1-
Ta sin, bunlar Kur'an'ın, açık anlamlı kitabın ayetleridir.
"Ta sin" Bu hece
harfleri surenin ve Kur'an'ın bütününü oluşturan ana malzemeye dikkat çekmek
içindir. Bu harfler, Arapça konuşan herkesin eli altındadır. Onca meydan
okuyuşa ve delillerin hepsinin çürütülmesine rağmen onlar, bu malzemeden Kur'an
gibi bir Kitap meydana getirmekten aciz kalıyorlar.
Bu noktaya dikkat
çekildikten sonra hemen Kur'an'dan söz ediliyor. "Bunlar Kur'an'ın açık
anlamlı kitabın ayetleridir."
Burada sözü edilen kitap,
Kur'an'ın kendisidir. Öyle anlaşılıyor ki, Kur'an'ın bu sıfatla anılması, müşriklerin
Allah'ın kitabına karşı tutumları ile Sebe kraliçesi ve milletinin
Allah'ın kullarından biri olan Hz. Süleyman'ın gönderdiği mektubu karşılamaları
hakkında gizli bir karşılaştırma yapmak içindir:
Sonra Kur'an'ı şu şekilde
tanıtıyor:
2-
Bu ayetler mü'minler için doğru yol kılavuzu ve müjde içeriklidirler.
Bu söz, "Kur'an'da
mü'minlere müjde ve hidayet vardır" denilmesinden daha etkilidir. Çünkü bu
şekildeki Kur'an ifadesi, Kur'an'ın özünün ve temel esprisinin mü'minler için
müjde ve hidayet kaynağı olduğunu gösteriyor. Kur'an her dar geçitte ve her çetrefilli yolda mü'minlere kılavuzluk
yapıyor. Bunun yanında onları hem dünya, hem ahiret hayatında mutluluğa
kavuşturuyor.
Müjde ve hidayetin
mü'minlere özgü kılınmasında büyük ve derin bir gerçek vardır. Çünkü Kur'an
teorik bir bilim kitabı olmadığı gibi onu okuyan herkesin kendisinden
faydalanıp sadece bilgisini derinleştirdiği bir uygulama kitabı da değildir. Kur'an, her şeyden önce kalbe hitap eden
bir kitaptır, ışığını ve kokusunu kendisini iman ve kesin inançla
karşılayan açık kalplere doldurur. Kişinin kalbi imanla dolduğu oranda
Kur'an'ın tatlılığından zevk alışı da artar. Katılaşmış ve koflaşmış yüreklerin
anlayamadığı, kavrayamadığı manaları, yönlendirmeleri anlamaya başlar.
Kur'an'ın ışığı ile sapık kimselerin ulaşamayacağı gerçeklere ulaşır. O'nun
sohbetinden, duyguları körelmiş okuyucuların istifade edemediği şeyleri
öğrenir. İnsan çok kere ayetleri bilinçsizce ve aceleci olarak okur, fakât bu
ona bir fayda sağlamaz. Bazen de gönlünde bir ışık parlar ve düşünemediği
dünyalar ona açılır. Bu onun hayatında mucizevî
bir etki yapar. Hayatının programını başka bir programla, yolunu başka bir
yolla değiştirir.
Bu Kur'an'ın içerdiği
tüm ahlaki ilkeler, yasalar ve düzenlemeler her şeyden önce iman üzerine
kuruludur. Allah'a iman etmeyen, bu Kur'an'ı Allah tarafından gönderilen bir
vahiy olarak kabul etmeyen, orada yer alan her şeyin Allah'ın gerçekleşmesini
istediği şeylerin bir yansıması olduğuna teslim olmayan ve bu şekilde iman
etmeyen bir kalp, Kur'an ile gereği gibi yolunu düzeltemez, onda yer alan
müjdeleri gereği gibi algılayamaz.
Kur'an'da doğru yol,
irfan, hareket ve yönlendirme ile ilgili büyük hazineler vardır. İman bu
hazinelerin anahtarıdır. Kur'an'ın hazineleri ancak iman anahtarı ile açılabilir.
Gerçekten iman edenler, bu
Kuran'la mucizeler meydan getirdiler. Kur'an, nağme yaparak okunan bir kitap
haline geldiğinde bu nağmeler sadece kulaklara ulaşır oldu. Artık kulakları
geçip kalplere ulaşmaz hale geldi. Bu durumda Kur'an bir eylem meydana getirmeyen
ve kimsenin istifade edemediği nağmeler yığını oldu. Çünkü artık anahtarı
olmayan bir hazineye dönüşmüştü:
Ayetler, Kur'an'ı müjde ve
hidayet kitabı olarak gören mü'minlerin özelliklerinden bahsediyor.
3-
Onlar namaz kılarlar, zekâtı verirler ve ahirete kesinlikle inanırlar.
Namazı kılarlar! Onu
gerçekten kılmaları gerektiği biçimde kılarlar. Kalpleri, Allah'ın huzurunda
durduklarını hisseder. Duygular aydınlık
ufuklara doğru yükselir. Zihinleri Allah'ın yüce huzurun da O'na yönelme,
niyazda bulunma ve kurtuluş dileme ile meşguldür.
"Zekâtı
verirler" İç dünyalarını, cimriliğin rezilliğinden arındırırlar.
Ruhlarını mala olan tutkunluktan kurtarıp erdemli kılarlar. Yüce Allah'ın
kendilerine verdiklerinin bir kısmı ile, O'nun rızası için kardeşlerine iyilikte
bulunurlar. Üyesi bulundukları Müslüman toplumun hakkını ödemeye çalışırlar "ahirete
kesin biçimde inanırlar" Bu sebeple ahirette hesap verme düşüncesi onların
zihinlerini diri tutar. Onların azgın ihtiraslarını firenler. Onların
ruhlarını, Allah'tan sakınma, O'nun cezasından korkma, O'nun huzurunda isyankâr
bir konuma düşmekten utanma duyguları ile doldurur.
Allah'ı zikreden, O'nun
emirlerini yerine getiren, O'nun hesaba çekişinden ve azabından sakınan,
rızasını ve sevabını arzulayan mü'minler... İşte bu mü'minlerin kalpleri
Kur'an'a açılır. Kur'an onlara müjdeleyici ve doğruluk rehberi olur. Bir de bakarsın ki, Kur'an onların
ruhlarında bir meşaleye, kanlarında bir canlılığa, hayatlarında bir harekete
dönüşmüştür.
Kur'an, ahiretten
bahsederken bu gerçek üzerine duruyor ve onu pekiştiriyor. Bunu, ona
inanmayanlara karşı bir korku ve tehdit unsuru olarak kullanıyor. Onlar dehşet
verici sonlarıyla karşılaşıncaya kadar sapıklıklarında debelenip duruyorlar.
4-
Ahirete inanmayanlara gelince onlara yaptıkları kötü işleri güzel gösteririz de
sapıklıkları içinde bilinçsizce debelenirler.
5-
Onlar azapların en kötüsüne çarpılacaklardır ve yine onlar ahirette en ağır
zarara uğrayanlar olacaklardır.
Ahirete iman ihtirasları
ve şehevi istekleri frenleyen bir dizgin niteliğindedir. Dünya hayatında orta
yolu ve ölçülü olmayı garanti eder. Ahirete inanmayan kimse ise, nefsinin
şehevi isteklerine veya ihtiraslarına karşı koyamaz. O nimetlerden yararlanması
için kendisine verilen biricik fırsatın bu gezegen üzerindeki hayatla sınırlı
olduğunu zanneder. Bu dünya hayatı ne kadar uzun bir ömür olsa da yine kısadır.
Bu dünya hayatı insanın özlem duyduğu beklentilerin şekillendiği bir şeye cevap
veremeyecek kadar kısadır. Sonra eğer insan Allah'ın huzurunda hesap vermeyi düşünüyor,
şahitlerin konuşturulacağı bir mükâfat
ve ceza gününü beklemiyorsa, kabaran şehevi arzularını ve ihtiraslarını tatmin
etmesine, zevklerine ve isteklerine engel olmasına ne sağlayabilir?
Bu nedenle ahirete
inanmayan insan için bütün ihtirasları ve zevkleri yaşamak güzeldir. Bu arzu ve
zevklere, takva veya hayâ gibi hiç bir engelle karşılaşmadan dalar. Nefis
yaradılış gereği zevk aldığı şeyleri sever; onları hoş ve güzel görür. Allah'ın
ayetleri ve mesajları (risalet) ile bu fani dünyadan sonra başka bir dünyanın
olacağına inanmadığı sürece olayları böyle değerlendirecektir. Başka bir hayata
inandığı andan itibaren artık nefis başka eylemlerden ve arzulardan zevk almaya
başlar. Bunların yanında midelerin ve bedensel zevklerin tamamı değersizleşip
basitleşir.
Yüce Allah insanın nefsini
bu şekilde yaratmıştır. İnsan gönlünü doğru yol işaretlerine açtığında hidayeti
bulabilecek, anlama yeteneğini hidayet ışıklarına kapadığı zamanda
körelebilecek şekilde yaratmıştır. Allah'ın iradesi ve dilemesi hem doğru yolu
bulma hem de ona karşı körleşme halinde geçerlidir. Bu irade, insan nefsinin
yaratıldığı yasaya uygun biçimde gerçekleşir.
Bu nedenle yüce Allah
ahirete inanmayanlardan şöyle bahsediyor: "Onlara yaptıkları kötü
işleri güzel gösteririz de sapıklıkları içinde bilinçsizce debelenirler." Onlar
ahirete inanmadıkları için Allah'ın yasası da yaptıkları işlerin arzu ve
isteklerinin onlara süslü ve iyi gösterilmesi şekliyle gerçekleşmiştir. Burada
süslü göstermekten amaç da budur. Onlar körü körüne giderler. Ondaki iyiliği ve
kötülüğü görmezler. Ya da şaşırmışlardır. Bu konuda doğruya ulaşamazlar.
Kötülüğün ve fesadın
kendisine güzel gösterilmesinin akıbeti bellidir. "Onlar azapların en
kötüsüne çarpılacaklardır ve yine onlar ahirette en ağır zarara uğrayanlar olacaklardır." İster
dünyada, ister ahirette olsun azabın en şiddetlisi onları bulacaktır. ahirete
ise onlar mutlak hüsrana uğrayacaklardır.
Kötü işler çevirmenin
uygun bir cezası olarak onlar böyle hüsrana uğrayacaklardır.
Surenin giriş kısmı, Hz.
Peygambere bu Kur'an'ın gönderildiği ilahi kaynağın sağlamlığı pekiştirilerek
sona eriyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder