85-
Ey Muhammed! Kur'an'ı sana indiren ve onu okumayı sana farz kılan Allah, elbette
seni dönülecek yere döndürecek. De ki; "Rabb'im kimin hidayet
getirdiğini ve kimin apaçık bir sapıklık içinde bulunduğunu bilir."
Allah seni müşriklerin inisiyatifine
terk etmeyecektir. O'dur sana Kur'an'ı indiren ve Kur'an'ın içerdiği mesajı
duyurma misyonunu omuzlarına yükleyen. O, seni çok sevdiğin memleketinden çıkarandır. Sana baskı yapan,
davet hareketine karşı zorluk çıkaran, çevredeki mü'minleri dinlerinden döndürmeye
çalışan müşriklerin eline bırakmayacaktır. O, sana bu Kur'an'ı takdir
ettiği bir sırada, uygun gördüğü bir zamanda zafere ulaşasın diye indirmiştir.
Bugün oradan çıkarılıyor, kovuluyorsun, ama yarın zafer kazanarak oraya geri
döneceksin.
Yüce Allah'ın hikmeti,
böylesine zor ve sıkıntılı bir atmosferde kuluna bu kesin vaadi indirmeyi
öngörmüştü. Böylece Hz. Peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- kendinden
emin olarak, güven içinde yoluna devam etmesi, doğruluğunu bildiği ve bir an
bile kuşku duymadığı yüce Allah'ın vaadine içten güvenerek hareket etmesi
amaçlanmıştı.
Hiç kuşkusuz yüce Allah'ın
bu vaadi, O'nun yolunu izleyen herkes için geçerlidir. Allah yolunda eziyet
gören, baskılara uğrayan, buna karşılık sabreden ve Allah'ın vaadine güvenen
kimselere yüce Allah mutlaka yardım etmiş ve en sonunda tağutlara karşı onlara
zafer vermiştir. Bunlar ellerinden gelen tüm çabayı sarf ettikten, üstüne
düşeni yapıp görevini yerine getirdikten sonra yüce Allah onlar adına savaşı
üstlenmiştir.
Daha
önce yüce Allah Musa'yı kaçarak, kovularak çıktığı yere geri döndürmüştü.
Geri döndürmüş ve onun aracılığı ile kendi kavminden ezilenleri kurtarmıştı.
Yine onun aracılığı ile Firavun ve kurmaylarının kökünü kurutmuştu. Akıbet doğru yolda olanların olmuştu.
Şu halde yoluna devam et. Kavminle senin arandaki meseleye ilişkin çözümleyici
hükmü, sana bu Kur'an'ı indiren Allah'a bırak.
Meseleyi Allah'a bırak. O,
doğru yolda olanlarla, sapık olanların hak ettikleri karşılığı verir.
Kur'an'ın sana indirilmiş
olması bir nimettir, bir rahmettir. Bu emaneti yüklenmek üzere seçileceğin
aklından geçmezdi. Bu, büyük bir makamdır ve bu makam sana bahşedilmeden önce
böyle bir beklenti içinde değildin.
86-
Sen Kitab'ın senin kalbine bırakılacağını ummazdın. O Rabb'inden bir rahmettir.
O halde kâfirlere yardımcı olma.
Bu, Peygamber
efendimizin -salât ve selâm üzerine olsun- peygamberlik görevinin beklentisi
içinde olmadığını, bunun yüce Allah'ın seçimine bağlı olduğunu ifade eden kesin
bir açıklamadır. Yüce Allah dilediğini yaratır, dilediğini seçer. Peygamberlik
görevi de, yüce Allah seçmeden, ulaşmasına layık görmeden bir insanın kendi
kendine düşünemeyeceği yüce bir ufuktur. Bu, yüce Allah'ın peygamberine ve
doğru yola iletmesi için bu mesajla seçip gönderdiği insanlığa yönelik bir
rahmettir. Bu rahmet, seçilmişlere verilir, isteyenlere değil. Nitekim
etrafında gerek Araplar arasında, gerekse İsrailoğulları içinde kıyamete yakın
son zamanda gelmesi beklenen peygamberliği isteyen çok kişi vardı. Ne var ki
-peygamberlik görevini kime vereceğini çok iyi bilen- yüce Allah, bu görev
için, onu istemeyen, böyle bir beklenti içinde olmayan ve bu iş için istekli ve
arzulu olanların dışında bu büyük lütfu algılayacak yetenekte olduğunu bildiği
birini seçti.
Bu yüzden yüce Allah
-kendisine bu Kitab'ı bahşettiği için- kâfirlere destekçi olmamasını emrediyor.
Kâfirlerin onu Allah'ın ayetlerine uymaktan alıkoymalarına karşı uyarıyor. Şirk
ve müşriklere karşı saf tevhid inancını hiçbir kapalılığa yer bırakmayacak
şekilde açıklıyor.
87-
Ve Allah'ın ayetleri sana indikten sonra sakın seni onlardan alıkoymasınlar.
Rabb'ine davet et, ortak koşanlardan olma.
88-
Allah ile beraber başka bir ilaha yalvarma. O'ndan başka ilah yoktur. O'ndan
başka her şey yok olacaktır. Hüküm O'nundur ve O'na döndürüleceksiniz.
Bu, surenin verdiği son
mesajdır. Bu mesaj, Peygamber efendimizle onun yolunu, küfür ve şirkle onların
yolunu birbirinden kesin şekilde ayırıyor. Hz. Peygambere -salât ve selâm
üzerine olsun- uyanlara kıyamet gününe kadar izleyecekleri yolu açıklıyor.
Peygamber efendimiz tarihsel dönemler içinde en belirgin iki dönemi birbirinden
ayıran hicret yolculuğunu sürdürdüğü bir sırada bu son mesaj gelmişti.
"Öyle ise sakın
kâfirlere yardımcı olma." Çünkü mü'minlerle kâfirler arasında
yardımlaşma ve dayanışma söz konusu olamaz. Onların yolları ve hayat sistemleri
birbirinden farklıdır. Bunlar Allah'ın taraftarları (hizbullah) ötekiler
şeytanın taraftarları (hizbuşşeytan)dır. Hem nasıl yardımlaşacaklar? Ve ne
üzerinde yardımlaşacaklar?
Çünkü kâfirlerin hiçbir
zaman izlemekten vazgeçmedikleri yol, çeşitli yöntemlere ve araçlara başvurarak
dava adamlarını, davet hareketinden alıkoymaktır. Mü'minlerin tutumu ise kendi
yollarını izlemektir. Engellemeye çalışanlar onları durduramaz.
Düşmanları, onları bu yolu izlemekten alıkoyamaz. Çünkü Allah'ın ayetleri
ellerindedir ve bu ayetlere uymakla yükümlüdürler. Bu onların omuzladıkları bir
emanettir.
"Rabb'ine davet
et." Hiçbir karışıklığa ve kapalılığa meydan vermeden açık ve net olarak
insanları Rabb'inin mesajını kabul etmeye çağır. Allah'a çağır, milliyetçiliğe, ırkçılığa değil. Bir toprak
parçasını zaptetmeye, bir bayrağı dalgalandırmaya, bir çıkar sağlamaya, bir
ganimet elde etmeye, bir arzuyu tatmin etmeye ve bir ihtirası dindirmeye değil.
Kim bu şekilde her türlü karışıklıktan, tüm yabancı unsurlardan
soyutlanmış şekliyle bu çağrıya uymak istiyorsa uysun. Ama onunla birlikte başka unsurları da isteyenler varsa, bu; Allah'ın
uyulmasını istediği yolu değildir.
"Sakın müşriklerden
olma." "Allah ile beraber başka bir ilaha yalvarma."
Bu ilke, iki defa
vurgulanıyor. Birincide şirk yasaklanıyor, ikincide de Allah'la birlikte başka
tanrılar edinmek yasaklanıyor. Çünkü bu ilke, inanç sisteminin saf ve
katışıksızlığı ile kapalılığı ve karışıklığı arasındaki yolların ayrılış
noktasıdır. İslâm inanç sistemi, davranış ve ahlâk kuralları, yükümlülükleri ve
yasalarıyla bütünüyle bu ilkeye dayanır. Bu ilke aynı zamanda bütün
direktiflerin, bütün yasamaların etrafında döndüğü eksendir. Bu yüzden bu ilke
bütün direktiflerden, yasama amaçlı tüm açıklamalardan önce hatırlatılır.
Ayet bu ilkeyi vurgulamaya
ve açıklamaya devam ediyor:
"O'ndan
başka ilah yoktur. O'ndan başka her şey yok olacaktır. Hüküm O'nundur. Ve
O'na döndürüleceksiniz."
Çünkü ancak Allah'a teslim
olunur. Sadece O'na kulluk yapılır. O'nun dışında güç, kuvvet sahibi yoktur.
Yalnızca O'nun koruyuculuğuna sığınılır. "O'ndan başka her
şey yok olacaktır." Çünkü
her şey geçicidir, gidicidir.
Mal-makam,
güç-iktidar, hayat-nimetler, yeryüzü ve üstündekiler, gökler ve içindeki
canlı-cansız tüm varlıklar, bildiğimiz ve bilmediğimiz tüm yönleriyle bu
evren... Her şey yok olacaktır. Sadece yüce Allah'ın zatı baki kalacaktır. Tek
başına O kalacak ve geride hiç kimse kalmayacaktır.
"Hüküm
O'nundur." Dilediği gibi hükmeder ve bu hükmü istediği gibi uygular.
Hiç kimse hükmünde O'na ortak değildir. Ve kimse O'nun hükmünü geri çeviremez.
Hiçbir emir O'nun emrinin önüne geçemez. Sadece O'nun dilediği olur, başkası
değil.
"Ve O'na
döndürüleceksiniz." O'nun hükmünden kaçılmaz. Kararından kurtulmak
mümkün değildir. O'nun dışında
sığınılacak, kaçılacak bir yer yoktur.
Böylece kudret elinin
açıkça belirginleştiği, Allah'ın davasını koruyup gözettiği, azgın, tağuti
güçleri yerle bir edip yok ettiği bu sure, davetin temel ilkesini açıklayarak
son buluyor. Bu ilke, yüce Allah'ın birliği; ilahlıkta, kalıcılıkta, hüküm ve
yürütmede tekliği ilkesidir. Bu açıklamanın amacı, dava adamlarının Allah'ın
yol göstericiliğinin ışığında, güvenle, bağlılıkla ve inançla yollarını
izlemeleridir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder