22- (Musa) Medyen'e doğru
yönelince; "Ümit ederim ki Rabb'im doğru yola iletir." dedi.
23- Medyen suyuna
geldiğinde (ise), kuyunun başında insanların hayvanlarını suladıklarını gördü.
Onlardan başka, hayvanlarını sudan alıkoyan iki kız gördü. Onlara;
"Derdiniz nedir?" dedi. Dediler ki; "Çobanlar sulayıp çekilmeden
biz onların içine sokulup hayvanlarımızı sulamayız. Babamız çok yaşlıdır, onun
için bu işi biz yapıyoruz."
24- Musa onların
hayvanlarını suladı, sonra gölgeye çekildi; "Rabb'im, doğrusu bana
indireceğin her hayra (öyle) muhtacım (ki)" dedi.
Medyen bölgesindeki bir su
kaynağına ulaşması ile birlikte meşakkatli ve uzun yolculuğu sona ermişti.
Suyun başına geldiğinde yorgun ve bitkindi. O sırada, Hz. Musa'nınki gibi
bozulmamış bir fıtratın, insani özelliklerini yitirmemiş bir nefsin rahatsız
olacağı, kaldıramayacağı bir sahne ile karşılaşıyor. Çobanların sulamak üzere
hayvanlarını suyun başına sürdüklerini, öte yandan iki kadının da hayvanlarını
suyun başına süremediklerini görüyor. Oysa insani özelliklerini yitirmemiş ve
fıtratları bozulmamış insanlara yakışan, öncelikle iki kadının hayvanlarına su
içirmelerine, sürülerini aradan çıkarmalarına müsaade etmektir. Normal olan,
erkeklerin onlara yol verip yardımcı olmalarıdır.
Yurdundan kaçan, kovalanan
ve uzun yolculuktan yorgun düşmüş olan Musa-selâm üzerine olsun- böylesine
anormal ve çirkin bir tablo karşısında yorgunluğunu, yabancılığını bahane
ederek oturup dinlenmiyor. Tam tersine kalkıp o iki kadının yanına gidiyor ve
bu tuhaf durumlarının nedenini soruyor.
Kadınlar, kenara
çekilmelerinin, koyunlarını arkada bırakıp suyun başına gitmekten
alıkoymalarının nedenini anlattılar. Neden anlaşılmıştır, zayıflık... Onlar
kadındırlar, bu çobanlarsa erkek. Babaları da çobanlık yapamayacak, bu
adamlarla mücadele edemeyecek kadar yaşlıdır. Bunun üzerine Hz. Musa gayrete
geliyor, bozulmamış fıtratı harekete geçiyor. Gerekeni yapmak üzere öne
atılıyor. Onurlu ve saygın erkeklerin yapması gerektiği gibi önce iki kadının
sürüsüne su içirmek için öne geçiyor. Oysa Hz. Musa bilmediği bir yerde yabancı
biridir. Burada bir dayanağı, bir yardımcısı da yoktur. Üstelik azıksız,
hazırlıksız çıktığı bir uzun yolculuktan geldiği için son derece yorgun ve
bitkindir de. Öte yandan yurdundan kovulmuş birisidir, peşinde acımasız
düşmanlar vardır. Ne var ki, bütün bu olumsuzluklar onu insanlığın, mertliğin
ve iyiliğin gereklerini yerine getirmekten, tertemiz ruhların yakından tanıdığı
tabi hakkı gerçek yerine koymaktan alıkoymuyor.
Bu da yüce Allah'ın
gözetimi altında yetişen ruhun soyluluğunu gösteriyor. Aynı zamanda uzun bir
yolculuk sonucu oldukça yorgun düşmüş olmasına rağmen onun caydırıcı, heybetli
gücüne de işaret etmektedir. Belki de, çobanların içine korku salan güç onun
bedensel gücünden çok ruhsal gücü olmuştur. Çünkü insanlar daha çok kalplerin
ve ruhların gücünden etkilenirler:
"Sonra gölgeye
çekildi." İfadesi, o günlerin kavurucu ve
sıcak günler olduğuna, Hz. Musa'nın yolculuğunun bu sıcak ve kavurucu
günlerde gerçekleştiğine işaret ediyor.
Hz. Musa -selâm
üzerine olsun- bedeniyle maddi ve esenlik verici gölgeye sığınırken ruhuyla ve kalbiyle de geniş ve engin bir
gölgeye, kerim ve iyilik sahibi yüce Allah'ın gölgesine sığınıyor: "Rabb'im,
doğrusu bana indireceğin her hayra muhtacım." Rabb'im ben
gurbetteyim, kimsesizim. Rabb'im ben fakirim. Rabb'im ben yalnızım. Rabb'im ben
zayıfım. Rabb'im senin lütfuna, iyiliğine ve keremine muhtacım.
Biz bu sözler arasında bu
kalbin çırpınışını, güvenilir bir koruyuculuğa, sağlam bir dayanağa, esenlik
veren engin bir gölgeye sığınışını işitiyoruz. Yakın bir duayı, kalbin tüm
duygularını ifade eden bir fısıldamayı, dostça bir yaklaşımı, derin bir
bağlılığı duyuyoruz:
"Rabb'im,
doğrusu bana indireceğin her hayra muhtacım."
Biz Hz. Musa ile -selâm
üzerine olsun- birlikte dua sahnesine dalmışken ayetlerin akışı kurtuluş
sahnesini göstermede acele ediyor. Bu amaçla duaya verilen cevabın ne kadar
çabuk geldiğini vurgulamak için ayette çabukluk ifade eden "fa" bağlacı kullanılıyor. Sanki gök koşuyor ve yalvaran bu yabancı
kalbin duasına cevap veriyor.
25- O sırada iki kızdan
biri utana utana Musa'nın yanına geldi; "Babam sulama ücretini ödemek için
seni çağırıyor" dedi. Musa kızların babalarının yanına gelerek başından
geçen olayları anlatınca O; "Korkma, o zalim kavimden kurtuldun"
dedi.
Allah'ın kurtarışına
bakın... Onun yakınlığını, çağrısını seyredin... Hiç kuşkusuz yaşlı adamın bu
daveti; yoksul, muhtaç Musa'nın duasına gökten gelen cevaptır. Yaşlı adamın bu
daveti, onun için bir koruma ve onurlandırmadır. Bu davet, iyiliğin ödülüdür. "İki kızdan biri" getiriyor bu
daveti. Gelirken "Utana utana
geliyordu." Temiz, iyi, iffetli ve terbiyeli kızların bir erkekle
karşılaştıklarında yaptıkları gibi "utana utana geliyordu." Ne
kırıtma, ne çalım, ne gösteriş ne de baştan çıkarma. Geliyor ve en kısa, en öz
sözlerle daveti ulaştırıyor, yol gösteriyor, babasının yanına götürüyor. Bunu
Kur'an-ı Kerim şöyle anlatıyor: "Babam sulama ücretini ödemek için
seni çağırıyor." Kızın davranışlarındaki utangaçlığın yanı sıra
sözlerinde de bir açıklık, dikkatlilik ve anlaşılırlık ön plandadır. Sözlerini
ağzında gevelemiyor, olduğu gibi ve dolambaçlı hale getirmeden söylüyor. Aynı
şekilde bu da özelliğini kaybetmemiş, temiz ve doğru bir fıtratın belirtisidir.
Çünkü tertemiz kalmış iffetli kızlar erkeklerle karşılaştıklarında, onlarla
konuştuklarında fıtratları gereği utanırlar, ama iffetliklerine ve
doğruluklarına olan güvenlerinden dolayı lafı ağızlarında gevelemezler.
Karşısındakini tahrik edecek, baştan çıkaracak, heyecanlandıracak şekilde
konuşmazlar. Lafı uzatmadan, gerektiği kadar açık konuşurlar.
Ayetlerin akışı bu konuda
fazla bir şey söylemeden sahneyi bitiriyor. Genç kızın davet etmesi ve Hz.
Musa'nın da davete uyması dışında da izleyiciye düşünecek bir alan bırakmıyor.
Ardından Hz. Musa ile yaşlı adamın buluşma sahnesi ile karşı karşıya kalıyoruz.
Ancak bu yaşlı adamın ismi belirtilmiyor. Bu yaşlının bildiğimiz Şuayb
peygamberin kardeşinin oğlu olduğu, adının da Yesrun olduğu söylenmektedir. (Daha
önce "Fı Zilâl-il Kur'an"da bu adamın Şuayb peygamber olduğunu
söylemiştim. Bir keresinde de bu adamın Şuayb peygamber olabileceği gibi,
olmayabileceğini de söylemiştim. Şimdi ise bu adamın Şuayb peygamber
olmadığını, Medyen halkından yaşlı bir adam olduğunu tercih ediyorum. Bu görüşü
tercih etmemin nedeni, adamın yaşlı oluşudur. Oysa Şuayb peygamber -selâm
üzerine olsun- kavminden kendisini yalanlayanların yok edilişlerini görmüştü ve
geride sadece kendisine inananlar kalmıştı. Şayet bu adam kavminden geriye
kalan Mü'minler arasında yaşamakta olan Şuayb peygamber olsaydı, çobanlar,
yaşlı peygamberlerinin kızlarından önce hayvanlarını sulamazlardı. Mü'min
toplumların davranış şekli bu değildir. İlk kuşaktan beri Mü'minler
peygamberlerine ve kızlarına böyle davranmazlar.
Bunun yanı sıra Kur'an'da
kayınpederinin Hz. Musa'ya herhangi bir şey öğrettiğinden de söz edilmiyor.
Şayet bu adam Şuayb peygamber olsaydı, on yıl birlikte yaşadığı Musa'yla
konuşurken bazı peygamberlik sözlerini mutlaka işitecekti.)
Hiç kuşkusuz Hz. Musa'nın
güvenliğe ihtiyacı vardı. Bedeninin yemeye ve içmeye ihtiyacı olduğu gibi. Ne
var ki, ruhunun güvenliğe olan ihtiyacı bedeninin yiyeceğe olan ihtiyacından
daha fazlaydı. Bu yüzden ayetlerin akışı buluşma sahnesinde bu saygın yaşlının "Korkma" sözünü ön plana
çıkarıyor. Hz. Musa'nın başından geçenleri anlatmasından sonra yaşlı adamın
Musa'nın içine duygusunu akıtmak, kendisini emniyette hissetmesini sağlamak
için söylediği ilk söz olarak bu kelimeyi ifade ediyor. Sonra açıklamada
bulunuyor, güvenlikte oluşunun nedenini vurguluyor. "O zalim
kavimden kurtuldun" Çünkü Medyen üzerinde bir etkinlikleri yoktur,
yönetimleri altında değil. Bu yüzden Medyen’dekilere eziyet edemezler,
buradakilere zarar veremezler.
Sonra sahnede iffetli ve
tertemiz bir kadının sesini işitiyoruz.
26-
Kızlardan biri; "Babacığım, bunu çoban olarak tut, ücretle tuttuklarının
en hayırlısı budur. Çünkü hem güçlü hem de güvenilir."
Hem o hem de kız kardeşi
koyunları gütmenin, suyun başında erkeklerle didişmenin ve erkeklerin işini
yapan her kadında olduğu gibi bedensel yıpranmanın zorluklarını çekiyorlardı.
Bu ağır işlerin altında eziliyorlardı. Evinde oturan bir kadın olmak istiyordu.
İffetli, örtülü, otlakta ve subaşlarında yabancı erkeklerle didişmeyen evinin
kadını olmak istiyordu. İffetli bir ruh'a, temiz bir kalbe, bozulmamış bir
fıtrata sahip bir kadın, erkeklerle düşüp kalkmaktan ve bu durumdan kaynaklanan
açıklıktan, süslenip püslenmekten
hoşlanmaz, tam tersine rahatsız olur.
İşte bu, yurdundan
kovulmuş yabancı bir gençtir. Aynı zamanda güçlü ve güvenilir bir kişidir.
Yabancı biri olmasına rağmen çobanları korkutan, bu yüzden kendisine yol verip
koyunların su içmesini sağlayan gücünü de görmüştü. Hâlbuki ne kadar güçlü olursa olsun yabancı her zaman zayıftır.
Sonra çağırmak üzere yanına giderken konuşması ve bakışlarındaki iffetli
tavrından dolayı onun güvenilir biri olduğunu da görmüştü. Bu yüzden kendisini
ve kardeşini çalışmaktan, didişmekten, erkeklerle iç içe yaşamaktan kurtarması
için babasından Musa'yı ücretle tutmasını istiyor. Hem Musa bu çalışma için
gücü kuvveti yerinde biridir. Namus açısından güvenilir olan birisi diğer
konularda da güvenilir birisidir. Kız bu öneride bulunurken kem küm etmiyor,
lafı gevelemiyor, kötü zanda bulunulmasından, hakkında dedikodu yapılmasından
korkmuyor. Çünkü ruhu temizdir,
duyguları paktır onun. Bu yüzden herhangi bir şeyden korkmuyor. Babasına bu
öneride bulunurken sözü anlaşılmaz bir şekilde evirip çevirmiyor.
Öte yandan Musa'nın gücünü
gösterme bakımından kuyunun ağzını kapattığı söylenen ve yirmi veya kırk yahut
daha fazla ya da daha az kişinin zor kaldırabildikleri bir taşı tek başına
kaldırmak gibi müfessirlerin anlattıkları rivayetlere de gerek yoktur. Bir kere
kuyu kapalı değildi. Sadece çobanlar kuyunun başında hayvanlarını suluyorlardı,
O da gelip onları uzaklaştırmış ve iki kadının hayvanlarına su içirmişti.
Aynı şekilde onun namus
açısından güvenilir biri olduğunun kanıtı olarak, güya kızı görmemek için
"sen arkamdan gel, yolu bana tarif et" dediğini, hatta önce
kendisinin kızı izlediği ancak rüzgar kızın eteklerini havalandırıp
topuklarının görünmesine neden olduğu için bu sözü söylediği şeklindeki
rivayetlere de gerek yoktur. Bütün bunlar yersiz zorlamalardır ve söz konusu
olmayan bir kuşkuyu ortadan kaldırma amacına yöneliktir. Oysa Hz. Musa -selâm
üzerine olsun-bakışlarını haramdan sakınan, temiz duygular besleyen biridir,
kız da öyledir. Bir erkekle bir kadının karşılaşması esnasında iffetlilik,
hiçbir zorlamaya ve yapmacık bir davranışa gerek duymadan basit ve sade bir
harekette kendiliğinden belirir.
Yaşlı adam kızının bu
önerisini olumlu karşılıyor. Belki de bu adam, kızının ve Musa'nın birbirlerine
karşılıklı olarak besledikleri güven duygusunu, karşılıklı duyulan normal fıtri
eğilimi, bir yuva kurmaya uygun doğal arzuyu hissetmişti. Güç ve güvenirlilik
özellikleri bir erkekte bulundu mu bu bozulmamış, lekelenmemiş ve Allah'ın
yarattığı fıtrattan sapmamış genç kız tabiatını kendine çeker. Yaşlı adam,
sekiz yıl hizmet etmesi ve koyunlarını gütmesi karşılığında kızlarından birini
kendisiyle evlendireceğini Musa'ya söylerken bu iki hedefi birleştirmiş
oluyordu. Ayrıca bu hizmet süresini on yıla tamamlarsa kendisinden bir lütuf
olacağını yoksa bunu yapmak zorunda olmadığını belirtiyor.
27- Kızların babası;
"Bana sekiz yıl çalışmana karşılık bu iki kızımdan birini sana nikâhlamak
istiyorum. Eğer bu süreyi on yıla tamamlarsan o senin tarafından bir iyiliktir.
Ben sana zahmet vermek istemem. İnşallah, beni iyi kimselerden bulacaksın"
dedi.
İşte böyle, adam gayet
açık ve sade bir dille hangisi olduğunu belirtmeden kızlarından birini Musa'ya
öneriyor. Belki de adam; daha önce de belirttiğimiz gibi delikanlı ile arasında
karşılıklı güven ortamı oluşan kızının hangisi olduğunu sezmişti. Adam kızını nikâhlamak
istiyor ve bundan utanmıyor. Bir aile kurmayı, bir yuva oluşturmayı öneriyor,
bunda da utanılacak bir şey yoktur. Sıkılmaya, çekingen davranmaya, dolaylı
sözlerle ima etmeye gerek yoktur. Normal
fıtrattan sapan, yapay, boş ve anlamsız geleneklere kul-köle olan toplumlarda
görülen zorlamalara, törelere gerek yoktur. Bu tür toplumlarda yaygın olan
bu anlamsız gelenekler babayı ya da kızın velisini, kızını veya kız kardeşini
ya da bir yakını, ahlâkını ve dinini beğendiği, evlilik hayatını sağlıklı bir
şekilde yürüteceği yeterlilikte olduğunu düşündüğü birine sunmasına engel
oluştururlar. Bu toplumlarda erkeğin ya da velisinin yahut vekilinin ilk adımı
atması bir zorunluluktur. Aksi takdirde teklifin, kız tarafından gelmesi
yakışık almaz. Bu tür sapık toplumların çifte standartlarından biri de şudur:
Bu toplumlarda genç erkekler ve kızlar serbestçe buluşur, birbirleriyle
konuşur, kaynaşırlar. Nişan ve evlilik niyeti söz konusu olmadan birbirlerinin
vücutlarının gizli yönlerini görürler. Ama nişanlanma önerilince ya da
evlilikten söz edilince birden herkesi yapmacık bir utanma alır, araya aşılması
güç engeller konur. Açıklığa, sadeliğe ve kolaylığa engel olurlar.
Peygamber efendimiz-salât
ve selâm üzerine olsun- döneminde babalar kızlarını erkeklere önerirlerdi.
Hatta bizzat peygambere -salât ve selâm üzerine olsun- gidip kendileriyle
evlenmesini, olmasa uygun gördüğü biriyle evlendirmesini isterlerdi. Bütün
bunlar açık bir dille, tertemiz duygularla, güzel bir edeple ifade edilirdi.
Hiç kimsenin onuru incinmez, kesinlikle utanç duymazdı. Nitekim Hz. Ömer -Allah
ondan razı olsun- kızı Hafsa'yı Hz. Ebu Bekir'e önermiş ama Hz. Ebu Bekir ses
çıkarmamıştı. Sonra Hz. Osman'a sunmuş o da mazeret belirtmişti. Peygamber
efendimiz-salât ve selâm üzerine olsun- bunları duyunca "belki de yüce
Allah her ikisinden daha iyi birisini ona nasip eder" diyerek Hz. Ömer'in
gönlünü hoş etmişti. Daha sonra peygamberimiz Hz. Hafsa ile evlenmişti. Yine
bir gün bir kadın peygamberimizden -salât ve selâm üzerine olsun- kendisiyle
evlenmesini istemişti. Fakat peygamberimiz mazeret bildirerek kendisiyle evlenemeyeceğini
belirtmişti. Bunun üzerine kadın istediği bir kişiyle evlendirmek üzere
velayetini -evlendirme yetkisini- ona bırakmıştı. Peygamberimiz de onu
Kur'an'dan iki sure ezbere bilmekten başka mal varlığı bulunmayan bir adamla
evlendirmişti. Adam kadına bu iki sureyi öğretmiş bu da kadının mehri yerine
geçmişti.
İşte İslâm toplumu, aile
binasını, organik yapısını, bu derece sade ve aydınlık bir ortamda
gerçekleştiriyordu. Herhangi bir zorlamaya, lafı evirip çevirmeye, yapmacık ve
eğri büğrü tavırlara yer vermeden...
Hz. Musa'nın yanındaki
yaşlı adam da böyle yapmıştı. Musa'ya bu öneride bulunmuş ve kendisine zorluk
çıkarmayacağına, ağır işlere koşturup yormayacağına söz vermişti. Allah'ın
izniyle davranışları ve sözüne bağlılığı açısından Musa'nın kendisini iyi bir
insan olarak bulmasını dilemişti. Bu da yüce Allah'a karşı kendisinden söz
ederken insanın takınacağı güzel bir edep tavrıdır. Bu yaşlı adam da
kendisini temize çıkarmıyor, kesinlikle iyi bir insan olduğunu söylemiyor.
Sadece öyle biri olmayı ümid ediyor, bu işi de yüce Allah'ın iradesine
bırakıyor.
Hz. Musa öneriyi kabul
ediyor, sözleşmeyi uyguluyor; aynı açıklık ve dikkatlilikle. Ve Allah'ı şahit
tutuyor.
28- Musa; "Bu seninle
benim aramda bir sözleşmedir. Hangi süreyi yerine getirirsem bana düşmanlık
yoktur. Konuştuklarımıza Allah vekildir. " dedi.
Anlaşmaya konu olan
meselelerde, anlaşmanın şartlarında kapalılığa, zorlamaya ve utanmaya yer
yoktur. Bu yüzden Hz. Musa -selâm üzerine olsun- öneriyi kabul ediyor, yaşlı
adamın ileri sürdüğü şartlarda anlaşmaya uyacağını açıkça belirtiyor. Sonra da
şu hususu ifade ediyor. "Hangi süreyi yerine getirirsem bana
düşmanlık yoktur." İster sekiz yıl hizmet ederim, ister on yılı
tamamlarım. Ne anlaşmanın gerektirdiği işin yükümlülüklerinden, ne de on yılı
tamamlamam hususunda bir zorlamaya uğramayacağım. Çünkü sekiz yıllık hizmetten
sonra bu isteğe bağlıdır. "Konuştuklarımıza Allah vekildir." Anlaşılan
iki taraf arasındaki adaletin vekili ve sahibi O'dur. Hiç kuşkusuz vekil olarak
Allah yeterlidir.
Hz. Musa fıtratın
doğruluğu, kişiliğinin açıklığı doğrultusunda hareket ederek bu açıklamada
bulunuyor. Bununla anlaşmaya taraf olanların dikkat, açıklılık ve netlik gibi
yükümlülüklerini yerine getiriyor. Bununla beraber o, sürelerin daha uzun
olanını tamamlamak niyetindedir. Nitekim öyle de yapmıştı. Rivayete göre
peygamber efendimiz-salât ve selâm üzerine olsun- Hz. Musa'nın sözleşmedeki en
uzun ve en güzel süreyi tamamladığını söylemiştir. (Buhari)
Böylece Musa -selâm
üzerine olsun- kayınpederinin evinde kalmaya başlıyor. Artık Firavun'dan,
onun tuzağından emindir. Hiç kuşkusuz bütün bunlar yüce Allah'ın bilgisinin
kıssasında öngörülen bir hikmet doğrultusunda olmuştur. Şu halde biz de Hz.
Musa'nın kıssasındaki bu halkayı sonuna kadarki gelişmesini burada bırakalım.
Çünkü akışı kıssanın bu halkasını buraya kadar getiriyor, gerisine değinmiyor.
Burada perdelerini indiriyor.
Hz. Musa'nın -selâm
üzerine olsun- hizmet etmek üzere anlaştığı on sene geçip gidiyor. Ama surenin
akışı bu arada olup bitenlere değinmiyor. Musa süreyi tamamlayıp ailesiyle
birlikte Medyen'den dönmesiyle birlikte kıssanın üçüncü halkası başlıyor. On
yıl önce yalnız başına ve yurdundan kovulmuş biri olarak geçtiği yoldan yeniden
geçiyor. Ne var ki geriye dönüşün havası ilk yolculuğun havasından farklıdır.
Yolda aklına bile getirmediği bir olayla karşılaşmak üzere geri dönüyor. Rabb'i
kendisine seslensin, kendisiyle konuşsun, kendisine bir görev yüklesin diye
dönüyor. Yüce Allah onu bu görev için korumuş, gözetlemişti. Bunun için
eğitmiş, terbiye etmişti. Bu görev sadece Rabb'lerine kulluk yapıp hiç kimseyi
ona ortak koşmamaları için, İsrailoğulları'nı serbest bıraksınlar diye. Firavun
ve kurmaylarına peygamber olarak gönderilmedir. İsrailoğulları yerleştirilmek
üzere kendilerine va'dedilen bölgeye varis olsunlar, ayrıca Musa Firavun'a,
Hamana ve her ikisinin ordularına düşman olsun, onlar için sıkıntı kaynağı
olsun ve yüce Allah'ın bir hak olarak va'dettiği gibi akıbetleri onun eliyle
gerçekleşsin diye görevlendirilecektir!.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder