4 Nisan 2012 Çarşamba

A'raf Suresi 28-33 Tefsiri - Mevdudi

بِسْــــــــــــــــــمِ اﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم  




28- Onlar, 'çirkin bir hayasızlık' işlediklerinde: "Biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk. Allah da bunu bize emretti" derler. De ki: "Şüphesiz Allah, 'çirkin hayasızlıkları' emretmez. Bilmediğiniz bir şeyi Allah'a karşı mı söylüyorsunuz?"


Bu ifade Arapların Kâbe'yi çırılçıplak tavaf etme geleneklerine sanki Allah'ın bildirdiği bir dinî ibadetmiş gibi devam edegelmelerine işaret etmektedir.

"Allah çirkin birşeyi (fahşayı) asla emretmez" anlamındaki bu kısa cümle, Arapların inanç ve geleneklerine karşı güçlü bir delili içerir. Bu delilin gücünü takdir etmek için şu iki ana konunun bilinmesi gerekir:


a) Araplar, belli dinî ayinleri çıplak olarak icra etmelerine rağmen yine de onlar, çıplaklığın bizatihi ayıp bir şey olduğunu kabul ediyorlardı. Bundan dolayıdır ki, bu geleneklerine rağmen, hiçbir saygın Arap çarşı-pazarda, herhangi bir dostunun yanında veya umumî toplantılarda çıplak olarak bulunmazdı.


b) Hatta onlar, çıplaklığı ayıp bir durum olarak kabul eder ama bunu, Allah'ın emri olduğu için yaptıklarını söylerlerdi. Bu kanaat tabi oldukları dinlerinin, Allah tarafından gönderilmiş bir din olduğu gibi yanlış bir bilgi temeline oturmakta idi. Fakat Kur'an, bu kanaati delil getirerek şöyle çürütür: "Çıplaklığın çirkin birşey (fahşa) olduğunu, siz kendiniz de kabul ediyorsunuz. Bundan dolayı, çıplaklık adetinizi "Allah'ın emridir" gibi öne sürmeniz tümüyle asılsızdır. Bu sonuca göre, eğer dininiz bu hayasızlığı tasvip ediyorsa, bu onun Allah'tan gelen bir din olmadığı gerçeğinin en açık bir delilidir."





29- De ki; "Rabbim adaletle davranmayı emretti. Her mescid yanında (secde yerinde) yüzlerinizi (O'na) doğrultun ve dini yalnız kendisine has kılarak O'na dua edin. 'Başlangıçta sizi yarattığı' gibi döneceksiniz."


Allah bizzat kendisinin tanımladığı dinin ve onun aşağıda anlatılan temel prensiplerinin, müşriklerin saçma geleneklerle beslenen din anlayışlarına tamamen ters düştüğünü, bu ayette beyan etmiştir:

1) Bir insan, hayatını, adalet ve hakkaniyete uygun bir şekilde düzenlemeli,


2) İbadetinde sadece hakka yönelmelidir. Yani, "yalnız Allah'a yönelinmeli, bu konuda şirkin her türünden kaçınmalı, Allah'tan başkasına en ufak bir itaat, saygı veya yönelim göstermemelidir."


3) İnsan, hidayeti, yardımı ve her türlü kötülükten koruma ve kollanmayı sadece Allah'tan dilemelidir. Bunun için de Allah'tan yardımını istemeden önce bütünüyle tüm hayatını O'na adamalı, O'na teslim olmalıdır. Çünkü inançsız, asi ve başkasına kul olarak, hayatını şirk içinde sürdürmek ve sonra da "Ey Allah'ım, bizzat sana karşı başkaldırışımızda başarılı olmamız için bize yardım et" der gibi duada bulunmak elbette abestir.


4) Bütün bunlarının yanında şüphe duymadan, bu dünyada nasıl doğduysa ahirette de öyle diriltileceğine ve daha sonra dünyada yaptığı bütün işlerin hesabını vermek üzere çağrılacağına samimi bir şekilde inanması gerekir.





30- Bir kısmına hidayet verdi, bir kısmı da sapıklığı haketi. Çünkü bunlar, Allah'ı bırakıp şeytanları veli edinmişlerdi. Ve gerçekten onları doğru yolda saymaktadırlar.


31- Ey Ademoğulları, her mescid yanında ziynetlerinizi takının. Yiyin, için ve israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.


Burada "ziynet" kelimesi, bütün ve uygun bir elbiseyi ifade eder. Ayet, ibadete başlayacakları zaman insanları, tam olarak örtülü olmaya teşvik ediyor. Bu maksat için, sadece İslam'ın mahrem yerler ve bunlara ilaveten toplumdan gizlenmesini istediği kısımların kapanması yeterli değildir. Bundan dolayı kişi imkânları nisbetinde, her iki gayeye de uyacak şekilde münasip ve temizce giyinmelidir. Bu emir, o devirde cahil kimselerin benimsedikleri ve o zamandan beri uygulayageldikleri yanlış tutumu çürütme anlamınadır. Bu kimseler, insanın Allah'a tam veya yarıçıplak halde ibadet etmesi ve O'nun huzurunda saçı-başı dağınık, perişan bir görünümde bulunması gerekmektedir diye düşündüler. Tam aksine Allah, sadece çıplaklığı yasaklamakla kalmaz, aynı zamanda insanın ibadet sırasında tam, düzgün ve temiz bir elbise giyinmiş olmasını emreder.

Helâlı haram, haramı helâl kılmak yoluyla, tayin edilen sınırları aşan kimseleri Allah sevmez. Bundan dolayı O, umursamaz bir tavır takınan, kendilerini açlık rejimine tabi tutan veya Allah'ı memnun edeceği zannıyla, temiz ve helâl olanları kendilerine haram kılmak gibi ahmakça inanç sahiplerinden hiç hoşlanmaz. O, kendisine ibadet etmenin icaplarından olarak böyle bir şey istememektedir, hayır, aksine kişinin güzel-temiz bir elbise giymesinden ve lütfettiği temiz şeyleri kullanmasından memnun olur. Onun şeriatına göre asıl günah olan şey, helâlı haram veya haramı helâl kılmakla O'nun koyduğu sınırları aşmaktır.





32- De ki: "Allah'ın kulları için çıkardığı ziyneti ve temiz rızıkları kim haram kılmıştır?" De ki: "Bunlar, dünya hayatında iman edenler içindir, kıyamet günü ise yalnızca onlarındır." Bilen bir topluluk için ayeteri böyle birer birer açıklarız.


Bu soru şeklinin, Kur'an-ı Kerim'in bâtıl yol ve dinleri çürütmek için kullandığı tipik bir usul olduğuna dikkat edilmelidir. Soruda ima edilen tema şudur: Allah tüm temiz, iyi ve güzel olan şeyleri kulları için yarattığından, bunların kullarına haram kılınması Allah'ın iradesi ile olamaz. Binaenaleyh, eğer dinî, ahlâkî toplumsal bir sistem, bunları haram veya mekruh kılar veya bunları ruhî yücelme ve ilerlemeye engel olarak düşünürse, işte bu özelliği, o sistemin Allah'tan gelmediğini daha başında gösteren açık bir delildir.

Yani, "aslına bakılırsa, hayatın iyi ve hoş olan bütün yönlerinin müminler için olması istenir. Çünkü hakiki mülk sahibine tam olarak inanan ve inanç sahibi olmanın mükâfatına layık olan kullar da onlardır. Fakat bu dünyada, hayatın nimetleri kâfirlere de verilir, çünkü burası insanoğlunun imtihan yeridir. Bundan dolayıdır ki kâfir, müminden daha büyük bir pay alabilir. Fakat, iyi ve güzel şeylerin iman temeline göre dağıtılacağı ahirette ise, bütün bu güzel ve temiz şeyler sadece müminlerin istifadesine sunulacaktır. Diğer tarafta, Allah'a karşı isyan tavrını benimsemiş olan inançsız kimseler, bu dünyada O'nun nimetleriyle yaşamalarına rağmen, ahirette bu ikramlardan hiçbir şey alamayacaklardır."





33- De ki: "Rabbim yalnızca çirkin-hayasızlıkları -onlardan açıkta olanlarını da, gizli olanlarını da,- günah işlemeyi, haklı nedeni olmayan 'isyan ve saldırıyı', kendisi hakkında ispatlayıcı bir delil indirmediği şeyi Allah'a şirk koşmanızı ve Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır."


Yani, "Rabbinizin koyduğu sınırlar kendi üzerinize sizin koyduklarınız değildir. Rabbinizin getirdiği sınırlamalar, insan hayatının düzeni için Allah'ın belirlediği çizgilerdir ve bunlar tüm İlâhî Kanunların esas temeli olagelmiştir."


İnsan şu durumlarda şirk koşmuş demektir: 


(a) İlâh olarak Allah'tan başka bir şey daha kabul ederse;  Zatında Allah'a ortak tanıyan tüm inanç şekilleri -Hristiyanların Üçlemesi, müşrik Arapların, meleklerin Allah'ın kızları olduğuna inanmaları ve kendi tanrı, tanrıça ve yönetici ailenin üyelerine ilâhlık vermeleri gibi- şirktir.


(b) Her bakımdan ve tüm kapsam ve kuşatıcılığıyla yalnızca Allah'a ait olan sıfatları bir başka şeye daha verirse; Allah'tan başka bir kimsenin bütünüyle ve tüm kuşatıcılığıyla Allah'a ait sıfatlardan birine veya birkaçına, ya da tamamına sahip olduğuna inanan herkes şirke düşmüş olur. Sözgelimi, herhangi bir kişi şu veya bu kimsenin 'gayb' dahil herşeyi bildiğine veya herşeyi duyduğuna, ya da her kusur ve zayıflıktan uzak bulunup, Allah gibi yanılmaz olduğuna inanırsa, bu kişi, Allah'a şirk koşmuş olur.


(c) Güç ve kudretinde Allah'a bir ortak daha tanırsa; Allah'tan başka bir kimsenin, yalnızca Allah'a ait güçlerden birine veya tamamına sahip olduğuna inanmak da şirktir. Sözgelimi, Allah'ın yanısıra bir başkasının daha tabiatüstü bir yolla yarar veya zarar verebileceğine, ihtiyaçları giderip yardım edebileceğine, koruyup gözetebileceğine, çağrıları duyup kaderi tayin edebileceğine veya engelleyebileceğine, ve insan hayatı için kanun koyabileceğine inanan müşriktir. Bütün bunlar İlâhlığın nitelikleri olduğundan böylesi inançlar şirktir.


(d) Hakları konusunda Allah'a bir başka ortak daha tanırsa; Allah'a ait hakların birini veya tamamını bir başka kişiye daha vermek şirktir. Sözgelimi, huzurunda insanın elleri bağlı ayakta durması, eğilip secdeye varması, adına adakta ve sunularda bulunması ve yüceliği karşısında şükür işareti olarak kurban kesmesi Allah'ın insan üzerindeki haklarındandır. Yine, sıkıntı ve güçlüklerin giderilmesi için yalvarılma hakkına sahip olan da yalnızca Allah'tır. Aynı şekilde, ibadet edilmeye, yüceltilmeye ve bağlanılmaya lâyık olan yalnızca Allah'tır, bir başka kişi ve şeyden daha çok sevilme hakkı da yine yalnızca Allah'a aittir.


Tüm diğer sevgiler O'nun sevgisine feda edilmelidir. Yalnızca O'ndan korkulmalı, açık ve gizli O'na karşı gelmekten kaçınılmalıdır. Şartsız olarak yalnızca O'na itaat edilmeli ve doğruyu yanlıştan ayırmanın tek ölçüsü olarak yalnızca O'nun hidayeti kabul edilmeli, başkalarına ancak Allah'a itaatin sınırları içinde itaat edilmelidir. Eğer bu haklardan biri bile Allah'tan başkasına tanınacak olursa, bu başkasına tanrı ünvanı verilsin-verilmesin, böylesi bir durum Allah'a ortak koşmaktır.



Allah'ın temel bir ilke olarak çiğnenemez kıldığı insan hayatının kutsallığının ilânıdır bu ayet. Bu ilkenin çiğnenmesine yol açan 'hak'lar Kur'an'da üç tane olup, Hz. Peygamber'de (s.a) bunlara ikisini daha eklemiştir. İnsan hayatına kıymayı Kur'an şu üç durumda helâl tanır:


1) Bir başka insanı kasden öldürmek.
2) Savaş dışında bir seçenek bırakmayacak şekilde İslâm'a karşı çıkmak; İslâm'ın hakimiyet ve yerleşmesini engellemeye çalışmak.
3) İslâmî yönetimin sınırları içinde karışıklık çıkarmak veye İslâmî hükümleri devirmeye girişmek.


Hz. Peygamber (s.a) bunlara şu iki durumu da eklemiştir:
4) Evliyken zina etmek.
5) İmanından sonra küfredip (irtidat) İslâm toplumunu terketmek. İnsanı öldürmenin helâl olduğu yollar yalnızca bu beşi olup ister müslüman, ister zımmî (İslâm devletinin müslüman olmayan uyruğu) veya kâfir olsun, bu beş durum dışında insanın canına kıyılamaz.





"günah" kelimesinin sözlük anlamı "ihmal" demektir. Bu kelime günah anlamını, "koşabildiği halde kasten koşmayan dişi deve" demek olan "Asimeh"den almaktadır. Aynı şekilde insan da yapabilme gücünü rağmen Rabbinin emirlerini ihmal ederse, Allah'ı hoşnut etmek gibi bir niyeti olmadığından günahkâr olacaktır.

Eğer bir kimse, belirtilen hudutları aşar ve hakkının bulunmadığı sahanın içine girerse hak kavramına karşı gelmiş olur. Aynen bunun gibi Allah'ın kulları için çizdiği sınırları aşan, kendi arzusu doğrultusunda giden ve Allah'ın mülkünde başlarına buyruk efendi imişler gibi davranan ve yalnızca Allah'a ait olan haklara utanmadan el atmaya yeltenen herkes Allah'a karşı gelen gerçek asidir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder