24- Dünya hayatı şuna benzer: Biz gökten su yağdırdık, su
sayesinde yörenin çeşitli bitkileri birbirine karıştı, insanların yiyeceği
bitkiler ile hayvanların yiyeceği bitkiler iç içe girdi. Sonunda bu yöre süsünü
takındı, alabildiğine güzelleşti, yöre halkı da bu ürünleri artık ellerine
geçirilmiş sayıyorlardı. Derken bir gece ya da gündüz sırasında, yok etmeye
ilişkin emrimiz o yöreye geldi de orayı biçilmiş, çıplak bir arazi parçasına
dönüştürdük. Sanki bir gün önceki yeşillikle-meyveli yer orası değilmiş gibi
oldu. İşte biz düşünen kimselere ayetlerimizi böylesine ayrıntılı biçimde
açıklarız. "
İşte dünya hayatının
örneği budur. İnsan ona gönül bağladığında, ona takılıp kaldığında, oradan daha
değerli, daha onurlu, daha kalıcı bir hayatın perdesini aralamaya
yönelmediğinde, bu hayatın yalnız nimetlerine sahip olabilir, başka hiçbir
şeyine sahip olamaz.
İşte bak! Su, bu gökten
iniyor. Bitki onu emiyor. Onunla kaynaşıyor. Bereketleniyor ve gelişip
güzelleşiyor. İşte yeryüzü! Bütün güzelliklerini takınmış, bir gelin gibi,
gelin olmaya süsleniyor ve açılıp saçılıyor. Sahipleri onunla övünüyorlar. Sanıyorlar ki,
yeryüzü kendi çabaları ile böyle güzelleşiyor, iradeleri ile süsleniyor. Orada yetki sahiplerinin kendileri
olduklarını, bir başkasının yeryüzünü istemedikleri biçimde
değiştiremeyeceğini, hiç kimsenin bu konuda kendilerine karşı gelemeyeceğini sanıyorlar!
Onlar, bu bereketlenmiş
bolluk ve şatafatlı, rahatın sevinci, güven verici huzurun sarhoşluğu
içindeyken: "Derken bir gece ya da gündüz sırasında
yok etmeye ilişkin emrimiz o yöreye geldi de orayı biçilmiş, çıplak bir arazi
parçasına dönüştürdük."
Bir anda, bir çırpıda ve toptan olarak...
Süsler, bereket ve bolluk sahnesinin uzun uzadıya sunuluşundan sonra, böyle bir
ifade kasıtlı olarak seçilmiştir. İşte bazı insanların içine dalıp durdukları, onun bir
nimetini elde etmek için ahiretlerinin tümünü feda ettikleri dünya budur.
Dünya budur işte. Orada güven ve
huzur yok. Yerinde kalma (sebat) ve yerleşme (istikrar) yok. İnsanlar sınırlı şeylerin dışında onun hiçbir
nimetine sahip olamazlar. İşte budur dünya...
25- Allah insanları esenlik-barış yurduna çağırır ve dilediği
kimseleri doğru yola iletir.
Bütün güzelliklerini
takınmış ve süslenmiş olduğu, sahiplerinin ona hakim olduklarını sandıkları bir
sırada, bir anda yerle bir olabilecek ve düne kadar hiçbir şey değilmiş gibi
kökten biçilebilecek bir yurt ile darus-selam arasındaki mesafe o kadar uzaktır
ki!... Ki
yüce Allah insanları ona çağırıyor, dileyenleri
ona ulaştıracak yola iletiyor. Yeter ki, insanlar gözlerini açsınlar ve bakışlarını o
darûs-selama diksinler!..
Surenin önümüzdeki bölümü
bir bütün olarak vicdana yönelik peş peşe gelen ikazlardır. Hepsi de tek bir
hedefe varmaktadır. İnsanın fıtratını, delillerle Allah'ın birliğine, peygamberin
doğruluğuna, ahiret gününün kesinliğine ve orada adaletin gerçekleşeceğine
yöneltmek istemektedir.
Bunlar vicdana yönelik
dokunuşlardır. İnsanın gönlünü kendi çerçevesinden alarak evrenin çeşitli
bölgelerine götürür, kapsamlı ve uzun bir seyahate çıkarır. Yerden göğe kadar
varan evrenin ufuklarından, insanın iç âleminin ufuklarına, geçmiş asırlardan
yaşadığımız yakın günlere, dünyadan ahirete varıncaya kadar uzanan bir
seyahattir bu... Ve bir ahenk içinde...
Bundan önceki dersimizde
de, bu türden dokunuşla ve bu türden seyahatler yer almıştı... Fakat bu derste
daha açık ve net olarak ortaya konuyor bunlar... Mahşer meydanından evrenin
sahnelerine, insanın iç dünyasına Kur'an ile meydan okumaya, önceki
milletlerden peygamberlik misyonunu yalan sayanların akıbetlerinin
hatırlatılmasına varıncaya kadar, geniş bir alana yayılıyor. Bu nedenle
Haşir'den seri bir işaret, yeni bir sahnede canlandırılıyor. Oradan, azabın
birden yakalayıvermesi; insanların duygularını ürperten etkili bir tabloda
korkunç bir şekilde sunulmaya, Allah'ın hiçbir şeyi dışarıda bırakmayan
kapsamlı ilminin tasvirine, evrendeki bazı ayetlerine, kıyamet gününde Allah
adına yalan uydurmuşları bekleyen azabı hatırlatmaya geçiliyor.
Bunlar köklü ve gerçek
dokunuşlardı. Algılama gücü sağlam, kabul etme yeteneği sağlıklı olan bir
fıtrat onlara karşı koyamaz. Realiteye dayalı gerçeklerden, evrenin doğasından,
insanın fıtratından ve kâinatın, varlıkların tabiatlarından akıp gelen bu ilahi
feyiz karşısında hiçbir set, hiçbir engel erimeden duramaz...
Kâfirler, Kur'an'ın kendi
saflarında açtığı gediğe karşı haklı idiler. Bu nedenle onu dinlemeyi
engellemeye çalışıyorlardı. Kur'an eşsiz etkisiyle onları titretebilir ve
kalplerini sarsabilirdi. Hâlbuki onlar, şirk dinine bağlılıkta kararlı
bulunuyorlardı!
26- Dünyada iyi işler yapanlara daha iyi bir karşılık ve fazlası
vardır. Onların yüzlerini ne kara leke ve ne de horlanmışlık kaplar. Onlar
cennetliklerdir, orada ebedi olarak kalacaklardır.
27- Dünyada kötülük işleyenlere gelince, her kötülüklerine
karşılığı kadar ceza verilir. Yüzlerini horlanmışlık kaplar. Onları Allah’tan
kurtaracak hiç kimseleri yoktur. Yüzleri sanki gecenin kesitleri ile kaplıdır.
Onlar cehennemliklerdir, orada ebedi olarak kalacaklardır.
Önceki dersin son ayeti
şuydu:
"Allah, insanları
esenlik-barış yurduna çağırır ve dilediği kimseleri doğru yola iletir."
Burada ise, doğru yolda
olanlar ve doğru yolda olmayanların ödüllendirilmeleri ve cezalandırılmalarının
kuralları açıklanıyor. Allah'ın rahmeti ve kereminin adaleti, her iki tarafın
cezalandırılması için de geçerli olduğu ortaya konuyor.
İyi
davrananlar: İnanç sistemlerini, işlerini, amellerini, doğru yola ilişkin
bilgilerini, selâmet yurduna ileten evrensel yasayı anlamayı da en güzel
şekilde becerdiler... Bunlara her zaman iyilikle beraber oldukları için iyilik
vardır. Üstelik yüce Allah kendi katından onların iyiliklerini arttıracaktır.
"Dünyada iyi işler
yapanlara daha iyi bir karşılık ve fazlası vardır." Onlar Mahşer
gününün zorluklarından ve insanlar arasında hüküm verilmeden önceki Mahşer'in
korkunç bekleyiş azabından kurtulmuşlardır:
"Onların yüzlerini, ne kara leke ve ne de horlanmışlık
kaplar."
Ayeti kerimenin metninde
yer alan "Kater" kelimesi, toz, siyahlık, üzüntü ve sıkıntıdan
kaynaklanan renk bulanıklığı anlamındadır. "Zillet" ise, hayal
kırıklığı, horlanma ve acizlik demektir. İyi davrananların yüzlerini toz
vesaire kaplamayacak ve çehrelerine zillet giysisi geçirilmeyecektir... Bu
ifadeden anlaşılıyor ki, Mahşer yerinde kalabalık, dehşet, üzüntü, korku ve zillet
hâkim olacak ve bu hal onların yüzlerinden okunacaktır. İşte bunların tamamından kurtulmak bir
ganimettir. Allah'ın bir lütfudur. Buna ilave olarak, Allah'ın fazladan verdiği
nimetlerini de hatırlatmalıyız.
"Onlar", geniş ufuklara açılan bu yüksek
derecelerin sahipleri, cennetliklerdir; oranın sahipleri ve sakinleridir. "Orada
ebedi olarak kalacaklardır."
"Dünyada kötülük işleyenlere gelince..." Onların,
hayat alışverişinde elde ettikleri kazanç kötülük olmuştur! Buna rağmen onlar
için de Allah'ın adaleti işler. Cezaları katlanmaz. Kötülükleri arttırılmaz.
Sadece, "Her
kötülüklerine karşılığı kadar ceza verilir. Yüzlerini horlanmışlık
kaplar."
Onları kuşatır, üzüntüye
boğar. "Onları
Allah’tan kurtaracak hiç kimseleri yoktur."
Doğru yoldan sapan ve
değişmez yasaya aykırı hareket edenlere ilişkin Allah'ın evrensel yasasının
gereği olarak, onları bu kaçınılmaz akıbetten koruyacak ve kurtaracak kimseleri
olmaz.
Kur'an'ın akışı, bundan sonra
psikolojik karanlıkları, kıskıvrak yakalanmış, ürkek ve üzüntülü adamın yüzünü
kaplayan renk uçukluğunu somut bir tabloda çiziyor: "Yüzleri sanki karanlık gecenin
kesitleri ile kaplıdır."
Sanki kapkaranlık geceden bir parça alınmış ve yama halinde bu
yüzlere geçirilmiştir. Aynı şekilde karanlık gecenin
karanlıkları ve bu karanlıktan kaynaklanan bir korku bütün etrafı kuşatır. İşte
bu ortamda gecenin zifiri karanlığından bir örtüye bürünen bu yüzler, gözükmeye
başlar.
"Onlar… Bu
karanlıklara ve toz bulutuna gömülen insanlar, "cehennemliklerdir."
Oranın sahipleri ve sakinleridir. "Orada ebedi olarak kalacaklardır."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder