20- Bir de "Ona Rabbinden daha başka bir ayet indirilse
ya!" diyorlar. De ki: "Gaybı bilmek ancak Allah'a mahsustur,
bekleyiniz bakalım, ben de sizinle beraber bekleyeceğim şüphesiz."
21- İnsanların başlarına gelen sıkıntılardan sonra kendilerine
bir rahmet, bir rahatlık tattırdığımızda bakarsın ki, ayetlerimize karşı hemen
tuzak kurarlar. Onlara de ki; "Allah sizden daha çabuk tuzak kurar,
güvenlik elçilerimiz kurduğunuz tuzakları yazıyorlar."
22- Sizi karada yürüten ve denizde yüzdüren Allah'tır. Bir
gemide olduğunuzu, hoş bir meltemin yolcuları götürdüğünü ve herkesin bunun
hazzını yaşadığını düşününüz. Tam o sırada geminin bir kasırga ile
karşılaştığını, yolcuların her taraftan dalgalarla sarıldıklarını ve çepeçevre
kuşatıldıklarını sandıkları zaman, sırf Allah'ın dinine inanan samimi bir
bağlılıkla O'na şöyle yalvarırlar; "Eğer bizi bu tehlikeden kurtarırsan
kesinlikle şükredenlerden olacağız."
23- Fakat Allah kendilerini bu zor durumdan kurtarır kurtarmaz
hemen yeryüzünde haksız yere taşkınlıklara dalarlar. Ey insanlar, yapacağınız
taşkınlıklar aslında kendi aleyhinizedir, bu yolla geçici dünyanın yararını
elde edersiniz, ancak sonra Bize dönersiniz, Biz de yaptıklarınızı size bir bir
haber veririz."
İnsan gerçekten tuhaf bir
yaratıktır. Ancak dara düşünce Allah'ı hatırlar. Ancak felâket
anlarında fıtratına döner, fıtratının etrafını kuşatan pisliklerden ve
sapıklıklardan silkinir. Güvene kavuştuğunu zannettiği anda yapacağı
şey; ya unutmak ya da isyan etmektir... İşte insanın karakteri budur. Ancak,
doğru yola girenin fıtratı; her an temiz, canlı, müspet ve sürekli olarak iman
cilası ile pırıl pırıldır.
Firavun'un kavmi de Hz.
Musa'ya karşı böyle yapmıştı. Ne zaman başlarına bir felâket gelmişse, O'ndan
yardım dilemişler ve içinde bulundukları sapıklıktan vazgeçeceklerine söz
vermişler. Allah'ın rahmeti ile bu felâketi atlattıklarında Allah'ın ayetlerine
karşı (mucizelerine) oyun oynamışlar ve onları olduğundan başka şekilde
yorumlamışlardır. "Ancak şu şu nedenlerden dolayı bu beladan
kurtulduk" demişlerdir. Kureyşliler de aynı şekilde davrandılar. Kıtlık
geldiğinde yok olmaktan korktular. Hz. Muhammed'e geldiler. Allah'a dua etmesi
için yalvardılar. O da dua etti. Duası kabul oldu. Yağışlar imdada yetişti...
Fakat Kureyş yine de, Allah'ın ayetine karşı oyun oynadı. Eski halini
sürdürmeye devam etti! İman insanı korumadığı sürece, bu her zaman görülebilecek
bir olaydır.
Onlara de ki; "Allah sizden daha çabuk tuzak kurar,
koruyucu elçilerimiz kurduğunuz tuzakları yazıyorlar."
Yüce Allah onların bu
tutumlarına karşı önlem alabilir ve onların oyunlarını boşa çıkarabilir.
Onların oyunları Allah tarafından bilinmekte ve deşifre edilmektedir. Deşifre
edilen bir oyunun bozulacağı ise garantilidir.
Sizin oyunlarınızın
hiçbiri O’ndan gizli değildir. Ve o hiçbir şeyi de unutmaz. Fakat bu elçiler
kimlerdir? Nasıl yazarlar? İşte bu, ele aldığımız ayetlerin açıklamaları
dışında, hakkında hiçbir şey bilmediğimiz gayb konularından biridir. Bu
ayetlerde bize bildirilen apaçık gerçeğe hiçbir şey ilave yapmadan ve onu başka
şekilde yorumlamadan (tevil) kabul etmeliyiz.
Sonra o canlı sahne
geliyor. Bu sahne içinde yaşıyor, gözlerimizle seyrediyor, izliyor ve kalbimiz
onunla çarpıyormuşçasına sunulmuştur. Sahne, harekete ve durgunluğa egemen olan
ve kontrol eden kudreti vurgulayarak başlıyor:
"Sizi karada yürüten ve denizde yüzdüren Allah’tır."
Zaten bu surenin tamamı
evrenin bütün güçlerine egemen olan bu kudreti vurgulamaya çalışmaktadır. Şimdi
de kendimizi daha yakın bir sahnenin önünde buluyoruz:
“Sizi karada yürüten ve denizde yüzdüren Allah'tır. Bir gemide
olduğunuzu, hoş bir meltemin yolcuları götürdüğünü ve herkesin bunun hazzını
yaşadığını düşününüz.”
İşte tam bu güven ve rahat
ortamında, bu sevincin her tarafı kuşattığı bir sırada fırtına kopuyor. Refah,
güven ve sevinç içinde yolculuk yapanları kıskıvrak yakalayıveriyor:
"Tam o sırada gemi bir kasırga ile karşılaştı. Yolcuları,
her taraftan dalgalarla sarıldı."
Aman Allah'ım ne dehşet
şey!
Geminin içi birden matemle
doluyor. İçindekileri
çalkalıyor, sarsıyor. Dalga, gemiyi sanki tokatlıyor; kaldırıyor,
indiriyor. Yerde sürüklenen bir tüy gibi, onu sürükleyip götürüyor... İşte
gemideki yolcular! Paniğe kapılmışlar, kurtulma ümitlerini yitirmişler!
"Ve çepeçevre kuşatıldıklarını sandıkları zaman..."
Kurtuluş yolu yok!
İşte ancak o zaman ve
insanı her taraftan kuşatan korku ortamında fıtratları, kendisine bulaşan
pisliklerden arınıyor, kalpleri silkinerek etrafını karartan düşüncelerden
kurtuluyor. Temiz ve asil olan fıtratları, Tevhit ile yalnız Allah'a samimi
bağlılık ile çarpmaya başlıyor:
Sırf Allah'ın dinine inanan samimi bir bağlılıkla O'na şöyle
yalvarırlar: "Eğer bizi bu tehlikeden kurtarırsan, kesinlikle
şükredenlerden olacağız." Fırtına diniyor.
Dalga diniyor, deniz duruluyor. Yürekleri ağızlarına gelen insanlar
sakinleşiyor. Hoplayan kalpler sükûnete kavuşuyor. Gemi güven içinde sahile
yanaşıyor. İnsanlar artık hayata kavuştuklarına, ayaklarının karaya bastığına
inanıyorlar. Peki, sonra ne oluyor?
"Fakat Allah kendilerini bu zor durumdan kurtarır kurtarmaz,
hemen yeryüzünde haksız yere taşkınlıklara dalarlar."
İşte bu şekilde aniden ve
birden bire!
Bu gerçekten mükemmel bir
sahnedir. Hiçbir hareketini, hiçbir duygusunu kaçırmış değildir... Bu bir
olayın manzarasıdır... Fakat bütün nesiller boyunca insanların çoğunluğunu
oluşturan bir insan tipinin, bir karakterin ve bir ruh halinin manzarasıdır... Bu nedenle arkasından gelen değerlendirmede,
bütün insanlara uyarıda bulunuluyor:
"Ey insanlar yapacağınız taşkınlıklar aslında kendi
aleyhinizedir."
Bu zulüm, isterse kişinin
kendisini tehlikeye atarak, isterse günah, pişmanlık ve hüsrana uğrayan
kafilenin içine atılmakla gerçekleşen bir zulüm olsun veya isterse insanlara
yönelik bir zulüm olsun fark etmez. Bütün insanlar bir tek kişi gibidir. Zalimler ve onların zulümlerine isteyerek katlananlar,
kendi kişiliklerinde cezalarını çekeceklerdir.
Zalimliğin, taşkınlığın en
çirkini ve iğrenci, yüce Allah'ın ulûhiyetine karşı yapılan taşkınlıkta;
Rububiyet, otorite ve hâkimiyeti gasp etmekte ve insanlar içinde bunu
uygulamaya sokmakta somutlaşır.
İnsanlar bu taşkınlığı
yaptıklarında, ahiret yurdunda onun cezasını çekmeden önce dünya hayatında
cezasını çekerler. Onlar bu zalimliklerinin cezasını, hayatta her şeyin bozguna
uğraması ve herkesin O'ndan kötü yönde etkilenmesi şeklinde tadarlar. Öyle ki,
ondan zarar görmeyen hiçbir insanlık değeri, hiçbir onur, hiçbir özgürlük ve
hiçbir fazilet (değer) kalmaz.
İnsanlar ya samimiyet ile Allah'a boyun eğer, O'na bağlanırlar
ya da azgınlıkları onları kendilerine kul yaparlar. Yeryüzünde yalnız Allah'ın rububiyetini
yerleştirme uğrunda verilen mücadele; insanlık, özgürlük, insanın onuru ve
erdemi uğrunda verilen mücadelenin kendisidir. İnsanın esaret zincirinden,
ataklığın pisliğinden, onurunun kırılmasından, toplumun bozgunculuğundan ve
hayatın basitliğinden kurtulmasını sağlayacak bütün kutsal değerler uğruna
verilen bir mücadeledir!
"Ey insanlar, yapacağınız taşkınlıklar aslında kendi
aleyhinizedir, bu yolla geçici dünyanın yararını elde edersiniz. Daha başka
bir şey yapamazsınız. Ama sonra Bize dönersiniz, Biz de
yaptıklarınızı size bir bir haber veririz."
Demek ki, Allah'a bağlı
olmamak, öncelikle dünya hayatının bedbahtlığını ve azabını, aynı zamanda
ahiretin faturasını ve cezasını arttırmaktan başka işe yaramıyor.
"Dünya hayatındaki nimetlerin" değeri nedir?
Gerçek mahiyeti nedir? Kur'an'ın akışı bu gerçeği, hareket ve hayat dolu tasvir
ağırlıklı bir sahnede göz önüne seriyor. Bununla beraber söz konusu manzara her
gün gerçekleşen ve insanların dikkat etmeden yanından gelip geçtiği
manzaralardan biridir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder