2 Aralık 2012 Pazar

Şu’arâ Suresi 192-212 Ayetleri S. Kutub Tefsiri


192- Hiç kuşkusuz Kur'an, Rabb'in tarafından indirilmiştir.

193- Onu "güvenilir ruh" (Cebrail) indirdi.

194- Senin kalbine; uyarıcılardan biri olasın diye,

195- Açık, yalın bir Arapça ile.


Ruhu'l-emin Cebrail'dir -selam üzerine olsun-. Bu Kur'an Allah katından peygamberimizin -salât ve selam üzerine olsun- kalbine indiren O'dur. Cebrail indirdiği şeyde güvenilir bir elçidir, Onu sağlam biçimde korur. Kur'an'ı peygamberin kalbine indirmiş o da onu doğrudan doğruya almış ve onun doğrudan, en güzel şekilde anlamıştır. Kur'an'ı onun kalbine indirmiştir ki, Arapça bir dille uyaranlardan olsun.

Arapça peygamberin toplumunun dilidir. Onunla kendilerine hitap ediyor ve onlara bu dille Kur'an okuyordu. Aslında onlar bir insanın neler söyleyebileceğini ve bu Kur'an'ın insan sözü türünden bir söz olmadığını kavrıyorlardı. Kendi dilleriyle de olsa, Kur'an'ın nazmı (düzeni, dizilişi) manaları, metodu, ahengi ve uyumu ile O'nun beşeri olmayan bir kaynaktan geldiği kesinlik kazanmıştı. Özdeki bu delilden dıştaki başka bir delile geçiyor.


196- Kur'an'ın temel ilkeleri, daha önceki ümmetlerin kutsal kitaplarında da yer almıştı.

197- İsrailoğulları bilginlerinin bu Kur'an'dan haberdar olmaları müşrikler için bir delil değil mi?


Daha önceki kutsal kitablarda ve kendisine indirilmiş olan Kur'an'ı Kerim'de peygamberimizin sıfatları belirtildiği gibi, ona inen inanç sisteminin ana ilkeleri de belirtilmişti. Bu nedenle İsrailoğullarının (Yahudilerin) bilginleri bu peygamberliği bekliyorlardı. Bu peygamberin gelişini gözlüyorlardı, gelmesinin yakın olduğunu hissediyorlardı. Selman-ı Farisi ve Abdullah ibni Selam'ın -Allah her ikisinden de razı olsun- ifade ettikleri gibi, Yahudiler aralarında bu gelecek peygamberden söz ediyorlardı. Bu konudaki haberler de kesinlik ifade edecek kadar sağlam ve sabittir.

Müşrikler delilin zayıflığından, belgelerin yetersizliğinden değil, sırf büyüklük tasladıkları ve inat ettikleri için karşı koyuyor ve dikiliyorlardı. Eğer onlara Arapça bilmeyen yabancı biri gelip, Arapça bir Kur'an okusaydı dahi, onlar yine kendisine inanmaz, onu tasdik etmez ve bunun kendisine vahyedildiğini kabul etmezlerdi. Büyüklük taslayanların hayranlık duydukları böyle bir delil olsaydı dahi onların tutumu değişmeyecekti.


198- Eğer biz Kur'an'ı ana dili Arapça olmayan birine indirseydik de,

199- Onu o müşriklere okusaydı ona yine inanmazlardı.


Bununla Hz. Peygambere -salât ve selam üzerine olsun- moral verilmekte, bütün delillere karşı onların nasıl inatlaşıp, büyüklük tasladıkları tasvir edilmektedir. Sonra ilahi mesajı yalanlamanın onların üzerine, inatları ve büyüklük taslamaları nedeniyle yazıldığı ve bu tutumun onlardan ayrılmayacağı belirtiliyor. Yalanlamaya yöneldikleri için iş böylece sonuçlanmıştır. Sanki onların kalpleri mühürlenmiştir. Onlar gaflet içinde işin gelişmelerinden habersiz haldeyken azap gelip kendilerini yakalayıncaya kadar bu mühür kalkmayacaktır. Pişmanlığın faydası yoktur.


200- Böylece inanmamayı ağır suçluların kalplerine aşıladık.

201- Onlar acıklı azabı görmedikçe ora inanmazlar.

202- O azapla hiç farkında olmadıkları bir sırada, ansızın yüz yüze gelirler.


Ayetin ifadesi, yalanlamanın onlardan ayrılmamasının somut bir şeklini çizmektedir. Onlara demektedir ki, yalanlamanın şekli böyledir. İnanmamanın ve Kur'an'ı yalanlamanın şekli budur. Kalplerinizde onu bu şekilde düzenledik ve öyle geçirdik. Oradan geçtikçe kalbiniz onu hemen yalanlar. Ve kalblerinizde bu hal böyle sürüp gider: "Onlar acıklı bir azabı görmedikçe" "O azapla biç farkında olmadıkları bir sırada, ansızın yüz yüze gelirler." Gerçekten de onların bazıları ölmek veya öldürülmekle bu dünyadan ayrılıncaya kadar bu hal üzere kaldılar. Buradan da acıklı azaba yöneldiler. İşte ancak bu zaman diliminde ayrıldılar.


203- O zaman "Acaba bize mühlet verilir mi?" derler.


Bize bir fırsat daha verilir mi acaba? Kaçırdığınız fırsatları değerlendirelim bu seferde. Ama nerde o fırsatlar! Hâlbuki onlar alaylı, patavatsız, içinde yüzdükleri nimetlerle övünerek Allah'ın azabının çabuk gelmesini istiyorlardı. Duyuları köreliyordu. Bu nimetlerin içinden alınıp azaba ve cezaya atılacaklarını hayli uzak bir ihtimal olarak görüyorlardı. Onların durumları bol nimet içindeki adamların durumları gibiydi. Nimetin ellerinden alınışı akıllarına gelmez. Durumlarının değişebileceğini ne az hatırlarlar! Ayetler onları bu gafletten uyandırıyor. Acele gelmesini istedikleri azap geldiği zamanki hallerini tasvir ediyor.


204- Onlar azabımızın bir an önce gerçekleşmesini mi istiyorlar?

205- Baksana, eğer onları yıllarca refah içinde yaşatsak da,

206- Sonra tehdit edildikleri azap başlarına gelse;

207- Vaktiyle refah içinde geçirdikleri hayat kendilerine hiçbir fayda sağlamaz.


Böylece bir tarafa azabın acele gelmesini istemeyi, diğer tarafa ise cezanın mutlaka gerçekleştiği anı koyuyor. Bir bakıyorsun onların içinde yaşadıkları nimet yılları sanki hiç yokmuş gibi birden hesaptan düşüyor. Onlara hiçbir yararı olmuyor. Azaplarını hafifletmiyor.

Sahih hadiste buyruluyor ki: Kıyamet günü kâfir getirilir, bir kere ateşe sokulur. Sonra ona denir ki: Hiç iyi günün oldu mu? Hiçbir nimetten yararlandığın oldu mu? Allah'a yemin ederek: Hayır, ya Rabbi der. Sonra dünyada en büyük sıkıntıya düşen adam getirilir. Bir kere cennetin boyası ile boyanır. Sonra ona: Hayatında hiç zorlukla karşılaştın mı? diye sorulur. O da Allah'a yemin ederek Hayır ya Rabbi der. (Bu hadisi ibn-i Kesir Tefsirinde rivayet etmiş ve "Sahih Hadis'te şöyle denmiştir" diye vermiştir.)

Sonra bu ayıranın, yok oluşun başlangıcı olabileceğine dikkat çekiliyor. Allah'ın merhameti gereği olarak, halkına imanın delillerini hatırlatacak bir elçi gönderilmeden hiçbir şehrin yok edilmeyeceği ifade ediliyor.


208- Yok ettiğimiz her ülkeye mutlaka uyarıcılar gönderdik.
209- Amaç başlarına gelecekleri kendilerine önceden haber vermektir. Biz zalim değiliz.


Yüce Allah, yaratılış sırasında bütün bir insanlıktan, kendisini birlemeleri ve kendisine kulluk yapmaları hususunda söz almıştır. Zaten insan bizzat yaratılışı (fıtratı) gereği yaratıcı ve bir olan Allah'ın varlığını hisseder. Yeter ki fıtratları bozulmasın ve sapmasın. Yüce Allah imanın delillerini evrene serpiştirmiştir. Bu delillerin hepsi de bir olan yaratıcıyı göstermektedir. İnsanlar yaratılış sırasındaki sözleşmeyi unutup ve imanın delillerinden habersiz hale geldiğinde kendilerine bir peygamber gelir. Unuttuklarını kendilerine hatırlatır. Habersiz kaldıkları konular karşısında onları uyarır. Peygamberlik bir hatırlatmadır. Unutanların hatırına getirir. Habersizleri uyandırır. Bu da Allah'ın adalet ve merhametinin bolluğundandır. "Biz zalim değiliz" Buna rağmen şehirlerin halklarını yok etmiş ve cezalandırmışsak artık onlara zulmetmiş olmayız. Zira doğruluk çizgisinden ve iman yolundan ayrılmalarının bir cezası olarak kendilerini bu şekilde cezalandırıyoruz.


210- Kur'an, şeytanlar tarafından indirilmiş değildir.

211- Bu onların sıfatları ile bağdaşmaz. Zaten onlar bunu yapamazlar da.

212- Çünkü onların vahyi işitmeleri engellenmiştir.


Önceki gezide Kur'an'ın Alemlerin Rabb'i tarafından gönderildiği Ruhul Emin (Cebrail) tarafından getirildiği belirtilmiş buna ilave olarak onların Kur'an'ı yalanladıkları, kendilerinin tehdit edildiklerini azabın hemen gelmesini istedikleri ifade edilmişti. İşte şimdi Kur'an'ın şeytanlar tarafından kâhinlere dikta edilen bir kitab olduğuna ilişkin iddiaları red ediliyor. Bu toplumda insanlar sanıyorlardı ki, şeytanlar onlara gaybten haberler getirirler, kulaktan dolma bilgiler edinerek bu konuda ileriye dönük kehanetlerde bulunabilirler.

İnsanları doğru yola, yanlışlarını düzeltmeye ve iman etmeye çağıran Kur'an'ın şeytanlarla ilgisi olamazdı. Çünkü şeytanlar sapıklığa bozgunluğa ve küfre çağırırlar.

Sonra şeytanlar Kur'an'ı getirebilecek güce de sahip değiller. Onların Allah'tan vahiy işitmesi, almaya çalışması engellenmiştir. Onu sadece Ruhl Emin olan Cebrail Âlemlerin Rabbinin izni ile getirebilir. Bu şeytanların yapabileceği bir iş değildi.

Burada hitap peygamberimize -salât ve selam üzerine olsun- yöneltiliyor. Şirkten en uzak insan olmasına rağmen ondan sakındırılıyor ki, diğer insanların haydi haydi uzak durmalarını gerektiği ifade edilsin. Yine peygamberimize en yakın çevresini uyarması emrediliyor, sürekli olarak kendisini koruyan ve düşünen Allah'a tevekkül etmesi isteniyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder