10 Temmuz 2013 Çarşamba

Neml Suresi 82-93 Âyetleri S. Kutub Tefsiri


82- İnsanlara yönelttiğimiz o tehdidin gerçekleşme günü yaklaşınca karşılarına yerden bitme bir hayvan çıkarırız. Bu hayvan dile gelerek insanların ayetlerimize inanmadıklarını açıklar.


Burada sözü edilen hayvanın ortaya çıkışını anlatan pek çok hadisler de vardır. Bu hadislerin bir kısmı sahihtir. Yalnız bu sahih hadislerde hayvanın sıfatlarına ilişkin bir açıklama yoktur. Bu hayvanın sıfatlarına açıklık getiren rivayetler "sahihlik" derecesine ulaşmamışlardır. Bu nedenle biz de onun vasıflarına ilişkin her açıklamayı bir kenara itiyoruz. Bu hayvanın uzunluğunun 60 arşın olması, hem tüyleri hem kılları, hem de kanadının bulunması, üstelik sakallarının olması ne anlam ifade edebilir! Başının öküz başı gözlerinin domuz gözü, kulağının filkulağı, boynuzunun geyik boynuzu, boynunun deve kuşu boynu, göğsünün aslan göğsü, renginin kaplan rengi, böğrünün kedi böğrü, kuyruğunun koç kuyruğu, ayaklarının deve ayakları olması ne işe yarar! Aslında Tefsir bilginleri bu sıfatları belirlemede boşuna yorulmuşlardır!

Kur'an'ın ve sahih hadislerin yaptığı açıklama ile yetinmek gerekir. Bunlara göre bu hayvanın çıkması kıyamet alametlerinden biridir. Tevbeden artık yarar sağlama süresinin sona erdiği geride kalanların cezayı hak edip bundan sonra tevbelerinin kabul edilmediği, o anda üzerinde bulundukları hal ile durumlarına hükmedildiği sırada... İşte tam bu sırada yüce Allah bir hayvan çıkaracak, bu hayvan onlarla konuşacaktır. Hâlbuki hayvanlar konuşmazlar veya insanlar onların dilinden anlamazlar. Fakat onlar o gün anlayacaklar. Ve onun kıyametin yaklaştığını haber veren harika mucize olduğunu öğrenecekler. Hâlbuki onlar, bu zamana kadar Allah'ın ayetlerine inanmıyorlar ve kendilerine söz verilen günü doğrulamıyorlardı. Göz önünde bulundurulması gereken bir nokta da şudur, Neml Suresindeki sahneler, genellikle cinler, kuşlar ve böcekler ile Hz. Süleyman -selâm üzerine olsun- arasında geçen diyalogun ve konuşmaların sahnelerindedir. Burada bu "Hayvan"ın ve insanlarla konuşmasının verilmesi surenin sahneleri ve havası ile tam bir uyum sağlamaktadır. Böylece Kur'an'ın tasvirdeki ahengi de sağlanmış, genel sahnenin kendisinde oluştuğu birimler de bütünleşmiş olmaktadır.

Surenin akışı kıyametin yaklaştığını gösteren alametten sonra mahşer sahnesine geçmektedir!


83- O gün her ümmetten ayetlerimizi yalanlayanları grup grup bir yere topladıktan sonra saf düzeninde yürüyüşe geçiririz.


İnsanların hepsi mahşerde toplanacaktır. Yalnız burada özellikle mesajı yalan sayanların durumu ortaya konmak istenmiştir. "Saf düzeninde yürüyüşe geçiririz." Başları sonlarına katılır. Orada ne iradeleri, ne belli bir yönleri, ne de seçme imkânları vardır.


84- Hesaplaşma yerine geldiklerinde Allah, onlara der ki; "Ayetlerimi anlamadığınız halde yalanladınız, değil mi? Yoksa yaptığınız, başka neydi ki?"


Birinci soru utandırma ve azarlama içindir. Çünkü onların yüce Allah'ın ayetlerini yalan saydıkları bilinen bir olgudur. İkinci soru da bütünü ile aşağılayıcı bir içeriğe sahiptir. Bunun konuşma dilinde de benzer ifadeleri vardır. Yalanladınız mı? Yoksa sizin bildiğiniz başka bir şey mi var? Sizin önemli bir işiniz yoktu ki, siz hayatınızı bu işle uğraşarak geçirdiniz denilsin. Tüm yaptığınız, bu olmaması gereken çirkin yalanlamadır. Bu tür sorulara cevap verilemez. Ancak sessiz geçilir. Susulur. Sanki bu soru ile karşıdaki insanın üzerine ağzını gemleyen ve kalbini frenleyen bir şey bırakılmış olur.


85- Zalimliklerinden ötürü haklarındaki hüküm kesinleşmiştir. Bu yüzden artık konuşamaz olurlar.


Dünyadaki haksızlıkları nedeniyle cezayı hak ettiler. Bu hükme karşı sessiz ve suskun halde durdular! Bu günün arifesinde "hayvan" bile konuşmaya başlarken işte onlar şimdi konuşamıyorlar! Bu ise, Kur'an ifadesinde ve Kur'an'ın kendisinden söz ettiği Allah'ın ayetlerinde karşılıklı yerleştirme sanatının harika biçimde sergilendiğini belgeleyen örneklerden biridir.

Bu turda, sunuştaki uygunluk özel bir nitelik taşıyor. Bu özel nitelik, dünya sahneleri ile ahiret sahnelerinin iç içe verilmesi, daha etkili olması ve ders alınması için uygun olan yerlerde birinden diğerine geçilmesidir. Burada Allah'ın ayetlerini yalan sayanların mahşer alanında öylece kalmalarını tasvir eden sahne ortaya konduktan sonra dünya sahnelerinden birine geçilmektedir. Bu sahnenin, onların vicdanını uyarması, evrenin düzenini ve olaylarını düşünmelerine yol açması ve onların yüreklerine kendilerini koruyan, hayatları ve rahatlıkları için gereken şartları oluşturan, evreni, onların hayatlarına karşı direnen, savaş açan, hayatlarının varlığına ve varlığını devam ettirmesine aykırı düşen bir varlık olarak değil de hayatlarına uygun biçimde yaratan bir ilahın varlığını aşılaması gerekirdi.


86- Geceyi dinlenesiniz diye karanlık ve gündüzü de çalışasınız diye aydınlık olarak yarattığımızı onlar görmüyorlar mı? Bu olgulardan mü'minlerin alacakları birçok dersler vardır.


Sakin olan gece sahnesi ve aydınlık olan gündüz sahnesi insanda dini bir vicdanı harekete geçiren, geceyi ve gündüzü evirip-çeviren Allah ile bağını kurmasına doğru yönlendiren iki harika olaydır. Bunlar kendisini imana hazırlayanlar için iki evrensel mucizedir. Fakat onlar her şeye rağmen inanmazlar.

Eğer gece olmasaydı ve her zaman gündüz olsaydı yeryüzünde hayat sona ererdi. Sürekli gece olduğunda durum aynı olacaktı. Buna bile gerek yok; eğer gece veya gündüz şimdi olduğunun on katı daha uzun olsaydı Güneş gündüzleyin bütün bitkileri yakardı. Geceleyin de her şey donardı. O zaman da hayat imkânsız olurdu. Öyleyse gece ile gündüzün hayata uygun biçimde ayarlanmasında pek çok mucizeler vardır. Fakat onlar yine de inanmazlar.

Yeryüzündeki gece ile gündüz mucizelerinden, bu evrenin şaşmayan düzeni içinde garantiye ve güvene alanın hayatlarından bir çırpıda onları Sur'a üfürüldüğü güne geçiriyor. O günde, yeri ve gökleri titreten, Allah'ın koruduğu kullar dışında orada bulunan herkesi ürperten korkudan söz ediyor. İstikrarın ve sağlamlığın alameti olan yüksek dağların yürütülmesinden bahsediliyor. Bu günün sevap yönünden iyilik ve güvene, ceza yönünden, korku ve ateşe atılma gibi sonuçlar doğuracağından söz ediliyor.


87- Sur'a üflediği gün, Allah'ın diledikleri dışında kalan göklerdeki ve yeryüzündeki herkes dehşete kapılır. Herkes boyun eğerek O'nun huzuruna gelir.


88- Sen dağları görünce onların yerlerinden hiç kımıldamadıkları sanırsın. Oysa onlar bulutlar gibi hareket ederler. Bu her şeyi özenerek yaratan Allah'ın ustalığıdır. Hiç kuşkusuz O, yaptığınız her şeyden haberdardır.


89- Kimler iyilikle gelirse karşılığında daha iyisini alırlar. Böyleleri o gün hiç korkuya kapılmazlar, gönülleri rahat olur.


90- Kimler kötülükle gelirse yüzükoyun cehenneme atılırlar. Kendilerine "Bu sadece vaktiyle işledikleriniz kötülüklerin cezası değil midir?" denir.


Sur, içine üfürülen borudur. Bu boru, Allah'ın, güven ve huzur içinde kalmalarını dilediği kimselerin dışında yerde ve göklerde bulunan herkesi kuşatan korku borusudur. Güven içinde olan bu kimselerin şehitler olduğu söylenmiştir. Bu üfürüş ile göklerde ve yerde canlı olan her şey bayılır düşer ancak Allah'ın diledikleri hariç.

Bundan sonra diriliş borusu çalınır. Ondan sonra da Toplanma borusu. Son borunun çalınması ile herkes toplanır "Herkes boyun eğerek O'nun huzuruna gelir." Boyun eğmiş, teslim olmuş halde.

Bu korku ile birlikte bütün bir evrenin düzenini altüst eden kapsamlı evrensel bir inkılâb da yer alıyor. Bu inkılâb onun akışını sekteye uğratıyor. İşte bu akışın sekteye uğramasının bir görüntüsü de sağlam-yüksek dağların yürütülmesi, bulut gibi hafif, çabuk bir biçimde dağılıp gitme!erdir. Dağların bu şekildeki sahnesi korkunun çağrıştırdığı olgularla bütünleşiyor. Korku bu ortamda ön plana çıkıyor. Sanki burada dağlar da diğer korkuya kapılanlar gibi korkmuş, ürperen!erle birlikte ürpermişlerdir. Şaşkınlaşmış, apışıp kalmış varlık!arın içinde onlar da apışıp kalmış kararsız ve belirsiz bir yöne doğru yol almaya başlamışlardır!

"Bu her şeyi özenerek yaratan Allah'ın ustalığıdır."

Ne yücedir O! Bu varlık aleminde sanatının eşsizliği, sağlamlığı her şeyde ortaya çıkar. Onda bir açıklık, bir çelişki, bir gedik, bir eksiklik, bir unutma ve bir tutarsızlık bulmak mümkün değil! Düşünebilen insan her biri birer mucize olan O'nun bütün sanat eserleri üzerinde düşünür buna rağmen plan ve hesap dışı bırakılan tek bir boşluğa rastlayamaz. Büyük-küçük değerli-değersiz her sanatında bu özellik vardır. Her şey kendisini izleyen ve inceleyenlerin başlarını döndüren bir plan ve program içinde işlemektedir. "Hiç kuşkusuz O, yaptığınız her şeyden haberdardır. Bu yaptıklarınızdan, hesaba çekileceğiniz gündür. Her şeyi en sağlam biçimde yaratan onu belirlemiştir. Onun için ne bir an ileri ne de geri alınabilen bir zaman belirlemiştir. Yaratma yasasını bu şekilde eşsiz bir hikmet ve planlama ile gerçekleştirmiştir. Böylece birbirine bağ!ı bir birini tamamlayan her iki hayatta eylem ile karşılığı arasında bir uyum sağlamıştır. "Bu her şeyi özenerek yaratan Allah'ın ustalığıdır. Hiç kuşkusuz O, yaptığınız her şeyden haberdardır."

Bu korkunç ve dehşet verici günde bu korkunun dışında huzur içinde olmak, dünya hayatında iyilik yapanların mükafatı olacaktır. Onlar bunun da ötesinde sevaba kavuşacaklardır. Bu onların iyiliklerinden daha fazla ve daha bereketlidir.

"Kimler iyilikle gelirse karşılığında daha iyisini alırlar Böyleleri o gün hiç korkuya kapılmazlar, gönülleri rahat olur."

Bu korkudan yana güven içinde olmak bile başlı başına bir mükafattır. Bundan ötesi ise, Allah'ın lütfu ve bağışıdır. Onlar dünyada Allah'dan korkmuşlardı. Dolayısı ile hem dünyada hem de ahirette korku içinde bırakılmamış olmaktadırlar. Tam tersine, yerde ve göklerde kim varsa hepsinin korkuya kapıldığı günde yalnız Allah'ın koruduğu kimselerin güven içinde kaldığıdır.

"Kimler kötülükle gelirse yüzükoyun cehenneme atılırlar"

Bu korkunç bir sahnedir. Onlar yüzleri üzerine ateşe atılıyorlar. Sıkıştırılmaları ve azarlanmaları gittikçe artıyor.

"Bu sadece vaktiyle işledikleriniz kötülüklerin cezası değil midir." Onlar doğru yoldan sapmış ve ona karşı yüzlerini ekşitmişlerdir. Onlar yüzlerini böyle ekşittikleri için ateşe atılarak cezalarını bulacaklardır. Çünkü olar daha önce gece-gündüzün açıklığı gibi apaçık gerçeği gördükleri halde yüz çevirmişlerdi.

Neticede son dokunuşlara yer veriliyor. Burada Hz. peygamber çağrısını yaptığı davasını ve yolunu özetliyor. Davasını bu kadar açıkladıktan sonra kendileri için uygun gördükleri akıbetlerle onları başbaşa bırakıyor. Başladığı gibi yine Allah'a hamd ederek noktalıyor. Onları Allah'a havale ediyor. Ayetlerini on!ara göstermesini kendisine bırakıyor. Yaptıklarından onları hesaba çekecek olanında yine O olduğunu hatırlatıyor:


91- Ey Muhammed de ki; "Bana sırf bu şehrin Rabb'ine kulluk etmem emredildi. O bu şehri dokunulmaz kıldı. Her şey O'nundur. Bana O'nun buyruğuna boyun eğenlerin ilki olmam emredildi.


92- "Bana bir de Kur'an okumam emredildi. Kim doğru yola gelirse kendi iyiliği için doğru yola gelmiş olur. Kim eğri yola saparsa de ki; ben sadece bir uyarıcıyım. "


93- "De ki; Hamd Allah'a mahsustur. O ilerde size ayetlerini gösterecek, siz de onları tanıyacaksınız. " Rabb'in onların yaptıkları işlerden kesinlikle habersiz değildir.


Araplar'ın müşrikleri de Mekke'nin kutsal bir şehir olduğuna, Kabe'nin Kutsal bir ev olduğuna inanıyorlardı. Zaten onlar Araplar'a karşı üstünlüklerini Kabe'nin kutsallığından alıyorlardı. Buna rağmen bu evi kutsal kılan ve bütün bir hayatlarını bunun üzerine kuran Allah'ın birliğini kabul etmiyorlardı. Hz. Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun- inanç sisteminin temellerini sağlamlaştırılması gerektiği gibi sağlamlaştırıyor. Bu şehri kutsal kılan Allah'a kulluk yapmak!a görevli olduğunu açıklıyor. Ona asla ortak koşamayacağını belirtiyor. İslam Düşüncesindeki Tek İlahlık Gerçeği'ni bütünü ile ortaya koyuyor. Bu Şehrin Rabb'i evrende yer alan her şeyin Rabb'idir "Her şeyO'nundur" Yine açıkça müslümanlardan olmakla emredildiğini ilan ediyor. Öyle müslümanlar ki, onların her şeyi Allah'ındır. Başkasının onlarda bir payı ortaklığı yoktur. Bu zaman içinde uzayıp gelen muvahhidlerin, teslim o:muşların kervanıdır.

İşte Hz. Peygamberin mesajının özü budur. Bu mesaj vasıtası ile, Kur'an'ın okunmasıdır.

"Bana bir de Kur'an okumam emredildi.

Kur'an bu davanın hem kitabı, hem ana yasası ve hem de vasıtasıdır. Peygamber bu silahla kafirlere karşı mücadele etmekle görevlendirilmiştir. Ruhlara ve akıllara mücadelede o tek başına yeterlidir. Onda insanın iç alemini bütünü ile kuşatıcı, duyguların tüm kapılarını zorlayıcı, katı kalbleri sarsıcı, artık rahat edemeyecek biçimde yerinden oynatıcı bir özellik vardır. Bunun ötesinde savaşın farz kılınışı ise mü'minleri belalardan, sıkıntılardan korumak ve bu Kur'an ile özgür bir ortamda çağrının yapılmasını garantiye almak içindir. Otoritenin gücü ise Allah'ın yasalarını uygulamak içindir. Çağrıya gelince Kur'an onu yeter:

"Bana bir de Kur'an okumam emredildi."

"Kim doğru yola gelirse kendi iyiliği için doğru yola gelmiş olur. Kim eğri yola saparsa de ki; Ben sadece bir uyarıcıyım."

İşte burada Allah'ın terazisinde sapıklık ve doğru yol ile ilgili konularda bireysel sorumluluk esastır. Bu bireysel sorumlulukta insanın onuru ve şerefi de ortaya çıkmaktadır. Zaten İslam bunu garantiye almaktadır. İnsanları hayvan sürüleri gibi imana sürüklemez. Sadece onlara Kur'an okur. Sonra onları kendi hallerine bırakır. Kur'anın onların iç alemlerindeki görevlerini yapmasını bekler. Kur'an kendine has, derin nüfuz sahibi metoduna uygun biçimde onlara yönelir. Fıtrata, Kur'an'ın metoduna uygun düşen değişmez yasalarına uygun biçimde ve derinlerine inerek hitab eder.
De ki; "Hamd Allah'a mahsustur."

Bu kendisinden söz edeceği Allah'ın eylemine bir giriştir.

"O ilerde size ayetlerini gösterecek, siz de onları tanıyacaksınız."

Yüce Allah gerçekten doğru söylüyor. Yüce Allah her gün kendi kullarına onların iç alemlerine ve dış alemlerine yerleştirdiği ayetlerinden bazılarını gösteriyor. Sırlarla dolup taşan bu evrenin sırlarından bazılarını onlara açıp gösteriyor.

"Rabb'in onların yaptıkları işlerden kesinlikle habersiz değildir."

İşte bu şekilde surenin sonunda onlara sanki dokunuşta bulunuyor. Hem de bu kapalı, güzel, ürpertici ifade ile... Sonra onları kendi hallerine bırakıyor. Dilediklerini yapsınlar diye. Her şeye rağmen onların iç alemlerinde bu derin, etkili dokunuşun izleri silinmez.


"Rabb'in onların yaptıkları işlerden kesinlikle habersiz değildir."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder