20 Mayıs 2013 Pazartesi

Neml Suresi 20-26 Âyetleri S. Kutub ve Mevdudi Tefsiri



20- Süleyman, ordusunun kuşlardan oluşan birliğini denetleyince dedi ki "Hudhud'u niçin göremiyorum, yoksa burada değil mi?

21- Onu ya ağır bir cezaya çarptıracağım ya keseceğim ya da bana mazeretini belgeleyen açık bir kanıt getirecek.


İşte hem hükümdar hem peygamber olan Hz. Süleyman. Güçlü ve büyük ordusu içinde... Şimdi o kuşları denetliyor fakat Hudhud’u göremiyor. Buradan anlıyoruz ki, bu kuş denetleme sırasında özel bir görevi olan bir hudhud'du. Yoksa bu kuş yeryüzünde bulunan yüz binlerce, milyonlarca hudhud kuşu içerisinde sıradan bir kuş değildi. Hz. Süleyman'ın özellikle bu kuşu araması da onun bu ayırıcı bazı özelliklerini ortaya koymaktadır. Bu dikkatli, uyanık bir kuştur.

Cinlerden, insanlardan ve kuşlardan oluşan onca büyük kalabalık içinde bir tek askerinin kaybolması Hz. Süleyman'ın gözünden kaçmıyor. Çünkü o ordusunun baştan sona denetim altında tutuyor. Böylece ayrılma ve geride kalmanın önüne geçiyor.

Bu nedenle hudhud kuşunu esnek, şahane ve güzel bir cümle ile soruyor: "Hudhud'u niçin göremiyorum, yoksa burada değil mi?”

Hudhud'un kaybolduğu anlaşılıyor. Hükümdarın onu sorması üzerine herkes, hudhud'un izinsiz olarak ordudan ayrıldığını öğreniyor! Öyleyse konu, anarşizmin engellenmesi için kesin bir tavır almayı gerektiriyor. Hükümdarın bu sorusundan sonra mesele bir sır olmaktan çıkıyor. Eğer bu konuda iş sıkı tutulmazsa diğer askerlere kötü bir örnek olabilirdi. İşte bu nedenle disiplinli bir hükümdar olan Hz. Süleyman emrine aykırı olarak ortadan kaybolan bu askerine tehditler savuruyor. "Onu ya bir cezaya çarptıracağım ya keseceğim"

Fakat biz biliyoruz ki, Hz. Süleyman yeryüzünde zorbalık yapan bir kral değildir. O Allah'ın bir elçisidir. Ve henüz ortadan kaybolan hudhud'un söylediğini dinlememişti. Onu dinlemeden ve sebebini araştırmadan hakkında son hükmü vermesi doğru olmazdı. İşte burada adil olan peygamberin karakteri ortaya çıkıyor  "Ya da bana, mazeretini belgeleyen açık bir kanıt getirecek."

Birinci sahne henüz sona ermeden hudhud kuşu çıkageliyor. Yanında çok ilginç hatta Hz. Süleyman'ı şok eden büyük bir haber var. Aynı şekilde gözlerimiz önüne serilen hikâyedeki bu olay bizi de şaşkınlığa düşürüyor.


22- Hudhud çok geçmeden çıkagelerek dedi ki: "Senin bilmediğin bir şeyi öğrendim, sana Saba'dan çok önemli bir haber getirdim. "

23- "Ben o yörenin halkını yöneten bir kadınla karşılaştım. Allah ona her şeyi vermiş, görkemli bir tahtı var. "

24- "Onun ve soydaşlarının Allah'ı bir yana bırakarak güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, yaptıkları yanlış işleri onlara güzel göstererek kendilerine doğru saptırmış, bu yüzden doğru yolu bulamıyorlar. "

25- Şeytanın amacı, onları göklerdeki ve yeryüzündeki gizli şeyleri meydana çıkaran gerek saklı tuttukları ve gerekse açığa vurdukları tüm duygularını bilen Allah'a secde etmelerini engellemektir.

26- O Allah ki, kendisinden başka ilah yoktur ve yüce Arş'ın Rabb'idir.


Hudhud hükümdarın kesin kararlılığını ve disiplinini biliyor. Bu nedenle ortadan kayboluşunu açıklayacak ve hükümdarın dinlemesini sağlayacak sürpriz bir haberle sözlerine başlıyor: Senin bilmediğin bir şeyi öğrendim, sana Saba'dan çok önemli doğru bir haber getirdim. Halkından biri "senin bilmediğin bir şey biliyorum" dediği halde, hangi hükümdar bu adamı dinlemez ki? "Senin bilmediğin bir şeyi öğrendim."

Bu şok etkiyle hükümdarın kendisini dinlemesini sağladıktan sonra Sebe tarafından getirdiği kesin haberi ayrıntılarıyla anlatmaya başlıyor. Sebe ülkesi Arap yarımadasının güneyinde bulunan Yemen'in bir bölgesidir. Orada bu ülkeyi bir kadının idare ettiğini bildiriyor. "Allah ona her şeyi vermiş, görkemli bir tahtı var.”

Bu ifade kraliçenin hükmünün ve servetinin kuvvet ve güzel yaşam şartlarını en güzel biçimde gerçekleştirdiğini ifade ediyor: "Görkemli bir tahtı var." Zenginliği, refahı, teknolojik gelişmeyi gösteren ihtişamlı debdebeli bir hükümdarlık tahtı olduğu belirtiliyor kraliçenin. Kraliçe ve milletinin Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini belirtiyor. Burada onların sapıklığa düşüşlerini, şeytanın onlara yaptıklarını güzel göstermesine bağlanıyor. Bu nedenle onlar her şeyi bilen ve her şeyden haberi olan Allah'a kulluk etmeye fırsat bulamadıklarını açıklıyor. “Onun ve soydaşlarının Allah'ı bir yana bırakarak güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan yaptıkları yanlış işleri onlara güzel göstererek kendilerine doğru saptırmış, bu yüzden doğru yolu bulamıyorlar.”

Sebe, Güney Arabistan'da yer alan ve halkı ticaretle tanınmış bir ülke idi. Başşehri de, şimdiki Kuzey Yemen'in merkezi Sana'nın kuzey-doğusunda, takriben 55 mil mesafede olan Ma'rib kenti idi. Main krallığının yıkılışından sonra, M.Ö. yaklaşık 1100 yıllarında güç kazandı ve bin yıl boyunca Arabistan'da hüküm sürdüler. Daha sonra, M.Ö. 115 yılında onların yerini Himyerîler aldı. Bunlar da Arabistan'da; Yemen ve Hadramut, Afrika'da da Habeşiştan'ı idare etmiş, Güney Arabistan'ın meşhur başka bir milleti idi. Sebeliler, bir taraftan Afrika kıyıları, Hindistan, Uzak Doğu ve Arabistan'ın iç kısımlarının dâhil olduğu yerlerde cereyan eden tüm ticarî faaliyetleri, diğer taraftan Mısır, Suriye, Yunanistan ve Roma'ya yönelik ticareti ellerinde tutuyorlardı. Eski çağlarda servet ve refahları ile meşhûr olmaları işte bundandı. Hatta öyle ki, Yunan tarihçilerine göre o devirde dünyanın en zengin kimseleri bunlardı. Ticaret ve alışverişin yanında, ulaştıkları bu refahın başka bir nedeni de, ülkelerinin birçok yerinde barajlar inşa etmiş ve sulama maksadıyla yağmur suları toplamış olmalarıydı. Bu tesislerle ülkeyi gerçek bir bahçeye çevirmiş bulunuyorlardı. Yunan tarihçileri, Sebeliler ülkesinin olağanüstü yeşilliklerine dair ayrıntılı bilgileri bize kadar ulaştırmışlardır. Kur'an-ı Kerim de, Sebe Suresinin 15. ayetinde buna işaret eder.

Hüdhüd'ün söylediği "Senin bilmediğin şeyler hakkında bilgi edindim" anlamındaki cümle, Hz. Süleyman'ın (a.s) Sebe ülkesi hakkında hiç haberi olmadığını göstermez. Sınırları Kuzey Kızıldenizine (Akabe Körfezi ve çevresine) kadar uzanan Filistin ve Suriye hükümdarının, aynı denizin güney (Yemen ve çevresi) kıyılarını idare eden ve dünya ticaretinin de en önemli bir kısmını ellerinde tutan bir kavimden haberi olmaması imkansızdır (düşünülemez). Kaldı ki, Mezmurlar'a göre, Hz. Süleyman'ın (a.s.) babası Davud (a.s.) Sebe ülkesini biliyordu. Mezmurlar'da nakledilen duasında aşağıdaki kısımlara rastlamaktayız: "Ey Allah(ım) , krala senin hükümlerini ve kralın oğluna senin adaletini (doğruluğunu) ver. Senin kavmine adaletle ve zayıf kullarına hakk ile hükmetsin." (Mezmurlar, 72: 1-2) "Tarşiş ve adaların kralları ona baç getirsinler; Şeba ve Sebe (Yemen ve Habeş kolları) kralları hediyeler takdim etsinler." (Mezmurlar, 72: 9-10)  O halde 'Hüdhüd'ün demek istediği husus şudur: "Sebelilerin merkez şehrinde gözlerimle görüp de bildiğim şeyler hakkında sana henüz bir bilgi ulaşmış bulunmuyor."

Bu ayetler, Sebe halkının o dönemde, güneşe-tapmayı esas alan bir dine mensup olduğunu gösterir. Eski Arap rivayetleri de bu hususu doğrular mahiyettedir. İbn İshak, Soy bilimcilerin bu mealdeki ifadelerini nakletmiş bulunuyor. Şöyle ki, Sebeliler aslında, adı Abdüşşems (güneşin kulu veya güneşe tapan) , ünvanı da 'Sebe' olan bir atanın soyundan gelmişlerdir. Böyle bir izah İsrail kaynaklarınca da desteklenmektedir. Bütün bunlara göre, 'Hüdhüd' Hz. Süleyman'ın (a.s) mektubu ile bu ülkeye vardığı anda, Sebe melikesi güneş tanrısına tapmak üzere mabede doğru gidiyordu. Ve "Hüdhüd" o sırada getirdiği mektubu melikenin önüne attı.

Ayeti kerimede geçen "Hab'e" kavramı özlü bir ifade ile gizlenmiş şey demektir. İster gökten inen yağmur ve yerdeki bitkiler olsun, isterse yerin ve göklerin sırları olsun fark etmez. Bu sözcük; uçsuz-bucaksız evrende gayp perdesinin ötesinde gizlenmiş bulunan her şeyi içeren kinayeli bir sözdür. "Gerek saklı tuttukları ve gerekse açığa vurdukları tüm duyguları bilen Allah'a"… Bu da göklerde ve yerde gizlenmiş olan sırların insanın iç aleminden gizlenmiş olan sırlar ile karşılaştırılmasıdır. Psikolojik dünyasının, gizli-açık her şeyini kuşatmaktadır bu ifade.

Şu ana kadar hudhud, henüz hakkında kralın hüküm vermediği bir sanık konumundadır. Hudhud burada, anlattığı hikâyenin ardından her şeye gücü yeten, herkesin Rabb'i olan, yüce Arş'ın sahibi, tahtı ile hiçbir insan tahtının karşılaştırılamayacağı Allah'a işaret etmektedir. Böylece hükümdarın insani gücünü, Allah'ın büyüklüğü karşısında bastırmak, gölgede bırakmak istemektedir.

"O Allah ki, kendisinden başka ilah yoktur ve yüce Arş'ın Rabb'idir.” Kraliçenin ve milletinin yaptıklarının yorumu ile birlikte bu gizli işaret ile Hz. Süleyman'ın kalbine tesir etmektedir!

Biz şimdi kendimizi ilginç bir kuşla karşı karşıya buluyoruz. Bu, anlayış, zekâ ve inanç sahibi bir hudhud'dur. Haberi ustalıkla anlatmakta, konumunun özelliğini bilmektedir. Mahirane işaretlerde, değinmelerde bulunmaktadır. Secdenin ancak yerin ve göklerin gizliliklerini açığa çıkaran, yüce tahtın sahibi olan Allah'a yapılabileceğini kestirebilmektedir. Ama normalde hudhud kuşları anlayamazlar. Bu özel bir hudhud’dur. Kendisine bu özel yetenek verilmiştir. Bu ise alışılan şeylere ters düşen, mucizevî bir olgudur! Hz. Süleyman, hemen onu tasdik etmeye veya yalanlamaya kalkmıyor. Getirdiği büyük haberi hafife almıyor. Hemen araştırmaya geçiyor. Haberin sağlık derecesini belirlemeye çalışıyor.


27- Süleyman, hudhud'a dedi ki; "Göreceğiz bakalım, doğru mu söylüyorsun yoksa yalancının birimisin?"

28- "Şu mektubumu götürüp onlara at, sonra seni göremeyecekleri bir yere çekil de bak bakalım ne gibi bir sonuca varacaklar?"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder