17 Eylül 2013 Salı

Kasas Sûresi 62-70 Ayetleri S. Kutub Tefsiri


62- Allah, o gün onlara seslenir: “Benim ortağım olduğunu iddia ettikleriniz nerededirler?”

63- O gün azab üzerlerine hak olanlar: "Rabb'imiz, azdırdıklarımız şunlar. Kendimiz azdığımız gibi onları da azdırdık. Onlardan uzaklaşıp sana geldik, zaten, aslında bize tapmıyorlardı" derler.

64- "Koştuğunuz ortaklarınızı çağırın" denir; onlar da çağırırlar. Ancak kendilerine cevap veremezler; cehennem azabını görünce doğru yolda olmadıklarına yanarlar.

65- Allah onlara seslenerek; "Peygamberlere ne cevap verdiniz" der.

66- O gün haberlere karşı körleşirler, verilecek cevapları kalmaz; birbirlerine de soramazlar.

67- Fakat tevbe eden, inanıp yararlı iş işleyen kimsenin, kurtuluşa erenlerden olması umulur.


Bu ilk soru, azarlama ve kınama amacı ile yöneltilmiş bir sorudur. "Benim ortağım olduğunu iddia ettikleriniz nerededirler?"

Aslında yüce Allah o gün sözü edilen ortakların var olmadığını, dünya hayatında onlara uyanların bu gün onlar hakkında bir şey bilmediklerini ve onlara ulaşma imkânına sahip olmadıklarını biliyor. Fakat bu soruyu yönelterek onları şahitlerin huzurunda rezil-rüsva ediyor.

Bu yüzden soru sorulanlar cevap vermiyorlar. Çünkü bu soru sorulurken cevap verilmesi hedeflenmiyor. Onlar da cevap yerine, peşlerinden gelenleri saptırma ve Kureyş kabilesinin önde gelenlerinin kendilerine uyan insanlara yaptıkları gibi kendilerini izleyenleri, Allah yoluna girmekten alıkoyma suçundan sıyrılmaya çalışarak şöyle diyorlar:

"Rabb'imiz, azdırdıklarımız şunlar. Kendimiz azdığımız gibi onları da azdırdık. Onlardan uzaklaşıp sana geldik, zaten, aslında bize tapmıyorlardı."

Rabb'imiz biz onları zorla saptırmadık. Çünkü onların kalplerini etki altına alacak, onların duygu ve düşüncelerine egemen olacak bir güce sahip değiliz. Onlar kendi istekleriyle ve severek yoldan çıktılar. Nitekim biz de hiçbir zorlama olmaksızın kendi isteğimizle sapıklığa daldık. "Onlardan uzaklaşıp sana geldik" Onları saptırma, yoldan çıkarma suçundan uzaklaştık. "Zaten, aslında bize tapmıyorlardı" derler. Heykellere, putlara, senin yarattığın herhangi bir varlığa kulluk ediyorlardı. Biz kendimizi onlar için ilahlık pozisyonunda görmedik. Onlar da bize kullukla yönelmediler.

Bu noktada yeniden, söz arasında atlamak istedikleri o utanç verici suçlarına döndürülüyorlar. Allah'ı bir yana bırakarak birtakım ilahlar edinmek suretiyle işledikleri kabahate çevriliyorlar.

Onları çağırın ve onları izlemekten kaçmayın(!) Onları çağırın ki, size cevap versinler, sizi kurtarsınlar. Çağırın onları, işte bugün, onların işe yarayacakları gündür.(!) Zavallılar, onları çağırmanın hiçbir şeye yaramayacağını biliyorlar ama zorla emre itaat ediyorlar!

"Onlar da çağırırlar ancak, kendilerine cevap veremezler."

Bunun dışında bir şey beklenmiyordu zaten. Amaç onları aşağılamak ve ezmektir.

Azabı bu karşılıklı konuşma sırasında görürler. Bu sözlerin ardında cehennem azabının yattığını fark ederler. Çünkü böyle bir konumun ötesi ancak azap olabilir.

Burada, sahnenin zirveye ulaştığı bu anda daha önce reddettikleri hidayet, doğru yol mesajı sunuluyor. Hiç kuşkusuz bu, böylesine dayanılmaz bir ortamda ideal bir beklentidir. Ama bu fırsat şayet dünyada ona koşsalardı, ellerindeydi.

"Doğru yolda olmadıklarına yanarlar."

Bu kısa ayrılıktan sonra, tekrar o dayanılmaz sahneye döndürülüyorlar! "Allah onlara seslenerek, 'Peygamberlere ne cevap verdiniz' der." Aslında yüce Allah onların peygamberlere ne cevap verdiklerini biliyor. Fakat bu soru da, kınama ve rezil etme amacı ile yöneltiliyor. Onlar da bu soruyu duymazlıktan gelerek, susarak karşılıyorlar. Bu duymazlıktan gelme, içinde bulundukları sıkıntının ifadesidir. Suskunluk da, söylenecek bir şey bulamamaktan kaynaklanıyor.

"O gün haberlere karşı körleşirler, verilecek cevapları kalmaz; birbirlerine de soramazlar."

Bu ifade, sahnenin ve hareketin üzerine körlük gölgesini yansıtıyor. Sanki haberler kördür. Bu yüzden kendilerine ulaşamıyor. Onlar da hiçbir konuda herhangi bir şey bilemiyorlar. Ne bir soru sorabiliyorlar ne de cevap verebiliyorlar. Kendi suskunlukları içinde sesiz, sedasız bekliyorlar.

"Fakat tevbe eden, inanıp yararlı iş işleyen kimsenin, kurtuluşa erenlerden olması umulur."

Bu da karşı sayfa... Bu sayfa, müşriklerin içinde bulunduğu, dayanılmaz sıkıntının zirveye ulaştığı bir sırada, günahlarından tevbe eden, inanan, ardından da iyi işler yapanlardan ve onları bekleyen kurtuluş umudundan söz ediyor. Ve bu sayfalar, şu anda seçme için yeterli vakit varken kim hangisini isterse onu seçsin diye sunuluyor.

Ardından surenin akışı onların ve her şeyin durumunu yüce Allah'ın iradesine ve serbest seçimine bırakıyor. Çünkü her şeyi yaratan O'dur. Her şeyi her yönüyle bilen O'dur. Başta da sonda da her şeyin dönüşü O'nadır. En başta ve en sonda hamd O'na özgüdür. Dünyada da egemenlik O'nundur. Dönüş O'nadır, O'nun huzurunda toplanılacaktır. Yaratıklar ne kendileri için ne de başkaları için herhangi bir şey seçme gücüne sahip değildirler.

Dilediğini yaratan, dilediğini seçen yüce Allah'tır.


68- Rabb'in dilediğini yaratır, seçer. Seçim onlara ait değildir. Allah onların ortak koştuğu şeylerden uzaktır, yücedir.

69- Rabb'in, gönüllerinin gizlediklerini ve açığa vurduklarını bilir.

70- Allah O’dur ki; O'ndan başka ilah yoktur. Hamd dünya ve ahirette O'nun içindir. Hüküm de O'nundur. Yalnız O'na döndürüleceksiniz.


Bu değerlendirme Kureyşliler'in "Biz seninle beraber doğru yola gelirsek yurdumuzdan atılırız." şeklindeki sözlerinden ve hesaplaşma gününde müşrik ve sapık olarak içinde bulunacakları konumun gözler önüne sunulmasından sonra yer alıyor. Bu değerlendirme, onların kendileri adına herhangi bir şey seçme gücüne sahip olmadıklarını, dolayısıyla güvenli ortamla, korkulu ortam arasında tercih yapamayacaklarını vurgulamak ve yüce Allah'ın birliğini ve en sonunda her şeyin O'na döneceğini belirtmek için yer alıyor.

"Rabb'in dilediğini yaratır, seçer. Seçim onlara ait değildir."

Hiç kuşkusuz bu, insanların çoğu zaman unuttuğu, en azından birçok yönünü unuttuğu önemli bir gerçektir. Yüce Allah dilediğini yaratır, bu konuda hiç kimse O’na bir öneride bulunamaz. O'nun yaratmasına bir ekleme ya da azaltmada bulunamaz. O'nun yaratmasını değiştiremez, bozamaz. Yarattıklarından dilediği için istediği görevi, işi, yükümlülüğü ve yeri belirleyen O'dur. Hiç kimse O'na herhangi bir kişiyi, bir olayı, bir sözü veya bir eylemi seçmesini öneremez. Ne kendileri ile ne de başkaları ile ilgili bir mesele de seçim hakkı onlara aittir. Büyük-küçük her şeyin dönüşü Allah'adır.

Eğer bu gerçek kalplere ve vicdanlara yerleşirse, insanlar uğradıkları bir zarardan, bir kötülükten dolayı öfkelenmezler. Elde ettikleri bir nimetten, bir kazançtan dolayı da sevinip kendilerinden geçmezler. Elde edemedikleri, kaçırdıkları bir şey için üzülmezler. Çünkü bu şeyleri seçen, böyle olmasını belirleyen kendileri değildir. Bütünüyle bu seçimi yapan yüce Allah'dır.

Bu demek değildir ki insanlar; akıllarını, iradelerini ve enerjilerini devre dışı bıraksınlar, iptal etsinler. Bunun anlamı, insanların ellerinden gelen çabayı, düşünme, planlama ve seçme yeteneklerini kullandıktan sonra meydana gelen sonucu hoşnutlukla, teslimiyetle benimseyerek karşılamalarıdır. Çünkü onlara düşen ellerinden gelen çabayı sarf etmektir, sahip oldukları yetenekleri kullanmaktır. Bundan sonrası ile ilgili tayin edici yetki yüce Allah'a aittir.

Müşrikler bu konuda bir takım düzmece ilahları Allah'a ortak koşuyorlardı. Oysa dilediğini, istediği gibi yaratan tek Allah'dır. Yaratma ve seçmede de ortağı yoktur.

"Allah onların ortak koştuğu şeylerden uzaktır, yücedir. Rabb'in gönüllerinin gizlediklerini ve açığa vurduklarını bilir." Onlarla ilgili bu bilgisi uyarınca onlara hak ettikleri karşılığı verir. Doğru yol veya sapıklıktan hangisine layık iseler onu seçer. "Hamd dünya ve ahirette O'nun içindir."

O'nun seçtiği şeylerden dolayı, verdiği nimetlerden dolayı, hikmeti ve planlamasından dolayı adaleti ve rahmetinden dolayı hamd O'nundur. Hamd ve övgü sadece O'na özgüdür.

Kulları üzerindeki hükümranlık O'nun tekelindedir. Onlarla ilgili meselelerde Kendi hükmü ile hükmeder. Hiç kimse bu hükmünü geri çeviremez, değiştiremez.

O, ahirette de aranızda son hükmünü verir.


Bu şekilde surenin akışı, Allah'ın gücünü düşünmelerini sağlayarak, bu varlık âlemine egemen olan iradesinin tekliğini vurgulayarak, hiçbir şeyleri saklı kalmayacak şekilde gizli-açık her şeylerinde top yekûn O'na döneceklerini bildirerek çepeçevre kuşatıyor onları. Peki onlar, kesinlikle kaçıp kurtulamayacakları bir şekilde O'nun avucunun içindeyken buna rağmen nasıl Allah'a ortak koşuyorlar?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder