15 Eylül 2013 Pazar

Kasas Sûresi 52-55 Ayetleri S. Kutub Tefsiri


52- Bundan önce kendilerine kitap verdiklerimiz de Kur'an'a inanırlar.

53- Kur'an onlara okunduğu zaman; 'Ona inandık, doğrusu O Rabb'imizden gelen gerçektir, zaten biz ondan öncede Müslüman idik.' derler.

54- İşte onlara sabretmelerinden dolayı mükâfatları iki defa verilir. Onlar kötülüğü iyilikle savarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan hayır yolunda harcarlar.

55- Boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler. "Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz sizedir. Size selâm olsun, biz cahillerle sohbet etmeyi istemeyiz." derler.


Said b. Cübeyr-Allah ondan razı olsun- bu ayetlerin, Necaşi'nin gönderdiği yetmiş papaz hakkında indiğini söyler. Bu papazlar peygamber efendimizin yanına geldiklerinde peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- onlara "Yasin" suresini sonuna kadar okumuştu. Onlarda gözyaşları dökerek Müslüman olmuşlardı. Bunun üzerine onlar hakkında bu son ayet inmişti.

Muhammed b. İshak Siretin’de şöyle der: "Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- Mekke'de bulunduğu sırada, Peygamber olarak gönderildiği duyulunca, yirmi veya buna yakın sayıda Hıristiyan kişiler peygamberimizin yanına geldiler. Peygamberimizi Kâbe’de buldular, yanında oturup konuştular. Bir takım sorular sordular. Kureyş'ten bazı adamlar da Ka'be'nin çevresinde onları seyrediyorlardı. Konuklar, hayat hakkında açıklama istedikleri şeyleri peygamberimize -salât ve selâm üzerine olsun- sorup cevap alınca, peygamberimiz onları Allah'ın birliğine inanmaya davet etti ve onlara Kur'an okudu. Kur'an'ı dinleyince gözleri yaş doldu. Sonra Allah'ın davetine olumlu karşılık verip peygamberimize inandılar, onu doğruladılar. Kendi kitaplarında yazılı bulunan onunla ilgili sıfatları peygamberimizin şahsında gördüler. Peygamberimizin yanından ayrıldıkları sırada Ebu Cehil b. Hişam karşılarına çıkıp "Allah sizin belanızı versin. Dindaşlarınız sizi bu adamla ilgili bir haber edinesiniz diye gönderdi. Ama siz daha bu adamın yanında oturur oturmaz dininizden ayrılıp dediklerini doğruladınız. Sizin gibi ahmak topluluk görmedik" dedi. Onlar da "Selâm size. Biz sizin gibi cahillik etmeyiz. Biz yaptığımızdan, siz de yaptığınızdan sorumlusunuz. Biz kendimiz için iyi olanını yaptık" dediler.

Bu ayetler kimin hakkında inmiş olursa olsun, Kur'an-ı Kerim burada müşriklerin bildikleri ve inkâr etmedikleri bir realiteye dikkatlerini çekiyor. Böylece onları iyi niyetli kişilere ilişkin bir örnekle karşı karşıya getirmeyi, bu kişilerin Kur'an'ı nasıl karşıladıklarını, ona nasıl inandıklarını, içerdiği gerçeği nasıl gördüklerini, ellerinde bulunan kitapla nasıl uyuştuğunu bildiklerini vurgulamayı amaçlıyor. Bu iyi niyetli kişileri ihtiras ve büyüklenme gibi engeller, Kur'an'a inanmaktan alıkoyamıyor. İnandıkları hak yolu uğruna başlarına gelen eziyetlere, küstahlıklara, cahilce davranışlara katlanıyorlar. Cahillerin ihtiraslarına karşı, kâfirlerin baskılarına karşı gerçeğe sarılıyor, sabrediyorlar!

Bu da Kur'an'ın doğruluğunu gösteren kanıtlardan biridir. Çünkü bütün kitaplar Allah tarafından gönderilmişlerdir. Bu yüzden aralarında bir uyum vardır. Kendilerine önceden kitap indirilenler, sonradan inen kitabın içerdiği gerçeği bilirler. Bu yüzden doğru olduğuna güvenerek ona inanırlar. Bunun bütün kitapları indiren yüce Allah'ın katından geldiğini bilirler.

Çünkü bu Kur'an o kadar açıktır ki, fazla okumaya gerek kalmadan, önceden gerçeği tanıyanlar bu Kur'an'ın da aynı pınardan geldiğini yalan söylemesi mümkün olmayan biricik kaynaktan geldiğini bilirler. "Doğrusu O Rabb'imizden gelen gerçektir"..."Zaten biz ondan önce de Müslüman idik." Allah'a teslim olmak, Allah katından gelen bütün dinlere inanan mü'minlerin ortak dinidir.

Önceden Allah'a teslim olan, sonra da bu Kur'an'ı dinler dinlemez ona inanan bu mü'minlerin ödülü ise şudur:

"İşte onlara sabretmelerinden dolayı mükâfatları iki defa verilir."

Gerçek ve katışıksız İslam'a bağlılıkta sabrettikleri için. Kalpleri ile ve niyetleri ile teslim oldukları için. Arzu ve ihtiraslarını yendikleri için. Önce de, sonra da Allah'ın dinini izledikleri için. Bu kimselerin ödülleri iki kere verilir. Hiç kuşkusuz bu, onların övgüye değer sabırlarının karşılığıdır. Çünkü bu konuda sabır göstermek nefislere çok zor gelir. Sabrın en zoru da, arzulara, insanların yamukluklarına ve sapıklıklarına karşı gösterilenidir. Bu adamlar bütün bunlara karşı sabır gösterdiler. Bunların yanı sıra, biraz önceki rivayette de işaret edildiği gibi alaya almalara, baskı ve eziyetlere karşı da sabrettiler. Tıpkı her zaman ve her yerdeki sapık, yozlaşmış ve cahil toplumlarda dinlerine bağlılığı sürdürenler gibi sabrettiler.

"Onlar kötülüğü iyilikle savarlar."

Bu da bir tür sabırdır. Ve bu, baskılara, alaya almalara karşı sabretmekten daha ağırdır. Bu, insan nefsini, büyüklenme duygusunu yenmektir; alaya almayı savma, baskılara karşılık verme, kini dindirme ve intikam alma isteğini kırmaktır. Bütün bunlardan sonra bir diğer derece vardır; hoşgörü ve hoşnutluk derecesi... Bu derecede insan, kötülüğe güzellikle cevap verir, gerçeği alaya alan cahil kimse i kendinden emin bir güvenle acıma ve iyilikle karşılar. Hiç kuşkusuz bu yüce bir ufuktur. Bu ufka ancak Allah'la ilişki halinde bulunan mü'minler ulaşabilir. Onlar Allah'dan hoşnutturlar. Allah da onlardan hoşnuttur. İnsanların kendilerine yönelik olumsuz tavırlarını hoşnutlukla, güvenle karşılarlar.

"Ve kendilerine verdiğimiz rızıktan hayır yolunda harcarlar."

Sanki ruhlarının hoşgörüsünün ifadesi olarak iyilikten söz edildikten sonra mali açıdan da hoşgörülü oldukları vurgulanmak isteniyor. Çünkü her ikisi de aynı duygudan kaynaklanıyor; nefsin ihtirasını yenme ve yeryüzü değerlerinden daha büyük değerlerle onur duyma duygusundan kaynaklanıyor. Birincisi ruhları ilgilendiriyor, ikincisi de mallarını ilgilendiriyor ve bu ikisi çoğu kere Kur an-ı Kerim'de birbirlerini bütünler biçimde yer alırlar.

İslam'a sabırla sarılan, inanç sistemini içtenlikle benimseyen mü'min ruhların bir başka sıfatı da şudur:

“Boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler. Bizim işlerimiz bize sizin işleriniz sizedir. Size selam olsun, biz cahillerle sohbet etmeyi istemiyoruz.” derler.

Ayetin orjinalinde geçen "el-Lağvu" kelimesi bir amaca yönelik olmayan, herhangi bir anlam ifade etmeyen boş söz demektir. İnsan aklına ve kalbine bir şey kazandırmayan, yararlı bir bilgi edinmesini sağlamayan saçma söz demektir. İster muhataba yönelik olsun, ister bir başkası ile ilgili olarak anlatılsın, insanın duygusunu ve dilini bozan çirkin söz demektir.

Mü'min kalpler bu tür boş şeylerle ilgilenmezler. Böyle saçma şeyleri dinlemezler. Böyle çirkin şeylere ilgi duymazlar. Çünkü mü'min kalpler imanın yükümlülükleriyle uğraşırlar, imanın coşkunluğu ile yücelirler, onun aydınlığı ile arınırlar.

Ama heyecanlanmazlar, onlara öfkelenmezler, onların dediklerinin aynısı ile karşılık vererek boş laf edenlere saldırmazlar. Bu konuda onlarla tartışmaya girmezler. Çünkü uğraşısı boş ve anlamsız şeyler olanları da tartışmak boştur. Bu yüzden saldırmazlık ve barış temennisiyle onları kendi hallerinde bırakırlar.

"Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz sizedir. Size selam olsun, biz cahillerle sohbet etmeyi istemeyiz derler."

Onlarla birlikte değerli vaktimizi harcamak istemeyiz. Onların boş laflarına karışmayız ya da ses çıkarmadan dinlemeyiz.

Hiç kuşkusuz bu, inancına güvenen mü'min bir ruhun aydınlık tablosudur. Bu tablodan boş şeylerin üstüne çıkma, hoşgörü ve şefkat duyguları yansıyor. Bununla Allah'ın öngördüğü edeple edeplenmek isteyenlere kapalı bir tarafı bulunmayan Allah'ın apaçık yolu çiziliyor. Bu yolda cahillerle birliktelik söz konusu değildir. Ama onlara düşmanlık ta beslenemez. Onlara karşı zor kullanılmaz, onların varlığından, sıkıntı duyulmaz. Bu yolda, kötülükleri aşma vardır, sevgi vardır. Suçlulara ve kötülere bile iyilik dilenir bu yolda.

Ehl-i kitaptan bu adamların iman etmesi için peygamber efendimiz -salât ve selâm üzerine olsun- kendilerine Kur'an okumanın dışında fazla bir şey yapmamıştır. Öte yandan kendi kavminden iman etmesi için çok çabaladığı, Müslüman olmasını bütün benliğiyle istediği kimseler vardı. Ama yüce Allah onunla ilgili bir hikmetten dolayı bu isteğinin gerçekleşmesini takdir etmemiştir. Çünkü Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun- sevdiği kimseyi doğru yola iletemezdi. Ancak yüce Allah, doğru yolu hak ettiği ve imanı kabul edecek durumda olduğunu bildiği kimseleri doğru yola iletir.


56- Ey Muhammed! Sen sevdiğini doğru yola eriştiremezsin, ancak Allah dilediğini doğru yola eriştirir. Doğru yola girecekleri en iyi O bilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder