213-
Sakın Allah'ın yanı sıra başka bir ilaha yalvarma; yoksa azaba çarpılanlardan
olursun.
214-
Öncelikle en yakın akrabalarını uyar.
215-
Sana uyan mü'minlere karşı alçak gönüllülük kanatlarını indir.
216-
Eğer hemşerilerin sana karşı gelirlerse onlara "Ben sizin yaptıklarınızdan
uzağım" de.
217-
Üstün iradeli ve merhametli olan Allah'a dayan.
218-
O seni namaza durduğunda görür.
219-
Secde edenler ile birlikte eğilip dikildiğini de görür.
220-
Hiç kuşkusuz O, her şeyi işitir ve her şeyi görür.
Allah ile beraber başka
bir ilaha yöneldiğinde -böyle bir şey imkânsızdır, ama meseleyi anlamak için
öyle düşünelim- azaba çarptırılacaklar arasında peygamberimizin de yer alacağı
belirtildiğine göre artık varın başkasını siz düşünün! Peygamber olmayan
insanlar böyle bir işe yöneldiklerinde nasıl azaptan kurtulacaklardır?! Orada
hiçbir kayırma da söz konusu olmayacaktır. Bu büyük günahı, işlediği takdirde
peygamberin üzerinden dahi bu azabın kaldırılması mümkün olmaz!
Peygamberin -salât ve
selam üzerine olsun- kendisini uyardıktan sonra, ailesini uyarması da
emrediliyor ki, başkasına ders olsun. İman etmeyip şirkte direttikleri taktirde
azabın bunları da tehdit ettiği böylece ifade edilmiş oluyor. "Öncelikle
en yakın akrabalarını uyar" Rivayetlerin belirttiğine göre bu ayet
indirildiğinde peygamberimiz -salât ve selam üzerine olsun- Safa tepesine gelip
üzerine çıktı. Sonra "Hele gelin Hele gelin" diye çağırdı. Bazıları
kendileri geldiler. Bazıları da elçilerini gönderdiler. Böylece insanlar
toplandı. Peygamberimiz orada konuşmaya başladı. "Ey Abdulmuttalip
oğulları! Ey Fihoğulları! Ey Lüey oğulları! Ben şimdi size dağın öbür yamacında
düşman süvarilerinin bulunduğunu ve size saldırmak istediklerini söylesem bana inanır
mısınız” diye sordu. Evet, dediler. Sonra ilave etti "Ben şiddetli bir
azaptan önce size gönderilmiş bir uyarıcıyım". Ebu Leheb söze karıştı ve
"Gün boyunca ağzın kurusun. Sırf bunun için mi bizi çağırdın" dedi?
Bunun üzerine yüce Allah Ebu Leheb'in iki eli kurusun. Kurudu da" suresini
gönderdi. (Buhari, Müslim)
Hz. Aişe anlatıyor:
"Yakın akrabanı uyar" ayeti geldiğinde Allah'ın elçisi -salât ve
selam üzerine olsun- kalktı ve "Ey Muhammed'in kızı Fatıma, Ey
Abdulmuttalib'in kızı Safiye, Ey Abdulmuttalip oğulları, Ben Allah'ın huzurunda sizi kurtaramam. Malımdan dilediğiniz kadar
isteyebilirsiniz. Müslim ve Tirmizi kendi rivayet zincirlerine dayanarak
Ebu Hureyre'nin şöyle dediğini naklediyorlar: Bu ayet indiğinde peygamberimiz -salât
ve selam üzerine olsun- Kureyş kabilesini genel ve özel isimleriyle çağırdı ve
şöyle buyurdu: Ey Kureyşliler kendinizi ateşten kurtarınız. Ey Ka'boğulları,
canınızı ateşten kurtarınız. Ey Muhammed'in kızı Fatıma! Kendini ateşten
kurtar! Allah'a yemin ederim ki, ben
Allah'ın huzurunda size hiçbir yönden faydalı olamam. Yalnız siz benim
akrabamsınız. Sizin akrabalık haklarınızı sonuna kadar gözeteceğim.
Bu ve benzeri hadisler
peygamberimizin -salât ve selam üzerine olsun- olayı nasıl algıladığını, yakın
akrabasına nasıl anlattığını onların işlerinden ellerini çektiğini, ahiret
konusunda onların durumlarını Rabblerine havale ettiğini, yaptıklarını,
ettiklerinin kendilerine fayda vermediği, bir sırada akrabası olmalarının bir
yarar sağlamayacağını, Allah'ın elçisi olmasına rağmen bu durumda Allah katında
kendileri için bir şey yapamayacağını açıklıyor. İşte bütün açıklığı ve netliği
ile, Allah'ın yüce elçisi dahi olsa kul
ile Allah arasında hiçbir vasıtayı kabul etmeyen İslam budur.
Aynı şekilde yüce Allah,
peygamberine, kendisi aracılığı ile Allah'ın davasına gönül verip kabul eden
inanmışlara nasıl davranacağı da açıklıyor:
"Sana
uyan mü'minlere karşı alçak gönüllük kanatlarını indir."
Bu yumuşaklık, alçak
gönüllük ve merhamet somut şekillenmiş bir halde veriliyor. Kanatları germe
halinde veriliyor. Tıpkı konmak isteyen
kuşun iki kanadını yere germesi gibi. İşte peygamberimiz de -salât ve selam
üzerine olsun hayatı boyunca mü'minlere karşı böyle davranmıştır. O'nun ahlakı
Kur'an'dı. O Kur'an'ı Kerim'in canlı eksiksiz bir tercümanıydı.
Yüce Allah, peygamberine
isyankarlara karşı nasıl davranacağını da açıklamıştı. Onları Rabb'lerine
havale edecek ve onların yaptıklarından el etek çekecekti. "Eğer hemşerilerin
sana karşı gelirlerse onlara `Ben sizin yaptıklarınızdan uzağım' de."
Bu, Mekke'de peygamber -salât
ve selam üzerine olsun- müşriklere karşı savaşmakla emredilmeden önce böyleydi.
Sonra peygamberi -salât ve
selam üzerine olsun- Rabbine yöneltiyor. Sürekli yakın ilişki ve koruma bağını
O'nunla oluşturuyor.
"Üstün iradeli ve
merhametli olan Allah'a dayan".
"O seni namaza
durduğunda görür."
"Secde edenler ile
birlikte eğilip dikildiğini de görür."
"Hiç kuşkusuz O, her şeyi
işitir ve her şeyi görür."
Onları isyanları ile baş başa
bırak. Onların yaptıklarından uzaklaş. Rabbine yönel. Ona dayan. Bütün
işlerinde O'ndan yardım dile. Bu surede yüce Allah iki yerde tekrar şu iki
sıfatla nitelendiriliyor. Kuvvet ve
merhamet. Sonra peygamberin -salât ve selam üzerine olsun- kalbi, yakınlık
ve içtenliği hissediyor. Tek başına
namaza dururken Rabbi kendisini görüyor. Secdeye kapanan topluluğun arasında da
görüyor. Yalnızken de görüyor. Namaz kılan topluluğun içinde onlara
direktif verirken, onları düzene koyarken, onlara imamlık yaparken, onları bir
halden bir hale sokarken de hep görüyor. Hareketlerini de duruşlarını da
görüyor. Dualarını da niyazlarını da işitiyor: "O her şeyi işitir ve
her şeyi görür."
Buna göre, ifadede,
koruma, yakınlık hesaba katma ve yardım etme gibi unsurları içeren bir içtenlik
var. Böylece Hz. peygamber -salât ve selam üzerine olsun- Rabbinin koruması
altında, himayesinde ve en yakın ilişki içinde olduğunu hissediyordu. Bu yüce
içtenlik atmosferi içinde yaşıyordu.
Surenin son gezintisi de
yine Kur'an hakkındadır. Birinci seferinde onun Âlemlerin Rabbi tarafından
indirildiği ve onu Ruh-ul Emin'in getirdiği pekiştiriliyordu. İkincisinin de
onu şeytanların indirmiş olma iddiası çürütüldü. Bu seferde ise şeytanların Hz.
Muhammed -salât ve selam üzerine olsun- gibi güvenilir, doğru sözlü, iyi bir
yol izleyen insanlarla ilişki kurmadıkları, onların ancak her yalancı, günahkâr
ve sapık insana gelip gittikleri belirtiliyor, yani onlar, şeytanların
telkinlerini alan ve onları şişirerek, gizemlilik kazandırarak yaymaya çalışan kâhinlere
gelip giderler.
221-
Şeytanların kime ineceğini size söyleyeyim mi?
222-
Onlar ne kadar aşırı yalancı ve günah düşkünü varsa onlara inerler.
223-
Onlar, çoğunluğu yalancı olan şeytanların söylediklerine kulak verirler.
Arap toplumunda cinlerin
kendilerine haber getirdiklerini iddia eden kâhinler vardı. İnsanlar bunlara
sığınıyor ve onların haberlerine güveniyorlardı. Bunların çoğu yalancıydı.
Onlara inanmak ise, kuruntulara ve yalanlara paçayı kaptırmaktı. Herhalde kâhinler
insanları doğru yola çağırmıyorlardı, Allah'tan korkmalarını istemiyorlardı.
Onları imana iletmiyorlardı. İnsanları Kur'an- Kerim ile sağlıklı bir hayat
yoluna çağıran peygamberimiz ise -salât ve selam üzerine olsun- onlar gibi bir
insan değildi.
Onlar bazan Kur'an'a şiir
diyorlardı. Hz. peygamberin de -salât ve selam üzerine olsun- şair olduğunu
söylüyorlardı. Bununla beraber, insanların kalplerine inen, duygularını
harekete geçiren, karşı koyamayacakları bir şekilde onların iradelerine egemen
olan eşine asla rastlamadıkları bu sözü nasıl karşılayacaklarını kestirmemenin
şaşkınlığı içindeydiler.
Bu suredeki Kur'an
ayetleri Hz. Muhammed'in -salât ve selam üzerine olsun yolu ve Kur'an yolunun
asla şairlerin yolu ve şiir yolu ile ilgisi olmadığını açıklıyorlardı. Çünkü bu
Kur'an apaçık bir yol izliyordu. Belirlenmiş bir amaca çağrı yapıyordu.
Dosdoğru bir yolla bu amacına doğru ilerliyordu. Peygamber -salât ve selam
üzerine olsun- bugün söylediğiyle yarın çelişmiyordu. Değişen arzulara ve duygusal tepkilere bağlı bir yol izlemiyordu.
Bir çağrı üzerinde ısrar ediyor, bir inanç üzerinde yoğunlaşıyor, zikzakları
olmayan bir yolda ilerliyordu. Şairler ise böyle değildir. Şairler değişebilen
tepkiler ve duygusal hareketlerin esiridirler. Duyguları onlara hâkim
durumdadır. Bu da onları diledikleri gibi bu duyguları ifade etmeye iter. Aynı
şeyi bir zaman siyah görürken başka bir zaman beyaz görürler. Bazı mutlu
oldukları zaman bir söz söylerler. Öfkelendiklerinde ise başka bir söz
söylerler. Sonra onlar aynı düzeyde durmayan oynak karakterlerin sahibi
kimselerdir!
Bunun yanında kuruntudan
dünyalar yaparak bu dünyalarda yaşarlar. Bazı işleri ve sonuçları hayal
ederler. Sonra onları yaşanan bir gerçek olarak hayal eder ve ondan
etkilenirler. Eşyanın hakikatine, gerçeklerine çok az ilgi duyarlar. Zira onlar
hayallerinde, içinde yaşadıkları başka bir realite oluştururlar.
Belli bir davası olan ve
bu davasını realite dünyasında, insanların yaşadığı dünyada gerçekleştirmek
isteyen insan ise böyle değildir. Dava sahibinin bir hedefi, bir programı, bir
yolu vardır. Açıkgöz, açık kalb, uyanık akıl ile programına göre yolunda
ilerlemeye devam eder. Kuruntuya razı
olmaz. Rüyalarla yaşamaz. İnsanlar dünyasında bir realiteye dönüşmedikleri
müddetçe hayallerle yetinmez. Onlarla tatmin olmaz.
Buna göre peygamberin -salât
ve selam üzerine olsun- programı ile şairlerin programı birbirine taban tabana
zıttır. Bu konuda hiçbir kuşku da yok. Olay apaçık ve net olarak ortadadır.
224-
Şairlere gelince; ancak amaçsız, havai insanlar onların peşinden gider.
225-
Görmüyor musun ki, onlar her vadiye dalarlar.
226-
Ve yapmadıklarını söylerler.
Onlar karakterlerine ve
arzularına uyarlar. Bu nedenle arzu ve isteklerine esir olan şaşkınlar onların
peşlerine takılırlar. Zira bunların hiçbir amaçları ve hiçbir programları
yoktur.
Şairler, söz, düşünce ve bilincin
her vadisine takılırlar. Zira bunların hiçbir amaçları ve hiçbir programları
yoktur.
Şairler söz, düşünce ve
bilincin her vadisine takılırlar. Her zaman diliminin, üzerlerindeki etkilerine
gösterecekleri tepkilere göre, herhangi bir baskı atmosferinde oradan oraya
takılıp giderler.
Şairler yapmadıkları
şeyleri söylerler. Zira kendi
hayallerinin ve duygularının ürünü olan dünyalarda yaşarlar. Kendilerine
çekici gelmeyen gerçek hayatın bu hayal ürünü dünyalarını tercih ederler! Bu
nedenle çok şeyi söylerler. Fakat onları yapmazlar. Çünkü bunları kuruntu âlemlerinde
yaşarlar. İnsanların görülen dünyalarında bunların bir gerçekliği, bir pratiği
yoktur.
İslam
yapısı hayat pratiğinde uygulanmaya müsait, hazır, eksiksiz bir hayat
programıdır. İslam gizli olan vicdanlardan hayatın
görülen bütün uygulamalarına varıncaya kadar her şeyi kuşatan geniş kapsamlı
bir harekettir. İslamın bu tabiatı, şairlerin insanlık tarafından bilinen genel
karakteri ve tabiatıyla uyuşmaz. Çünkü şair iç âleminde bir takım ütopyalar
yaratır ve onlarla tatmin eder kendisini. İslam ise, hayallerin gerçekleşmesini
ve onların gerçekleştirilmesi için çalışmayı gerektirir. Bütün duyguları
realite âleminde üstün bir örnek olarak gerçekleştirmeye çalışır.
İslam insanların hayatın
gerçeklerini olduğu gibi karşılamayı onlardan kaçıp ütopya türü hayallere
yönelmemeyi tercih eder, sever. Eğer bu gerçekler, onların hoşuna gitmiyorsa,
uyguladıkları programa uygun düşmüyorsa, İslam bu durumda insanların onları
değiştirmelerini ve istediği programı gerçekleştirmelerini öngörür.
Bu nedenle İslam,
insanların uçup giden kuruntulara, hayallere mümkün ölçüde kapılmamalarını,
onların kökünü kazımalarını ister. İslam insanın bu gücünü yüce hayallerin
gerçekleştirilmesi uğrunda harcamasını öngörür. Yüce ve geniş kapsamlı
programını gerçekleştirme uğrunda bütün enerjisini harcaması gerektiğini
belirtir.
Bununla beraber İslam,
ayetlerin yüzeysel olarak ele alınışı halinde anlaşılacağı gibi şiire ve sanatın
kendisine karşı savaş açmaz. Belki ayetlerin yüzeysel olarak
değerlendirilmesiyle böyle bir yargıya varabilirse de gerçek öyle değildir.
İslamın karşı koyduğu savaştığı şey, şiir ve sanatın izlediği yol, ütopyaların
yolu: sınırsız arzuların hiçbir ilkeye bağlı olmayan tepkilerin yolu, insanları
tasavvurlarını gerçekleştirmekten alıkoyan ütopyaların yolu.
Ruh, İslam'ın yoluna girip
oraya yerleştiğinde, şiiri ve sanatı ile İslami prensiplerle yetiştiğinde,
olgunlaştığında ve aynı zamanda realite dünyasında bu tertemiz duyguları
gerçekleştirmeye çalıştığında kuruntulara dayalı dünyalar yaratıp bunların
içinde yaşamakla yetinmediğinde, hayatın realitesini, çarpık, geri kalmış ve
çirkin halde yüzüstü bırakmadığında;
Ruhun İslami bir amaca
yönelik değişmez bir programı bulunduğunda, dünyaya bakıp onu İslam açısından, İslamın
ışığında değerlendirdiğinde; sonra da bunların hepsini şiir ve sanat ile ifade
ettiğinde; İşte bu durumda İslam şiire soğuk bakmaz, sanata karşı savaşmaz.
Belki ayetleri yüzeysel olarak değerlendirdiğimizde böyle bir bakış açısı ilk
etapta göze çarpar ama gerçekten öyle değildir.
Kur'an-ı Kerim kalpleri ve
akılları bu evrenin harika sanat güzelliklerine ve insan ruhunun derinliklerine
yöneltir. Dikkatlerini bu alanlara çeker. Bunlar ise şiir ve sanatın ana
malzemesidir. Kur'an'ı Kerim maddi ve manevi varlıkların güzellikleri önünde
bir takım duruşlar yapar ki, şeffaflıkta, etkilemede bu sanat üstünlükleri ve
güzelliklerini bir bütün olarak sergilemede hiç bir şiir Kur'an'ın bu tespitlerine
ulaşamaz.
Bu nedenle Kur'an-ı Kerim
şairlerin bu genel karakterinde bir istisna da yapar. Hükmünü mutlak olarak
vermez.
227-
Yalnız iman edip iyi ameller işleyenler, sık sık Allah'ı ananlar ve zulme
uğradıklarında zalimlere karşı koyanlar böyle değildirler. Zalimler ne acı bir
akıbetle yüz yüze geleceklerini yakında anlayacaklardır.
İşte bunlar şairlerin o
genel karakteri dışındadırlar. Bunlar iman etmiş ve kalpleri inanç sisteminin
gerçekleriyle dolmuştur. Hayatları bir yola, programa göre doğrulmuştur.
İyilikler yapmışlardır. Bütün güçlerini, enerjilerini, güzel iyi işlere
yöneltmişlerdir. Soyut düşüncelerle ve hayallerle yetinmemişlerdir. Zulme
uğradıktan sonra zafere kavuşmuşlardır. Böylece bağlandıkları, inandıkları,
gerçeğin zafere ulaşması için bütün enerjilerini harcayacakları bir mücadele
ortamı içine girmişlerdir.
Peygamberimiz -salât ve
selam üzerine olsun- döneminde, şirk ve müşriklerle girişen, savaş
meydanlarında İslam inanç sistemini ve bu inancın sahibini savunan şairler
arasında, Hasan İbni Sabit, Ka'b İbni Malik ve Abdurrahman İbni Revaha'yı da
görüyoruz. Allah hepsinden razı olsun. Bunlar Medine'li Müslüman şairlerdi.
Abdullah İbni Zeba'ri ve Ebu Süfyan İbni Haris İbni Abdulmuttalib de bu şairler
arasında bulunuyorlardı. Bu son ikisi cahiliye dönemlerinde peygamberimiz -salât
ve selam üzerine olsun- hicvediyorlardı. Müslüman olduklarında güzel Müslümanlar
oldular. Peygamberimize övgüler, methiyeler yazdılar ve İslamı savundular.
Buhari’de yer almıştır ki:
Peygamberimiz -salât ve selam üzerine olsun- Hasan İbni Sabit'e "Hicvet
onları. Cebrail seninle beraberdir" demiştir. Abdurrahman İbni Ka'b
babasından aldığı rivayette babasının peygamberimize -salât ve selam üzerine
olsun- "Yüce Allah şairler hakkında indireceklerini indirdi, artık bu işi
bırakayım" dediğinde peygamberimiz -salât ve selam üzerine olsun=
"Mü'min hem kılıcı, hem diliyle savaşır. Canımı elinde tutan Allah'a yemin
ederim ki, dil ile onlara söylediğiniz her söz yayından fırlayan bir ok gibi
onlar üzerinde etki yapmaktadır. (İmam Ahmet rivayet etmiştir.)
İslam şiirinin ve İslam
sanatının kapsamı, zamanın şartlarına ve ihtiyaçlarına uygun olarak gerçekleşen
bu örnekler, çok daha geniş bir alana yayılmaktadır. Şiirin veya sanatın
hayatın herhangi bir alanına ilişkin İslami bir düşünceden, yaklaşımdan
kaynaklanmış olması İslamın hoş göreceği bir şiir veya sanat olması için
yeterlidir.
Bu şiir veya sanatın bir
savunma, bir saldırı olması doğrudan İslama çağrıda bulunması, onu yüceltmesi, İslamın
önemli günlerine ve erlerine övgüde bulunması zorunlu değildir.. İslami bir
şiir olması için bir şiirin ille de bu konularda yazılmış olması zorunlu
değildir.
Müslüman’ın bilinciyle
bütünleşmiş bir bakışla, gelen geceyi ve yayılan sabahı seyretmek, bu sahneleri
insanın iç âleminde Allah'a bağlar. İşte öz itibari ile İslami şiir de budur.
Bir aydınlanma veya
Allah'a bağlanma veyahut Allah'ın yarattığı bu varlıkla ilişkiye geçme anı, İslamın
sıcak bakacağı bir şiirin yazılmasına yeterli olacaktır. Bu konuda yol
ayrılmıştır. İslamın, hayatın bütününe, hayatın içindeki ilişkilere ve bağlara
ilişkin kendisine mahsus bir bakış açısı vardır. İşte bu bakış açısından
kaynaklanan her şiir, İslamın hoş göreceği, sıcak bakacağı şiirdir.
Sure şu gizli ve özlü
tehdit ile sona eriyor.
"Zalimler
ne acı bir akıbetle yüz yüze geleceklerini yakında anlayacaktır." Müşriklerin
inatlarını ve büyüklük taslayışlarını, Allah'ın cezasına ilişkin sözüne
aldırmayışlarını, azabın hemen gelmesini isteyişlerini tasvir etmeyi, ayrıca
peygamberlikler ve asırlar boyunca ilahi mesajı yalan sayanların akıbetlerini
göz önüne sermeyi kapsayan sure burada noktalanıyor.
Sure, bu korkunç tehdit
ile sona eriyor. Zaten bu tehdit surenin konusunu özetliyor. Sanki bu,
zalimlerin değişik şekillerde somutlaşan bünyesini şiddetli bir şekilde sarsan
hayalin canlandırıp beklediği ürpertici son dokunuştur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder