7 Aralık 2012 Cuma

Neml Suresi 6-14 Âyetleri S. Kutub Tefsiri


6- Bu Kur'an sana, her işi yerinde olan ve her şeyi bilen Allah katından indirilmektedir.


"Telakka" kavramı, her şeyi bilen ve her şeyi uygun biçimde düzenleyen Allah'tan, doğrudan hidayet almayı ifade ediyor. Allah her şeyi bir hikmete göre yapar. Her şeyi ilmi ile idare eder. Onun hikmeti ve ilmi bu Kur'an'da ortaya çıkar. Programı, yükümlülükleri, direktifleri, izlemiş olduğu yolu, inişindeki yer ve zaman uygunluğu, ard arda gelişi, konularının birbirine uygunluğu ile bütün bir Kur'an, O’nun ilmini ve hikmetini ortaya koyuyor.

Sonra kıssalar başlıyor. Bu da Allah'ın ilmini, hikmetini, gizli ve güzel olan idaresini en mükemmel biçimde gözler önüne seriyor:

Hz. Musa -selâm üzerine olsun- kıssasının bu bölümü surenin şu ayetinden sonra yer alıyor. "Bu Kur'an sana, her işi yerinde olan ve her şeyi bilen Allah katından indirilmektedir." Sanki Peygamber efendimize -salât ve selâm üzeri-ne olsun- Allah'tan vahiy alanların ilki sen değilsin deniliyor. İşte Hz. Musa'da aynı şekilde Allah'tan emirler alıyor. Firavun ve milletine götürmesi için peygamberliği yüklenmeye çağırılıyor. Senin müşrik olan milletin ilahi mesajı yalan saymaları yeni bir şey değildir. İşte Hz. Musa'nın milleti de iç âlemleri Allah'ın ayetlerini kesin hissettikleri halde yine de haksızlık yapıp büyüklük taslayarak Allah'ı inkâr ediyorlar" Gör bakalım o bozguncuların sonu nice oldu? (Neml Suresi, 14) Senin milletin de inkâr edenlerin ve büyüklük taslayanların sonunu beklesin!


7- Hani Musa ailesine: "Ben uzaklarda bir ateş gördüm gideyim de oradan size ya bir haber getiririm ya da bir kor parçası alıp gelirim de ısınırsınız" dedi.


Bu bölüm Taha suresinde, Hz. Musa, Hz. Şuayb'ın kızı olan hanımı ile birlikte Medyen şehrinden Mısır'a dönerken yolda başından geçen olaylar arasında anlatılmıştı (Hz. Musa'nın kendisine hizmet edip iki kızından biri ile evlendiği yaşlı ihtiyarın Şuayb peygamber olduğunu gösteren kesin bir hüküm yoktur. Yalnız her iki kıssanın Kur'an'da tarih süresi içinde verildiği her defasında Hz. Musa kıssasının Hz. Şuayb'ın kıssasından sonra yer almasına bakılırsa, bu görüşün tescil edilmesi isabetli olur. Bu da onların çağdaş olduklarını veya peş peşe gönderildiklerine işaret etmektedir.). Hz. Musa o sırada, hem karanlık hem de soğuk bir gecede yolunu şaşırmıştı. Nitekim Hz. Musa'nın ailesine söylediği şu söz de bunu göstermektedir: "Gideyim de, oradan size ya bir haber getirin ya da bir kor parçası alıp gelirim de ısınırsınız" dedi. Burada Tur dağına yöneldiği anlatılıyor. O zaman insanlar, gece yolcularına yol göstermek amacı ile çölde yüksek yerlerde ateş yakarlardı. Oraya vardıklarında bir ateş, bir meşale veya bir kılavuz bulabilirlerdi.

"Ben uzaklarda bir ateş gördüm"

Ateşi uzaktan gördü. Ona karşı içinde bir güven ve yakınlık hissetti. Orada kendisine yol gösterecek veya ailesini çölün gecesinin soğuğundan kurtarıp ısıtacak bir ateş parçası bulabileceğini umuyordu.

Hz. Musa gördüğü ateşe doğru yola koyuldu. Orada ne olduğunu öğrenmek istiyordu. Birden yüce çağrı ile karşılaştı.


8- Musa, ateş gördüğü yere geldiğinde şöyle bir ses duydu: Gerek ateşin yanındakiler ve gerekse çevresinde bulunanlar kutsanmıştır. Tüm varlıkların Rabb'ı olan Allah her türlü noksanlıklardan münezzehtir.

9- Ya Musa Kesin olarak bil ki Ben, üstün iradeli ve her işi yerinde olan Allah'ım.


Bu, bütünü ile kainatın kendisine karşılık verdiği âlemlerin ve göklerin kendisiyle ilişkide bulunduğu, bütün bir varlığın kendisine boyun eğdiği, ruhların ve vicdanların önünde tir tir titrediği bir çağrıdır. Yerin kendisi ile göğe bağlandığı, küçük atomun büyük olan yaratıcısının çağrısını onda bulduğu, zayıf ve fani olan insanın Allah'ın lütfu ile yalvarma ve yakarma makamına yükseldiği bir çağrıdır bu:

"Musa ateş gördüğü yere geldiğinde şöyle bir ses duydu"

Bu ifade etkenden edilgen biçimde kullanılıyor. Yüce Çağrıcıya saygı, O'na hürmet ve tazim için ifade böyle tersine çevriliyor.

“Gerek ateşin yanındakiler ve gerekse çevresinde bulunanlar kutsanmıştır” Ateşin yanında kim vardı? Bu ateş en sağlıklı görüşe göre yaktığımız ateşten değildi. Bu, kaynağı yüceler âleminden gelen bir ateşti. Büyük hidayeti göstermek için Allah'ın melekleri tarafından yakılmış bir ateşti. Ve bildiğimiz ateş gibi görünmüştü. Bu tertemiz ruhlar o ateşin içinde bulunuyorlardı. Onun içindir ki, çağrıda şöyle denilmiştir "Ateşin yanındakiler ve gerekse ateşin içindekiler kutsanmıştır" Böylece ateşte bulunan ve onun çevresinde bulunanlardan biri de Hz. Musa idi. Bütün bir varlık bu yüce bağışı kabullenmişti. Varlık âleminde ki dünyanın bu bölgesi, yüce Allah'ın orada tecelli etmesiyle kutsal ve bereketli olmuş ve öyle de devam etmiştir. Bu, orası için büyük bir rahmet kaynağı olmuştu.

Bütün bir varlık, çağrının ve kurtuluşun geri kalan kısmını şöyle tescil etmiştir "Tüm varlıkların Rabb'ı olan Allah her türlü noksanlıklardan münezzehtir." "Ya Musa kesin olarak bil ki Ben, üstün iradeli ve her işi yerinde olan Allah'ım."

Allah kendisini tenzih ederek âlemlerin Rabb'i olduğunu ilan ediyor. Seslendiği kuluna, kendisinin üstün ve hikmet sahibi olduğunu açıklıyor. Ve bütün insanlık Hz. Musa'nın -selâm üzerin olsun- şahsında bu şerefli ve parlak ufuklara yükseliyor. Ve Hz. Musa gördüğü ateşin yanında yüce mesajı buluyor. Ne var ki, bu mesaj dehşet verici büyüklükte bir mesajdır. Ayrıca kendisini soğuktan koruyacak ateşi de buluyor. İnsanlığı doğru yola ileten meşale olan ateş...

Bu hitab, Hz. Musa'nın peygamber seçilmesi ve o zamandaki yeryüzünün en büyük azgınlarına karşı ilahi mesajı yüklenmekle görevlendirilmesi içindi. Bu nedenle Rabb'i Hz. Musa'yı peygamberliğe hazırlıyor, donatıyor ve onu dayanıklı hale getiriyor.


10- “Elindeki değneği yere at.” Musa yere düşen değneğin yılan gibi kıvrılıp yürüdüğünü görünce geriye döndü ve arkasına bakmadan kaçmaya başladı. Bu sırada şöyle bir ses duydu "Ya Musa korkma! Çünkü Peygamberler benim huzurumdayken korkuya kapılmazlar. "


Burada Yahudilerin Firavunun zulmünden kurtuluşu "Taha Suresi"nde olduğu gibi uzun uzadıya anlatılmayıp özet şeklinde veriliyor.

Çünkü burada ibret alınması gereken nokta, yüce Allah'ın Hz. Musa'ya hitabı ve onu peygamberlikte görevlendirmesidir.

"Musa yere düşen değneğin yılan gibi kıvrılıp yürüdüğünü görünce geriye döndü ve arkasına bakmadan kaçmaya başladı."

Hz. Musa emredildiği şekilde "Asasını attığında" birden onun harekete geçtiğini ve sürünmeye başladığını gördü. Onun bu hareketi, yılanların hızlı hareket eden küçük türlerinden "conn" diye bilinenlerin hareketini andırıyordu. Bu sırada Hz. Musa'nın heyecanlı tepkisel karakteri devreye girdi. Ansızın onu hiç akla gelmeyecek bir korku yakaladı ve geri dönmeyi düşünmeksizin yılandan kaçarak uzaklaşmaya başladı. Bu hareket, aşırı heyecanlı karaktere sahip olan insanların böyle ani korku hallerinde nasıl bir dehşete kapıldıklarını ortaya koyuyor.

Sonra Hz. Musa'ya güven verici, yüce bir çağrı ile sesleniliyor. Taşıyacağı yükümlülüğün içeriği de kendisine açıklanıyor.

(Bu sırada şöyle bir ses duydu) "Ya Musa korkma! Çünkü peygamberler benim huzurumdayken korkuya kapılmazlar."

Korkma! Sen peygamberlikle görevlendirildin. Peygamberler, Rabb'lerinin huzurunda bu görevleri alırken korkmaz.


11- Yalnız zalimlerin durumu başka. Fakat eğer böyleleri kötülük yaptıktan sonra tutumlarını değiştirip iyilik yapmaya koyulurlarsa, hiç kuşkusuz Ben affedici ve merhametliyim.

12- Elini yenine sok: Dışarı çıkardığında, hiçbir hastalık belirtisi olmaksızın, ak bir parıltı saçacaktır. Bu olağanüstülükler, Firavun ile soydaşlarına göstereceğin dokuz mucizenin ikisidir. Onlar kesinlikle yoldan çıkmış bir toplumdu.


“Ancak zulmedenler korkarlar. Bu böyle. Yapmış oldukları kötü amelleri terk ettikten sonra iyi amellere yönelenler, işledikleri zulümleri terk edip adalete sarılanlar, içinde bulundukları şirkten kurtulup iman edenler, kötülüğü bırakıp iyiliğe yapışanlar, bunun dışındadır. Benim rahmetim geniştir ve bağışlamam da boldur.”

İşte şimdi Hz. Musa ikna oldu ve kalbi yatıştı. Peygamberliğin ve sorumlulukların mahiyeti kendisine açıklanmadan önce Rabb'i onu ikinci bir mucize ile donatıyor.

Öyle de oldu Hz. Musa elini elbisesinin açık yerine -yani yenine- soktu. Elini bembeyaz ve parlak olarak çıkardı. Bu bir hastalık eseri değil, mucizeydi. Rabb'i Hz. Musa'ya iki örneğini gösterdiği mucizelerin dokuz tane olduğunu ve bunların kendisini destekleyeceğini bildiriyordu.

Burada "A'raf suresinde açıklanan dokuz mucizenin tümü sayılmıyor. Bunlar kuraklık yılları, meyvelerin azalması, tufan, çekirge, tahıl güvesi, kurbağa ve kandır. Çünkü burada amaç, mucizelerin gücüne dikkat etmektir, yoksa mahiyetlerinin ne olduğuna değil. Ayetler, apaçık olmasına rağmen o toplumun bu mucizeleri inkâra kalkışmaları üzerinde yoğunlaşmaktadır.


13- Mucizelerimiz onların gözleri önüne serilince "Bu apaçık bir büyüdür" dediler.

14- Vicdanların kesinlikle doğru kabul ettiği bu mucizeleri gerçeği çiğneyerek ve küstahça burun kıvırarak inkâr ettiler. Gör bakalım, o bozguncuların sonu nice oldu?


Çok sayıdaki bu mucizeler apaçık gerçeği ortaya koymaktadır ki, gözü olan herkes onları görebilsin. Bu ayetlerin bizzat kendileri de aydınlatıcı, görmeyi sağlayıcı olarak nitelendirilmektedir. Bu mucizeler insanlara gerçeği gösteriyor ve onları doğru yola iletiyor. Buna rağmen onlar "Bunlar apaçık bir büyüdür" dediler. Böyle söylemeleri, bu kanaatte olduklarından veya birtakım şüpheleri bulunduğundan dolayı değildi. Böyle demelerinin başlıca nedeni, haksızlığı ve böbürlenmeyi esas aldıkları içindi. "Gerçeği çiğneyerek ve küstahça burun kıvırarak." Hâlbuki onlar, bu mucizelerin şüphe götürmeyen gerçeğin kendisi olduğuna gönülden ve kesin biçimde inanmışlardı."Vicdanlarının kesinlikle doğru kabul ettiği bu mucizeleri" büyüklük taslamalarından ve inkâr etmelerinden dolayı böyle dediler. Çünkü onlar iman etmeyi istemiyorlar, delil de istemiyorlar. Zira gerçeğe karşı üstünlük taslıyorlar. Bu basitçe üstünlük taslayışlarıyla, hem gerçeğe, hem de kendilerine zulmetmiş oluyorlardı.

Kureyş'in ileri gelenlerinin de Kur'an'a karşı tavırları böyle idi. Bu Kitab'ın gerçek olduğunu bildikleri halde onu inkâr ediyorlardı. Peygamberimizin kendilerini bir olan Allah'a çağrısını inkâr ediyorlardı. Çünkü onlar inançlarına ve dinlerine bağlı kalmayı istiyorlardı. Zira onlar bu dinlerine ve inançlarına bağlanmaları ile önemli bir konuma geliyor ve bundan büyük kazançlar elde ediyorlardı. Onların bu konumları ve gelirleri bu saçma inançlara dayanıyordu. Onlar, İslam çağrısının bu saçma inançlara karşı önemli bir tehlike oluşturduğunu ayakları altındaki kumların kaymasına sebep olacağını ve vicdanları titrettiğini biliyorlardı. Apaçık gerçeğin balyozları puslu batılın beynine ineceğini de biliyorlardı.

İnkârcılar gerçeği bilmediklerinden dolayı değil, tam tersine onu çok iyi bildikleri için kabul etmiyorlardı. Özellikle onlar gerçeğe içlerinden kesin inandıkları halde onu inkâr ediyorlardı. Çünkü onlar, gerçeğin konumlarına, çıkarların ve gelirlerine karşı bir tehlike oluşturduğunu görüyorlardı. İşte bu nedenle bu apaçık gerçeğin karşısına dikilip duruyorlardı. "Gör bakalım, o bozguncuların sonu nice oldu?"

Firavun ve milletinin akıbeti ortadadır. Kur'an onların sonlarını başka yerlerde açıklamaktadır. Burada bu konuya kısaca değiniliyor. Gerçeği inkâr eden ve ona karşı dikilen, öğütlere kulak asmayanların dikkatleri Firavun ve milletinin akıbeti üzerine çekiliyor. Belki bu yolla daha önceki bozguncuları yakalayan ceza, kendilerini de yakalamadan uyanırlar.

Bu ayetlerden sonra Allah kıssayı değiştiriyor.

Bu surede Hz. Süleyman'ın -selâm üzerine olsun- hikâyesi diğer surelere oranla daha geniş ve kapsamlıca yer verilmiştir. Burada kıssa, Hz. Süleyman'ın hayatının yalnız bir bölümünü, Hüdhüd ile Kraliçe Belkıs arasında geçen bölümünü kapsıyor. Ayetlerin akışına uygun olarak Hz. Süleyman'ın kendisine kuşdilinin öğretilmesini, her şeyin emrine verilmesini ve tüm·bu nimetler karşılığında Allah'a nasıl şükrettiğini insanlara açıklayarak hikâyeye giriş yapılıyor. Ardından cinlerin, insanların ve kuşların oluşturduğu topluluğun sahnesi yer alıyor. Karıncanın da kendi hem cinslerini, bu kervana karşı uyarması anlatılıyor. Hz. Süleyman'ın karıncanın sözünü anlayarak Rabb'inin nimetine karşı şükürde bulunması açıklanıyor. Kendisine bahşedilen bu nimetin bir imtihan olduğunu anlaması ve Rabb'inden bu sınavdan başarıyla ve şükrederek çıkabilmeyi istemesi anlatılıyor.

Bu kıssaların surede özet şekilde verilmesi ile surenin Kur'an'dan söz ederek haşlaması arasında bir ilişki vardır. Aynı şekilde bu Kur'an'ın İsrailoğulları'nın ayrılığa düştüğü konuların çoğunu ele alıp çözüme kavuşturduğu hükümleriyle, İsrailoğulları'nın tarihinde önemli dönemleri oluşturan Hz. Musa, Hz. Davud ve Hz. Süleyman kıssaları arasında da bir ilgi bulunmaktadır.

Bu bölüm ve girişlerin surenin konusu ile ilgisi ise, surenin ve bu bölümün değişik yerlerinde ortaya çıkmaktadır.

Daha önce surenin başlarında belirttiğimiz gibi, surenin atmosferi ve çağrışımları ilim üzerinde yoğunlaşıyor. Nitekim Hz. Davud ve Hz. Süleyman kıssasında da ilk olarak buna işaret ediliyor. "Biz Davud ve Süleyman'a izin verdik." Hz. Süleyman, Allah'ın kendisine vermiş olduğu nimetleri dile getirirken öncelikle Allah'ın kendisine kuşdilini öğrettiğini dile getiriyor. "Ey insanlar, bize kuşdili öğretildi" Hudhud kuşu da bir ara hangi nedenle kaybolduğunu izah ederken mazeretine şöyle başlıyor. "Senin bilmediğin bir şeyi öğrendim, sana Sebe'den çok önemli doğru bir haber getirdim." Yine bu kıssada Kitap'tan bir bilgiye sahip olan kimsenin göz açıp kapayıncaya kadar Sebe kraliçesinin tahtını getirmesi ilimle ilintili olarak sunuluyor.

Surenin yüce Allah'ın apaçık bir mektubu, Kitab'ı olan Kur'an'dan söz ederek başlaması ve onların bu yüce mektubu yalanlamaya kalkmaları ile kıssadaki Hz. Süleyman'ın mektubuna karşı Kraliçe Belkıs'ın tutumu arasında bir ilgi kurulmaktadır. Kraliçe Belkıs, Hz. Süleyman'ın emrine verilen güçleri, insanların, cinlerin ve kuşların onun hizmetine verildiğini gördüğünde çok geçmeden, hem kendisi, hem de toplumu teslim olduğu halde müşrikler Hz. Süleyman'a bu güçleri bahşeden, kullarının çok üstünde bir güce sahip olan ve yüce tahtın sahibi bulunan Allah'a teslim olmaya yanaşmadıklarına dikkat çekilmektedir.

Surede Allah'ı, kullarına verdiği nimetleri, evrene serpiştirdiği ayetleri ve insanı yeryüzünde halife kıldığı halkı, Allah'ın ayetlerini inkâr edip bu nimetlere karşı şükretmediği sergileniyor. Kıssada Allah'ın kendisine verdiği nimetle şımarmayan, kuvvetine güvenip azmayan, sürekli verilen nimetlere şükreden bir insan örneği yer almaktadır... Böylece görülüyor ki, surenin konusu ile kıssanın değindiği meseleler ve durumlar arasında pek çok ve apaçık uygunluklar vardır.

Hz. Süleyman'ın Sebe Kraliçesi ile ilgili kıssası aynı zamanda edebi ifade biçiminin bütün şartlarını taşıyan en güzel örnektir. Bu kıssa hareketler, duygular ve tablolarla dolu bir kıssadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder