3 Nisan 2012 Salı

A'raf Suresi 24-27 Tefsiri - Mevdudi

بِسْــــــــــــــــــمِ اﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم  




24- (Allah) Dedi ki: "Kiminiz kiminize düşman olarak inin. Yer yüzünde belli bir vakte kadar sizin için bir yerleşim ve meta (geçim) vardır."


"Haydi inin" sözü, başkaldırışlarına bir ceza olarak "Cennet'ten kovulmaları" gibi yanlış bir anlayışı akla getirmemelidir. Çünkü Kur'an, çeşitli yerlerde Allah'ın, onların (Adem ile Havva'nın) tövbelerini kabul ettiğini bildirmiş ve günahlarını bağışladığını açıkça ilan etmiştir. Ve bu buyruğun, ceza olarak anlaşılacak bir yanı da yok. Ve üstelik onlar, yeryüzünde Allah'ın halifeleri olarak gönderilmişlerdir, zaten insanoğlunun yaratılışının birinci gayesi de bu değil mi? 


Ayrıca Bkz. Bakara 35-38Ve dedik ki: "Ey Adem, sen ve eşin cennette yerleş. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz." Fakat Şeytan, oradan ikisinin ayağını kaydırdı ve böylece onları içinde bulundukları durumdan çıkardı. Biz de: "Kiminiz kiminize düşman olarak inin, sizin için yeryüzünde belli bir vakte kadar bir yerleşim ve meta vardır" dedik. Derken Adem, Rabbinden (birtakım) kelimeler aldı. (Allah da) Bunun üzerine tevbesini kabul etti. Şüphesiz O, tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir. Dedik ki: "Oradan tümünüz inin. Artık, ne zaman size benden bir hidayet gelir de, kim benim hidayetime uyarsa, onlar için ne bir korku vardır, ne de mahzun olacaklardır."


Arapça zalim kelimesi çok geniş kapsamlı bir kelimedir. Zulüm "bir hak veya görevi ihlâl etmek"tir. Zalim ise, bir hak veya görevi ihlâl eden kişidir. Allah'a isyan eden bir kişi üç temel hakka tecavüz etmiş demektir: İlk olarak o, itaate lâyık olan Allah'ın haklarına tecavüz etmiştir. Daha sonra isyanına alet ettiği tüm eşya ve varlıkların, örneğin kendi organ ve yetilerinin, diğer insanların, işlerine yardım eden meleklerin ve zulmü sırasında kullandığı bütün her şeyin haklarına tecavüz etmiş olur. Çünkü bütün bunların, Allah'ın dileği doğrultusunda kullanılmaya hakkı vardır. Son olarak kendi haklarına tecavüz etmiş olur; çünkü, kendi nefsinin de kendisi üzerinde, kendisini ziyana uğratmaktan korumak gibi bir hakkı vardır. Kendisi isyan etmek suretiyle Allah'ın azabına uğradığında da, kendi kendisine zulmetmiş olur. Bu nedenle Kur'an, günahı, birçok yerde zulüm olarak niteler.


Bu, Adem ve Havva'nın, halife olarak tayin edildikleri yeryüzüne gönderilmelerinden önce eğilimlerinin denenmesi için "Cennet"te tutulduklarını gösterir. Denenmeleri için bir ağaç seçilmiş ve ona yaklaşmaları bile yasaklanmıştı. Bu yasağı çiğnediklerinde, Allah katında zalimlerden sayılacakları konusunda da uyarılmışlardı.


Bu imtihan için Cennet en uygun yerdi; çünkü bu şekilde insana, Allah'ın halifesinin asıl uygun olan yerin Cennet olduğu, fakat şeytanın aldatıcı sözlerine inanırsa Cennet'ten mahrum olacağı gösterilmiş olacaktı. Cennet'i tekrar kazanmanın tek yolu ise, insanı her an saptırmak için fırsat kollayan düşmana karşı başarı kazanmaktı.


Ağacın adı ve özelliği Kur'an'da belirtilmemiştir; çünkü ağacın özünde kötü bir özellik yoktu. O sadece imtihan amacıyla seçilmişti.


"Şeytan insanın düşmanı, insan da şeytanın düşmanı olacaktır." Şeytan'ın, insanı Allah'ın yolundan saptırıp felâkete sürüklemek istemesi, onun, insanın en büyük düşmanı olduğunu gösterir. Diğer taraftan insanın insanlığı, ona, şeytanla savaşmasını söyler. Fakat ne yazık ki insan şeytanın yalanlarına o denli kapılır ki, onu dost edinmeye başlar. Fakat bu, onların karşılıklı düşmanlığının dostluğa dönüştüğü anlamına gelmez. Bu sadece insanın düşmanı tarafından kandırıldığı ve kendi önüne atılan tuzağa yakalandığı anlamına gelir.


Hz. Adem (a.s.) bu günahına pişman olup Allah'a yönelerek tövbe etmek istediğinde, Allah'tan bağışlanma dilemek için uygun kelimeler bulamadı. Allah da, pişman olduğu için ona acıdı ve ona gerekli sözleri öğretti.


Arapça tövbe kelimesi "geri dönmek" ve "yönelmek" anlamlarına gelir. İnsana uygulandığında, onun isyandan itaate döndüğü anlamına gelir. Allah'a atfedildiğinde, O'nun kuluna yönelip affettiği anlamına gelir.


Kur'an burada günahın sonuçlarının kaçınılmaz olduğu ve her insanın işlediği günahın cezasını öyle veya böyle çekeceği teorisini reddeder. Bu, insanların uydurduğu ve insanlığa zarar veren yanlış teorilerden biridir. Bu teori, doğru varsayıldığında, insan bir günah işlese artık düzelme ümidini tamamen yitirir, demeye gelir. Geçmişte işlediği bir günahtan pişman olsa ve onu düzeltmenin yollarını arasa ve hayatında birçok iyi değişiklikler yapsa da, bu teori onu ümitsizliğe boğar: Senin için hiçbir ümit yok, sonsuza dek suçlusun, geçmişte yaptıklarının cezasını çekeceksin. 


Bunun aksine Kur'an şöyle der: "Bir günahı cezalandırmak veya fazileti mükâfatlandırmak tamamen Allah'ın elindedir. Eğer iyi bir işten ötürü mükâfatlandırılmışsanız, bu sizin iyi davranışınızın doğal bir sonucu değil, aksine Allah'ın lütfudur. O mükâfatlandırıp, mükâfatlandırmama konusunda son söze sahiptir. Aynı şekilde bir günahtan ötürü cezalandırılmışsanız, bu, günahınızın kaçınılmaz bir sonucu değildir. Çünkü Allah, cezalandırmaya veya affetmeye kâdirdir. Elbette Hüküm ve Hikmet sahibi olan Allah bu kudretini gelişigüzel kullanmaz; bilâkis, kişinin niyetini gözönünde bulundurur. Eğer iyi bir davranışı mükâfatlandırırsa, ancak kulunun iyi amelleri, kendi rızasını kazanmak için işlediğini gördüğünde mükâfatlandırır. Ve eğer görünürde iyi olan bir davranışı reddederse, onun samimi olmadığını bildiği için reddeder. Aynı şekilde, bir suçu isyan amacıyla işledikten sonra, pişmanlık yerine daha çok suç işleme isteği doğuran bir suçu cezalandırır. Bunun yanısıra kullarının içtenlikle pişman olduğu ve artık daha iyi ameller işlemeye karar verdikleri günahlarını affeder ve Rahmetini gösterir. O halde günahların sonucunun kaçınılmaz olduğunu savunan görüşü reddetmek, günahkârların düzelmesi için yeni ümit kapılarını açmaktadır. Günahlarını (bir rahip önünde değil, Rableri önünde) itiraf edip, isyanlarından utanç duydukları, isyankâr tutumlarını bırakıp itaatkâr bir tavır takındıkları sürece en büyük günahkârlar ve en azılı kâfirler bile Allah'ın bağışlamasından ümit kesmemelidirler. 


Bağışlama olayından sonra bu emrin tekrarlanması çok önemlidir. Bir önceki ayette Hz. Adem'in (a.s.) tövbe ettiği ve Allah'ın da onun tövbesini kabul ettiği bildirilmişti. Bu şekilde sadece Hz. Adem (a.s.) itaatsizlik günahından arınmış olmakla kalmıyor; daha sonra onun neslinden gelecek olanlar da bu günahın etkilerinden korunmuş oluyordu. O halde Hz. Adem'in (a.s.) ve onun soyundan gelenlerin günahlarına kefaret olmak üzere Allah'ın "Biricik Oğlu"nu (!) çarmıha germesi gerekmiyordu. Aksine Allah sadece onun tövbesini kabul etmekle kalmamış, aynı zamanda onu çocuklarına doğru yolu göstermesi için peygamber tayin etmişti.


"Oradan inin" emrinin tekrarlanması, Hz. Adem'in (a.s.) yaratılış gayesinin onun yeryüzünde halife tayin edilmesi olduğunu gösterir. O, sadece denenmek ve imtihan edilmek amacıyla Cennet'te tutulmuştu. Bu nedenle tövbesinin kabul edilmesinden sonra Cennet'te kalmasına izin verilmemiştir. Hz. Adem (a.s.) , dünyaya bir ceza olarak gönderilmemiş, yaratılış amacı nedeniyle gönderilmiştir.




25- Dedi ki: "Orda yaşayacak, orda ölecek ve ondan çıkarılacaksınız."

26- Ey Ademoğulları, biz sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise ve size 'süs kazandıracak bir giyim' indirdik (varettik) . Takva ile kuşanıp-donanmak ise, bu daha hayırlıdır. Bu, Allah'ın ayetlerindendir. Umulur ki öğüt alıp-düşünürler.



Kur'an bu paragrafta, Hz. Adem ile Hz. Havva kıssasını çıplaklığın kötülüğünü ortadan kaldırmak için araç olarak kullanmıştır. Şeytan, İslâm öncesi Arapları örtünmenin, sadece süslenmek ve vücudu sert hava şartlarından korumak mânâsına geldiği inancına sevkederek baştan çıkarmıştı. Bundan dolayı onlar, genel olarak örtünmenin gerçek amacını önemsemediler, avret yerlerini örtmek kaygısı taşımadılar ve başkalarının yanında ayıp yerlerini örtmekten, yani cinsel organlarını açıkta tutmaktan çekinmediler. Üstelik, bir kısım Araplar özellikle Kâ'beyi hac mevsiminde çırılçıplak tavaf ederlerdi. Hanımları ise, bu konuda erkeklerinden daha hayasız idiler. Onlar bunu dinî bir hareket olarak kabul ediyorlar ve bunu sanki faziletli bir amel imiş gibi yapıyorlardı.


Bu kötülük sadece Araplara mahsus olmadığından, aksine (bugün bile) dünya halklarının çoğu bu suçu işlemiş olduğundan hitap bütün insan soyuna şamildir. Bundan dolayı da bütün insanlık ikaz edilmektedir. Şöyle ki: "Ey Adem'in çocukları, çıplaklık Şeytan'ın sizi içine düşürdüğü açmazın bir belirtisidir. Rabbinizin hidayetini yok sayıp, O'nun peygamberlerini reddettiğiniz için kendinizi, sizi fıtrî haya duygusundan çıkarıp ilk ebeveynlerinizi saptırmayı planladığı şu utanç dolu duruma düşüren Şeytan'a yine kendi elinizle teslim etmiş oldunuz. Eğer ciddi olarak düşünürseniz, siz, peygamberlerin rehberliği olmaksızın kendi fıtrî isteklerinizi ne doğru ve tam olarak anlayabilir ve ne de bu isteklere doyurucu karşılık verebilirsiniz" sonucuna ister istemez mutlaka geleceksiniz.




27- Ey Ademoğulları, şeytan, anne ve babanızın çirkin yerlerini kendilerine göstermek için, elbiselerini sıyırtarak, onları cennetten çıkardığı gibi sakın sizi de bir belaya uğratmasın. Çünkü o ve taraftarları, (kendilerini göremeyeceğiniz yerden) sizleri görmektedir. Biz gerçekten şeytanları, inanmayacakların dostları kıldık.


Bu paragraf, örtünme konusunda aşağıdaki hususları açıkça ortaya koyuyor.


1) Örtünme ihtiyacı insanda, sunî olarak değil, aksine insan yaratılışının önemli bir eğilimi olarak vardır. Bundan dolayı Allah, diğer canlılarda olduğu gibi insan vücudunda doğal bir örtü yaratmamıştır. Bunun yerine, insanın tabiatında, utanma ve haya duygusu daha yaratılırken yerleştirilmiştir. Ve ayrıca, Allah, insandaki cinsel organları sadece seks organları olarak değil, aynı zamanda, daha ilk yaratılışı anında onları başkalarının yanında açılması hoş karşılanmayan haya organları olarak yaratmıştır.


Dahası Allah insana, haya yerlerini gizleyecek hazır herhangi bir örtü vermemiş, aksine insanın tabiatında onları herhangi bir örtü ile saklaması gerektiği duygusunu yerleştirmiştir. Ayet 26'da işaret edilen husus ise şudur: Allah insana, vücudundaki haya organlarını gizlemek duygusunu ilham etmiştir. Bundan dolayı insan, bu ilham edilmiş eğilimin doğallığını sezmeli ve Cenabı Hakk'ın yarattığı maddelerden kendisine bir örtü yapmalıdır.


2) 26. Ayette vücudun avret yerlerinin örtünmesi, bedenin korunması ve süslenmesine öncelik sayılması gerçeği, örtünmede fiziksel işlevden ziyade ahlâkî işleve daha büyük önem verildiğinin açık bir delilidir. Böylece, insanın doğasının hayvanınkinden tümüyle farklı olduğu açıktır. Bundan dolayı Allah, hayvanların doğuştan vücutlarını korunmuş ve örtülü halde yaratmış, bu nedenle de onlarda avret yerlerini örtmeleri için bir duygu da yerleştirmemiştir. Fakat Allah'ın hidayetini bir kenara bırakıp Şeytan'ın rehberliğini kabul etmeye başladıkları zaman insanlar, sanki "Örtümüzün işlevi hayvanlarda derilerin vücutları kaplaması gibi, sadece bedenlerimizi örtmek ve korumaktan ibarettir. Ayıp yerleri örtmeye gelince, giysilerin hiçbir önemi yoktur, çünkü bunlar sadece cinsel organlardır, utanılacak birşeyler değildir" demeye getirip yukarıda anlatılan düzeni ters çevirdiler.


3) Elbise ve örtünme sadece ayıp yerler örten bedeni koruyan ve süsleyen birer nesne olmaktan çıkıp aynı zamanda insanı takva sahibi kılan bir araç olarak görülmelidir. Elbise, gizlenmesi gereken kısımları kapatacak şekilde olmalı ve kişinin durumu gözönünde tutularak ne çok pahalı, ne de çok pejmurde olmalı, ne büyüklenme ve kendini beğenme ne de riyakâr bir hava taşımalıdır. Dahası dindar bir giyim, erkeğin kadın kıyafeti ve benzerlerini (kadının da tersini) giymemesini ve bu konuda müslüman olmayanları taklit etmemeyi gerektirmektedir. Çünkü, yalnız Allah'ın hidayetine inanan ve uyanlar, istenen takvaya erişebilirler. Fakat Allah'ın hidayetini kabul etmeyip şeytanları rehber edinenler diğer konularda da olduğu gibi burada da nice yanlışlara düçar kılınırlar.


4) "Örtünme", bütün yeryüzüne yayılmış ve insanları Hakk'ı tanımaya, bilmeye götüren Allah'ın ayetlerinden bir ayettir. Yukarda zikredilen örtünme konusundaki üç gerçeği, ciddi olarak düşünürseniz örtünmenin Allah'ın nasıl önemli bir ayeti olduğunu kolayca anlarsınız.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder