1-
Ta, ha.
2-
Biz sana bu Kur'an'ı sıkıntıya düşesin diye indirmedik.
3-
Onu Allah'tan korkanlara uyarı olsun diye indirdik.
4-
O, yeri ve yüce gökleri yaratan Allah tarafından indirildi.
5-
O rahmeti bol olan Allah, Arş'a kurulmuştur.
6-
Göklerdeki, yerdeki, bu ikisi arasındaki ve toprağın altındaki tüm varlıklar
O'nundur.
7-
Söyleyeceğin sözü ister sesli olarak, ister içinden söyle. Çünkü Allah saklıyı da, saklının saklısını da bilir.
8-
O kendisinden başka ilah olmayan Allah'tır. Ve en güzel isimler O’nunkilerdir.
Gönlü okşayan, ılık
meltemli bir "giriş"
karşısındayız. Bu giriş, Arap alfabesinin iki harfi ile başlıyor. Bu harfler,
anlamlı bir cümle oluşturmayan, birbirinden kopuk harflerdir. Böyle başlayan
diğer surelerde dediğimiz gibi bu kopuk harflerin anlamı şudur: Bu sure -tıpkı
bu Kur'an gibi- gördüğünüz bu harflerin bileşiminden oluşur. Yalnız bu surenin
başında kullanılan iki kopuk harfin müzikal melodileri, tüm suredeki durakların
melodileri ile aynı ses tonunu yansıtır. Bu harfler kısa okunuşlu "elif'
sesleri ile bağlanıyor, böylece ayet sonlarının melodisi ile ses uyumu meydana
getiriyorlar.
Bu iki harfin hemen
arkasından böyle kopuk harfler ile başlayan surelerin tümünde olduğu gibi
"Kur'an" gündeme geliyor. Bu gündeme geliş, Peygamberimize yönelik
bir "seslenme" biçiminde karşımıza çıkıyor:
"Biz
sana bu Kur'anı, sıkıntıya düşesin diye indirmedik."
Biz sana bu Kur'anı,
mutsuzluğunun gerekçesi ya da sebebi olsun diye indirmedik. Onu okurken ve
gereklerini yerine getirirken sıkıntıya düşesin diye bu Kitab'ı sana indirmiş
değiliz. Bu Kitab'ı sana indirmekle seni, gücünü aşan bir yükün, ağır bir
sıkıntının altına da sokmak istemedik. Bu kitap zorluk çekmeden okunabilen,
rahat anlaşılır, akıcı ifadeli bir kitaptır. Getirdiği yükümlülükler de insan
gücünü aşmaz. Sana yapabileceğin görevler yüklüyor; gücünün yetmeyeceği işleri
empoze etmiyor. Onun gücünün sınırları içinde kalan buyrukları yerine getirmek
bir sıkıntı değil, tersine bir nimettir; yücelikler âlemi ile ilişki kurma
fırsatıdır; güç ve güven arama girişimidir. İnsana hoşnutluk, birliktelik ve ilişki bilinci aylar.
Ayrıca biz sana bu
Kur'anı, ne insanlarla ilişkilerinde sıkıntıya düşesin, ne de insanlar ona
inanmıyorlar diye mutsuz olasın diye indirmedik. Senin görevin, insanları zorla
bu Kitab'a inandırmak değildir. Onlar hesabına hayıflanmanı da istemiş değiliz.
Çünkü bu Kitab'ın fonksiyonu öğüt vermek ve uyarmaktır:
"Onu
Allah'tan korkanlara uyarı olsun diye indirdik."
Allah'tan korkanlar,
kendilerine öğüt verildiğinde öğüt alırlar, Rablerinden çekinerek günahlarının
bağışlanmasını dilerler. Peygamberin görevi işte bu noktada sona erer. O
kalplerin kilitli kapılarını açmakla, gönüllere ve vicdanlara egemen olmakla
yükümlü değildir. Bu iş, Kuranın indiricisi olan yüce Allah'a düşer. O, tüm
evrenin sınırsız egemeni, kalplerin gizli sırlarının kuşatıcısıdır:
"O,
yeri ve yüce gökleri yaratan Allah tarafından indirildi. O rahmeti bol olan
Allah, Arş'a kurulmuştur. Göklerdeki, yerdeki, bu ikisi arasındaki ve toprağın
altındaki tüm varlıklar O'nundur."
Yani bu Kur'anı indiren
Allah, yerin ve göklerin, "yüce"
göklerin yaratıcısıdır. Buna göre yücelikler âleminden gelen Kur'an, tıpkı yer
ve gökler gibi evrensel bir olgudur. Bu ayetlerde evrene egemen olan yasalar
ile Kur'anın insanlara indirdiği hükümler arasında bağ kuruluyor. Öte yandan
yüce gökler ile yeryüzü arasındaki düzey farkının bir benzeri, yücelikler âleminden
inen Kur'an ile yeryüzü arasında da vardır. Burada bu simetrik uyuma, bu
çakışmaya da dikkat çekiliyor.
Bu Kur'anı yücelikler âleminden
yere indiren, yeryüzünü ve yüce gökleri yaratan "rahmeti bol olan"
Allah'tır. Buna göre O, Kur'anı, kulu sıkıntı çeksin, mutsuz olsun diye
indirmiş olamaz. "Rahmeti bol" sıfatı burada bu esprinin farkına
varılsın diye vurgulanmaktadır. Yüce Allah, tüm evrenin sınırsız egemenidir:
"O
rahmeti bol olan Allah, Arş'a kurulmuştur."
"Arş'a kurulmak"
sonsuz üstünlüğü, sınırsız egemenliği anlatmayı amaçlayan dolaylı, kinayeli bir
ifadedir. Öyleyse insanların geleceklerine yön verecek olan O'dur. Peygambere
düşen sadece Allah'tan korkanlara öğüt vermektir. Sonsuz üstünlük ve sınırsız
egemenlik yanında kayıtsız mülk sahibi olmak ve bilgisi ile her şeyi kuşatmak
da O'nun sıfatları arasındadır:
"Göklerdeki,
yerdeki, bu ikisi arasındaki ve toprağın altındaki tüm varlıklar
O'nundur."
Burada bazı evrensel
kesitlerin kullanılması, Allah'ın yaygın mülkiyetini ve bilgisinin her şeyi
kuşattığını somut şekilde ifade ederek insanlara kavrama kolaylığı sağlamak
içindir. Yoksa meselenin çapı aslında burada söylenenden çok daha büyüktür.
Kısacası varlık âleminde her ne varsa bütünü ile O'nundur. Varlık âleminin
bütünü ise, doğallıkla, "göklerdeki, yerdeki, bu ikisi arasındaki ve
toprak altındaki varlıklar"dan çok daha geniş kapsamlıdır.
Yüce Allah'ın mülkiyet
alanına giren her şey aynı zamanda O'nun bilgisinin kapsamı içindedir:
"Söyleyeceğin
sözü ister sesli olarak, ister içinden söyle. Çünkü Allah saklıyı da, saklının
saklısını da bilir."
Burada "Göklerdeki,
yerdeki, bu ikisi arasındaki ve toprağın altındaki tüm varlıklar O'nundur”
ayetinin içeriği ile "söyleyeceğin sözü ister sesli olarak, ister içinden
söyle. Çünkü Allah saklıyı da, saklının saklısını da bilir" ayetinin içeriği arasında bir uyum, bir
çağrışım örtüşmesi olduğunu görüyoruz. Sebebine gelince evrenin görünen ve
algılanan tüm varlıkları ile açıkça söylenen, kelimelere dökülen sözler
terazinin bir kefesine konurken, toprak altındaki saklı varlıklar ile
gönüllerde gizli tutulan duygular, ayetin deyimi ile "saklı ile saklının saklısı" öbür kefeye konuyor. Böylece
Kur'an'daki uyumlu ve simetrik tasvir üslubunun çarpıcı bir örneği ortaya
konuyor. "Sır" gizli şeyler demektir. "Sırdan daha gizlisi"
ise saklılığın ve perde gerisinde oluşan daha ileri derecelerini tasvir eden,
somutlayıcı bir ifadedir ve bu ifade yer katmanlarının derinliklerinde bulunan
varlıkların simetriği, çakışığıdır.
Bu ayetlerdeki
Peygamberimize yönelik seslenişin amacı O'nun kalbine güven aşılamaktır.
Rabbinin yanı başında olduğunu, O'nun söylediği her sözü işittiğini, Kur'anı
kendisine sıkıntı çektirmek için indirmediğini, O'nu asla yalnız ve kâfirler
karşısında desteksiz bırakmayacağını vurgulamaktır. Eğer Peygamberimiz O'na
sesli olarak yalvarıyorsa bilmelidir ki, Allah sözün saklısını da, saklının
saklısını da bilir. Eğer Peygamberimizin kalbi yüce Allah'ın yanı başında
olduğunu, gizlisi ile fısıltısı ile, bütün duygularını bildiğini hissederse
güvene kavuşur, hoşnut olur, bu yüce yakınlığın birlikteliğinden güç alır.
Artık yüce Allah'ın ayetlerini yalanlayan entrikacıların arasındaki
yalnızlığından ürkmez, inanç sisteminin ve zihniyetinin karşıtları arasında
gariplik, öksüzlük kompleksine kapılmaz.
Bu giriş bölümü yüce
Allah'ın sınırsız egemenliğini, ortaksız mülkiyetini ve sonsuz bilgisini dile
getirdikten sonra O'nun birliğini, tekliğini ilân ederek noktalanıyor:
"O,
kendisinden başka ilah olmayan Allah'dır ve en güzel isimler O'nun
isimleridir."
Buradaki "en güzel" sıfatı hem diğer
ayetlerin duraklarındaki ses uyumuna paralel düşüyor, hem de o ayetlerin
içerikleri ile çağrışım ortaklığı kuruyor. Bu ortak çağrışım hem bu giriş
bölümünün ve hem de tüm surenin havasına sinen rahmet, Allah'a yakınlık ve
ilahi gözetim çağrışımıdır.
HZ.
MUSA VE PEYGAMBERLİĞİ
Daha sonraki ayetlerde
yüce Allah, Peygamberimize Hz. Musa'nın hikâyesini anlatıyor.
Bu hikâye, insanları yüce
Allah'a çağırma görevini yüklenmek üzere seçilmiş peygamberlere yönelik ilahi
gözetimi kanıtlayan bir örnek olarak sunuluyor. Hz. Musa hikâyesi, Kur'anda en
çok anlatılan peygamber hikâyesidir. Fakat her surede o surenin ana konusuna,
genel havasına ve çağrışım sistemine uygun düşen bölümleri anlatılır.
Maide suresinde bu
hikâyenin sadece bir bölümüne yer verilmişti. Bu bölümün konusu, Yahudilerin
kutsal topraklardaki bir kentin kapısı önünde durmaları, kentte zalim bir
kavmin yaşadığı gerekçesi ile içeriye girmek istememeleri idi. Kehf suresinde
de hikâyenin bir tek bölümü yer almıştı. Bu bölümde Hz. Musa'nın, Allah'ın
"iyi kullarından biri" ile
tanışması ve onunla bir süre arkadaşlık etmesi anlatılmıştı.
Bakara, A'raf, Yunus
sureleri ile bu surede hikâyenin birden çok bölümüne yer verildiğini görüyoruz.
Fakat hikâyenin bu surelerde anlatılan bölümleri sureden sureye farklılık
gösterir. Kimi surelerde anlatılan bölümler değişik olduğu gibi, kimi surelerde
de ele alınan bölümün farklı taraflarına dikkat çekilmektedir. Böylece
hikâyenin anlatılan bölümü ile içinde yer aldığı surenin anlatım doğrultusu
arasında uyum ve paralellik gözetilmektedir.
Meselâ Bakara suresinde bu
hikâyeden önce Hz. Âdem’in hikâyesine yer verilmekte, Hz. Âdem’in yücelikler âleminde
ağırlanması, yüce Allah'ın kendisini yeryüzü halifesi olarak görevlendirmesi ve işlediği kusuru bağışladıktan sonra
kendisine nimet sunması anlatılıyor. Arkasından Hz. Musa hikâyesine
geçiliyor. Bu geçişin amacı şudur: Yahudilere, yüce Allah'ın bağışladığı
nimetler hatırlatılıyor. Verdiği sözü tutarak kendilerini Firavun'un ve zorba
adamlarının elinden kurtardığına değiniliyor. İstekleri üzerine kendilerine su
sağlandığı, bunun için yerden fışkıran pınarlara kavuşturuldukları, ayrıca
onlara yiyecek olarak kudret helvası ile bıldırcın eti armağan edildiği
anlatılıyor. Ayrıca Hz. Musa'nın yüce Allah ile buluşması, O'nun yokluğunu
fırsat bilen Yahudilerin altın bir buzağıya tapmaları, arkasından yüce Allah'ın
bu sapıklıkları bağışlaması, sonra kendilerinden, bir kayanın altında bağlılık
sözü alması, arkasından Cumartesi günü yasağını çiğnemeleri ve en son olarak
itirazcı karakterlerini sergileyen "inek" hikâyesi gündeme
getiriliyor.
A'raf suresinde ise bu
hikâyenin öncesinde bir uyarı yer alıyor. Bu uyarıda Hz. Musa döneminden önce
yaşamış kâfirlerin, yüce Allah'ın ayetlerini yalanlamış sapıkların acı
sonlarına değiniliyor ve arkasından söz bu hikâyeye getiriliyor.
Hikâyenin orada anlatılan
bölümleri şöyle sıralanıyor: Hz. Musa'ya peygamberlik görevinin verilişi; “değnek”
ve "ak parıltı saçan el" mucizeleri; İsrailoğullarının su baskını,
çekirge sürüsü, zararlı böcek salgını, kurbağalar ve kanlı su mucizeleri ile
sınavdan geçirilişleri, büyücüler olay, Firavun ile yüce Allah'ın ayetlerini
yalanlamış yakın adamlarının acı sonu, Hz. Musâ'nın yokluğunu fırsat bilen Yahudilerin
altından yapılmış bir buzağı heykeline tapmaları. Ve hikâyenin orada anlatılan
bölümleri, "şu okuma-yazmasız Peygamber"in, yani bizim
Peygamberimizin izinden giden mü'minlerin, yüce Allah'ın rahmetinin ve
hidayetinin yeni mirasçıları olarak ortaya çıktıkları ilân edilerek
noktalanıyor.
Yunus suresinde ise bu
hikâyenin öncesinde, yüce Allah'ın ayetlerini yalanlamış eski toplumlara
ilişkin toplu-yok oluş sahneleri sunuluyor. Bu sahnelerin arkasından ele alınan
Hz. Musa hikâyesinde Hz. Musa'nın peygamber olarak görevlendirilişi, büyücüler
sahnesi, Firavun ile soydaşlarının nehir sularına gömülüp yok edilişleri
ayrıntılı olarak anlatılıyor.
Bu sureye gelince, Hz.
Musa hikâyesinin burada sunulan bölümlerinden önce bir giriş bölümü ile
karşılaşıyoruz. Bu giriş bölümünde yüce Allah'ın, peygamber olarak
görevlendirdiği, insanlara bu inanç sisteminin sesini duyurmak üzere seçtiği
elçilerine yönelik rahmeti ve himayesi vurgulanıyor. Arkasından bu hikâye
gündeme geliyor. Böylece hikâyenin tüm bölümleri, bu ilahi rahmetin ve himayenin şemsiyesi altına alınıyor.
Sonra hikâyenin
ayrıntılarına geçiliyor. Önce Hz. Musa ile yüce Allah arasındaki söyleşi
sunuluyor. Bu söyleşide yüce Allah'ın, Hz. Musa'ya yönelik himayesinin,
yüreklendirici desteğinin çeşitli örnekleri hatırlatılıyor. Bu himaye ve desteğin,
Hz. Musa'nın peygamber olduğundan önceki dönemlerini de kapsadığına, ilk
çocukluk çağından beri bu himayeyi ve desteği hep yanı başında bularak
büyüdüğüne yüce Allah'ın kendisini her zaman koruması ve gözetimi altında
bulundurmuş olduğuna işaret ediliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder