15 Nisan 2012 Pazar

A'raf Suresi 63-72 Tefsiri - Mevdudi

63- "Sakınıp rahmete kavuşmanız için, içinizden sizi uyarıp korkutacak bir adam aracılığı ile bir Zikir (Kitap) gelmesine mi şaştınız?"


Burada, Hz. Nuh (a.s.) ile kavmi arasında geçmiş olan hadise, Hz. Muhammed'le (s.a) halkı arasında tam bir benzerinin meydana gelmesinden dolayı rivayet edilmiş, anlatılmıştır. O'nun daveti, Hz. Nuh'unki ile, çağrısına verilen cevap da, ileri gelen sapıkların Hz. Nuh'a verdikleri cevapla hemen hemen aynı idi. Kureyş ileri gelenlerinin, Hz. Muhammed'in (s.a) davetine karşı sebep oldukları şüpheler, yüce peygamberden binlerce yıl önce kavminin ileri gelenleri tarafından Hz. Nuh'un (a.s) çağrısına karşı yapılmış olanların aynısıydı ve karşılıkları da Hz. Nuh tarafından verilmiş cevapların aynısıydı. Dahası, Rasûllerin hayatlarında, kavimlerinin, davetlerine karşı takınmış oldukları tavır da Mekke ileri gelenlerinin göstermekte oldukları tutum ile aynı idi. Bundan dolayı, Kur'an ilgili hitaplarında her devirde peygamberlerin getirdiği davetin ve sonunda o davete karşı gelip inkâr eden kimselerin, şu ana kadar aynı olduğunu ve bundan sonra da aynı olacağı gerçeğini vurgulamaktadır.




64- Onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide onunla birlikte olanları kurtardık, ayetlerimizi yalan sayanları da suda boğduk. Çünkü onlar kör bir kavimdi.


Kur'an-ı Kerim'de muayyen yerlerde, muayyen peygamberlerin tebliğlerinden belli olayların kısa kısa anlatılışı, bütün bir olayın birkaç hadiseyle bittiği tahminine sebep olmuştur. Sanılır ki, bir peygamber önce kavmi önünde davasını ilân etmiş, onlar da karşı itirazlarda bulunmuşlar, daha sonra peygamber onları cevaplamış fakat onlar yine karşı gelerek davetin bâtıl olduğunu ilân etmişler ve olay böylece birkaç kez tekrarlandıktan sonra Allah cezasını indirmiştir. Bu tip bir bilgi, Kur'an'ın üslûbuna yabancı olanların yanlış bir zannından ibarettir. Bu olaylar, uzun zaman süren bir kavganın sadece birkaç safhasıdır. Çünkü Kur'an, aynı yerde meydana gelen bir kıssanın tüm ayrıntılarını vermez. Bazı tarihi olayların naklinde, Kur'an, anlatımı sadece o anda münakaşa konusu kısımla doğrudan ilgili olan bölümle sınırlar ve gerekli olmayan diğer bütün teferruatı geçer. Bunu biraz daha açıklamak için, Hz. Nuh'un (a.s.) bu kıssasından örnekler getirelim: Burada gaye, bir peygamberin davetine karşı gelmenin ve yalanlamanın sonuçları hakkında insanları uyarmaktır. Bundan dolayı, Hz. Nuh'un (a.s.) davetini halkına anlatmaya devam ettiği zaman sürecinin tümünü zikretmek gerekli değildir. Fakat Hz. Muhammed (s.a) le ashabına sabrı talim etmek için Hz. Nuh'un kavmine davetini sürdürdüğü zamanın uzunluğu hakkında özel bir dikkat çekmektedir. Bunun hatırlatılması, birkaç yıllık çabalarının hiçbir önemli ve ivedi sonucunu görememekle Hz. Muhammed (s.a) ve ashabının umutlarını kaybetmemeleri, aksine, umudunu yitirmeden, her türlü elverişsiz şartlarda görevini yapan Hz. Nuh'un (a.s.) kıssasından bir ders almaları gerektiği hususunda onların cesaretlerini arttırmak içindir. (Bkz. Ankebut: 14: Andolsun, biz Nuh'u kendi kavmine (peygamber olarak) gönderdik(21) o da içlerinde elli yılı eksik olmak üzere bin sene yaşadı. Sonunda onlar zulmetmekte devam ederlerken tufan kendilerini yakalayıverdi.

Aynı şekilde, "İlahî Daveti yalanlayan ve Onu bâtıl görüp öyle muamelede bulunan kimseleri helâk ederiz" gibi cümleleri tekrar tekrar okudukları zaman, bazı insanlar şüpheci hale gelir ve "öyleyse bugün, niçin aynı şeyler meydana gelmiyor?" diye sorabilirler. Bunlar, Kur'an'da anlatılandan farklı bir yapıda olsa da, ulusların bu dünyada, bir yükselip bir çöktüklerini kabul ederler. Fakat peygamberlerin iyice tanınıp anlaşılmasından sonra bir kavmin zelzele, tufan, kasırga veya yıldırım misali ani bir azap ile yok olması farklıdır. Bu kuşkunun ortadan kalkması için, insanın bir peygamberin içinden doğup çıktığı bir toplumla, peygamberin şahsen bulunmadığı bir toplum arasındaki farkı kavraması gereklidir. O, Allah'ın davetini, onlara, hem de kendi dilleriyle doğrudan anlatır ve karşı gelmelerine hiçbir mazeret bırakmamak için, bizzat kendi şahsında inandırıcı tam ve mükemmel bir model sunar. Bundan dolayı böyle bir toplum, bu gibi açık ayetlerden sonra, ilahî davete karşı geldiğinde, en şiddetli şekilde cezalandırılmayı da hak eder. Daveti doğrudan doğruya peygamberden almayıp ona dolaylı yollardan ulaşan bir toplumun durumu, tabii ki böyle bir toplumun durumundan farklıdır.


Onların, helâk edilme cezalarının hemen anında uygulanması, peygamberlerin kendi zamanlarında yaşamış olmalarındandır. Bunun şimdi uygulanmamasında şaşılacak birşey yok. Çünkü peygamberlik zincirinin sonuncusu Hz. Muhammed'den (s.a) sonra hiçbir peygamber gelmiş değildir ve kıyamet gününe kadar da gelmeyecektir. Binaenaleyh peygamberleri yalanlayanlara gelen azap gibi, şimdi de azap gelirse eğer, bu çok şaşırtıcı olacaktır. Çünkü o takdirde bu azap bazı türedilerin peygamberlik iddialarına delil teşkil eder.


Yine de bu, Allah Teâlâ'nın bu tür cezaları uygulamayı bıraktığı anlamına gelmez. Hakikatte şimdi bile Allah'ın kendisine gelen ve sapıtan topluluklar üzerine ihtar ve ceza kabilinden afetler gönderdiği müşahede edilmekte. Fakat onlar, ne yazık ki, dikkatlerini asıl nedene çevirmemekteler, aksine bu belâlara, tuttukları kötü yolun bir sonucu olarak bakmak yerine, fiziksel nedenlerin ötesine geçemeyen bilim adamları, tarihçileri, felsefecileri, bu olayları bazı fiziksel ve tarihsel yasalara hamlederek bu insanları yanlış tarafa çekerler. Bu sözde alimler, insanların dikkatlerini, üzerlerinde bir Allah olduğu gerçeğine çevirmelerine mani olurlar. O Allah ki, evvela bazı ufak afetler ile onları yanlış, kötü yolları konusunda uyarmış ve daha sonra da, eğer bu tutumlarında ve hayat tarzlarında ısrar ederlerse tamamiyle helâk cehennemine atmıştır.





65- Ad (toplumuna da) kardeşleri Hud'u (gönderdik) . (Hud, kavmine:) "Ey kavmim, Alah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. Hâlâ korkup-sakınmayacak mısınız?" dedi.


"Ad", en eski Arabistan kabilelerinden birisi idi. Bu kavmin kıssaları çok iyi bilinmekte ve ülkenin her yerinde anlatılmaktaydı. Onların güç, kuvvet ve zenginlikleri hakkındaki hikâyeler çok meşhur hale gelmiş ve sonuçta kökünden helâk edilişleri de ibret alınacak bir örnek olarak anlatılmıştır. 

Eski Arap şiirinde bu kavim sık sık geçer. Arap kabileleri nesep uzmanları, yok olmuş, nesilleri kesilmiş ilk Arap kabilesi olarak Ad kavmini zikrederler. Günün birinde Ad kavminin yaşamış olduğu topraklarda oturan Beni Zahl b. Şeyba adında birinin Yüce Peygamber'e (s.a) geldiği ve çok eski çağlardan beri Ad kavmi hakkında anlatılagelmiş olan hikâyeler naklettiği rivayet edilmiştir.


Kur'an'a göre Ad kavmi, etrafı Hicaz, Yemen ve Yemame ile çevrilmiş olan Ahkâf adındaki bölgede otururdu. Burasını merkez tutarak Yemen, Umman ve Hadramût'tan Irak'a kadar uzanan çok geniş bir alana hakimiyetlerini kurmuşlardı. Tarih yönünden kalıntıları oldukça eski olmasına rağmen Güney Arabistan'da Ad kavmine atfedilen bazı kalıntılar halen vardır. Hadramut'un bir bölgesinde, Hz Hud'un (a.s.) olduğu söylenen bir mezar mevcuttur. 1837'de İngiliz donanmasında görevli James R. Wellested, Hısn-ı Gurab yakınında, Hud peygamberden bahseden bir levha buldu. Dahası, levhadaki yazı, burada yaşamış olanların Hz. Hud'un (a.s.) şeriatını takip edenler olduğunu de gösteriyordu. 



Daha fazla açıklama için bkz. Ahkâf 21 Âd'ın kardeşini hatırla; onun önünden ve ardından nice uyarıcı-korkutucular gelip geçmişti; hani o, Ahkaf'taki kavmini: "Allah'tan başkasına kulluk etmeyin, gerçekten ben, sizin için büyük bir günün azabından korkmaktayım" diye uyarıp-korkutmuştu...: Çünkü Kureyş'in ileri gelenleri, bu servetleri ve reislikleri dolayısıyla çok gururlanıyorlardı. Bu yüzden onlara Ad Kavminin kıssası anlatılıyor. Arap Yarımadası'nda bu kavim, bu bölgede eski zamanlarda yaşamış en güçlü kavim olarak çok iyi bilinmekteydi.


Ahkaf, hikf'in çoğuludur. Sözlük manası "kum tepeleri" demektir. Fakat ıstılahen Arabistan çölünün (Rubul-Hali) güney-batı kısmının ismidir. Bugün ise bu bölgede kimse yaşamamaktadır.

İbn İshak'ın rivayetine göre, Ad Kavminin yurdu, Umman'dan Yemen'e kadar uzanmaktaydı. Kur'an, bunların asıl yurdunun El-Ehkaf olduğunu belirtmiştir. Buradan çıkarak civarındaki ülkeler ve zayıf ülkeler üzerine hakimiyet kurmuşlardı. Bugün bile, Arap Yarımadası'nın güneyinde yaşamakta olan halklar, bu bölgede bir zamanlar Ad Kavminin yaşadığını bilmektedirler.

Şimdiki Mükella şehrinden 125 mil kuzeyde Hadramut taraflarında bir makam vardır. Burada Hud'un (a.s) mezarının olduğuna inanılır. Kabr-i Hud ismiyle meşhurdur. Her yıl Şaban ayının 15'inde Arap Yarımadası'nın değişik yerlerinden binlerce kişi burada toplanarak bir merasim düzenlerler. Her ne kadar tarihsel olarak bu mezar ispatlanmamışsa da burada bir kabrin inşa edilmiş olması ve Güney Arabistan halkının çoğunun oraya rağbet etmesi, mahalli rivayetlere göre Ad kavminin yurtlarının buralar olduğunu ispatlamaktadır. Öte yandan yöre halkı Hadramut'ta bulunan birçok harabeyi (ruins) bu güne kadar Ad kavminin evleri olarak anmaktadır. El-Ahkaf'ın bu günkü halini gören kimse, bir zamanlar buralarda şanlı ve pek güçlü bir medeniyetin yaşamış olduğunu düşünemez. Muhtemeldir ki binlerce sene önce bu bölgeler verimli ve yeşillik idi. Daha sonra meydana gelen bir iklim değişikliği dolayısıyla bir çöl haline gelmiş olabilir. Bu gün ise ıssız bir çöl halindedir. İçerlerine girmeye kimse cesaret edememektedir. 1943 yılında Bavyeralı bir asker bunun güney kenarına kadar ulaşmıştı. Bu şahıs anlatıyor: "Hadramut'un kuzeydeki yüksek tepelerinden aşağıya bakınca bu çöl sanki bin feet  kadar aşağıda gözüküyordu. Yer yer beyaz kısımları vardı ki eğer onlara bir şey düşerse o kumun içinde mahvolur gider ve tamamen çürürdü. Arabistan bedevileri bu bölgeden çok korkarlar ve katiyyen oraya gitmeye cesaret edemezler. Bir kere hiçbir bedeviyi razı edemeyince yalnız başıma gittim. Buranın kumu adeta toz gibi çok incedir. Ucuna ip bağlı bir şakülü uzaktan fırlattım. Beş dakika içerisinde hemen kumun içine gömüldü. İpin uç kısmı ise çürümüştü."


66- Kavminin önde gelenlerinden küfre sapanlar dediler ki: "Gerçekte biz seni 'aklî bir yetersizlik' içinde görmekteyiz ve doğrusu biz senin yalancılar olduğunu da sanmaktayız."

67- (Hud:) "Ey kavmim" dedi. "Bende 'akıl yetersizliği' yoktur; ama ben gerçekten alemlerin Rabbinden bir peygamberim" dedi.
68- "Size Rabbimin risaletini tebliğ ediyorum. Ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm."

69- "Sizi uyarıp-korkutmak için aranızdan bir adam aracılığıyla Rabbinizden size bir zikr'in gelmesine mi şaşırdınız? (Allah'ın) Nuh kavminden sonra sizi halifeler kıldığını ve sizin yaratılışta gelişiminizi arttırdığını (veya üstün kıldığını) hatırlayın. Öyleyse Allah'ın nimetlerini hatırlayın da umulur ki kurtuluş bulursunuz."

"Allah'ın nimetlerini, ikramlarını hatırla ve O'nun bunları senden geriye alacak güce sahip olduğunu da unutma" gibi bir anlama gelebilir.


70- Dediler ki: "Sen bize yalnızca Allah'a kulluk etmemiz ve atalarımızın tapmakta olduklarını bırakmamız için mi geldin? Eğer gerçekten doğru sözlülerden isen, bize vadettiğin şeyi getir, bakalım."

Bu ayet, Hud kavminin ne Allah'ın varlığından habersiz olduğunu, ne O'nu inkâr ettiğini, ne de O'na ibadet etmeyi reddettiğini gösterir. Onların kabule yanaşmadıkları husus, Hz. Hud'un (a.s.) hiçbir şeyi ortak koşmaksızın yalnız tek Allah'a ibadet etmeye olan çağrısıdır.


71- Andolsun dedi, "Rabbinizden üzerinize bir azab ve bir gazab gerekli kılındı. Sizin bile babalarınızın isimlendirdiği (düzüp uydurduğu)  bir takım isimler (düzme tanrılar ve kurallar) adına mı benimle mücadele ediyorsunuz ki Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Öyleyse bekleyedurun, şüphesiz, ben de sizlerle birlikte bekliyorum.

"Birisine, "Yağmur Tanrısı", bir diğerine "Hava Tanrısı", "Refah Tanrısı", "Afet Tanrısı" vs. gib adlar veriyorsunuz. Halbuki, bunlar hiçbir şeyin tanrısı değildir. Sadece sizin uydurduğunuz adlardır bunlar." 

Günümüzde bile, birtakım insanlar diğerleri için "zorlukları gideren", "ihsanlar bağışlayan" vs. gibi isimlerle anarlar. Halbuki onun kimseye bağışlayacak bir ihsanı, hazinesi yoktur. Verecek birşeyi olmayan birisine "veren" demektedirler. Hakikatte bu lakaplar, bu sıfatlarla mavsuf olabilme yetkisi olmayanlara takılan boş laflardır. Bunun için, eğer bir kimse bu lakapların doğruluğunu ispat etmeye çalışırsa, aslında, gerçek ile bir alâkası olmayan bu isimler üzerinde münakaşaların büyümesine neden olur, o kadar.

Yani, "Kendi bilginize göre, "Rablerin Rabbi" diye tanımladığınız Allah gerçekte, bu ilâhlardan hiçbirini, bir ilâhın veya rabbin yetkilerini verip temsilci seçmemiştir. O, ne ilâhlık gücünün bir kısmını, filan veya falana vermiş, ne de herhangi bir kişiyi "bağışlayıcı" veya "güçlükleri bertaraf edici" olarak, kuvvet vermek suretiyle yetkili kılmıştır. Siz, bizatihi kendi arzunuzla bu ünvanları hoşlandıklarınıza verdiniz."


72- Böylece onu ve onunla birlikte olanları katımızdan bir rahmet ile kurtardık. Ayetlerimizi yalan sayarak inanmamış olanların da kökünü kuruttuk.

"Ardlarını kestik, köklerini kazıdık" ayetinin anlamı, "Biz onları, kökünden öyle yerle bir ettik ki, arkalarında onlardan hiçbir eser kalmadı" demektir. Bu, Arap Yarımadasında anlatılagelen rivayetlerle de, yerleşmiş bir hakikattır. Arkeolojik kalıntılarda, "İlk Ad" kavmine mensup insanların yapıları bile, yeryüzünden bütünüyle helâk edildiklerini göstermektedir. Arap tarihçileri, Ad kavmini, soyu kurumuş, kaybolmuş kabilelerden sayarlar. Öte yandan, Hz. Hud'un (a.s.) takipçilerinin bu felaketten kurtulduklarını ve "İkinci Ad" adıyla bilindiklerini ve Hısn-ı Gurab yazıtlarının da bunların bir kalıntısı olduğunu söylemekteler. Yaklaşık, Hz. İsa'dan (a.s.) 1800 yıl önce yazılmış bu yazıtlardan birkaç alıntı yapalım:

"Bu kalenin içinde, uzun bir zaman son derece, refah ve bolluk içinde yaşadık. Kanallarımız her zaman su ile dolu idi.. Ve idarecilerimiz her türlü kötülükten uzak asil krallardı. Bununla beraber huzuru ve barışı bozanlara karşı sert ve güçlü idiler. Bizi, Hz. Hud'un (a.s.) şeriatına göre yönettiler ve bütün önemli kararları bir kitaba yazarlardı... Biz mucizelere ve ölümden sonraki hayata inanırız."

Yukarıdaki bu alıntılar, Hz. Hud'a (a.s.) inananların, Ad kavminin eski azamet ve zenginliğinin varisleri haline geldiği hususunda Kur'an da ifade edilen gerçeği doğruluyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder