1 Temmuz 2013 Pazartesi

Neml Suresi 65-69 Âyetleri S. Kutub Tefsiri


65- De ki; "Bilinmezi, gaybı, ne göktekiler bilir ne de yerdekiler. Onu sadece Allah bilir". Onlar ne zaman yeniden diriltileceklerini de bilemezler.

66- Onların bilgileri ahirete erememiş, o âlemin berisinde kalmıştır. Asında onlar ahiret konusunda kuşku içindedirler. Hatta ondan yana kördürler.


Yaradılışın başından beri insan gayb perdesi önünde durmuş, onun perdesini kaldıramamış, bilgisiyle oraya nüfuz edememiştir. Gerilen perdenin ötesinde neler olduğunu anlayamamıştı. Gaybleri bilen Allah'ın açıkladığı gaybın sınırlarını aşamamıştır. Zaten insanın yararına olan da Allah'ın dilediği iştir. Eğer yüce Allah bu gerilen perdenin berisindekileri açıklanmasının insanların yararına olacağını dileseydi, gayb perdesinin gerisinde neler olduğunu görmeye meraklı olan insanlara bunları açıklardı!

Yüce Allah insana bu yeryüzünde halifelik görevini gerçekleştirmesi için gereken yetenekleri, imkânları, güçleri ve enerjileri vermiştir. Bu büyük ve ağır görevi yerine getirmesi için gereken her şeyi bağışlamıştır... Fazlasını vermemiştir. İnsanın yeryüzündeki bu görevini yerine getirmesinde gayb perdesinin açılıp açılmaması önemli değildir. Onu ilgilendirmez. Hatta gayb perdesinin aralık bırakmayacak biçimde sık dokunuşu insanın onu öğrenmeye ilişkin merakını kamçılayacak, onu delmeye çalışacak ve daha fazla araştıracaktır. Bu yoldaki çalışmalar ile yer altında denizin dibinde ve uzay boşluğunda gizli olan gerçekleri ortaya koyacak, evrenin değişmez yasalarını ve onlarda gizli olan potansiyel enerjiyi, insanlığın iyiliği için bünyesine yerleştirilmiş bulunan gizli sırları yakalayacak, yerin ana maddesini ayrıştıracak, onlarla bileşimler yapacak, maddenin oluşumuna ve şekillerine dalacak, hayatın aşamalarını ve çeşitlerini ortaya çıkaracaktır… Böylece bu yeryüzünün bayındır hale getirilmesindeki görevini eksiksiz biçimde gerçekleştirebilecek ve yüce Allah'ın bu insan denen varlığın yeryüzü halifeliğine ilişkin sözünü gerçekleştirmiş olacaktır.

Yüce Allah'ın gaybından habersiz olan sadece insan değildir. Yerde ve göklerde Allah tarafından yaratılan her varlık, melekler, cinler ve yalnız Allah'ın kendilerinin varlığından haberdar bulunduğu diğer varlıklar da gaybdan habersizdir. Bunların hepsi de gayb perdesinin açılmasını gerektirmeyen yükümlükler altındadırlar. Böylece gaybın sırrı sadece Allah'ın katında kalır. Başkasına açılmaz.

"De ki; Bilinmezi, gaybı, ne göktekiler bilir ne de yerdekiler. Onu sadece Allah bilir."

Bu kesin bir hükümdür. Bunun ötesinde herhangi bir davacının iddiasına yer yok. Kuruntuya ve asılsız şeylere zemin bırakmak yok.

Öncelikle gayb konusu bu genel yapısı ile ortaya konduktan sonra özel olarak ahiret konusuna yöneliniyor. Zira ahiret konusu, Tevhid meselesinden sonra, müşriklerle sürtüşmelerin geçen en önemli konulardan biriydi: "Onlar ne zaman diriltileceklerini de bilemezler."

Dirilişin zamanına ilişkin hiçbir bilgilerinin olamayacağını ifade ediyor. En kapalı şekliyle bile onu hissetmekten uzak olduklarını bildiriyor. Onlar dirilişin zamanını kesin biçimde bilemezler. Burunlarının dibine kadar gelip yaklaşsa dahi onu duygu olarak hissedemezler. Çünkü bu konu, yerde ve gökte kimsenin bilemeyeceği belirtilen gayb konularından biridir... Sonrasında da onların ahiretteki durumlarından ve onun gerçekliğine ilişkin bilgilerinin nereye kadar varabileceğinden söz ediyor: "Onların bilgileri ahirete erememiş, o âlemin berisinde kalmıştır."

Bilgileri onun sınırlarında tükendi. Ona ulaşamadı. Onun uzağında durdu. Kendisine yetişemedi. Onun geleceğine kesin inanmıyorlar. Aksine onun ne zaman geleceğini irdeliyor ve onun kopmasını bekliyor. Aksine onlar O’na karşı kördürler. Bu konuda bir şey görmüyorlar. Onun tabiatından yapısından hiçbir şey anlamıyorlar. Bu ise birincisinden ve ikincisinden daha da kötü bir durumdur.


67- Kâfirler dediler ki; "Bizler ve atalarımız, toprak olduktan sonra yeniden mi diriltileceğiz?"


İşte bu, inkâr edenlerin sürekli olarak gelip takıldıkları bir açmazdır. Hayat bizden el etek çektiğinde, vücutlarımız çürüdüğünde, kabirlerde dağıldığında ve toprak olduğunda... Evet, bütün bunların hepsi gerçekleştiğinde -zaten bu haller, toprağa verildikten bir süre sonra kuraldışı nadir haller dışında tüm ölülerin başından geçen aşamalardır- bizler ve bizden önceki atalarımız bu aşamalardan geçtikten sonra biz mi bir daha tekrar diriltilecek hayata döneceğiz! Etimizin ve kemiklerimizin toprağına karışıp gerçekten toprak haline döndükten sonra biz mi bu topraktan çıkarılacağız!

Onlar böyle diyorlar. Bu maddi şekil, onlarla diğer bir hayatın tasavvur edilmesi arasında duruyor. Daha önce hiçbir şey değilken yaratıldıklarını unutuyorlar. Hiçbirisi ilk bünyelerinin kendisinden oluştuğu atomların ve hücrelerin nereden geldiğini bilmiyor. Bunların her biri dünyanın bir köşesinde, denizlerin dibinde ve uzayın değişik burçlarında bulunuyorlardı. Bunların bir kısmı uzakta bulunan güneşten bir kısmı bir insan veya bitki veyahut hayvanın nefes alışından, bir kısmı da toprak haline gelen ve bazı elementleri havaya karışan bir vücuttan derlenmiştir! Sonra bu hücreler ve atomlar yedikleri yemekte, içtikleri içkilerde, soludukları havada, kendisiyle ısındıkları ışınlarda somutlaşmışlardı... Sonra bir de bakmışsın ki, Allah'tan başkasının sayısını bilemeyeceği derecede darmadağın halde bulunan, Allah'ın dışında kimsenin kaynaklarını bile sayamadığı bu hücreler ve atomlar bir insan bünyesinde bir araya gelmiştir. Bunların hepsi de rahimde asılı duran bir yumurta hücresinden türemiştir. Bu yumurta hücresi zamanla kefene sarılı bir vücut haline gelmiştir. İşte onların ilk yaratılışları budur. İkinci bir hayat için onların tekrar bu şekilde veya başka bir şekilde yaratılmaları gerçekten aklın almayacağı bir mesele midir? Fakat onlar her şeye rağmen böyle diyorlar. Onların bazıları aynı şeyi ufak tefek değişikliklerle bu gün de aynen tekrar etmektedirler.
Böyle diyorlardı. Sonra cahilliğe dayalı, aşağılama ve karşı koyma ile dolu şu sözlerini ilave ediyorlardı:


68- "Bu tehdit gerek bize ve gerekse atalarımıza daha önce de yapılmıştı. Bu, eskilerin masalarından başka bir şey değildir."


Onlar, peygamberlerin daha önceleri kendi atalarını diriliş ve kıyamet gününe karşı uyardıklarını biliyorlardı. Bu da gösteriyor ki, Arapların zihinleri İslâm’ın inanç sisteminden ve ana ilkelerinden habersiz değillerdi. Yalnız onlar kendilerine ve atalarına yöneltilen uyarıların uzun zaman geçmesine rağmen gerçekleşmediğini görüyorlar ve "Bunlar öncekilerin masallarıdır. Muhammed bunları toplayıp bize aktarıyor" diyorlardı. Kıyametin belli bir zamanı olduğunu, insanların onu hemen istemeleriyle ileri alınmayacağını, ricaları ile de geriye atılamayacağını Allah'ın belirlediği zaman diliminde ancak gerçekleşebileceğini, hem yeryüzündeki hem göklerdeki kulların onu bilemeyeceğini anlayamıyorlardı. Nitekim peygamberimiz -salât ve selam üzerine olsun- Hz. Cebrail'in kıyamete ilişkin sorusuna şu cevabı vermişti. Bu sorunun kendisinden sorulduğu adam, soran adamdan daha bilgili değildir. (Abdullah ibn-i Ömer'in İslam ve İman gerçeğine ilişkin hadisinden bir parçadır. Bu hadisi Müslim ve sünen yazarları kitaplarına almışlardır.)

Burada onların kalplerine dokunuluyor. Kalplerini daha önce Allah'ın sözünü yalanlayanların akıbetlerine yöneltiyor. Ve onlara suçlular adını veriyor:


69- Onlara de ki; "Yeryüzünü geziniz de ağır suçluların sonunun nice olduğunu görünüz."


Bu yönelişte onların düşünce ufukları genişletiliyor. İnsanlığın bu nesli insanlık ağacından kopuk değildir. Bütün insanlık için geçerli olan yasaların hepsi onlar için de geçerlidir. Daha önceki suçluların başına gelenler, sonraki suçluların başına da gelir. Zira yasalar şaşmaz ve kimseyi kayırmaz. Yeryüzünde gezip dolaşmak insanın iç âlemini ibretlik örneklere, yaşamlara ve hallere yöneltir. Böylece aydınlık pencereler açılır oraya. Böylece kalplere dokunuşlar başlar. Belki bu yolla onların uyanmaları ve dirilmeleri de gerçekleşir. Kur'an-ı Kerim, insanları sürekli geçerli olan yasaları araştırmaya, onların aşamalarını ve bölümlerini düşünmeye teşvik eder ki, tüm bağları bütün, ufukları geniş, bir hayat yaşasınlar. Donmamış, kapanmamış, daralmamış ve kopmamış bir hayata yönelsinler.


Onları bu şekilde yönlendirdikten sonra kendi elçisi olan Hz. Muhammed'e onların işlerinden ellerini çekmesini, kendileri gibi olan insanları yönlendirdiği sonları ile baş başa bırakmasını emrediyor. Onların hileleri nedeniyle canının sıkılmaması gerektiğini, onların kendisine bir zarar veremeyeceklerini bildiriyor. Onlara karşı görevini yaptığı, mesajını ilettiği ve gözlerini açtığı için üzülmemesi gerektiğini belirtiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder