28 Eylül 2012 Cuma

Tâ-Hâ Suresi 42-48 Ayetleri Tefsiri, S. Kutub


42- Sen ve kardeşin ayetlerimle, mucizelerimle gidiniz. Bu arada Adımı anmayı hiç ihmal etmeyiniz.

43- Firavun'a gidiniz. Çünkü o gerçekten azıttı.

44- Ona yumuşak sözler söyleyiniz. Belki aklı başına gelir ya da kötü akıbete uğramaktan korkar.


Sen ve kardeşin mucizelerimin itici enerjisinden güç almış olarak yola çıkınız. -Bilindiği gibi Hz. Musa, bunlardan değneğin yılana dönüşme mucizesi ile ak parıltı saçan el mucizesini gözleri ile görmüştü- Burada da Adımı anmayı hiç ihmal etmeyiniz. Bu sizin cephaneniz, silahınız, sırtınızı vereceğiniz sağlam dayanağınız, düşmez kalenizdir. Firavun'a gidiniz. Ben seni vaktiyle onun kötülüğünden korumuştum. O zaman yeni doğmuş bir bebektin. Bir sandukaya kapatıldın, sanduka nehre atıldı ve dalgalar onu kıyıya bıraktı. Bu terör senin kılına dokunamadı, bu korkular sana hiçbir zarar vermedi. Oysa şimdi eğitimlisin, donanımlısın, göreve hazırsın. Şimdikinden çok daha kötü, çok daha büyük tehlikelerden kurtulduğuna göre artılı sana bir şey olmaz.

Kardeşinle birlikte Firavun'a gidiniz. Çünkü o iyice azıttı, gemiyi azıya aldı, zorbalığını ayrı boyutlara vardırdı:

"Ona yumuşak sözler söyleyiniz."

Çünkü yumuşak söz, karşı tarafı kızdırmaz; onun günahla, kötülükle gururlanma damarını kabartmaz. Azgın zorbaların başını döndüren kof bencillik kompleksini depreştirmez. Tersine kalbi uyarır. Uyanan kalp ise öğüt alır, azgınlığın sonundan korkmaya başlar. .

Kardeşinle Firavun'a gidiniz. Giderken doğru yola dönmez önyargısına kapılarak umutsuzluğa kapılmayınız. Öğütlerinizi dinleyebilir, kötülüklerinden korkup vazgeçebilir iyimserliği içinde olunuz. Çünkü eğer bir çağrı görevlisi, çağrısının etkisi ile karşısındaki kimsenin doğru yola gelebileceğini ummazsa, coşku için çağrı görevini yapamaz, karşı tarafın ayak diremeleri ve inkârcılığı ile yüz yüze gelince tüm gücü ile davasını savunmayı sürdüremez.

Hiç kuşkusuz yüce Allah, Firavun'un başına neler geleceğini, sonunun nasıl olacağını biliyor. Fakat her işte olduğu gibi, çağrı görevinde de sebeplere yapışmak gereklidir. Yüce Allah, insanları yaptıklarına göre, bu yaptıkları kendi dünyalarında meydana geldikten sonra, hesaba çeker. Gerçi O, olup-bitenlerin öyle olacağını baştan bilir. Çünkü yüce Allah'ın olayların geleceğine ilişkin bilgisi şimdiki zamana ve geçmişe ilişkin bilgisi gibidir, O'nun bilgisi açısından zaman dilimleri arasında hiçbir fark yoktur.

Buraya kadar yüce Allah, Hz. Musâ’ya sesleniyordu. Sahne çölde geçen bir "söyleşi" sahnesi idi. Bu noktada ise mesafelerin, boyutların ve zamanların dürülüp aşıldığına tanık oluyoruz. Bir de bakıyoruz ki, Hz. Musa, kardeşi Harun ile beraberdir. İkisi birlikte Rab’lerine sesleniyorlar. Firavun ile karşılaşmalarına ilişkin korkularını, kendilerine hemen işkence yapacağından, çağrıları karşısında öfkelenip küplere bineceğinden endişe ettiklerini açıklıyorlar.


45- Musa ve Harun dediler ki; "Ey Rabbimiz, korkarız ki, Firavun bize karşı bir taşkınlık yapar, ya da azgınlığını artırır."

46- Allah, onlara dedi ki; "korkmayınız. Ben sizinle beraberim. Ben her şeyi işitir, her şeyi görürüm."

47- "Ona varınız ve deyiniz ki; 'Biz Rabbi’nin sana gönderdiği elçileriz. İsrailoğullarının bizimle birlikte Mısır'dan ayrılmalarına izin ver. Onlara işkence etme. Sana Rabbi’nden, doğru söylediğimizi kanıtlayacak mucizeler ile geldik. Doğru yola girenler esenliğe ereceklerdir."

48- "Bize gelen vahye göre Allah'ın ayetlerini yalanlayarak gerçeğe sırt çevirenler azaba uğrayacaklar."


Hz. Harun'un, uzun "söyleşi" olay sırasında Hz. Musâ'nın yanında olmadığı kesindir. Bu söyleşi yüce Allah'ın sevgili kulu Hz. Musâ ya özgü bir lütfudur Yüce Allah bu söyleşiyi uzatmış, bu konuşmayı geniş tutmuş, onu çeşitli son ve cevaplarla zenginleştirmiştir.
Buna göre Hz. Musa ile Hz. Harun'un "Ey Rab’imiz, korkarız ki, Firavun bize karşı bir taşkınlık yapar, ya da azgınlığını arttırır." şeklindeki sözleri "söyleşi" sırasında söylenmemişti. Fakat ayetler hikâyelerin canlı, duygulandırıcı, dokunaklı ve vicdanları etkileyici sahnelerine bir an önce ulaşabilmek için zaman ve yer boyutlarını dürüp aşıyor ve olayların arasında sözün akışından yararlanılarak doldurulabilecek boşluklar bırakıyorlar.

Buna göre Hz. Musa ile Hz. Harun, başkahramanımız Tur dağı yakınlarındaki "söyleşi"den döndükten sonra buluşmuş olmalıdırlar. Yüce Allah, Hz. Harun'a, Firavun'u hakka çağırmaya kardeşi ile birlikte gitmesini vahyetmiştir. İşte bunun üzerine ikisi birlikte korkularım, kaygılarını yüce Allah'a duyuruyorlar:

"Musa ve Harun dediler ki; 'Ey Rab’imiz, korkarız ki, Firavun bize karşı taşkınlık yapar, ya da azgınlığını arttırır."

"Taşkınlık" ilk aşamada hemen yapılan kötülük anlamına gelir. "Azgınlık" ise taşkınlıktan da işkenceden de daha geniş kapsamlı bir kavramdır. O günlerin zorba Firavunu bu kötülüklerin herhangi birini ya da her ikisini birlikte yapmaktan çekinmeyecek derecede azıtmış bir canavardır.

Yüce Allah hemen onlara kesin cevabını yetiştiriyor. Her türlü korkuyu ve endişeyi silen bir cevaptır bu:

"Allah onlara dedi ki; 'Korkmayız, Ben sizinle beraberim; Ben her şeyi işitir, her şeyi görürüm."

Ben sizin yanınızdayım. Ben ki, güçlü, kahredici, yüce ve uluyum. Ben ki, kullarımın üzerinde ezici bir egemenliğe sahibim. Ben ki bütün evreni, canlıları, fertleri ve nesneleri sadece bir "ol" direktifi ile yaratanım. İşte bu sıfatlarımla sizin yanınızdayım. Aslında bu kısa ve kesin güvence yeterlidir. Fakat yüce Allah onların güvenini pekiştirmeyi uygun görüyor. Bunun için desteğini somut bir gerekçeyle perçinliyor:

"Ben her şeyi işitir, her şeyi görürüm."

Firavun sizi karşısında görünce istediği kadar parlasın, taşkınlık yapsın, azıtsın; ne yazar, ne yapabilir, elinden ne gelir? Her şeyi işiten, her şeyi gören yüce Allah onlarla birlikte olduktan sonra o kim oluyor?

Bu güven verişin ardından çağrıyı nasıl yapmaları gerektiğine, nasıl bir tartışma yolu izleyeceklerine ilişkin bir talimatla, bir taktik dersi ile karşılaşıyoruz:

"Ona varınız ve deyiniz ki; 'Biz Rabb'inin sana gönderdiği elçileriz. İsrailoğullarının bizimle birlikte Mısır'dan ayrılmalarına izin ver. Onlara işkence etme. Sana Rabbi’nden doğru söylediğimizi kanıtlayacak mucizelerle geldik. Doğru yola girenler esenliğe ereceklerdir."

"Bize gelen vahye göre Allah'ın ayetlerini yalanlayarak gerçeğe sırt çevirenler azaba uğrayacaklardır."

Görüldüğü gibi bu taktik ile ilk önce elçiliklerinin temel dayanağını vurgulamaları emrediliyor:

"Biz Rabb'inin sana gönderdiği elçileriz."

Bu çarpıcı girişin amacı Firavun'a evrende kendisinin ve bütün insanların Rabbi olan bir ilahın varlığını duyurmaktır. Bu ilah o günlerin bazı yaygın putperest hurafelerinde ileri sürüldüğü gibi sadece Musa ile Harun'un, ya da sırf İsrailoğullarının ilahı değildir. Bu geleneksel hurafelere göre her oymağın ve her soy topluluğunun bir, ya da birkaç ilahı vardı. Bunun yanı sıra Firavun'un, Mısır da tapınılan bir ilah olduğu, çünkü ilahlar soyundan geldiği saplantısı da asılsızdır. Bu saplantı çeşitli yüzyıllarda yaygın bir biçimde savunula gelmiştir.

Arkasından Hz. Musa ile Hz. Harun'un misyonları, elçilik görevlerinin içeriği açıklanıyor:

"İsrailoğullarının bizimle birlikte Mısır'dan ayrılmalarına izin ver, onlara işkence etme."

Onların Firavun nezdindeki elçilikleri bu misyonla sınırlı idi. Yani İsrailoğullarını kurtaracaklar, Allah'ın birliği inancına döndürecekler ve yüce Allah'ın kendilerine yurt olarak belirlediği "Kutsal Topraklar"a göç etmelerini sağlayacaklardı (Sonradan bu yurtlarında kargaşa çıkaracaklar ve yüce Allah da onları toplu biçimde yok edecektir.)

Arkasından "Allah'ın elçileriyiz" derken doğru söylediklerine ilişkin kanıtlar gösteriyorlar:

"Sana Rabb'inden doğru söylediğimizi kanıtlayacak mucizelerle geldik."

Bu mucizeler sana Rabbimizin emri ile geldiğimizi, sınırlarını çizdiğimiz bu görevi bize verenin gerçekten yüce Allah olduğunu kanıtlar.
Arkasından Firavun'a özendirici, gönül alıcı bir söz söylüyorlar:

"Doğru yola girenler esenliğe ereceklerdir."

Yani umutları odur ki, Firavun, doğru yola girsin de esenliğe erenler arasına katılmayı hak etsin.

Bu özendirici cümleyi bir tehdit ve korkutma ifadesi izliyor. Fakat okuyacağımız sözlerin içerdiği tehdit ve korkutma direkt değildir, dolaylıdır. Çünkü Firavun'un kof büyüklük kompleksini ve azgınlığını depreştirmekten dikkatle kaçınıyorlar:

"Bize gelen vahye göre Allah'ın ayetlerini yalanlayarak gerçeğe sırt çevirenler azaba çarpılacaklardır."

Umutları odur ki, Firavun, Allah'ın ayetlerini yalanlayanlardan, gerçeğe sırt dönenlerden olmaz:
İşte yüce Allah, Hz. Musa ile Harun'un kalplerine böylece güven aşılamış, onların yolunu çizmiş ve işlerini programlamıştır. Artık ne yapacaklarını bilerek, adımlarını nasıl atacaklarının bilincinde olarak, kendilerine güvenerek yola çıkabilirler.

Bu noktada sahnenin perdesi iniyor. Bu perde tekrar kalktığında Hz. Musa ile Hz. Harun'u, azgın zorba ile karşılıklı konuşurken, hararetli hararetli tartışırken göreceğiz.

Hz. Musa ile Hz. Harun, Firavun'un yanına vardılar. Ayetler onun yanına nasıl gittiklerini anlatmıyor. Her şeyi işiten ve gören Rab’leri yanlarında olduğu halde o zorbanın yanına vardılar. Adına konuştukları, sözcüsü oldukları bu güç, bu otorite ne büyük bir güç, ne ezici bir otoritedir. Bu yüce otoritenin yanında Firavun gibi bir zorbanın lafı mı olur? Varsın, kim olursa olsun! Yanma girince Rab’lerinin kendilerine duyurmayı emrettiği mesajı duyurdular ona. Şimdi karşısında durduğumuz sahne Hz. Musa ile Firavun arasında geçen bir karşılıklı konuşma ile başlıyor. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder