunlarla da kıssada sahnelerin ne amaçla sergilendikleri ortaya konuyor. Ve Kur'an'daki genel özellik uyarınca hikâyelerden çıkarılması gereken ibret ve derslerde belirtiliyor. Bu yorumlar, sahneler ve boşluklarla çok güzel bir uyum içine giriyor. Hem edebi güzellik yönü hem de vicdani yönü ile tam bir ahenk sergiliyor.

Kıssada Hz. Süleyman'dan söz açıldığı için onun emri altındaki cinlere, insanlara ve kuşlara değinmek gerektiği gibi ilim nimetine de işaret gerekiyor. Zira cinlerin, insanların ve kuşların ilim konusundaki fonksiyonları üzerinde duruluyor. Ve ilmin fonksiyonu özellikle ön plana çıkarılıyor. Sanki bu giriş ile kıssada önemli rol alan herkese bir işarette bulunuyor. Bu ise Kur`an kıssalarında gerçekten önemli bir edebi özelliği oluşturuyor.

Aynı şekilde bu girişte kişilerin özel karakterleri ve bu karakterlerin en belirgin özellikleri de açıklık kazanıyor. Hz. Süleyman'ın kişiliği, kraliçenin kişiliği, hudhud'un kişiliği ve kraliçenin yakın çevresinin kişiliği bu arada netlik kazanıyor. Bunun yanında değişik tablolarda ve durumlarda bu şahsiyetlerin psikolojik durumları ve tepkileri de ortaya çıkıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder