5- O, güneşi ışık kaynağı ve ayı
aydınlık yaptı; yılların sayısını ve vakitlerin hesabını bilesiniz diye ay için
farklı doğuş noktaları belirledi. Allah bunları mutlaka bir gerçeğe, bir sebebe
dayalı olarak yarattı. O bilen kimselere ayetlerini ayrıntılı biçimde anlatır.
6- Gece ile gündüzün birbirini
kovalamasında ve Allah’ın gökler ile yerde yarattığı varlıklarda, O'ndan korkan
kimseler için birçok ibret dersleri vardır.
“O, güneşi ışık kaynağı ve ayı aydınlık
yaptı; yılların sayısını ve vakitlerin hesabını bilesiniz diye, ay için farklı
doğuş noktaları belirledi. Allah bunları mutlaka bir gerçeğe, bir sebebe dayalı
olarak yarattı. O, bilen kimselere ayetlerini ayrıntılı biçimde anlatır.”
Bunlar, evrenin apaçık sahnelerinden iki
tanesidir. Fakat biz uzun süre kendilerine alıştığımız için, onların farkına
varmıyoruz. Sürekli tekrarlandıkları için, onların kalbimiz üzerindeki etkisini
yitiriyoruz. Yoksa insan, ilk defa güneşin doğuşunu seyretse, ilk
defa battığını görse, ayın ilk defa doğduğunu, ilk defa battığını görse nasıl
ürpermez, dehşete kapılmaz?
Bunlar sürekli tekrarlanan alıştığımız iki
sahnedir. Kur'an dikkatimizi onların üzerine çeviriyor. Böylece duygularımızda
ilk görmenin ciddiyetini hissettirmek, kalplerimizde canlı ilk bakışın duygularını
diriltmek, tekrarın kanıksattığı-uyuşturduğu düşünceyi harekete geçirmek,
onların yaradılışlarında ve oluşum biçimlerinde gözüken sağlam iradeyi
görmemizi sağlamak ister.
"O, güneşi ışık kaynağı yaptı." Orada alevler vardır.
"Ayı aydınlık yaptı."Orada
aydınlık vardır.
"Ay için farklı doğuş noktaları
belirledi."
Her gece bir noktada, özel bir şekilde
konaklar. Bu, ayda çıplak gözle görülebilmektedir. Bu konuda, uzmanların
dışında hiç kimsenin bilemeyeceği astronomi bilgisine sahip olmaya gerek yoktur.
Bugün halâ bütün insanlar zamanlarını,
takvimlerini güneşe ve aya göre ayarlamaktadırlar. Bunların hepsi boşuna mıdır?
Bunların hepsi dayanaksız mıdır? Bunların hepsi rastgele mi olmuştur?
Hayır, bu düzenin tamamı, bu ahengin
tamamı, hiçbir hareketin gecikmesine yer vermeyen bu kadar ince hesaplar, evet
hepsi boşu boşuna, asılsız ve geçici bir rastlantı olarak değerlendirilemez:
Allah bunları mutlaka bir gerçeğe, bir
sebebe dayalı olarak yarattı.
Temelini oluşturan dayanağı gerçek, vasıtaları
gerçek, gayesi gerçektir. Gerçek ise, köklüdür, kendisine özgü bir ağırlığı
vardır, değişmez! Gerçeği gösteren bu özellikler ise, açıktır,
süreklidir ve her zaman geçerlidir.
O, bilen kimselere ayetlerini ayrıntılı
biçimde anlatır.
Burada sunulan sahneleri, o sahnelerin ve
manzaraların arkasında gizli olan idareyi kavramak için ilim sahibi olmak
gerekir.
Göklerin ve yerin yaradılışında; güneşin
ışık, ayın aydınlık kılınmasında, farklı doğuş noktaları tayin etmek suretiyle
gece ve gündüz olayının meydana getirilmesinde ibretler vardır. Gerçekten de
kalbini, bu ilginç evrenin sahnelerindeki ve olaylarındaki imajlara açanlar
için gece ve gündüz olayı cidden etkili bir olaydır:
Gece ile gündüzün birbirini kovalamasında
ve Allah'ın gökler ile yerde yarattığı varlıklarda, O'ndan korkan kimseler için
birçok ibret dersi vardır.
Gece ile gündüzün değişikliği, arka arkaya
gelmeleridir. Bu aynı zamanda onların uzaması-kısalması anlamına gelebilir, her
ikisi de gözler önünde gerçekleşen olaylardır. Fakat görme alışkanlığı, onların
duygular üzerindeki etkisini azaltabilmektedir. Ancak manevi duygularımızın
uyanık olduğu, vicdanımızın doğuşlarına ve batışlarına heyecanla yöneldiği
anlarda, doğuşlarda ve batışlarda meydana gelen harika olayları, bu evrene yeni
gelmiş bir insanın dikkati ile inceleyebiliriz. Bu sırada insan, yeni meydana
gelen bütün olaylara açık bir göz ve aktif bir duyarlılıkla yönelir. İşte bu
kısa zaman dilimleri, insanın gerçek anlamda tam anlamı ile yaşadığı anlardır.
Bu anlar, alışkanlığın insanın alıcı verici cihazlarında meydana getirdiği
kireçlenmenin söküldüğü anlardır.
Eğer insan bir an için
durup, "Allah gökler ile yerde yarattığı
varlıklarda" ayetindeki gerçekleri gözetlese, haddi hesabı olmayan
çeşitleri, türleri, biçimleri, durumları, sistemleri ve şekiller ile bunca
varlıkları gözden geçirirse, evet gerçekten insan bir an için bunları seyretse
duygulanır, hayatı boyunca kendisine yetecek derecede gözü dolar, taşar. Bu
olaylar, yaşadığı müddetçe onu muhakeme, düşünce ve etkisinde kalma ile meşgul
eder. Göklerin, yerin ve her ikisinin yaradılışı ve ilginç biçimdeki
oluşturulmaları, bu şekilde sunulmaktadır. Bunlar, insanın kalbine hızlı
birtakım sinyaller verir ve bunları kaydetmesi için onu serbest bırakır. Bütün
bunlarda; "O'ndan korkan kimseler için birçok ibret
dersleri vardır."
Onların kalplerini, kendine özgü olan bu
özel duyarlılık, yani takvaya dayalı duyarlılık harekete geçirir. Takvaya
dayalı olan bu duyarlılık, onların kalplerini yumuşatır, coşturur. Çabuk
etkilenmelerini sağlar. Kudretin tecellilerine, üstün yaradılışın
manzaralarına, gözlere ve kulaklara sunulan yaradılış mucizelerine hemen cevap
verebilmelerine zemin hazırlar.
İşte bu, Kur'an'ın, insanın fıtratına bu
evrende, onun etrafına serpiştirilen Allah'ın evrensel ayetleri ile hitap
etmede kullandığı metottur. Yüce Allah, bu ayetler ile insan denen varlığın
fıtratı arasında özel bir iletişim ve duyulabilen mesajların olduğunu
bildirmektedir!
Kur'an metodu, asrısaadetten sonraları
kelamcılar ve filozoflar arasında yaygınlık kazanan diyalektik yöntemine
başvurmamıştır. Çünkü yüce Allah, bu yöntemin kalplere ulaşamadığını,
hiçbir harekete sürüklemeyeceğini, zihnin soğuk alanı dışına çıkamayacağını çok
iyi biliyordu. Soğuk bir zihinde meydana gelen bir kımıldama, çok kısa bir
zaman sonra havada uçuşup kaybolur!
Fakat Kur'an metodunun bu yönteme bağlı
olarak sunduğu deliller, hem kalbi, hem de aklı ikna eden en güçlü delillerdir. Zaten Kur'an'ın kullandığı delillerin özelliği de
budur. Her şeyden önce bu evrenin varlığının kendisi ve ikinci olarak bu
evrenin düzenli, ahenkli ve disiplinli hareketi... İnsanlar tarafından
keşfedilmeden önce bile tesir gücüne sahip oldukları apaçık olan yasalar
tarafından disiplin altında tutulan değişmeler ve gelişmeler... Evet, bütün bu
olayları, idare eden bir gücün varlığı düşünülmeden açıklayabilmek mümkün
değildir.
Bunda şüphe edenler, gerçekten de sağlıklı
bir delil sunamıyorlar. Onlar, “Evren işte bu şekilde, kendi kanunları ile var
olmuştur. Onun varlığını bir nedene bağlamak gerekmez. Onun varlığı,
kanunlarını da kapsamına alır!" demekten öteye gidemiyorlar. Eğer bu
sözler gerçekten anlaşılan veya akla uygun olan sözler ise, pes doğrusu!
Bu söz, Avrupa'da Allah'tan kaçmak için
kullanılıyordu. Çünkü onların kiliseden kaçışları, Allah'tan da
kaçmalarını gerektirmiştir! Sonraları
bu söz, şurada-burada gündeme gelmeye başladı. Çünkü bu, Allah'ın ilahlığını
kabul etmenin zorunlu olan şartlarından kurtulmalarının vasıtasıydı. Zira
eski cahiliyelerde müşriklerin büyük çoğunluğu Allah'ın varlığını kabul
ediyordu. Fakat O'nun Rububiyetinde şüphe ediyorlardı. Kur'an'ın,
ilk olarak muhatap aldığı Arap cahiliyesinde bunun bir örneğini görmüştük.
Kur'an'ın kesin delili, onların kendi mantıkları ve Allah'ın varlığına ve
sıfatlarına ilişkin inançları ile kuşatıyordu. Aynı mantık gereği olarak
onlardan yalnız Allah'ı ilah olarak kabul etmelerini, hem ibadet niteliği
taşıyan eylemlerde, hem de yasalarda; bağlılık ve itaatleri ile yalnız O'na
boyun eğmelerini istiyordu. Yirminci asrın cahiliyesi ise, bizzat ilahlığı kökten
reddederek bu mantığın yükünden kurtulmak istemektedir!
Tuhaf olan şudur ki, sözde Müslüman
ülkelerde gizli-açık bütün çarelere başvurularak bu yüz kızartıcı kaçışın,
bilim ve bilimsellik adına yaygınlaştırılmasıdır!
Deniliyor
ki, Gayb’ın, (Metafiziğin-Fizik ötesinin) bilimsel sistemlerde yeri
yoktur. İlahlık ile ilgili her şey gaybın kapsamına girer... Kaçaklar, bu arka
kapıyı kullanarak Allah'tan kaçmaya çalışıyorlar. Bunlar, Allah’tan
korkmuyorlar. Yalnız insanlardan korkuyorlar. Onun için, onların başlarına bu
çorabı örmeye çalışıyorlar!
Bugün halâ evrenin varlığı, düzenli,
ahenkli ve disiplinli hareketi kesin bir delil olarak dünyanın her yerindeki
Allah’tan kaçanları kuşatmaktadır. İnsan fıtratı tümüyle
kalp akıl, duyu ve vicdan olarak bu deliller ile karşılaşmakta ve onları
benimsemektedir. Kur'an-ı Kerim bu fıtrata tümüyle, en kısa yoldan, en geniş ve
en derin çapta hitap etmektedir...
Bütün bu delilleri gördükleri halde
Allah'ın huzuruna çıkarılacaklarını beklemeyenler, bu muhkem düzenin zorunlu
şartlarından birisinin ahiret hayatının varlığı olduğunu, dünya hayatının son
olmadığını, zira bu dünyada insanlığın ideal olan olgunluğuna ulaşmadığını
kavrayamayanlar, bunca ayetlerin yanından aldırmadan geçip gidenler, bunlar
karşısında kalpleri ile sonlarını değerlendirmeyen ve akılları ile düşünmek
için harekete geçemeyenler... Evet, bunlar insanlığın olgunluk yoluna giremezler. Takva sahiplerine söz verilen cennete asla
ulaşamazlar. Cennet, ancak iman edenlerin ve güzel amellerde
bulunanlarındır. Zira onlar sürekli bir hoşnutluk içinde Allah'ı
yüceltmiş ve O'na şükretmişlerdir. Dünyanın kötülüklerinden ve basitliklerinden
kurtulmuşlardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder