Nüzul
zamanı: Surenin konu ve üslubu Mekke döneminin ortalarında
inen surelere çok benzer. Bu benzerlik bazı rivayetlerle de desteklenmektedir.
İbn Abbas ve Cabir bin Zeyd'e göre söz konusu surelerden önce Şuara, sonra
Neml, ondan sonra da Kasas Suresi indirilmiştir.
Ana fikir ve konular: Bu sure iki bölümden meydana gelir. Birinci bölüm baştan 58. ayetin sonuna kadar devam eder. İkinci bölüm ise 59. ayetle başlayarak son ayetle son bulur.
Birinci bölümün ana fikri şudur: Yalnız Kur'an'ın getirdiği gerçekleri kâinat konusunda temel hakikatler olarak kabul eden ve hayatını bu gerçeklere itaat ve teslimiyet içerisinde sürdüren kimseler bu Kitap'ın hidayetinden faydalanabilir ve dolayısıyla vaat edilen mükâfatlara layık olabilir. Ne var ki, böyle bir hayatı sürdürmenin en büyük engeli ahireti inkâr etmektir. Çünkü bu inançsızlık kişiyi sorumsuz, bencil ve dünya hayatına aşırı derecede bağlı duruma getirir. Böyle bir kimsenin Allah'a teslim olabilmesi, hırs ve arzularını sınırlama yoluna gidebilmesi mümkün değildir.
Bu girişten sonra ortaya üç insan tipi konulur. Birinci tipin özellikleri Firavun, Semud kavminin ileri gelenleri ve Lut kavminin soyluları ile karakterize edilmektedir. Sayılanların tümü ahiret sorumluluğuna aldırmayan ve bunun sonucu olarak da dünyaya kul olmuş kişilerdir. Bu insanlar mucizeleri gördükten sonra inanmamakta direnmişlerdi. Dahası iyiliğe ve salih olmaya çağıranların aleyhlerine dönmüş ve onlara düşman kesilmişlerdi. Aklı başında her insanın nefretle karşıladığı çirkin davranışlarını ısrarla sürdürmüşler, kendilerini helak eden Allah'ın azabı gelip kapıya dayandığında bile uyarılara kulak vermemişlerdi.
İkinci tip Hz. Süleyman'ın (a.s) kişiliğinde sergilenir. Allah Hz. Süleyman'a (a.s) Mekkeli kâfirlerin ileri gelenlerinin hayal bile edemeyeceği bir derecede zenginlik, mülk ve ihtişam bağışlamıştı. Ne var ki, Allah önündeki sorumluluk bilincinden ve sahip olduğu her şeyin yalnızca Allah'ın bir lûtfu olduğu duygusunu taşıdığından tam bir teslimiyet içinde olmuş ve kendini beğenmişlik onun kişiliğini lekelememişti.
Üçüncüsü ise Sebe melikesinin karakterize ettiği tiptir. Sebe melikesi Arabistan tarihinin en zengin ve ünlü insanlarını yönetmiştir. Bir insanı kibir ve gurura sevk edecek her türlü imkâna sahipti. Kureyş'in sahip olduğu mal-mülkten çok daha fazla bir zenginliğe sahipti. Gene de "şirk" içinde olduğunu kabul ve itiraf etti. "Şirk", onun sadece atalarının hayat tarzı olmakla kalmıyor, ayrıca bir idareci olarak durumunu sürdürebilmek için takip etmek zorunda olduğu bir hayat biçimiydi de. Bundan dolayı "şirk"i terk etmesi ve "tevhid" yolunu benimsemesi sıradan bir müşrikin kabulünden daha güçtü. Buna rağmen gerçek apaçık ortaya çıkınca, hiçbir şey onu kabulden alıkoymadı. Aslında onun sapıklığı tutku ve arzularına kul olmaktan değil, müşrik bir çevrede doğup yetişmesinden ileri geliyordu. Yine de vicdanı Allah önünde sorumluluk duygusundan yoksun değildi.
İkinci bölümün hemen başlarında evrenin çok açık, gözle görülebilen bazı gerçeklerine dikkat çekilmiş ve Mekke kâfirlerine ardı ardına şu anlamda sorular yöneltilmiştir: "Bu gerçekler, halen sizin takip etmekte olduğunuz "şirk" inancını mı, yoksa Kur'an'ın sizi davet ettiği "tevhid" gerçeğini mi doğruluyor?" Bundan sonra kâfirlerin asıl şu gerçek hastalığına işaret edilerek şöyle denilmektedir: "Gözleri kör eden ve her türlü apaçık gerçeğe karşı onları taş gibi duygusuz hale getiren ahireti inkâr etmeleridir. Bu inkârları onlara hayatın her konu ve meselesini önemsiz ve gayri ciddi kılmaktadır. Onlara göre her şey bütünüyle yok olacağına, hayattaki tüm çabalar sonuçsuz kalacağına, bütün gayeler, hedefler anlamsız olacağına göre, hak ve bâtıl eşittir ve birbirine benzer şeylerdir. Hayat mücadelesi tümüyle gayesiz ve varacağı bir hedef yoktur. Böyle olunca, kişinin hayat sistemini hak veya bâtıl temeller üzerine dayandırma meselesi tümüyle önemini yitiriyor.
Yukarıda ana hatlarıyla belirttiğimiz bu bölüm Hz. Peygamber (s.a) ve Müslümanları, asi ve imansız kimseleri "tevhid"e davet etmekten caydırma amacı gütmüyor. İşin doğrusu bu bölümde güdülen amaç onları uyuşukluk ve uykudan uyandırmaktır. Bu nedenle 67-93. ayetleri arasında insanlarda ahiret duygusunu oluşturmak, onları inançsızlığın sonuçları konusunda uyarmak ve onları ahireti gözleriyle görüyormuşçasına inandırmak için belli şeyler tekrar tekrar vurgulanmıştır.
Sonuç olarak Kur'an'ın gerçek daveti, yani yalnız tek bir ilâha kul olma çağrısı kısa fakat mucizevî bir şekilde sunulmaktadır. Bunu kabul etmenin kendi yararlarına, reddetmenin de kendi zararlarına olacağı hususunda insanlar uyarılmıştır. Kabul ve teslimiyetten başka bir seçenek bırakmayan Allah'ın ayetlerini görünceye kadar imanlarını ertelemeleri durumunda -ki o zaman kıyamet gelip çatmış demektir- artık inanmalarının bir yararı olmayacağı unutulmamalıdır.
1. Tâ-Sîn. Bunlar
Kur’an'ın, özünde açık olan ve gerçeği bütün açıklığıyla ortaya koyan ilahî
kitabın mesajlarıdır:
2. O kitap ki, inananlar
için bir yol gösterici ve bir müjdedir;
3. o inananlar ki, salâtta
devamlı ve duyarlıdırlar, arınmak için verirler ve ahirete de yürekten
inanırlar!
4. Ahirete inanmayanlara
gelince, onlara yapıp-ettiklerini güzel göstermişizdir; bu yüzden, körcesine
bocalayıp durmaktadırlar.
5. Azabın en kötüsüne
uğrayacak olanlar işte böyleleridir; ahirette en büyük kayba uğrayacak olanlar
da böyleleri..!
6.
Fakat [sana gelince, ey inanan kişi,] sen bu Kur’an'ı her şeyin aslını bilen
(ve dolayısıyla) her konuda doğru hüküm ve hikmetle edip-eyleyen (Allah) katından
almaktasın.
7. Hani, [çölde yolunu
kaybeden] Musa ailesine: “[Uzakta] bir ateş görüyorum; size oradan [tutacağımız
yol hakkında] belki bir haber getiririm, yahut ısınmanız için biraz közlenmiş
odun getiririm” demişti.
8. Fakat oraya varınca, o'na
şöyle seslenildi: “Bu ateşin [erişme
alanı] içinde olan herkes ve çevresindeki herkes kutlu kılınmıştır! Sınırsız
kudretiyle yüceler yücesidir Allah, âlemlerin Rabbi!”
9. [Ve Allah Musa'ya:] “Ey Musa!” [dedi,] “Her zaman doğru hüküm
ve hikmetle edip-eyleyen O yüceler yücesi Allah Benim!”
10-11. “Şimdi asânı yere
bırak!” Fakat [Musa] asâsının yılan gibi hızla hareket ettiğini görünce
[korkuyla] arkasına bakmadan dönüp kaçtı. “Ey
Musa, korkma!” [dedi, Allah,] “Çünkü Benim Katımda mesaj taşıyıcılar için korku
yok! Bir haksızlık yapıp da sonra kötülüğü iyiliğe çeviren kimse için de (korku
yok)! Çünkü, çok acıyıp-esirgeyen gerçek bağışlayıcı Benim, Ben!”
12. “Şimdi elini koynuna
sok; her türlü lekeden arınmış olarak bembeyaz, ışıl ışıl çıkacaktır!” “[Ve
şimdi de] dokuz mesaj[ımız]la Firavun ve onun toplumuna [git]; çünkü onlar gerçekten yoldan çıkmış bir
toplum haline geldiler!”
13. Fakat onlara gerçeği
bütün açıklığıyla ortaya koyan mesajlarımız gelince: “Bu apaçık bir büyü!”
dediler;
14. ve zihnen onların
doğruluğuna kanî oldukları halde, sırf zulmü kendilerine yol edinmiş
olmalarından ve kendilerini büyüklük duygusuna kaptırmış olmalarından ötürü
mesajlarımıza karşı çıktılar; bak işte bozguncuların sonu nasıl oldu!
15. Ve gerçek şu ki, Biz
Davud'a da, Süleyman'a da ilim verdik; bunun için, o'nların ikisi de “Bütün
övgüler, bizi inanan kullarının birçoğundan üstün kılan Allah'a aittir!”
derlerdi.
16. Ve [bu bakımdan]
Süleyman Davud'un [gerçek] varisi idi; öyle ki, o şöyle derdi: “Ey insanlar!
Bize kuşların dili öğretildi; [güzel ve iyi] şeylerin hepsinden [cömertçe]
bahşedildi; bu [bize Allah'ın] apaçık bir lütfudur!”
17. İşte [bir gün]
görünmeyen varlıklardan, insanlardan ve kuşlardan oluşan ordusu Süleyman'ın
önünde bir araya getirilmiş ve sonra düzenli sıralar halinde yola çıkarılmıştı;
18. (Nitekim) karınca[larla dolu bir] vadiye
geldiklerinde, karıncalardan biri: “Ey karıncalar!” diye bağırdı, “Hemen
yuvalarınıza girin ki Süleyman ve ordusu, farkında olmadan sizi ezip geçmesin!”
19. [Süleyman temsildeki
karıncanın] bu sözüne neşeyle güldü ve “Ey Rabbim!” dedi, “İçimde öyle
düşünceler uyandır ki, bana ve
ana-babama bahşettiğin nimetler için sana hep şükreden biri olayım; ve hep
Senin hoşnut olacağın dürüst ve erdemli işler yapıyor olayım; ve beni,
rahmetinle, dürüst ve erdemli kulların arasına sok!”
20. Ve [bir gün] kuşlar
arasında göz gezdirirken: “Hüthütü niçin göremiyorum?” dedi, “Yoksa kayıplara
mı karıştı?
21. [Eğer böyleyse,]
karşıma inandırıcı bir mazeretle çıkmadığı takdirde, onu ya şiddetli bir
cezayla cezalandıracağım ya da boynunu uçuracağım!”
22. Fakat hüthüt çok
sürmeden çıkageldi ve: “Ben senin henüz bilmediğin bir şeyi öğrendim ve sana
Sebe hakkında doğru bir haber getirdim” dedi.
23. “Oranın halkına bir
kadının hükmettiğini gördüm; (öyle bir kadın ki,) kendisine [iyi ve güzel]
şeylerin hepsinden [cömertçe] verilmiş; güçlü de bir yönetimi var.
24.
(Ne var ki,) onu da, halkını da, Allah'ı bırakıp güneşe tapındıklarını gördüm;
Şeytan onlara bu yaptıklarını güzel ve iyi gösterip kendilerini Allah'ın
yolundan çevirmiş ve onlar da bu yüzden doğru yolu bulamıyorlar:
25-26. Allah'ın huzurunda
yere kapanmaktan kaçınmaları gerek[tiğine inanıyorlar]; (oysa, fark etmiş olmaları gerekirdi ki) göklerde ve yerde saklı olan ne
varsa ortaya çıkaran; gizli tuttuğunuzu da, açığa vurduğunuzu da bütün
gerçeğiyle bilen O'dur; (Ve) en yüce
hükümranlığın, arşın Sahibi olan Allah'tan başka tanrı yoktur.
27. [Süleyman]: “Doğru mu
söylüyorsun, yoksa yalancılardan biri misin, bunu göreceğiz!” dedi,
28. “Al bu mektubumu
onlara götür; sonra bir kenara çekilip onları kendi hallerine bırak ve bak
bakalım, nasıl bir sonuca varacaklar”.
29. [Sebe Melikesi
Süleyman'ın mektubunu alınca,] “Siz ey soylular!” dedi, “Bana çok önemli bir
mektup gönderildi.
30. Mektup Süleyman'dan
geliyor ve çok acıyıp esirgeyen sınırsız rahmet sahibi Allah adına yazılmış.
31. [Mektupta Allah şöyle
diyor:] “Sakın Bana karşı büyüklük
taslamayın; kendi isteğinizle boyun eğerek Bana gelin!”
32. “Siz ey soylular!”
diye ekledi, “Yüz yüze geldiğim bu meselede görüşünüz nedir, bana söyleyin; siz
görüşlerinizi bana açıklamadan benim [kesin] bir karara varmam mümkün değil”.
33. (Seçkinler:) “Güçlü
olduğumuza ve savaşta yıldırıcı bir cesaret ve maharet sahibi olduğumuza
(güven), emir senindir; öyleyse artık vereceğin emri sen düşün” diye cevap
verdiler.
34-35.
(Melike:) “Gerçek şu ki, krallar bir ülkeye girdiklerinde orayı târümâr
ederler; oranın soylu ve onurlu insanlarını aşağılarlar. İstilacıların davranış
tarzı [her zaman] böyledir. Bunun içindir ki, bu
[mektup sahiplerine] bir hediye gönderecek ve elçilerin nasıl bir tepkiyle
döneceklerini bekleyeceğim.”
36. [Sebe Melikesi'nin
elçileri] Süleyman'a geldiklerinde [Süleyman:] “Benim servetime servet mi
katmak istiyorsunuz? Oysa, Allah'ın bana
bahşettiği şey size bahşettiği her şeyden çok daha hayırlıdır! Öyleyse, sizin
bu hediyeniz [ancak] sizi[n gibi insanları] sevindirir.
37. “[Şimdi seni
gönderenlere] dön! Çünkü, [Allah diyor ki:] Şüphesiz, karşı duramayacakları
güçlerle onların üzerine yürüyecek ve onları, küçük düşürülmüş olarak [o
ülkeden] mutlaka çıkaracağız!”
38. [Olayların gidişi
içinde Süleyman Sebe Melikesi'nin kendisine geleceğini öğrenince,
çevresindekilere:] “Siz ey seçkin görevliler!” dedi, “Hanginiz bana [Sebe
Melikesi'nin] tahtını, daha o ve ona bağlı olanlar Allah'a yürekten boyun eğmiş
kimseler olarak bana çıkıp gelmeden önce buraya getirebilir?”
39. [Süleyman'a bağlı]
görünmeyen varlıklar içinden gözü pek biri: “Daha oturduğun yerden kalkmadan
onu sana getirebilirim, çünkü ben bu konuda gerçekten güvenilir bir güce
sahibim!” dedi.
40. (Buna karşılık)
vahiyle bilgilendirilmiş olan kişi: “Bana kalırsa” dedi, “ben onu, göz açıp
kapayıncaya kadar sana getireceğim!” Ve onu gerçekten önünde görünce, “Benim
şükür mü edeceğim yoksa nankörlük mü göstereceğim konusunda beni denemek üzere Rabbimin
bahşettiği lütf[un bir belirtisi,] bu! Bununla
birlikte [Allah'a] şükreden kişi, yalnızca kendi iyiliği için şükretmiş olur;
nankörlük yapan kişi ise, [bilsin ki,] Rabbim hem sınırsız cömert hem de mutlak
manada kendine yeterlidir!”
41. [Ve] sözlerine şöyle
devam etti: “(Şimdi) onun tahtını tanınmaz hale sokun; bakalım, kendi başına
doğru yolu bulacak mı, yoksa doğru yolu bulamayan kimselerden mi olacak.”
42-43. Ve böylece,
[Süleyman'ın yanına gelince] ona: “Senin tahtın böyle miydi?” diye soruldu.
[Sebe Melikesi:] “Sanki bunun gibiydi!” dedi. [Süleyman, bunun üzerine,
yanındakilere:] “[İlahî] bilgi ondan önce bize verilmiş olduğu ve bizim de
[başından beri] Allah'a yürekten boyun eğen kimseler olduğumuz halde,
[Melike'nin, bizim kendisine bu yolda herhangi bir yardımımız olmadan,
kendiliğinden hakka ulaştığını] [ve daha önce] Allah'ı bırakıp da tapına
geldiği şeylerin kendisini [doğru yoldan] uzaklaştırmış olduğu, üstelik, hakkı
inkar eden bir toplumun üyesi olduğu halde, [sonunda doğru yolu bulduğunu
görüyoruz]” dedi.
44. [Az sonra] ona: “Girin
bu saraya!” dendi. Fakat sarayı görünce, (önünde) engin-duru bir su (var) sandı
ve eteğini yukarı çekti. [Süleyman:] “Bu, zemini camla döşenmiş bir saraydır!” dedi.
[Sebe Melikesi:] “Rabbim!” dedi, “[Senden başkasına kulluk etmekle] ben kendime
yazık etmişim; fakat [şimdi] Süleyman'la beraber âlemlerin Rabbi olan Allah'a
yürekten boyun eğiyorum!”
45. Ve gerçek şu ki, Biz
kavmine: “Yalnızca Allah'a kulluk edin” desin diye Semûd toplumuna [da]
kardeşleri Salih'i göndermiştik; onlar, bunun üzerine, hemen birbirleriyle
çekişen iki hizbe ayrıldılar.
46. [Salih ilahî mesaja
karşı çıkanlara:] “Ey kavmim!” dedi, “İyiliği
ummak yerine, neden kötülüğün çarçabuk sizi bulmasını istiyorsunuz? Belki
acınıp-esirgeniriz diye niçin Allah'tan günahlarınızı bağışlamasını
istemiyorsunuz?”
47. “Biz sende ve seninle
beraber olanlarda uğursuzluk görüyoruz!” diye karşılık verdiler. [Salih:] “Uğurumuz ya da uğursuzluğumuz Allah'ın
elindedir!” dedi, “İşin gerçeği, sizler sınanan bir toplumsunuz!”
48. İmdi, o şehirde
bozgunculuk yapıp düzen ve uyumdan yana olmayan dokuz kişi vardı;
49. bunlar Allah adına
yemin ederek aralarında andlaşıp “Ona ve ailesine geceleyin baskın yapalım [ve
onların hepsini öldürelim]; sonra da o'na arka çıkacak olan kimseye,
rahatlıkla, ‘Onun ailesinin uğradığı kıyıma biz katılmadık; çünkü biz haktan
yana kimseleriz!’ diyelim” dediler.
50.
Ve böylece bir tuzak kurdular; fakat, onların hiç fark edemeyecekleri biçimde,
biz de bir tuzak kurduk.
51. Ve sonra, bak onların
kurduğu bütün tuzakların sonu ne oldu: onları ve onların peşinden giden
toplumu, hepsini yerle bir ettik;
52. ve işte onların
yaşadığı yerler, işledikleri haksızlıklardan ötürü [şimdi] bomboş! Bu [olayda],
bilmek, öğrenmek isteyen insanlar için mutlaka bir ders vardır;
53. ve inanıp Bize karşı
sorumluluk bilinci taşıyan kimseleri kurtarmış olmamızda da!
54. Ve Lût'u da [böyle
kurtarmıştık]; hani o kavmine “Bu çirkin eylemi, [insanın yapı ve yaratılışına
aykırı olduğunu] göre göre, nasıl işliyorsunuz?” demişti,
55. “Gerçekten, kadınları
bırakıp da, şehvetle erkeklere mi yöneliyorsunuz? Hayır, işin gerçeği, siz
[hakka karşı körlüğü,] bilinçsizliği seçmiş bir toplumsunuz!”
56. Fakat halkının o'na
verdiği cevap: “[Lût'u] ve Lût'un yandaşlarını şehrinizden çıkarın! Çünkü
bunlar kendilerini temize çıkarmaya çalışan insanlar!” demekten başka bir şey
olmadı.
57. Ve bunun üzerine Biz
de o'nu ve ailesini kurtardık -yalnızca karısının geride kalanlar arasında
olmasını gerekli gördük.
58. Ve ötekilerin üzerine
[yok edici] bir yağmur yağdırdık; uyarıl[dıkları halde aldırmay]anların
uğradığı bu yağmur ne korkunç bir yağmurdur!
59. De ki: “Bütün övgüler (gerçekte) Allah'a yaraşır.
Selâm olsun, O'nun [rasûl olarak] seçtiği kullara!” Zaten Allah, insanların
tanrısal nitelikler yakıştırdıkları her şeyden daha üstün, daha hayırlı değil
mi?
60. Peki kimdir, gökleri
ve yeri yaratan ve sizin için gökten su indiren? Öyle bir su ki, onunla, sizin
bir tek ağacını bile yetiştiremeyeceğiniz görkemli bağlar, bahçeler
yeşertiyoruz! Allah'la beraber başka bir tanrı, öyle mi? Hayır, hayır, [böyle
düşünenler] yoldan çıkmış kimselerdir!
61. Peki kimdir, yeryüzünü
[yerleşmeye] uygun bir yer haline getiren ve vadilerden dereler, ırmaklar
akıtan; ve onun üzerine sağlam dağlar yerleştiren; ve iki büyük su kütlesi
arasına bir engel koyan? Allah'la beraber başka bir tanrı, öyle mi? Hayır
hayır, [böyle düşünenlerin] çoğu [ne söylediklerini] bilmiyorlar!
62. Peki kimdir, kendisine başvurduğunda darda kalmış olanın darına yetişen,
kötülüğü gideren ve sizi yeryüzüne
mirasçı kılan? Allah'la beraber başka bir tanrı, öyle mi? Aklınızda ne kadar az tutuyorsunuz [bütün
bu gerçekleri]!
63. Peki kimdir karanın ve
denizin karanlıklarında yolunuzu bulmanızı sağlayan ve rüzgârları rahmetinin
önünden müjdeci olarak gönderen? Allah'la beraber başka bir tanrı, öyle mi?
Allah, insanların tanrısal nitelikler yakıştırabileceği her şeyin ötesinde, her şeyden yücedir!
64.
Peki, yaratılışı ilk defa başlatan ve sonra da onu aralıksız devam ettirip,
yenileyen kimdir? Ve kimdir, sizi gökten ve yerden
rızıklandıran? Allah'la beraber başka bir tanrı, öyle mi? De ki: “Eğer ileri
sürdüğünüz iddiaya gerçekten inanıyorsanız getirin o zaman delilinizi!”
65. De ki: “Göklerde ve
yerde olan hiç kimse, [yani] Allah'tan başka [hiç kimse,] yaratılmışların duyu
ve tasavvur alanı dışında kalan gerçekleri bilemez”. [Yaratılmış olanlar] öldükten sonra ne zaman diriltileceklerini de
bilemezler;
66.
Hayır, onların ahiret konusundaki bilgileri gerçeğin berisinde kalmaktadır; zaten
[çoğu zaman] onun gerçekliğinden yana şüphe içindedirler; hayır, ondan yana
kördürler.
67. Bunun içindir ki,
hakkı inkâra şartlanmış olan kimseler: “Nasıl yani, biz ve atalarımız toz
toprak olduktan sonra [topraktan yeniden] çıkarılacağız, öyle mi?” diyorlar.
68. “Gerçek şu ki, bu bize
ve atalarımıza daha önce de vaad edilmişti; eskilerin masallarından,
efsanelerinden başka bir şey değil bu!”
69. De ki: “Yeryüzünde
dolaşın da [böyle diyerek] günaha gömülüp gitmiş olanların sonunu görün!”
70. Fakat sen yine de
onlar için kaygılanma; [Allah'ın mesajlarına karşı] ileri sürdükleri asılsız
iddialardan ötürü de canını sıkma.
71. Ve “Eğer doğru sözlü
kimselerseniz, [söyleyin siz ey inananlar,] bu [ölümden sonra diriliş] vaadi ne
zaman gerçekleşecek?” diye sordukları [zaman],
72. de ki: “O çarçabuk
gelmesini istediğiniz azabın bir kısmı belki de peşinize düşmüştür bile...”
73. İmdi, gerçek şu ki,
senin Rabbin insanlara karşı sınırsız lütuf sahibidir; ne var ki onlardan çoğu
şükretmez.
74. Ve yine senin Rabbin
onların kalplerinin gizlediği şeyleri de, açığa vurduğu şeyleri de bütünüyle
bilmektedir;
75.
göklerde ve yerde gizli hiçbir şey yoktur ki [O'nun yarattığı âlem için
koyduğu] yasalar ve ilkeler örgüsünde yeri olmasın.
76. Bu Kur’an'ın,
İsrailoğulları'nın üzerinde anlaşmazlığa düştükleri pek çok meseleyi açıklığa
kavuşturduğu ortadadır.
77.
Çünkü o inanmak isteyenler için gerçek bir yol gösterici ve bir rahmettir.
78. Gerçek şu ki, [ey
inanan kişi], senin Rabbin onların arasında kendi yasalarıyla hükmedecektir;
çünkü her şeyin aslını bilen en yüce iktidar sahibi O'dur.
79.
Öyleyse, [yalnızca] Allah'a güven; çünkü inandığın şey, doğruluğu besbelli
gerçeğin ta kendisidir.
80. Gerçek şu ki, sen
ölülere de işittiremezsin, sırt çevirip uzaklaşan sağırlara da işittiremezsin
bu çağrıyı;
81. ve (yine) sen [kalben]
kör olanları saptıkları yoldan çevirip doğru yola yöneltemezsin; sen (sesini)
ancak mesajlarımıza inan[maya istekli ol]anlara işittirebilirsin ki onlar da
zaten bize yürekten boyun eğecek olan kimselerdir.
82. Ve [o kalben sağır ve
kör olanlara gelince: Haktan yana kendilerine söylenen] söz bütün açıklığıyla
gerçekleştiği zaman, onların karşısına yerden, kendilerine insanlığın
mesajlarımıza gerçek bir imanla inanmadığını söyleyen bir yaratık çıkaracağız.
83. Ve o Gün her ümmetin
içinden mesajlarımızı yalanlayanları ayrı bir bölük olarak toplayacağız; ve
böylece, onlar [günahlarının derecesine göre] sınıflandırılacaklar;
84. öyle ki, [yargı önüne]
çıktıkları zaman, Allah, onlara: “(Doğru düşünce ve) bilgi yoluyla üstesinden
gelemeyince tutup mesajlarımızı yalanlamaya kalktınız, öyle mi? Peki, bu
yaptığınız neydi öyleyse?” diyecek.
85. Ve (böylece, onlara
vaktiyle söylenen) söz, onların tüm karalamalarına rağmen, olanca gerçekliğiyle
karşılarına çıkacak ve onlar da buna karşılık artık diyecek söz bulamayacaklar;
86.
öyle ya: geceyi, içinde sükûn bulsunlar diye (derin ve kuşatıcı); gündüzü de,
(olup biteni) görsünler diye (aydınlık) yaptığımızın farkında değiller miydi? Şüphesiz,
bunda, inanmak isteyen insanlar için çıkarılacak dersler vardır!
87. Ve o Gün sûra
üflenecek ve böylece Allah'ın istediği kimseler dışında, göklerde ve yerde var
olan herkes (tarifsiz bir) korkuya kapılacak; ve başları önlerine düşmüş olarak herkes O'nun huzuruna çıkacak.
88. Ve o kadar yerinden
oynatılmaz sandığın dağların, [o Gün] bulutlar gibi geçip gittiğini görürsün: her şeyi şaşmaz bir düzene bağlayan Allah'ın
işidir bu! İşin doğrusu, O edip-eylediğiniz her şeyden haberdardır!
89. Her kim ki [O'nun
huzuruna] iyi eylemlerle çıkarsa, buna karşılık [daha] hayırlısını elde
edecektir; ve böyleleri o Gün'ün korkusundan emin olacaklardır.
90. Ama kimler ki kötü
eylemlerle çıkıp gelirse, böyleleri yüzüstü ateşe atılacaklar; [ve kendilerine:]
“Yapıp-ettiklerinize göre hak etmediğiniz bir ceza mı bu?” [diye sorulacaktır].
91-92. [Ey Muhammed, de
ki:] “Ben, yalnızca, kutlu kıldığı bu şehrin ve var olan her şeyin Rabbine
kulluk etmekle emrolundum; yani, O'na yürekten boyun eğen kimselerden olmakla
emrolundum; bir de, bu Kur’an'ı [insanlara] okuyup ulaştırmakla.” Bundan sonra
artık kim ki, doğru yolu tutarsa, o yolu kendi iyiliği için tutmuş olacaktır;
ve kim de yoldan saparsa, [böylelerine] de ki: “Ben yalnızca bir uyarıcıyım!”
93.
Ve yine, de ki: “Övgüler olsun Allah'a! Alametleri[nin gerçek olduğunu] size
gösterdiğinde [ne iseler] onları tanıyacaksınız”. Ve Rabbin yaptıklarınızdan
asla gâfil değildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder