75. Bu [ilk
peygamberlerden] sonra Musa ve Harun'u ayetlerimizle Firavun ve onun seçkinler
çevresine gönderdik: ne var ki onlar, günaha gömülüp gitmiş bir topluluk
oldukları için, büyüklük tasladılar,
76. Öyle ki, kendilerine
katımızdan hak geldiği zaman, “Bakın, bu düpedüz bir büyü!” dediler.
77. Musa: “Size hak geldiğinde, (onun) hakkında böyle mi
konuşursunuz, hiç büyü olabilir mi, bu? Hem de, büyücülerin mutlu sona asla
ulaşamayacakları ortadayken!” dedi
78. [Seçkinler:] “Bizi
atalarımızı inanç ve uygulama olarak izler bulduğumuz yoldan çevirmeye ve
böylece ikinizin bu ülkede söz sahibi kimseler olmanızı sağlamaya mı geldin?
Her ne hal ise, size, ikinize inanmıyoruz!” dediler.
79. Ve Firavun “En usta
sihirbazları bana getirin!” diye emretti.
80. Sihirbazlar gelince
Musa onlara: “Haydi atın atmak
[istediğinizi]!” dedi.
81-82. Böylece onlar
[asâlarını] atıp [gözbağcılık yoluyla izleyenleri etkileyince] Musa onlara: “Bu
yaptığınız sihirden başka bir şey değil; Allah
bunu mutlaka boşa çıkaracaktır! Gerçek
şu ki, Allah bozgunculuk yapanların işini asla ileri götürmez. Tersine, kelimeleriyle ancak hakkın ortaya çıkmasını
sağlar; günaha gömülüp giden insanlar bundan hoşnut olmasalar da!”
83. Firavun ve onun
seçkinler çevresi kendilerine zulmeder korkusuyla [başkaları geri dururken]
kavminden ancak birkaç kişi Musa'ya olan inançlarını açıkladılar: çünkü Firavun
ülkede gerçekten de nüfûz ve iktidar sahibiydi, ve üstelik ölçüsüz, acımasız
biriydi.
84.
Musa: “Eğer Allah'a inanıyorsanız” dedi, “eğer gerçekten O'na bağlanıp
kendinizi O'na teslim etmişseniz, öyleyse artık güvenin O'na!”
85-86. Bunun üzerine onlar
da: “Biz güvenimizi Allah'a bağlamışız!
Ey Rabbimiz, bizi zalim bir topluluğun elinde rüsva etme!” dediler. “Hakkı inkâr
eden bu toplumun elinden lütfunla kurtar bizi”.
87. Biz de Musa ile
kardeşine: “Şehirde halkınız için bazı
evleri sığınak edinin” diye vahyettik, “ve [onlara deyin ki] ‘Evlerinizi ibadet
yerine dönüştürün; ve namazda devamlı ve kararlı olun!’ Ve [sen ey Musa!]
inananları [Allah'ın yardımıyla] müjdele!”
88. Ve Musa: “Ey Rabbim!” dedi, “gerçek şu ki, Sen
Firavun ve onun seçkinler çevresine dünya hayatında görkem ve zenginlik verdin;
öyle ki, bunun sonucu olarak onlar da, ey Rabbim, [başkalarını] Senin yolundan
çeviriyorlar! Ey Rabbimiz, öyleyse artık onların zenginliklerini silip yok
et, (ve böylece) kalplerini katılaştır; çünkü çetin azabı görmedikçe
inanmayacaklar!”
89. [Allah:] “Bu dileğiniz
kabul olundu” dedi, “öyleyse, siz ikiniz
dosdoğru yolda sabır ve sebatla devam edin ve [doğru nedir, eğri nedir]
bilmeyenlerin yolunu izlemeyin!”
90. Derken
İsrailoğulları'nı denizin öte yakasına geçirdik; bunun üzerine Firavun ve
ordusu hışımla onların ardına düştü, [denizin dalgaları onları örtüp de
Firavun] boğulmak üzereyken: “El hâk, inandım,”
dedi, “İsrailoğulları'nın inandığı Tanrı'dan başka tanrı yok! Ve ben de artık
kendini yürekten O'na teslim eden kimselerdenim!”
91. [Ona]: “Ancak şimdi mi?” denildi, “Oysa, bu
güne kadar [Bize] hep başkaldırmış ve bozguncular arasında yer almıştın!
92. [İmdi,] bugün senin
sadece bedenini kurtaracağız ki, senden sonra gelecek olanlar için [uyarıcı]
bir işaret olsun; çünkü, gerçek şu ki, insanların çoğu ayetlerimize karşı
umursamazlık gösteriyor!”
93. Derken,
İsrailoğulları'na son derece güzel, emin bir yurt tayin ettik ve kendilerini
temiz ve hoş rızıklarla rızıklandırdık. Ama, ne zaman ki [vahiy yoluyla]
kendilerine (hakikat) bilgi(si) geldi, ancak o zaman aralarında çekişmeye,
farklı görüşler benimsemeye başladılar: Allah, çekişmeye düştükleri her konuda
Kıyamet Günü aralarında elbette hüküm verecektir.
94. Bütün bunlardan sonra,
[ey insanoğlu], sana indirdiğimiz şey[in doğruluğun]dan hâlâ şüphede isen,
önceki çağlarda vahyedilmiş metin-(leri) okuyan kimselere sor: [O zaman
anlayacaksın ki] Rabbinden sana gelen haktır. O halde, artık şüphecilerden olma.
95. Allah'ın ayetlerini
yalanlayan kimselerden olma ki, kendini kaybedenler arasında bulmayasın.
96-97. Gerçek şu ki,
haklarında Rablerinin sözü [yargısı] gerçekleşmiş olanlar imana
erişemeyeceklerdir. Kendilerine her türlü kanıtlayıcı belge gelse bile, tâ ki
[öte dünyada kendilerini bekleyen] o çok can yakıcı azabı gözleriyle görünceye
kadar...
98. Çünkü, ne yazık ki,
Yunus toplumundan başka, [bütün bireyleriyle topyekun] imana erişen ve böylece
imanının (vereceği huzur ve güvenliği) tadan herhangi bir cemaat çıkmadı henüz.
(Yunus'un soydaşları) inandıkları zaman, dünya hayatında [sürüklenebilecekleri]
alçalmanın, bayağılaşmanın yol açacağı acıyı ve sıkıntıyı onlardan
uzaklaştırdık ve belli bir süre varlıklarını sürdürmeleri için kendilerine
fırsat verdik.
99-100. [İşte bunun gibi]
Rabbin eğer öyle olmasını dileseydi, yeryüzünde yaşayan herkes topyekûn imana
erişirdi: Hal böyleyken, insanları
inanıncaya kadar zorlayabileceğini mi sanıyorsun, hem de, hiç kimsenin,
Allah'ın izni olmadıkça asla imana erişemeyeceği ve aklını kullanmayanlara
alçaltıcı, bayağılaştırıcı [inançsız]lığı musallat edenin O olduğu (gerçeği)
ortadayken?
101. De ki: “Göklerde ve
yerde var olanlara bakın da düşünün!” Ne var ki, inanmayacak olan bir topluma
ne ayetlerin, ne de uyarmaların bir yararı dokunabilir!
102. O halde,
kendilerinden önce gelip geçen [inkârcıların yaşadığı felaket] günlerinden
başka günler mi bekliyorlar? De ki: “Öyleyse,
[olacak olanı] bekleyin bakalım; doğrusu ben de sizinle beraber bekleyeceğim!”
103. [Çünkü bu konudaki
değişmeyen uygulama şudur: hakkı inkar edip ayetlerimizi yalanlamaya
kalkışanların felaketlerini hazırlarız;] ve buna karşılık elçilerimizi ve imana
erişenleri kurtarırız. İşte bize hak olan, böylece inananları kurtarmamızdır.
104.
[Ey Peygamber,] de ki: “Ey insanlar, eğer benim imanımdan şüphede iseniz,
[bilin ki,] kulluk etmem, sizin Allah'tan başka kulluk ettiğiniz varlıklara;
ben yalnızca, sizi[n hepinizi] öldürecek olan Allah'a kulluk ederim: çünkü ben
[yalnız O'na] inanan kimselerden biri olmakla emrolundum”.
105. [Ey İnsanoğlu,] işte
böyle (sen de) yüzünü, yalancı, aldatıcı şeylerden bütünüyle arınmış olarak,
sebat ve samimiyetle [gerçek] inanca çevir; Allah'tan başkasına tanrılık
yakıştıranlardan olma.
106. Sana ne bir yarar, ne
de bir zarar verebilecek durumda olmayan varlıkları Allah'la beraber anıp
onlara yalvarıp yakarma: çünkü, eğer böyle yaparsan muhakkak ki zalimlerden
olursun!
107. Ve [bil ki,] eğer senin başına Allah bir darlık, bir sıkıntı saracak
olsa, O'ndan başka onu giderecek yoktur: Ve eğer hakkında iyilik, genişlik
diliyorsa, O'nun lütuf ve cömertliğini engelleyebilecek kimse de yoktur; O
lütuf ve cömertliğini kullarından dilediğine nasip eder. Çünkü çok
acıyan-esirgeyen gerçek bağışlayıcı O'dur.
108. [Ey Peygamber,] de
ki: “Ey insanlar, şimdi size Rabbinizden hakikat (bilgisi) gelmiş bulunuyor
artık. Bundan böyle her kim ki doğru yolu izlemeyi seçerse, bunu kendi lehine
seçmiş olacaktır; ve her kim ki sapıklığı seçerse, yine bunu kendi aleyhine
seçmiş olacaktır. Sizin davranışınızdan sorumlu değilim ben”.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder