8 Nisan 2012 Pazar

A'raf Suresi 39-53 Tefsiri - Mevdudi

39- (Bu sefer) Önde gelenler, sonda yer alanlara diyecekler ki: "Sizin bize göre bir üstünlüğünüz yoktur, kazandıklarınıza karşılık olarak azabı tadın."


Kur'an, cehennemlikler arasında bu tür tartışmaları, bir çok yerde tasvir etmektedir. Örneğin, Sebe suresinin 31-32. ayetlerinde şöyle buyurulur:

"Keşke, sen o zalimleri, Rableri huzurunda tutuklanmış ve birbirlerini suçladıkları zaman bir görsen! Zayıf sayılanlar büyüklük taslayanlara: "Siz olmasaydınız elbette biz iman eden insanlar olurduk" diyorlar. Fakat büyüklük taslayanlar veya öyle kabul edilenler "Size hidayet geldiği zaman sizi ondan biz mi alıkoyduk, çevirdik? Hayır, zaten siz kendiniz suç işliyordunuz" derler. 



"Basit bir ifade ile şu demektir: "Hidayeti kabul etmemekten dolayı, asıl siz kendinizi suçlayın. Siz, teşvik ettiğimiz işe olan ihtirasınızdan dolayı kolayca tuzağımıza düştünüz, bizim kölelerimiz oldunuz, çünkü servete bizahiti tutsak idiniz. Biz, vicdanınızı satın almayı istediğimizde, hemen sattınız. Çünkü onu satmaya siz daha dünden razı idiniz. Sizi, maddeciliğe, dünyalıklara, milliyetçiliğe ve bu gibi şeylere tapınmaya çağırdığımızda, Allah'a ibadete karşı bir nefret ve dünyalıklara yönelik sevgi taşıdığınız için, hemen çağrımızı kabul ettiniz. Bundan dolayı Allah'a ibadet edenlerin davetini reddedip bizimkine önem verdiniz. Sizi, bâtıl dini şeylerle kandırmaya kalktığımızda, siz de hemen bunları kabul ettiniz. Çünkü bizatihi kendiniz, kalblerinizde aynı niyetleri besliyordunuz. Meselâ, öyle tanrılar arıyordunuz ki, "Sizden hiçbir ahlakî sorumluluk istemeden, her ne isterseniz yerine getirsin. Bu çeşit tanrılar verdik ve siz de aldınız. Meselâ öyle şefaatçılar aramakta idiniz ki, Allah'ın rehberliğini hiç kaale almadan, dünyada hoşlandığınız herşeye müsamaha etsin ve Cennete girmeniz için size de aracılık etsin. Biz de bu gibileri sizlere hemen temin ediverdik ve siz de kabul ettiniz. Mesela, öyle dinler arıyordunuz ki, Allah'a inancınız sebebiyle karşı karşıya kalacağınız her türlü zorluk, kısıtlama ve fedakârlıklardan uzak, iptila olduğunuz herşeye izin veren, adeta size tabi olan dinler. Biz de böyle kolay, eğlenceli dinler yaptık sizler için ve siz de teslim oldunuz. Yani kısacası, sizin dalâlete düşmenizden salt biz sorumlu değiliz, siz bundan pay sahibisiniz. Eğer dalâleti, sapkınlığı size biz temin ettiysek, siz de kendi rızanızla bunların alıcısı oldunuz."




40- Şüphesiz ayetlerimizi yalanlayanlardan ve onlara karşı büyüklenenler, onlar için göğün kapıları açılmaz ve halat (ya da deve) iğnenin deliğinden geçinceye kadar cennete girmezler. Biz suçlu-günahkârları işte böyle cezalandırırız.

41- Onlar için cehennemden yataklar ve üstlerine de örtüler vardır. Biz zulme sapanları işte böyle cezalandırırız.


42- İman edenler ve salih amellerde bulunanlar -ki biz hiç kimseye güç yetireceğinden fazlasını yüklemeyiz- onlar da cennetin ashabı (halkı) dırlar. Onda sonsuz olarak kalacaklardır.


43- Biz onların göğüslerinde kinden ne varsa çekip almışız. Altlarından da ırmaklar akar. Derler ki: "Bizi buna ulaştıran Allah'a hamd olsun. Eğer Allah bize hidayet vermeseydi biz doğruya erişmeyecektik. Andolsun, Rabbimizin elçileri hak ile geldiler." Onlara: "İşte bu, yapmakta olduklarınıza karşılık olarak mirasçı kılındığınız cennettir" diye seslenilecek.



Eğer dünyada iken, iyi insanların arasında husumet, dostça olmayan duygular ve yanlış anlaşılmalar var idiyse, ahirette bunların tümü izale edilecektir. Kalbleri düşmanlıktan tümüyle temizlenmiş ve canciğer dostlar olarak cennete gireceklerdir. O derece ki, eski muhalif, rakip ve tenkitçisini gören herkes, beraberce cennetin nimetlerini paylaşarak eski düşmanını görmekten herhangi bir memnuniyetsizlik duymayacaklardır. Bir keresinde Hz. Ali bu ayeti okurken şöyle dedi: "Umuyorum ki Allah, benimle Osman, Talha, Zübeyr arasındaki yanlış anlamayı kökünden halledecektir."
Eğer bu ayeti geniş manasıyla düşünürsek, Allah'ın iyi kullarının şaibeli halde cennetine girmelerini istemediği, aksine onları cennete girmeden önce lütfu ile temizleyeceği sonucuna varırız. Böylece onlar oraya tam arınmış ve saf bir halde gireceklerdir.



Burada salihlerin cennete girişi sırasında yer alacak olan güzel bir olaya işaret edilmekte. Bir taraftan müminler yaptıkları güzel amelleriyle cenneti kazanan ve fakat bununla övünmeyip sadece seviç ve şükür halinde "Bütün bunlar Allah'ın lütfundandır, zira biz bunu hak etmedik" diyerek Allah'a hamdederlerken diğer taraftan, Allah, kendi lütfu olduğunu ima bile etmeyip şöyle buyuracak, "Siz bunu amellerinizle hak etmiş bulunuyorsunuz. O sizin kazançlarınızın karşılığıdır. Bu sadece bir bağış değil fakat emeğinizin bir meyvesi, gayretlerinizin mükâfatıdır, kazandığınız değerli bir hayattır". İhsanına uygun düşsün diye Allah, "Biz karşılık vereceğiz" ifadesi yerine "Onlar bir ses duyacaklar" cümlesini kullanır.

Gerçekte, Allah'ın kulları bu dünyada da benzer şekilde davranırlar. Zalimlerin aksine, onlar herhangi bir dünya başarısı karşısında gururlanıp, "Bu bizim kendi yetenek iş ve çabamızın neticesidir" deyip daha da asi olmaz ve dünyada fesad yaymazlar. Bu gibi asilerin tersine, Allah'ın gerçek kulları, dünyalık bütün başarıların O'nun yardımıyla olduğunu düşünür ve Allah'a şükredip hamdederler. Allah'tan ne kadar çok yardım görürlerse, o derece mütevazi, lütufkâr ve merhametli olurlar. İyi amellerine güvenip de, "Hiç kuşkumuz yok ki, kurtuluşa ereceğiz" demezler. Onun yerine kusurlarından dolayı Allah'tan özür diler, O'nun yardım ve merhametine güvenir ve hesaplarının kendi aleyhlerine dönmesinde her an korku ve endişe içinde olurlar.


Buhari ve Müslim'de rivayet edilen bir hadis-i şerif yukarda zikredilen hususu teyit etmektedir. Allah'ın Rasûlü, bir gün ashabını, "Sadece amellerinizin sevabı ile cennete giremeyeceğinizi kesinlikle bilmelisiniz" diyerek uyarmıştı. "Bu sizin için de söz konusu mu?" diye sordular. "Evet, Allah'ın yardımı ve merhameti olmazsa benim için de" diye cevap vermişti.





44- Cennet halkı, ateş halkına (şöyle) seslenecekler: "Bize Rabbimizin vadettiğini gerçek olarak bulduk; siz de Rabbinizin vadettiğini gerçek buldunuz mu?" Onlar da: "Evet" derler. Bundan sonra içlerinden seslenen biri (şöyle) seslenecektir: "Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun."
45- "Ki onlar Allah'ın yolundan alıkoyanlar, onda çarpıklık arayanlar ve onlar ahireti tanımayanlardır."


46- İki taraf arasında bir engel ve burçlar (A'raf) üstünde de hepsini yüzlerinden tanıyan adamlar vardır. Cennete gireceklere: "Selam size" derler, ki bunlar, henüz girmeyen fakat (girmeyi) 'şiddetle arzu edip-umanlardır.'



"Araf"taki insanların durumu muallakta olup haklarında daha karar verilmemiş insanlardır. Çünkü müsbet yönleri cennete sokacak derecede güçlü olmadığı gibi, menfi yönleri de cehenneme gönderecek zayıflıkta değildir. Bu yüzden, cennet ile cehennem arasında, durumları karara bağlanana kadar bekleyeceklerdir.




47- Gözleri cehennem halkından yana çevrilince: "Rabbimiz, bizi zalimler topluluğuyla birlikte kılma" derler.

48- Burcun üstündeki adamlar, kendilerini yüzlerinden tanıdıkları (ileri gelen birtakım) adamlara seslenerek derler ki: "Ne (güç ve servet) toplamış olmanız, ne büyüklük taslamalarınız (istikbârınız) size bir yarar sağlamadı."



49- "Kendilerine Allah'ın bir rahmet eriştirmeyeceğine yemin ettiğiniz kimseler bunlar mıydı? (Cennettekilere de) Girin cennete. Sizin için hiç bir korku yoktur ve siz mahzun olmayacaksınız."

50- Ateşin halkı, cennet halkına seslenir: "Bize biraz sudan ya da Allah'ın size verdiği rızıktan aktarın." Derler ki: "Doğrusu Allah, bunları küfre sapanlara haram (yasak) kılmıştır";


51- Onlar, dinlerini bir eğlence ve oyun (konusu) edinmişlerdi ve dünya hayatı onları aldatmıştı. Onlar, bu günleriyle karşılaşmayı unuttukları ve bizim ayetlerimizi 'yok sayarak tanımadıkları' gibi, biz de bugün onları unutacağız.



Cennet ve cehennem halkı ile A'raftakiler arasında geçecek konuşmalarda, ahirette insanın yeteneklerinin ne denli güçlü olacağı hakkında bazı fikirler kurabiliriz. Görme yeteneği, Cennet, Cehennem ve A'raftakiler istediklerinde birbirlerini görebilecekleri derecede kuvvetli olacaktır. Yine konuşma ve duyma kabiliyetleri gibi hassasiyetleri de o derece artacak ki, farklı bu üç dünyanın insanları birbirleriyle hiçbir engel olmaksızın konuşmalarını sürdürebileceklerdir. Biz, bu ve benzeri Kur'an'ın gelecek dünyayı tanımlamalarından, kişilik yapımızda bir değişiklik olmadan, ahiretteki hayat kanunlarının, dünyamızdaki kanunlardan farklı olacağını öğreniyoruz.

Ne yazık ki, Kur'an ve hadislerde geçen bu gibi tanımlamalar, yaşadıkları sınırlı maddi dünyanın dışında daha büyük imkânlarla donatılmış bir alemin varlığını idrak ve tahayyül edememeleri nedeniyle bazı insanları şüpheye düşürmektedir. Herşeyi dünya ölçüleriyle değerlendirdiklerinden bu gibi kimseler Kur'an ve hadislerde gördükleri bu tasvirlerle istihza ederler. Fakat hayat tasavvurları onların dar akılları gibi sınırlı da değildir.





52- Andolsun, biz onlara ilme dayalı açıklamalar veren bir Kitap verdik ki bu Kitap iman edenler için bir hidayet ve rahmettir.


Yani, "Kur'an, gerçekliğin ve bu dünyadaki hayatında uyulması gereken doğru tavrın detaylarını ve Doğru Yol'un temel prensiplerini insana vermektedir. Hem sonra, bu açıklamaların şüphe, varsayım veya arzulara değil, bilâkis saf ve sağlam bilgiye dayandığı hususu ayrıca belirtilmesi gereken bir konudur.


Kur'an irşad'dır. Tebliği öyle nettir ki, üzerinde düşünen herkesi doğru yola iletir. Buna ilaveten O, irşada inanan ve öğretilerine uyan kimselerin hayatlarında bu hidayetin pratik etkilerini görmek mümkündür. Ve bir "Rahmet"tir. Çünkü onu kabullenen ve hayatını ona uyduran kişinin zihinsel dünyasında, ahlaki yapısında ve karakterinde hayırlı bir inkilab (devrim) meydana getirir. Bunun doğruluğu, yüce peygamberin ashabının hayatında meydana gelen fevkalede değişikliklerle ispatlanmıştır.




53- Onlar, onun tevilinden başkasına bakmazlar mı? Onun tevilinin geleceği gün, daha önce onu unutanlar, diyecekler ki: "Gerçekten Rabbimizin peygamberleri bize hakkı getirmişlerdi. Şimdi bize şefaat edecek şefaatçiler var mıdır? Veya geri çevrilsek de işlediklerimizden başkasını yapsak." Gerçek şu ki onlar, kendilerini hüsrana uğratmışlardır, uydurmakta oldukları şeyler de kendilerinden uzaklaşıp kaybolmuşlardır.


Başka bir ifade de ise şöyle demektedir: "Doğru ile yanlış arasındaki fark, bir çok aklî yollar ile açıklanmıştır. Buna rağmen yine de anlamayan insanlar var. Daha önce, tamamen kendileri gibi oldukları halde, "Hak Yolu" takip etmekle hayatları bütünüyle iyiye doğru inkılap eden bu insanlar örnek olarak dururken, hâlâ bundan örnek almazlar. Bu gibiler, ancak, hata ve günahlarının neticesinde başlarına gelen belâ ve musibetleri gördüklerinde bu yanlışlarını itiraf ederler."
Onların hali, ne hekimin tavsiyesine uyan, ne de aynı dertten muzdarip olup da hekimin öğütlerini tutarak sağlığına yeniden kavuşanların durumundan, ders almayan hastanın durumuna benzer. Böyle bir hasta, izlediği hayat tarzının, ölümünü mukadder kılıcı olduğunu ancak ölüm döşeğinde farkedecektir.


Peygamberlerin getirdiği vahye karşı gelmenin neticelerini bizzat gözleriyle görünce; "Peygamberlerin, hakkında bize bilgi verdiği ve o anda inkâr ettiğimiz gerçeği işte şimdi anladık. Eğer biz tekrar dünyaya gönderilecek olursak, bu sefer farklı bir yol tutacağız" derler. 



Onların bu çeşit isteklerine verilen cevaplar için Bkz. En'am 27-28: Ateşin üstünde durdurulduklarında onları bir görsen; derler ki: "Keşke (dünyaya bir daha) geri çevrilseydik de Rabbimizin ayetlerini yalanlamasaydık ve mü'minlerden olsaydık." Hayır, önceden saklı tuttukları kendilerine açıklandı.(19) Şayet (dünyaya) geri çevrilseler bile, kendisinden sakındırıldıkları şeylere şüphesiz yine döneceklerdir. Çünkü onlar, gerçekten kâfirlerdir.


İbrahim 44-46: Azabın kendilerine geleceği gün (ile) insanları uyarıp-korkut ki, (o gün) zulmedenler, şöyle diyecekler: "Bizi yakın bir süreye kadar ertele ki, Senin çağrına cevap verelim ve peygamberlere uyalım." Oysa daha önce, kendiniz için hiç zeval yoktur diye and içenler sizler değil miydiniz? Siz, kendi nefislerine zulmedenlerin yerleştikleri yerlerde oturmuştunuz. Onlara ne yaptığımız size açıklanmıştı ve size örnekler vermiştik. Gerçek şu ki, onlar hileli-düzenler kurdular. Oysa onların düzenleri, dağları yerlerinden oynatacak da olsa, Allah katında onlara hazırlanmış düzen (kötü bir karşılık) vardır.


Secde 12-14: Suçlu-günahkârları, Rableri huzurunda başları öne eğilmiş olarak: "Rabbimiz, gördük ve işittik; şimdi bizi (bir kere daha dünyaya) geri çevir, salih bir amelde bulunalım, artık biz gerçekten kesin bilgiyle inananlarız" (diye yalvaracakları zamanı) bir görsen. Eğer biz dilemiş olsaydık, her bir nefse kendi hidayetini verirdik. Fakat Benden çıkan şu söz gerçekleşecektir: "Andolsun, cehennemi cinlerden ve insanlardan (küfre sapanlarla) tamamiyle dolduracağım". Öyleyse bu (azab gününüzle karşılaşmayı) unutmanıza karşılık olarak azab tadın. Biz de sizi gerçekten unuttuk; yapmakta olduklarınıza karşılık ebedi azabı tadın.


Fatır 37: İçinde onlar (şöyle) çığlık atarlar: "Rabbimiz, bizi çıkar, yaptığımızdan başka salih bir amelde bulunalım." Size orda (dünyada) , öğüt alabilecek olanın öğüt alabileceği kadar ömür vermedik mi? Size uyarıp-korkutan da gelmişti. Öyleyse (azabı) tadın; artık zalimler için bir yardımcı yoktur.


Zümer 56-60: Kişinin (yana yakıla) şöyle diyeceği (gün) : "Allah yanında (kullukta) yaptığım kusurlardan dolayı yazıklar olsun (bana) ; doğrusu ben, (Allah'ın diniyle) alay edenlerdendim." Veya: "Gerçekten Allah bana hidayet verseydi, elbette muttakilerden olurdum" diyeceği, Ya da azab gördüğü zaman: "Benim için bir kere daha (dünyaya dönme fırsatı) olsaydı da, ihsan edenlerden olsaydım" (diyeceği günden sakının) . "Hayır, benim ayetlerim sana gelmişti, fakat sen onları yalanladın, büyüklüğe kapıldın ve kâfirlerden oldun." Kıyamet günü, Allah'a karşı yalan söyleyenlerin yüzlerinin kapkara olduğunu görürsün. Büyüklenenler için cehennemde bir konaklama yeri mi yok?


Mümin 11-14: Dediler ki: "Rabbimiz, bizi iki kere öldürdün ve iki kere de dirilttin; biz de günahlarımızı itiraf ettik. Şimdi çıkış için bir yol var mı?", "Sizin (durumunuz) böyledir. Çünkü bir olan Allah'a çağrıldığınız zaman inkâr ettiniz. O'na şirk koşulduğunda da inanıp-onayladınız. Artık hüküm, yüce, büyük olan Allah'ındır." O, size ayetlerini göstermekte ve sizin için gökten rızık indirmektedir. İçten (Allah'a) yönelip-dönenden başkası öğüt alıp-düşünmez. Öyleyse, dini yalnızca O'na halis kılanlar  olarak Allah'a dua (kulluk) edin; kâfirler hoş görmese de.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder