66-
İnsan "Ben öldükten, sonra mı yeniden diriltileceğim?" der.
67-
İnsan, vaktiyle hiçbir şey değilken, kendisini yoktan var ettiğimizi düşünmüyor
mu?
68-
Rabbi’nin yüceliği hakkı için, onları peşlerinden gittikleri şeytanları ile
birlikte bir araya getireceğiz, sonra da dizüstü çöktürerek cehennemin
çevresinde toplayacağız.
69-
Sonra her grubun, rahmeti bol olan Allah'a baş kaldıran en azılı elebaşlarını
ayıracağız.
70-
Sonra biz onların hangilerinin öncelikle cehenneme girmeleri gerektiğini,
kuşkusuz, herkesten iyi biliriz.
71-
Aranızda cehenneme uğramayacak hiç kimse kalmayacaktır. Bu Rabbinin kesinleşmiş
bir hükmüdür.
72-
Sonra sakınanları kurtararak zalimleri, dizüstü çökmüş durumda orada bırakırız.
Sahnenin perdesi "insan"ın yeniden diriliş konusunda
söylediği sözlerle açılıyor. Çünkü bu sözler, değişik yüzyıllarda yaşayan
çeşitli insan grupları tarafından söylenmiş sözlerdir. Bu yüzden bu sözler,
"insanoğlu"nun her kuşakta
tekrarlanan kuşkusunu ve itirazını özetler gibidir:
"İnsan 'Ben öldükten
sonra mı yeniden diriltileceğim' der."
Bu itiraz, insanın ilk
yaratılışından habersiz oluşundan kaynaklanır. İlk yaratılışından önce nerede
idi? Nasıl bir şeydi? O hiçbir şey değilken sonra varoluştu. Eğer insan düşünse
yeniden dirilmek, ilk kez yaratılmaktan daha akla yakın, daha akla sığar bir
olaydır:
"insan vaktiyle
hiçbir şey değilken kendisini yoktan var ettiğimizi düşünmüyor mu?"
İnsan aklının bu tuhaf
yaklaşımı vurgulandıktan ve kınandıktan sonra bu kınamayı tehdit içerikli bir
yemin izliyor. Yüce Allah, yüce varlığı adına yemin ediyor ki, bu en büyük, en
çarpıcı yemindir. Yeminin arkası şöyle geliyor: İnsanlar yeniden diriltildikten
sonra büyük bir toplantıda bir araya getirileceklerdir. Bu konudaki hüküm
kesinleşmiştir:
"Rabbinin
yüceliği hakki için onları peşlerinden gittikleri şeytanları ile birlikte bir araya
getireceğiz."
Hem sadece onları değil,
şeytanlarını da kendileriyle birlikte bir araya getireceğiz. İnkârcılıkta
onlara elebaşılık yapanlar şeytanlardır. Onlar ile şeytanları arasında önder-çömez
ve güden-güdülen ilişkisi vardır. Bunun arkasından onlara ilişkin somut bir
tablo gözlerimizin önünde canlandırılıyor. Bu küçük düşürücü perişanlık
tablosunda inkârcıların dizüstü çökmüş durumda cehennemin çevresinde
toplandıklarını görüyoruz:
"Sonra da onları
dizüstü çöktürerek cehennemin çevresinde toplayacağız."
Bu son derece korkunç,
tüyler ürpertici bir tablodur. İnkârcıların oluşturduğu bu sayıya vurulmaz, hesaba
gelmez yığınlar cehennemin karşısında toplanmışlar dizüstü çökmüş durumda
etrafında halkalanmışlardır. Cehennemin korkunç alevlerini gözleri ile
görüyorlar, onun kavurucu sıcakları vücutlarını yalıyor. Her an yakalanıp içine
atılma beklentisi ile titriyorlar. Aşağılanma ve korku içinde dizleri üzerinde
çırpınıyorlar.
Özellikle kendini beğenmiş
zorbalar için son derece aşağılayıcılık yansıtan bu sahneyi bir başka sahne
izliyor. Bu sahnede en azılı ve en zorba kâfirlerin kalabalıktan ayıklanıp
başka bir yere götürülmek üzere tutuklandıklarını görüyoruz:
"Sonra her grubun
rahmeti bol olan Allah'a baş kaldıran en azılı ele başlarını
ayıracağız."
Ayetteki "ayıracağız"
fiili, şeddeli (çift sesli) olarak kullanılmıştır. Amaç seslerinin titreşimi ile
çağrışımı ile sözü edilen "ayırma" eyleminin sert olan
biçimini canlandırmaktır. Bu ayırmayı cehenneme atma tablosu izliyor ki, bu
hareketi okuyucunun hayal gücü tamamlıyor.
Kuşku yok ki, bu
günahkârlar kalabalığı içinde kimlerin daha önce cehenneme atılmaları
gerektiğini bilir. Bu yüzden aslında sayıya gelmeyecek kadar kalabalık
olmalarına rağmen yüce Allah'ın tek tek sayıya vurmuş olduğu yığınlardan hiç kimse
rastgele cehenneme atılmaz:
"Sonra biz onların
hangilerinin öncelikle cehenneme girmeleri gerektiğini, kuşkusuz, herkesten iyi
biliriz."
Bunlar cehenneme
atılacakların öncüleri olmak üzere seçilmektedirler. Bu korkunç gösteri, mü'minler
tarafından da izlenir:
"Aranızda cehenneme
uğramayacak hiç kimse kalmayacaktır. Bu Rabbi’nin kesinleşmiş bir
hükmüdür."
Mü'minler cehennemin
yanına getirilirler, oraya yaklaştırılırlar, yanından geçerler; o sırada onun
alevlerinin harlamalarını, yalazlaşmasını ve ağarmasını görürler. Bu zamanda
ağır suçluların ayıklanıp içine atılışına da tanık olurlar. Fakat:
"Sakınanları
kurtarırız."
Mü'minler, suçlu
yığınların yanında uzaklaştırılırlar, son anda paçayı kurtarırlar. Devam
ediyoruz:
"Zalimleri dizüstü
çökmüş durumda orada bırakırız."
Günahkârların aşağılanarak
ve horlanarak dizüstü bekletildikleri, günahlardan sakınanların paçayı
kurtararak zalimleri o perişan durumda arkalarında bıraktıkları sahneden bir
dünya sahnesine geçiyoruz. Bu sahnede şunlarla göz göze geliyoruz. Kâfirler,
mü'minlere tepeden bakıyorlar, yoksullukları yüzünden onları ayıplıyorlar. Buna
karşılık şu geçici dünyadaki varlıkları etkileyici görüntüleri ile ve değerleri
ile böbürleniyor, caka satıyorlar:
73-
Açık ayetlerimiz okunduğu zaman kâfirler, mü'minlere "Hangimizin sosyal
konumu daha üstün, hangimizin itibarı daha yüksektir" derler.
Bir tarafta sosyetik
davetler, muhteşem toplantılar, yozlaşma dönemlerinde seçkinlerin ve
şımarıkların geçerli saydıkları çeşitli değerler at oynatıyor. Karşı tarafta mütevazı
görünüşlü toplantılar, yoksul sofraları göze çarpıyor. Bu toplantılarda var
olan, bol bulunan tek şey "iman." Gerisi hep "yok."
Süs yok, gösteriş yok, cazibe yok, ihtişam yok, görkem yok. Bu iki kutup şu
yeryüzünde karşı karşıya geliyorlar, yan yana duruyorlar.
Birinci kutup bütün
ayartıcı, baştan çıkarıcı silahlarını kuşanarak ortaya çıkıyor. Servetini, güzelliğini, saltanatını,
itibarını, gerçekleştirdiği çıkarlarını, cebini şişiren vurgunlarını,
eğlencelerini ve lüks yaşantısını ortaya koyuyor. Karşı kutup ise yoksul ve
alçakgönüllü görüntüsü ile meydana çıkıyor. Mala ve eğlenceli hayata dudak
büker. Mevki ile, saltanatla alay eder. İnsanları tarafına çağırır. Bunu ne
gerçekleştirmek istediği bir haz uğruna, ne yoluna koymayı dilediği çıkarları
uğruna yapar. Bir egemenliğin yakınlığını kazanmak, bir yetkiliye sırtını
sıvazlatmak da değildir amacı. Bu çağrıyı inancı adına seslendirir. Mücadelesi
gösterişten yoksun, her türlü çekicilikten arıdır, yüce Allah'tan başka hiç kimsenin beğenisine metelik vermez. Dahası
var. Bu inancı insanlara tanıtırken sıkıntı çeker, ter döker, göğüs göğüse çarpışır,
hakaretlere uğrar. Bu dünyanın hiçbir varlığı hiçbir değeri bu mücahitlere ödül
olaya lâyık değildir. Onların tek ödülü
yüce Allah'ın yakınlığını kazanmalarıdır. Asıl ödüllerini, eksiksiz
biçimde, son hesaplaşma gününde alacaklardır.
Kureyş kabilesinin şu
burnu büyük şeflerine bakınız. Yüce Allah'ın ayetleri kendilerine okununca
yoksul mü'minlere dudak bükerek şöyle derler; "Hangimizin sosyal konumu
daha üstün, hangimizin itibarı daha yüksektir?”. Muhammed'e inanmayan kodamanların
mı, yoksa O'nun etrafında halkalanan yoksulların mı? Söyleyin bakalım bu iki
kesimin hangisinin sosyal konumu daha üstün, hangisinin itibarı daha yüksektir?
Nadir b. Haryis'in, Amr b. Hışam'ın, Velid b. Mugıre'nın ve kodaman dostlarının
mı, yoksa Bilâl'in, Ammar'ın, Habbab'ın ve gariban yoldaşlarının mı? Eğer
Muhammed'in, insanları benimsemeye çağırdığı inanç sistemi iyi bir şey olsaydı,
onun bağlıları, Kureyş toplumu içinde hiçbir yeri, hiçbir önemi olmayan şu
birkaç gariban mı olurdu? İnananlar basık, yoksul ve çıplak bir kulübeden başka
toplanacak yer bulamayan zavallılar mı olurdu? Buna karşılık karşıtları
sosyetik toplantıların davetlileri ve toplumun parmakla gösterilen yıldızları
mı olurdu?
Bu mantık toprağa
bağımlıların, her zaman ve her yerde rastlanan yüce ufukları görecek gözü
olmayan nasipsizlerin mantığıdır. Bu
inanç sisteminin süsten, gösterişten, debdebeden ve diğer baştan çıkarıcı
avantajlardan soyutlanmış bir yalınlıkta ortaya çıkması rastgele değildir;
bu durum yüce Allah'ın hikmetinin sonucudur. Güdülen amaç şudur: Bu inancın
sırf kendisini isteyenler, insanların alkışlarını ellerinin tersi ile bir yana
iterek yüce Allah'ın rızasına göz dikenler, insanların karşılarında takla
attıkları değerleri ve baştan çıkarıcı avantajları hiçe sayabilenler ona
gelsinler. Buna karşılık mevki, çıkar, gösteriş, debdebe, servet, refah ve lüks
hayat düşkünleri ondan uzak dursunlar.
Bir sonraki ayette şaşkın,
mevkileri ve debdebeleri ile böbürlenen kâfirlerin bu şımarık sözlerine
vicdanları titreten bir karşılık veriliyor. Bu karşılık, kalpleri eski sapık
kuşakların yok oluşlarına yöneltiyor. Eski sapıkların sahip oldukları parlak
mevkilere ve başlarını döndüren ölçüsüz refaha rağmen yok olmaktan kurtulamadıklarına
dikkat çekiliyor:
74-
Oysa biz eski dönemlerde onlardan daha varlıklı ve daha gösterişli nice
kuşakları yok ettik.
Evet, o sapıkların
dayalı-döşeli köşkleri, lüksleri, tantanaları ve cazip görüntüleri kendilerine
bir yarar sağlamadı. Yok olmalarına ilişkin ilahi kararın gerçekleşeceği anda
bunların hiçbiri onları yüce Allah'ın cezasından kurtaramadı.
Ama şu "insanoğlu" denen varlık unutkandır.
Eğer gerçekleri hatırlasa ve düşünse görünüşün büyüsüne aldanarak gurura
kapılmazdı. Eski sapıkların yok edilişlerine ilişkin tarihi olaylar gözünün
önüne dikilip kendisini uyarırken, benzer akıbete uğramaktan, sakındırırken
hiçbir şey olmamış gibi pervasız yaşantısını sürdürmezdi. Kendisinden daha
güçlü, daha zengin ve daha kalabalık tayfalı eski yoldaşlarının acı
akıbetlerinin kendisini de beklediğini göz ardı etmezdi.
Sapıkların dikkatlerini
geçmişin acı olaylarından ders almaya yöneltmek isteyen bu "ihtar"dan sonraki ayette
Peygamberimiz, bu kâfirlere meydan okumaya çağrılıyor. Bu iki grubun hangisi
sapık yolda ise yüce Allah'ın sapıklığını arttırmasını dilemesini emrediyor.
Nasıl olsa kâfirler ya tehdit edildikleri dünya azabı ile ya da kıyamet gününün
dehşeti ile yüz yüze geleceklerdir:
75- Onlara de ki;
rahmeti bol olan Allah sapık yolda olanlara ne kadar geniş maddi imkân verirse
versin, sonunda tehdit edildikleri somut azab ile ya da kıyamet günü ile yüz yüze
geldiklerinde nasıl olsa kimin sosyal konumunun daha düşük ve kimin askeri
gücünün daha zayıf olduğunu öğreneceklerdir.
76- Allah doğru
yolda olanların sapmazlıklarını pekiştirir. Kalıcı iyi ameller, Rab’in katında
daha iyi ödül kazandırıcı ve daha mutlu akıbete erdiricidirler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder