14 Eylül 2013 Cumartesi

Kasas Sûresi 43-51 Ayetleri S. Kutub Tefsiri


43- Andolsun biz, ilk nesilleri helak ettikten sonra Musa'ya, insanların kalp gözlerini aydınlatacak nur ve onlara yol gösterici olarak Kitab'ı verdik. Belki düşünür, öğüt alırlar diye.


Hz. Musa'ya -selâm üzerine olsun- düşen pay budur. Hiç kuşkusuz bu, büyük bir paydır. Ve işte onun akıbeti. Gerçekten de onurlu bir akıbet. Bu pay, Allah katından gelen bir Kitaptır. Bu Kitap tıpkı bir göz gibi insanlara yollarını gösteriyor. 

Kudret elinin tağutlarla ezilenler arasındaki mücadeleye nasıl müdahale ettiğini, en sonunda nasıl tağutları yerle bir edip yok ettiğini ve nasıl zulme uğrayanlara iyilikte bulunup onları yeryüzüne egemen kıldığını düşünürler diye.

Böylece bu surede yer alan Hz. Musa ve Firavun kıssası sona eriyor. Bu kıssa güvenliğin ancak yüce Allah'ın yanında olduğunu gösteriyor. Yine korkunun ancak Allah'tan uzak olma durumunda söz konusu olacağını kanıtlıyor. O kadar ki tağutların sahip olduğu güç, doğru yolda bulunanların önleyemediği bir fitneye, yoldan çıkarıcı bir araca dönüşünce kudret eli, azgınlığı ve azgınları durdurmak, onları bertaraf etmek için dolaysız ve açık bir şekilde olaya müdahale eder. Bu anlamlar, Mekke'de ezilen küçük Müslüman topluluğun son derece ihtiyaç duyduğu telkinlerdir. Büyüklük taslayan müşriklerin de bunları düşünmeleri gerekiyordu. Bunlar doğru yola yönelik davetin söz konusu olduğu ve tağutların bu davetin karşısına dikildiği her yerde yenilenen anlamlardır.

İşte Kur'an'daki kıssalar ruhların eğitimine, varlık âlemindeki gerçeklerin ve ilahi yasaların ifade edilmesine aracı olmak için yer alırlar.

Geçen derste, vurgulu anlamları ile içerdiği mesajlarıyla Hz. Musa'nın kıssası yer almıştı. Bu derste ise, bu kıssa üzerine yapılan değerlendirmeler başlıyor. Sonra ayetlerin akışı, surenin ana ekseni doğrultusunda yolunu izleyerek güvenli ortamın nerede, korku ortamının nerede olduğunu açıklıyor. Bu arada İslam çağrısını şirk, inkâr ve çeşitli mazeretler ileri sürerek reddeden müşriklerle gezintiye çıkılıyor. Bu gezintilerle müşrikler çeşitli evrensel, sahnelerde kıyamet günü gerçekleşen mahşer (toplanma) sahnelerinde bir de kendilerine gönderilen peygamberin sunduğu mesajın doğruluğunun kanıtları sunulduktan sonra içinde bulundukları duruma ilişkin sahnelerde dolaştırılıyorlar. Kendileri Hz. Peygamberin sunduğu mesajı inkâr ve inatla karşılarlarken ehl-i Kitaptan bir grubun bu mesajı imanla, içtenlikle karşıladığı vurgulanıyor. Oysa eğer anlayabilselerdi bu mesaj kendileri için azaba karşı bir rahmetti.

Kıssa üzerine yapılan ilk değerlendirme Peygamberimizin Allah'tan vahiy aldığına ilişkin sözlerinin doğruluğuna yönelik bir işaret etrafında geliyor. Çünkü Hz. Peygamber salât ve selâm üzerine olsun kıssada geçen olayların ayrıntılarını gözleriyle gören biri gibi okuyor. Oysa Hz. Peygamber bu olayları görmüş değildi. Şu halde bu olayları, her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olan yüce Allah'tan gelen vahye dayanarak aktarıyordu. İçinde bulundukları şirk'ten dolayı azaba uğramamaları için bu vahiy onun kavmine yönelik bir rahmetti. Dolayısıyla "Rabb'imiz ne olurdu bize bir peygamber gönderseydin de ayetlerine uysak ve mü'minlerden olsaydık." dememeleri içindi.


44- Ey Muhammed! Musa'ya emrimizi vahyettiğimiz zaman sen mukaddes vadinin batı tarafında değildin, onu görenlerden de değildin.

45- Biz nice nesiller var etmiştik de onların üzerinden uzun zamanlar geçti. Ey Muhammed! Sen Medyen halkı arasında bulunup onlara ayetlerimizi okumuyordun. Fakat o haberleri sana gönderen Biziz.

46- Sen Musa'ya hitab ettiğimiz zaman Tur'un yanında da değildin. Fakat Rabb'inden bir rahmet olarak orada geçenleri sana bildirdik ki senden önce bir uyarıcı peygamber gelmemiş olan kavmi uyarasın; belki düşünüp öğüt alırlar.

47- Kendi elleriyle yaptıkları günahlar yüzünden başlarına bir felaket geldiği zaman; "Rabb'imiz ne olurdu bize bir peygamber gönderseydin de ayetlerine uysak ve mü'minlerden olsaydık " demesinler diye peygamber gönderdik.

48- Fakat onlara Katımızdan gerçek gelince; "Musa'ya verildiği gibi buna da mucize verilmesi gerekmez mi? derler. Daha önce Musa'ya verileni de inkâr etmemişler miydi? Yardımlaşan iki sihirbaz; "Hepsini inkâr edenleriz." demişlerdi.

49- De ki; "Eğer doğru iseniz, Allah katından bu ikisinden, Musa'ya ve bana inen kitaplardan, daha doğru bir kitap getirin de ben ona uyayım.

50- Eğer sana cevap vermezlerse bil ki onlar, keyiflerine uyuyorlar. Allah'tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık kim olabilir? Elbette Allah, zalim kavmi doğru yola iletmez.

51- Andolsun biz, düşünüp öğüt alsınlar diye vahyi birbirine bitiştirdik.


Ayette geçen "batı" Tur dağının batı tarafıdır. Burayı Yüce Allah, önce otuz gün, daha sonra kırk gün olarak belirlediği bir süre içinde Musa ile buluşma yeri olarak tayin etmişti. Bu belirlenen süre içinde İsrailoğulları arasında uygulayacağı yasa Hz. Musa'ya levhalara işlenerek verilmişti. Peygamber efendimiz, bu buluşma gerçekleşirken orada değildi. Dolayısıyla Kur'an-ı Kerim'de yer aldığı şekliyle olayın ayrıntılarını bilemezdi. Çünkü onunla bu olay arasında birbirini izleyen birçok kuşaklar gelip geçmişti. Bu da gösteriyor ki, bu ayrıntıları ona haber veren, kendisine Kur'an'ı vahyeden, her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olan yüce Allah'dır.

Aynı şekilde Kur'an Medyen'e ilişkin haberler de içeriyor. Hz. Musa'nın orada geçirdiği yıllara da değiniyor. Peygamber efendimiz de bunları ayrıntılı olarak anlatıyor. Oysa peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- o sırada Medyen halkı arasında bulunmuyordu. Dolayısıyla o döneme ilişkin haberleri Kur'an'da yer aldığı şekliyle ayrıntılı olarak anlatamazdı.

Yine Kur'an-ı Kerim Tur dağının yanındaki sesleniş ve yakarış ortamını büyük bir incelikle ve derinlikle tasvir ediyor. Peygamber efendimiz -salât ve selâm üzerine olsun seslenişi duymamıştı. Bu ayrıntıları da o zaman not almamıştı. Dolayısıyla peygamber efendimizin kavmini çağırdığı bu inancın doğruluğunu ortaya koyan bu haberleri, yüce Allah'ın ona anlatması, kavmine yönelik bir rahmettir. Amaç, daha önce kendilerine bir uyarıcı gönderilmemiş bu kavmi uyarmaktır. Çünkü peygamberleri hep çevrelerindeki İsrailoğulları'na gönderiliyordu. Ataları İsmail'den bu yana geçen uzun süre içinde Araplara bir peygamber gönderilmiş değildi. 

Şu halde kıssaların anlatımı yüce Allah'ın Arap toplumuna yönelik rahmetidir. Bu aynı zamanda onların aleyhlerine kullanılacak bir delildir de. Ansızın yakalandıklarını, azaba uğratılmadan önce uyarılmadıklarını ileri sürmesinler diye. Çünkü onların içinde bulundukları cahiliye, şirk ve günah ortamı şiddetli bir azabı gerektirmektedir. Bu yüzden yüce Allah gerekçelerini geçersiz kılmak, bahanelerini ortadan kaldırmak istemiştir. Onları imanla aralarında hiçbir engel kalmayacak şekilde kendileri ile baş başa bırakmak istemiştir.

"Kendi elleriyle yaptıkları günahlar yüzünden başlarına bir felaket geldiği zaman; `Rabb'imiz ne olurdu bize bir peygamber gönderseydin de ayetlerine uysak ve mü'minlerden olsaydık' derler."

Eğer kendilerine bir peygamber gönderilmemiş olsaydı ve bu peygamberle birlikte her türlü bahaneyi geçersiz kılan ayetler gönderilmemiş olsaydı böyle diyeceklerdi. Ne var ki, kendilerine peygamber gönderilince ve bu peygamberle birlikte içinde kuşkuya yer bulunmayan hak içerikli mesaj sunulunca ona uymadılar.

Böylece hak içerikli ilahi mesaja uymadılar. Boş ve anlamsız bahaneler ileri sürerek gerçekten yüz çevirdiler. Ya Musa'ya verilen somut maddi mucizeler ya da bir kerede tüm Tevrat'ı içeren levhalar gibisi ona da verilmeli değil miydi?

Ne var ki, onlar bu gerekçeyi ileri sürerken doğruyu söylemiyorlardı. Kendilerine sunulan mesaja karşı çıkarlarken samimi değillerdi. Arap Yarımadası'nda Yahudiler de yaşıyordu. Ellerinde de Musa'ya indirilen Tevrat bulunuyordu. Fakat Araplar onlara inanmamışlardı. Ellerinde bulunan Tevrat'ı doğrulamamışlardı. Öte yandan Hz. Muhammed'in -salât ve selâm üzerine olsun- niteliklerinin Tevrat'ta yazılı olduğunu biliyorlardı. Nitekim Hz. Muhammed'in -salât ve selâm üzerine olsun kendilerine sunduğu bazı gerçekler hakkında ehl-i Kitaptan bazılarının görüşüne başvuruyorlardı. Onlar da Hz. Muhammed'in sunduğu ayetlerin gerçekliğini ifade edecek ve ellerindeki kitapla uyuştuğunu vurgulayacak tarzda görüş belirtiyorlardı. Buna rağmen onlar bütün bunlara uymuyorlardı. Ve Tevrat'ın da, Kur'an'ın da sihir olduğunu, bu yüzden birbirleriyle uyuştuklarını, birbirini doğruladıklarını iddia ediyorlardı.

Şu halde bu tutumlarının nedeni inatçılık ve ukalalıktı. Böyle davranmaları; gerçeği araştırma isteğinden, inandırıcı belge eksikliğinden ya da delil yetersizliğinden kaynaklanmıyordu.

Bununla beraber surenin akışı onları köşeye sıkıştırmak, delille susturmak amacı ile birkaç adım daha atıyor ve onlara şöyle diyor: “Eğer Kur'an hoşunuza gitmiyorsa ve eğer Tevrat'tan da hoşlanmıyorsanız, Allah katından gelmiş Tevrat tan ve Kur’an’dan daha doğru bir Kitap varsa elinizde getirin, ona uyalım.”

Bir rakibe karşı ancak bu kadar toleranslı davranılabilir. Bu, delil getirmek için tanınan en uzun süredir. Buna rağmen kim bu fırsattan sonra gerçeğe yönelmezse; o, hiçbir delile dayanmayan ve büyüklük kompleksine kapılan, kendi havasına, arzusuna uyan birisidir!

Hiç kuşkusuz bu Kur'an'ın içerdiği gerçek son derece açıktır. Bu dinin ileri sürdüğü kanıt ise herkesin görüp anlayabileceği şekilde ortadadır. Kendi hevası, arzusu engel olmadığı sürece bu gerçeği öğrenen birisi onu benimsemekten kaçınmaz. Şu halde ortada bir üçüncüsü bulunmayan iki yol vardır. Ya içtenlikle gerçeği benimsemek, arzu ve ihtirastan kurtulmak -Bu durumda iman etmek, kayıtsız şartsız teslim olmak kaçınılmaz olur- ya da gerçeğe karşı direnmek ihtiras ve arzulara uymak. Bu ise gerçeği yalanlamak ve bedbaht bir hayatı tercih etmektir. Yoksa kendi ihtiraslarına uyan art niyetli kişilerin ileri sürdükleri gibi inanç sisteminde bir kapalılık söz konusu değildir. Sunulan belgelerin zayıf olduğuna yahut delillerin yetersiz olduğuna ilişkin iddiaların geçerli bir dayanağı, inandırıcı bir kanıtı yoktur.

"Eğer sana cevap veremezlerse bil ki, onlar keyiflerine uyuyorlar.

Bu kadar kesin ve bu kadar açık. Bunu Allah söylüyor. Reddetmek ya da yorum yapmak söz konusu olamaz. Bu dinin çağrısına olumlu karşılık vermeyenler, hiçbir mazeretleri bulunmayan art niyetli kimselerdir. Hiçbir gerekçeleri, mazeretleri olmayan ve gerçeği örtbas eden ahmak, akılsız kimselerdir. Onlar açık ve anlaşılır gerçekten yüz çevirip arzularına, ihtiraslarına uyuyorlar.

Bu ayetler, Kur'an'ı anlayamadıklarını, bu dini bütünüyle kavrayacak bilgiye sahip olmadıklarını ileri sürerek; kendilerini mazur göstermeye çalışanların yolunu tıkamaktadır. Buna göre bu Kur'an kendilerine ulaşır ulaşmaz, bu din kendilerine sunulur sunulmaz önlerine bir kanıt serilmiş demektir. Bu durum tür tartışmaların sonudur, bütün mazeretleri geçersiz kılar. Çünkü insan, bizzat açık ve anlaşılır şekilde ortadadır. Hevesini, ihtirasını önder edinip ona uyandan başkası bu açık ve anlaşılır gerçekten yüz çeviremez. Kendisine zulmeden, apaçık gerçeğe zulmeden, böylece yüce Allah'ın hidayetini hak etmeyen akılsız, ahmak kimselerden başkası bu mesajı yalanlamaz: "Elbette Allah, zalim kavmi doğru yola iletmez."

Kuşkusuz gerçeğin onlara ulaşması, onlara sunulması ile birlikte mazeretleri ortadan kalkmıştır. Buna karşı ileri sürebilecekleri geçerli bir gerekçeleri, inandırıcı bir delilleri de yoktur.

Bu gezinti sona erince, yamuklukları ve kaypaklıkları iyice açığa kavuşuyor. Bunun ardından surenin akışı, olumlu bir karakterin ve iyi niyetli bir kişiliğin tablosunu sunmak üzere onlarla bir diğer gezintiye çıkıyor. Bu tablo, kendilerinden önce kitap verilenlerden bir grubun şahsına ve bu grubun kendi ellerindeki Kitabı doğrulayan bu Kur'an'ı karşılama yöntemlerinde belirginleşiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder