6-
Bu Kur'an sana, her işi yerinde olan ve her şeyi bilen Allah katından
indirilmektedir.
"Telakka" kavramı, her şeyi bilen ve her şeyi uygun biçimde
düzenleyen Allah'tan, doğrudan hidayet almayı ifade ediyor. Allah her şeyi bir
hikmete göre yapar. Her şeyi ilmi ile idare eder. Onun hikmeti ve ilmi bu
Kur'an'da ortaya çıkar. Programı, yükümlülükleri, direktifleri, izlemiş olduğu
yolu, inişindeki yer ve zaman uygunluğu, ard arda gelişi, konularının birbirine
uygunluğu ile bütün bir Kur'an, O’nun ilmini ve hikmetini ortaya koyuyor.
Sonra kıssalar başlıyor.
Bu da Allah'ın ilmini, hikmetini, gizli ve güzel olan idaresini en mükemmel
biçimde gözler önüne seriyor:
Hz. Musa -selâm üzerine
olsun- kıssasının bu bölümü surenin şu ayetinden sonra yer
alıyor. "Bu Kur'an sana, her işi yerinde olan ve her şeyi bilen Allah
katından indirilmektedir." Sanki Peygamber efendimize -salât ve selâm
üzeri-ne olsun- Allah'tan vahiy alanların ilki sen değilsin deniliyor. İşte Hz.
Musa'da aynı şekilde Allah'tan emirler alıyor. Firavun ve milletine götürmesi
için peygamberliği yüklenmeye çağırılıyor. Senin müşrik olan milletin ilahi
mesajı yalan saymaları yeni bir şey değildir. İşte Hz. Musa'nın milleti de iç âlemleri
Allah'ın ayetlerini kesin hissettikleri halde yine de haksızlık yapıp büyüklük
taslayarak Allah'ı inkâr ediyorlar" Gör bakalım o bozguncuların sonu
nice oldu? (Neml Suresi, 14) Senin milletin de inkâr edenlerin ve büyüklük
taslayanların sonunu beklesin!
7-
Hani Musa ailesine: "Ben uzaklarda bir ateş gördüm gideyim de oradan size
ya bir haber getiririm ya da bir kor parçası alıp gelirim de ısınırsınız"
dedi.
Bu bölüm Taha suresinde,
Hz. Musa, Hz. Şuayb'ın kızı olan hanımı ile birlikte Medyen şehrinden Mısır'a
dönerken yolda başından geçen olaylar arasında anlatılmıştı (Hz. Musa'nın
kendisine hizmet edip iki kızından biri ile evlendiği yaşlı ihtiyarın Şuayb
peygamber olduğunu gösteren kesin bir hüküm yoktur. Yalnız her iki kıssanın
Kur'an'da tarih süresi içinde verildiği her defasında Hz. Musa kıssasının Hz.
Şuayb'ın kıssasından sonra yer almasına bakılırsa, bu görüşün tescil
edilmesi isabetli olur. Bu da onların çağdaş olduklarını veya peş peşe gönderildiklerine
işaret etmektedir.). Hz. Musa o sırada, hem karanlık hem de soğuk bir gecede
yolunu şaşırmıştı. Nitekim Hz. Musa'nın ailesine söylediği şu söz de bunu
göstermektedir: "Gideyim de, oradan size ya bir haber getirin ya da
bir kor parçası alıp gelirim de ısınırsınız" dedi. Burada Tur dağına
yöneldiği anlatılıyor. O zaman insanlar, gece yolcularına yol göstermek amacı
ile çölde yüksek yerlerde ateş yakarlardı. Oraya vardıklarında bir ateş, bir
meşale veya bir kılavuz bulabilirlerdi.
"Ben uzaklarda bir
ateş gördüm"
Ateşi uzaktan gördü. Ona
karşı içinde bir güven ve yakınlık hissetti. Orada kendisine yol gösterecek
veya ailesini çölün gecesinin soğuğundan kurtarıp ısıtacak bir ateş parçası
bulabileceğini umuyordu.
Hz. Musa gördüğü ateşe
doğru yola koyuldu. Orada ne olduğunu öğrenmek istiyordu. Birden yüce çağrı ile
karşılaştı.
8-
Musa, ateş gördüğü yere geldiğinde şöyle bir ses duydu: Gerek ateşin
yanındakiler ve gerekse çevresinde bulunanlar kutsanmıştır. Tüm varlıkların
Rabb'ı olan Allah her türlü noksanlıklardan münezzehtir.
9-
Ya Musa Kesin olarak bil ki Ben, üstün iradeli ve her işi yerinde olan
Allah'ım.
Bu, bütünü ile kainatın
kendisine karşılık verdiği âlemlerin ve göklerin kendisiyle ilişkide bulunduğu,
bütün bir varlığın kendisine boyun
eğdiği, ruhların ve vicdanların önünde tir tir titrediği bir çağrıdır.
Yerin kendisi ile göğe bağlandığı, küçük atomun büyük olan yaratıcısının
çağrısını onda bulduğu, zayıf ve fani olan insanın Allah'ın lütfu ile yalvarma
ve yakarma makamına yükseldiği bir çağrıdır bu:
"Musa ateş gördüğü
yere geldiğinde şöyle bir ses duydu"
Bu ifade etkenden edilgen
biçimde kullanılıyor. Yüce Çağrıcıya saygı, O'na hürmet ve tazim için ifade
böyle tersine çevriliyor.
“Gerek ateşin yanındakiler
ve gerekse çevresinde bulunanlar kutsanmıştır” Ateşin yanında kim vardı?
Bu ateş en sağlıklı görüşe göre yaktığımız ateşten değildi. Bu, kaynağı yüceler
âleminden gelen bir ateşti. Büyük hidayeti göstermek için Allah'ın melekleri
tarafından yakılmış bir ateşti. Ve bildiğimiz ateş gibi görünmüştü. Bu tertemiz
ruhlar o ateşin içinde bulunuyorlardı. Onun içindir ki, çağrıda şöyle
denilmiştir "Ateşin yanındakiler ve gerekse ateşin içindekiler
kutsanmıştır" Böylece ateşte bulunan ve onun çevresinde bulunanlardan
biri de Hz. Musa idi. Bütün bir varlık
bu yüce bağışı kabullenmişti. Varlık âleminde ki dünyanın bu bölgesi, yüce
Allah'ın orada tecelli etmesiyle kutsal ve bereketli olmuş ve öyle de devam
etmiştir. Bu, orası için büyük bir rahmet kaynağı olmuştu.
Bütün bir varlık, çağrının
ve kurtuluşun geri kalan kısmını şöyle tescil etmiştir "Tüm
varlıkların Rabb'ı olan Allah her türlü noksanlıklardan münezzehtir." "Ya Musa kesin olarak bil ki Ben,
üstün iradeli ve her işi yerinde olan Allah'ım."
Allah kendisini tenzih
ederek âlemlerin Rabb'i olduğunu ilan ediyor. Seslendiği kuluna, kendisinin
üstün ve hikmet sahibi olduğunu açıklıyor. Ve
bütün insanlık Hz. Musa'nın -selâm üzerin olsun- şahsında bu şerefli ve parlak
ufuklara yükseliyor. Ve Hz. Musa gördüğü ateşin yanında yüce mesajı
buluyor. Ne var ki, bu mesaj dehşet verici büyüklükte bir mesajdır. Ayrıca
kendisini soğuktan koruyacak ateşi de buluyor. İnsanlığı doğru yola ileten
meşale olan ateş...
Bu hitab, Hz. Musa'nın
peygamber seçilmesi ve o zamandaki yeryüzünün en büyük azgınlarına karşı ilahi
mesajı yüklenmekle görevlendirilmesi içindi. Bu nedenle Rabb'i Hz. Musa'yı peygamberliğe hazırlıyor, donatıyor ve
onu dayanıklı hale getiriyor.
10-
“Elindeki değneği yere at.” Musa yere düşen değneğin yılan gibi kıvrılıp
yürüdüğünü görünce geriye döndü ve arkasına bakmadan kaçmaya başladı. Bu sırada
şöyle bir ses duydu "Ya Musa korkma! Çünkü Peygamberler benim
huzurumdayken korkuya kapılmazlar. "
Burada Yahudilerin
Firavunun zulmünden kurtuluşu "Taha Suresi"nde olduğu gibi uzun
uzadıya anlatılmayıp özet şeklinde veriliyor.
Çünkü burada ibret
alınması gereken nokta, yüce Allah'ın Hz. Musa'ya hitabı ve onu peygamberlikte
görevlendirmesidir.
"Musa yere düşen
değneğin yılan gibi kıvrılıp yürüdüğünü görünce geriye döndü ve arkasına
bakmadan kaçmaya başladı."
Hz. Musa emredildiği şekilde
"Asasını attığında" birden onun harekete geçtiğini ve sürünmeye
başladığını gördü. Onun bu hareketi, yılanların hızlı hareket eden küçük
türlerinden "conn" diye bilinenlerin hareketini andırıyordu. Bu
sırada Hz. Musa'nın heyecanlı tepkisel karakteri devreye girdi. Ansızın onu hiç
akla gelmeyecek bir korku yakaladı ve geri dönmeyi düşünmeksizin yılandan
kaçarak uzaklaşmaya başladı. Bu hareket, aşırı heyecanlı karaktere sahip olan
insanların böyle ani korku hallerinde nasıl bir dehşete kapıldıklarını ortaya
koyuyor.
Sonra Hz. Musa'ya güven
verici, yüce bir çağrı ile sesleniliyor. Taşıyacağı yükümlülüğün içeriği de
kendisine açıklanıyor.
(Bu sırada şöyle bir ses
duydu) "Ya Musa korkma! Çünkü
peygamberler benim huzurumdayken korkuya kapılmazlar."
Korkma! Sen peygamberlikle
görevlendirildin. Peygamberler, Rabb'lerinin huzurunda bu görevleri alırken
korkmaz.
11-
Yalnız zalimlerin durumu başka. Fakat eğer böyleleri kötülük yaptıktan sonra
tutumlarını değiştirip iyilik yapmaya koyulurlarsa, hiç kuşkusuz Ben affedici
ve merhametliyim.
12-
Elini yenine sok: Dışarı çıkardığında, hiçbir hastalık belirtisi olmaksızın, ak
bir parıltı saçacaktır. Bu olağanüstülükler, Firavun ile soydaşlarına
göstereceğin dokuz mucizenin ikisidir. Onlar kesinlikle yoldan çıkmış bir toplumdu.
“Ancak
zulmedenler korkarlar. Bu böyle. Yapmış oldukları kötü
amelleri terk ettikten sonra iyi amellere yönelenler, işledikleri zulümleri
terk edip adalete sarılanlar, içinde bulundukları şirkten kurtulup iman
edenler, kötülüğü bırakıp iyiliğe yapışanlar, bunun dışındadır. Benim rahmetim
geniştir ve bağışlamam da boldur.”
İşte şimdi Hz. Musa ikna
oldu ve kalbi yatıştı. Peygamberliğin ve sorumlulukların mahiyeti kendisine
açıklanmadan önce Rabb'i onu ikinci bir mucize ile donatıyor.
Öyle de oldu Hz. Musa
elini elbisesinin açık yerine -yani yenine- soktu. Elini bembeyaz ve
parlak olarak çıkardı. Bu bir hastalık eseri değil, mucizeydi. Rabb'i Hz.
Musa'ya iki örneğini gösterdiği mucizelerin dokuz tane olduğunu ve bunların
kendisini destekleyeceğini bildiriyordu.
Burada "A'raf
suresinde açıklanan dokuz mucizenin tümü sayılmıyor. Bunlar kuraklık yılları,
meyvelerin azalması, tufan, çekirge, tahıl güvesi, kurbağa ve kandır. Çünkü
burada amaç, mucizelerin gücüne dikkat etmektir, yoksa mahiyetlerinin ne olduğuna
değil. Ayetler, apaçık olmasına rağmen o toplumun bu mucizeleri inkâra
kalkışmaları üzerinde yoğunlaşmaktadır.
13-
Mucizelerimiz onların gözleri önüne serilince "Bu apaçık bir büyüdür"
dediler.
14-
Vicdanların kesinlikle doğru kabul ettiği bu mucizeleri gerçeği çiğneyerek ve
küstahça burun kıvırarak inkâr ettiler. Gör bakalım, o bozguncuların sonu nice
oldu?
Çok sayıdaki bu mucizeler
apaçık gerçeği ortaya koymaktadır ki, gözü olan herkes onları görebilsin. Bu
ayetlerin bizzat kendileri de aydınlatıcı, görmeyi sağlayıcı olarak
nitelendirilmektedir. Bu mucizeler insanlara gerçeği gösteriyor ve onları doğru
yola iletiyor. Buna rağmen onlar "Bunlar apaçık bir büyüdür" dediler.
Böyle söylemeleri, bu kanaatte olduklarından veya birtakım şüpheleri
bulunduğundan dolayı değildi. Böyle demelerinin başlıca nedeni, haksızlığı ve
böbürlenmeyi esas aldıkları içindi. "Gerçeği çiğneyerek ve küstahça
burun kıvırarak." Hâlbuki onlar, bu mucizelerin şüphe götürmeyen gerçeğin
kendisi olduğuna gönülden ve kesin biçimde inanmışlardı."Vicdanlarının
kesinlikle doğru kabul ettiği bu mucizeleri" büyüklük taslamalarından
ve inkâr etmelerinden dolayı böyle dediler. Çünkü onlar iman etmeyi
istemiyorlar, delil de istemiyorlar. Zira gerçeğe karşı üstünlük taslıyorlar.
Bu basitçe üstünlük taslayışlarıyla, hem gerçeğe, hem de kendilerine zulmetmiş
oluyorlardı.
Kureyş'in ileri
gelenlerinin de Kur'an'a karşı tavırları böyle idi. Bu Kitab'ın gerçek olduğunu
bildikleri halde onu inkâr ediyorlardı. Peygamberimizin kendilerini bir olan
Allah'a çağrısını inkâr ediyorlardı. Çünkü onlar inançlarına ve dinlerine bağlı
kalmayı istiyorlardı. Zira onlar bu dinlerine ve inançlarına bağlanmaları ile
önemli bir konuma geliyor ve bundan büyük kazançlar elde ediyorlardı. Onların
bu konumları ve gelirleri bu saçma inançlara dayanıyordu. Onlar, İslam
çağrısının bu saçma inançlara karşı önemli bir tehlike oluşturduğunu ayakları
altındaki kumların kaymasına sebep olacağını ve vicdanları titrettiğini biliyorlardı.
Apaçık gerçeğin balyozları puslu batılın
beynine ineceğini de biliyorlardı.
İnkârcılar gerçeği bilmediklerinden
dolayı değil, tam tersine onu çok iyi bildikleri için kabul etmiyorlardı.
Özellikle onlar gerçeğe içlerinden kesin inandıkları halde onu inkâr
ediyorlardı. Çünkü onlar, gerçeğin
konumlarına, çıkarların ve gelirlerine karşı bir tehlike oluşturduğunu
görüyorlardı. İşte bu nedenle bu apaçık gerçeğin karşısına dikilip
duruyorlardı. "Gör bakalım, o bozguncuların sonu nice oldu?"
Firavun ve milletinin akıbeti
ortadadır. Kur'an onların sonlarını başka yerlerde açıklamaktadır. Burada bu
konuya kısaca değiniliyor. Gerçeği inkâr eden ve ona karşı dikilen, öğütlere
kulak asmayanların dikkatleri Firavun ve milletinin akıbeti üzerine çekiliyor.
Belki bu yolla daha önceki bozguncuları yakalayan ceza, kendilerini de
yakalamadan uyanırlar.
Bu ayetlerden sonra Allah
kıssayı değiştiriyor.
Bu surede Hz. Süleyman'ın
-selâm üzerine olsun- hikâyesi diğer surelere oranla daha geniş ve kapsamlıca
yer verilmiştir. Burada kıssa, Hz. Süleyman'ın hayatının yalnız bir bölümünü,
Hüdhüd ile Kraliçe Belkıs arasında geçen bölümünü kapsıyor. Ayetlerin akışına
uygun olarak Hz. Süleyman'ın kendisine kuşdilinin öğretilmesini, her şeyin
emrine verilmesini ve tüm·bu nimetler karşılığında Allah'a nasıl şükrettiğini
insanlara açıklayarak hikâyeye giriş yapılıyor. Ardından cinlerin, insanların
ve kuşların oluşturduğu topluluğun sahnesi yer alıyor. Karıncanın da kendi hem
cinslerini, bu kervana karşı uyarması anlatılıyor. Hz. Süleyman'ın karıncanın
sözünü anlayarak Rabb'inin nimetine karşı şükürde bulunması açıklanıyor. Kendisine
bahşedilen bu nimetin bir imtihan olduğunu anlaması ve Rabb'inden bu sınavdan
başarıyla ve şükrederek çıkabilmeyi istemesi anlatılıyor.
Bu kıssaların surede özet
şekilde verilmesi ile surenin Kur'an'dan söz ederek haşlaması arasında bir
ilişki vardır. Aynı şekilde bu Kur'an'ın İsrailoğulları'nın ayrılığa düştüğü
konuların çoğunu ele alıp çözüme kavuşturduğu hükümleriyle, İsrailoğulları'nın
tarihinde önemli dönemleri oluşturan Hz. Musa, Hz. Davud ve Hz. Süleyman
kıssaları arasında da bir ilgi bulunmaktadır.
Bu bölüm ve girişlerin
surenin konusu ile ilgisi ise, surenin ve bu bölümün değişik yerlerinde ortaya
çıkmaktadır.
Daha önce surenin
başlarında belirttiğimiz gibi, surenin atmosferi ve çağrışımları ilim üzerinde
yoğunlaşıyor. Nitekim Hz. Davud ve Hz. Süleyman kıssasında da ilk olarak buna
işaret ediliyor. "Biz Davud ve Süleyman'a izin verdik." Hz.
Süleyman, Allah'ın kendisine vermiş olduğu nimetleri dile getirirken öncelikle
Allah'ın kendisine kuşdilini öğrettiğini dile getiriyor. "Ey
insanlar, bize kuşdili öğretildi" Hudhud kuşu da bir ara hangi
nedenle kaybolduğunu izah ederken mazeretine şöyle başlıyor. "Senin
bilmediğin bir şeyi öğrendim, sana Sebe'den çok önemli doğru bir haber
getirdim." Yine bu kıssada Kitap'tan bir bilgiye sahip olan kimsenin
göz açıp kapayıncaya kadar Sebe kraliçesinin tahtını getirmesi ilimle ilintili
olarak sunuluyor.
Surenin yüce Allah'ın
apaçık bir mektubu, Kitab'ı olan Kur'an'dan söz ederek başlaması ve onların bu
yüce mektubu yalanlamaya kalkmaları ile kıssadaki Hz. Süleyman'ın mektubuna
karşı Kraliçe Belkıs'ın tutumu arasında bir ilgi kurulmaktadır. Kraliçe Belkıs,
Hz. Süleyman'ın emrine verilen güçleri, insanların, cinlerin ve kuşların onun
hizmetine verildiğini gördüğünde çok geçmeden, hem kendisi, hem de toplumu teslim
olduğu halde müşrikler Hz. Süleyman'a bu güçleri bahşeden, kullarının çok
üstünde bir güce sahip olan ve yüce tahtın sahibi bulunan Allah'a teslim olmaya
yanaşmadıklarına dikkat çekilmektedir.
Surede Allah'ı, kullarına
verdiği nimetleri, evrene serpiştirdiği ayetleri ve insanı yeryüzünde halife
kıldığı halkı, Allah'ın ayetlerini inkâr edip bu nimetlere karşı şükretmediği
sergileniyor. Kıssada Allah'ın kendisine verdiği nimetle şımarmayan, kuvvetine
güvenip azmayan, sürekli verilen nimetlere şükreden bir insan örneği yer
almaktadır... Böylece görülüyor ki, surenin konusu ile kıssanın değindiği
meseleler ve durumlar arasında pek çok ve apaçık uygunluklar vardır.
Hz. Süleyman'ın Sebe
Kraliçesi ile ilgili kıssası aynı zamanda edebi ifade biçiminin bütün şartlarını
taşıyan en güzel örnektir. Bu kıssa hareketler, duygular ve tablolarla dolu bir
kıssadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder