15- Onlara açık anlamlı ayetlerimiz okunduğunda, bizimle
karşılaşacaklarını beklemeyenler sana, "Bundan başka bir Kur'an getir ya
da onu değiştir" dediler. Onlara de ki; "Onu kendiliğimden
değiştirmem söz konusu değildi: Ben sadece bana vahyolunan mesaja uyarım. Eğer
Rabbime karşı gelirsem büyük günün azabından korkarım."
16- De ki; "Eğer Allah'ın dileği bu yolda olmasaydı, bu
Kur'an'ı size okumazdım, hatta Allah sizi ondan hiç haberdar etmezdi, bundan
önce aranızda bir ömür yaşadım, hiç düşünmüyor musunuz?"
17- Allah'a yalan yakıştırmalar yapandan ya da O'nun ayetlerini
yalanlayanlardan daha zalim kim olabilir? Hiç kuşkusuz ağır suçlular iflah
olmazlar. "
18- Onlar Allah'ı bırakarak kendilerine ne zarar ve ne de yarar
dokunduramayan putlara tapıyorlar ve "Bunlar Allah katında bizim
aracılarımızdır" diyorlar. Onlara de ki; "Göklerde ve yerde Allah'ın
bilmediği bir şeyi mi O'na haber veriyorsunuz? Allah onların koştukları
ortaklardan uzak ve yücedir.”
19- Tüm insanlar tek bir ümmetten ibaretti, sonra görüş
ayrılığına düştüler. Eğer Rabbinin daha önce kesinleşmiş bir kararı olmasaydı,
anlaşmazlığa düştükleri konularda aralarında hemen hüküm verilirdi.
20- Onlar Muhammed'e: “Rabbinden somut bir mucize indirilse ya”
derler. Onlara de ki; "Gayb âleminin bilgisi Allah'ın tekelindedir,
bekleyiniz, ben de sizinle birlikte bekleyenlerdenim. "
Önceki milletlere varis
olduktan sonra müşrikler böyle yaptılar. Peygamber'e karşı tavırları da buydu
işte!
Onlara açık anlamlı
ayetlerimiz okunduğunda bizimle karşılaşacaklarını beklemeyenler sana, "Bundan
başka bir Kur'an getir, ya da onu değiştir" dediler.
Bu, gerçekten tuhaf bir
istektir. Ciddiyetten
kaynaklanamaz. Ancak ciddiyetsizlikten, alaycılıktan, eğlenmekten
kaynaklanabilir. Bu, Kur'an'ın görevini ve indirilişindeki ciddiyeti
kavramamaktan kaynaklanabilir. Bu, ancak Allah'ın huzuruna çıkarılacağına
inanmayan bir kişinin ileri sürebileceği bir istektir!
Bu Kur'an, kuşatıcı bir hayat sistemidir.
İnsanın hem bireysel, hem de toplumsal hayatında gerekli olan bütün
ihtiyaçlarını karşılayabilecek biçimde düzenlenmişti. Bu dünya hayatında gücü
yettiği kadar onu ileriye götürecek yola iletir. İşin sonunda ise, onu ahiret
hayatına yöneltir. Kur'an'ı olduğu gibi bütün gerçekliği ile onaylayan birinin,
ondan başka bir şey istemek veya bazı bölümlerinin değiştirilmesini talep etmek
diye bir problemi olmaz.
Büyük bir ihtimalle,
Allah'ın huzuruna çıkarılacaklarını beklemeyenler (ummayanlar) meseleyi bir
maharet (ustalık) işi olarak değerlendiriyorlardı. Meseleyi, cahiliye döneminde
Arap panayırlarında ortaya atılan söz atışmalarından biri durumunda
görüyorlardı. Hz. Muhammed -salât ve selâm üzerine olsun- ise, ne meydan okumayı
kabul edip başka bir Kur'an yazmak, ne de bir bölümünün yerine başka bir bölüm
yazmak durumundaydı.
Onlara de ki; "Onu
kendiliğimden değiştirmem söz konusu değildir. Ben sadece bana vahyolunan
mesaja uyarım. Eğer Rabbime karşı gelirsem büyük günün azabından
korkarım."
Kur'an ne herhangi bir oyuncunun oyuncağı, ne de bir şairin
maharetiydi. O, bütün evreni idare eden, insanı yaratan
ve insan için neyin yararlı olduğunu en iyi bilen Allah'tan gelen kuşatıcı bir
sistemdir. Peygamber kendiliğinden Kur'an'ı değiştiremez. O, ancak kendisine
gelen vahyi uygulayan ve başkalarına ileten bir kişidir. Her değiştirme, büyük
bir gün olan kıyamette acı bir azaba neden olur:
De ki; "Eğer Allah'ın
dileği bu yolda olmasaydı, bu Kur'an'ı size okumazdım, hatta Allah sizi ondan
hiç haberdar etmezdi, bundan önce aranızda bir ömür yaşadım, hiç düşünmüyor
musunuz?
O, Allah'tan gelen bir
vahiydir. O'nun size anlatılması da Allah'ın emridir. Eğer Allah, Kur'an'ı size
okumamı dilememiş olsaydı, onu size okumazdım. Eğer Allah Kur'an'ı size
bildirmemi istemeseydi, bildirmezdim. Bu Kur'an'ın inişinde de insanlara anlatılmasında da,
yetki sahibi olan Allah'tır. Bunu onlara söyle. Onlara,
Peygamberlikten önce tam bir ömür boyunca, yani kırk sene aralarında
yaşadığını, bu
Kur'an'dan hiçbir şekilde söz etmediğini söyle. Böyle bir iş yapmaya gücünün
yetmediğini ve o zamanlar vahyin sana gelmeye başlamadığını bildir. Buna benzer
bir işi veya onun bir bölümünü yapabilecek gücün olsa idi, tam bir ömür boyunca
beklemenin ne anlamı olabilirdi… İyi bil ki, bu, insanlara anlatmaktan öte,
üzerinde hiçbir tasarrufa sahip olmadığın vahiydir.
Onlara de ki; ben Allah
adına yalan uydurup, O'na iftira edemem. Gerçeğin dışında hiçbir şekilde bana
vahyedildi diyemem. Allah adına yalan uydurmaktan veya Allah'ın ayetlerini
yalan saymaktan daha büyük zulüm olamaz:
"Allah'a yalan yakıştırmalar yapandan ya da O'nun
ayetlerini yalanlayanlardan daha zalim kim olabilir?"
Ben sizi bu iki suçun
ikincisinden sakındırıyorum. Allah'ın ayetlerini yalan saymayın. Ben de
birincisini işlemem. Allah adına yalan uydurmam:
Kur'an'ın akışı,
müşriklerin yeryüzünde önceki milletlerin yerini aldıktan sonra, ne
söylediklerini ve ne yaptıklarını sunmaya devam etmektedir. Tabii ki, yeni bir
Kur'an isterken düştükleri saçmalıktan başka olarak...
Nefs bir sapmaya başladı mı, artık alçalışın hiçbir sınırında
durmaz. Müşriklerin taptıkları bu ilahların hepsi onlara ne
bir fayda, ne de bir zarar verebilirler. Fakat onlar bu ilahların Allah katında
kendilerine şefaat edeceklerini sanıyorlar:
Yüce Allah sizin
zannettiğiniz gibi, bazı kimselerin kendi katında şefaat edeceklerini bilmiyor!
Yoksa siz Allah'ın bilmediği şeyi mi biliyorsunuz? Göklerde ve yerde varlığını
bilmediği bir şeyi O’na haber mi veriyorsunuz?
Bu, onların ısrarla
direndikleri söz konusu alçalışlarına lâyık, alaylı bir üsluptur. Hemen
ardından yüce Allah, onların ileri sürdükleri şanına yakışmayan iddialardan
tenzih ediliyor.
Kur'an akışının seyri,
müşriklerin ne söylediklerine ve ne yaptıklarına geçmeden önce, bu şirki
değerlendiriyor ve onun geçici olduğunu belirtiyor. Fıtrat temelde baştan
tevhid üzere idi. Sonra ayrılık baş gösterdi ve zamanla derinleşti.
Allah'ın iradesi,
doldurmaları gereken bir zamana kadar onlara zaman tanımayı uygun görmüştür.
Daha önce buna söz vermiştir. Dilediği bir hikmet gereği sözünü yerine
getirmiştir.
Bu değerlendirmeden sonra
önceki milletlere varis olan müşriklerin neler söylediklerini sunmaya devam
ediyor:
Onlar, "Muhammed'e
Rabbi'nden somut bir mucize indirilse ya" derler. Onlara de ki; "Gayb
âleminin bilgisi Allah'ın tekelindedir, bekleyiniz, ben de sizinle birlikte
bekleyenlerdenim."
Bütün vecizliği ve
yüceliğine rağmen, bu Kur'an'ın içerdiği ayetlerin tamamı onlara yetmiyor. Evrenin her
sayfasına serpiştirilen Allah'ın bunca ayeti de yetmiyor onlara.
Kalkıyorlar, önceki ümmetlere gönderilen peygamberlerin harikaları gibi bir
harika istiyorlar. Muhammedi Risalet’in ve mucizenin yasasını anlamıyorlar. Bu
mucize herhangi bir neslin görmesiyle fonksiyonunu yitiren geçici bir mucize
değildir. Bu mucize, bütün nesiller boyunca insanların kalplerine ve akıllarına
hitap eden sürekli bir mucizedir.
Yüce Allah, peygamberini
yönlendirerek onları, gaybın ne olduğunu bilen ve onlara bir harika gösterip
göstermemeyi takdir eden Allah'a havale etmesini istemektedir.
Bu cevabın içinde süre
tanıma ve tehdit etme vardır. Ayrıca ilahlık karşısında kulluğun sınırlarını
açıklama vardır. Nebilerin ve Resullerin en büyüğü olan Hz. Muhammed -salât ve
selâm üzerine olsun- gayb konusunda bir yetkiye sahip değildir. Gaybın tamamı
Allah'ındır. İnsanların işlerine
de hâkim değildir. Onların işi Allah'a havale edilmiştir... Böylece ilahlık
makamı karşısında kulluk makamı da yerini buluyor. İki gerçek arasında hiçbir
şüphe ve kuşkuya yer bırakmayan ayırıcı ve kesin bir çizgi çiziliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder