28 Ağustos 2012 Salı

Meryem Suresi 66-74 Ayetleri S. Kutub Tefsiri


66- İnsan "Ben öldükten, sonra mı yeniden diriltileceğim?" der.

67- İnsan, vaktiyle hiçbir şey değilken, kendisini yoktan var ettiğimizi düşünmüyor mu?

68- Rabbi’nin yüceliği hakkı için, onları peşlerinden gittikleri şeytanları ile birlikte bir araya getireceğiz, sonra da dizüstü çöktürerek cehennemin çevresinde toplayacağız.

69- Sonra her grubun, rahmeti bol olan Allah'a baş kaldıran en azılı elebaşlarını ayıracağız.

70- Sonra biz onların hangilerinin öncelikle cehenneme girmeleri gerektiğini, kuşkusuz, herkesten iyi biliriz.

71- Aranızda cehenneme uğramayacak hiç kimse kalmayacaktır. Bu Rabbinin kesinleşmiş bir hükmüdür.

72- Sonra sakınanları kurtararak zalimleri, dizüstü çökmüş durumda orada bırakırız.

Sahnenin perdesi "insan"ın yeniden diriliş konusunda söylediği sözlerle açılıyor. Çünkü bu sözler, değişik yüzyıllarda yaşayan çeşitli insan grupları tarafından söylenmiş sözlerdir. Bu yüzden bu sözler, "insanoğlu"nun her kuşakta tekrarlanan kuşkusunu ve itirazını özetler gibidir:

"İnsan 'Ben öldükten sonra mı yeniden diriltileceğim' der."

Bu itiraz, insanın ilk yaratılışından habersiz oluşundan kaynaklanır. İlk yaratılışından önce nerede idi? Nasıl bir şeydi? O hiçbir şey değilken sonra varoluştu. Eğer insan düşünse yeniden dirilmek, ilk kez yaratılmaktan daha akla yakın, daha akla sığar bir olaydır:

"insan vaktiyle hiçbir şey değilken kendisini yoktan var ettiğimizi düşünmüyor mu?"

İnsan aklının bu tuhaf yaklaşımı vurgulandıktan ve kınandıktan sonra bu kınamayı tehdit içerikli bir yemin izliyor. Yüce Allah, yüce varlığı adına yemin ediyor ki, bu en büyük, en çarpıcı yemindir. Yeminin arkası şöyle geliyor: İnsanlar yeniden diriltildikten sonra büyük bir toplantıda bir araya getirileceklerdir. Bu konudaki hüküm kesinleşmiştir:

"Rabbinin yüceliği hakki için onları peşlerinden gittikleri şeytanları ile birlikte bir araya getireceğiz."

Hem sadece onları değil, şeytanlarını da kendileriyle birlikte bir araya getireceğiz. İnkârcılıkta onlara elebaşılık yapanlar şeytanlardır. Onlar ile şeytanları arasında önder-çömez ve güden-güdülen ilişkisi vardır. Bunun arkasından onlara ilişkin somut bir tablo gözlerimizin önünde canlandırılıyor. Bu küçük düşürücü perişanlık tablosunda inkârcıların dizüstü çökmüş durumda cehennemin çevresinde toplandıklarını görüyoruz:

"Sonra da onları dizüstü çöktürerek cehennemin çevresinde toplayacağız."

Bu son derece korkunç, tüyler ürpertici bir tablodur. İnkârcıların oluşturduğu bu sayıya vurulmaz, hesaba gelmez yığınlar cehennemin karşısında toplanmışlar dizüstü çökmüş durumda etrafında halkalanmışlardır. Cehennemin korkunç alevlerini gözleri ile görüyorlar, onun kavurucu sıcakları vücutlarını yalıyor. Her an yakalanıp içine atılma beklentisi ile titriyorlar. Aşağılanma ve korku içinde dizleri üzerinde çırpınıyorlar.

Özellikle kendini beğenmiş zorbalar için son derece aşağılayıcılık yansıtan bu sahneyi bir başka sahne izliyor. Bu sahnede en azılı ve en zorba kâfirlerin kalabalıktan ayıklanıp başka bir yere götürülmek üzere tutuklandıklarını görüyoruz:

"Sonra her grubun rahmeti bol olan Allah'a baş kaldıran en azılı ele başlarını ayıracağız."

Ayetteki "ayıracağız" fiili, şeddeli (çift sesli) olarak kullanılmıştır. Amaç seslerinin titreşimi ile çağrışımı ile sözü edilen "ayırma" eyleminin sert olan biçimini canlandırmaktır. Bu ayırmayı cehenneme atma tablosu izliyor ki, bu hareketi okuyucunun hayal gücü tamamlıyor.

Kuşku yok ki, bu günahkârlar kalabalığı içinde kimlerin daha önce cehenneme atılmaları gerektiğini bilir. Bu yüzden aslında sayıya gelmeyecek kadar kalabalık olmalarına rağmen yüce Allah'ın tek tek sayıya vurmuş olduğu yığınlardan hiç kimse rastgele cehenneme atılmaz:

"Sonra biz onların hangilerinin öncelikle cehenneme girmeleri gerektiğini, kuşkusuz, herkesten iyi biliriz."

Bunlar cehenneme atılacakların öncüleri olmak üzere seçilmektedirler. Bu korkunç gösteri, mü'minler tarafından da izlenir:

"Aranızda cehenneme uğramayacak hiç kimse kalmayacaktır. Bu Rabbi’nin kesinleşmiş bir hükmüdür."

Mü'minler cehennemin yanına getirilirler, oraya yaklaştırılırlar, yanından geçerler; o sırada onun alevlerinin harlamalarını, yalazlaşmasını ve ağarmasını görürler. Bu zamanda ağır suçluların ayıklanıp içine atılışına da tanık olurlar. Fakat:

"Sakınanları kurtarırız."

Mü'minler, suçlu yığınların yanında uzaklaştırılırlar, son anda paçayı kurtarırlar. Devam ediyoruz:

"Zalimleri dizüstü çökmüş durumda orada bırakırız."

Günahkârların aşağılanarak ve horlanarak dizüstü bekletildikleri, günahlardan sakınanların paçayı kurtararak zalimleri o perişan durumda arkalarında bıraktıkları sahneden bir dünya sahnesine geçiyoruz. Bu sahnede şunlarla göz göze geliyoruz. Kâfirler, mü'minlere tepeden bakıyorlar, yoksullukları yüzünden onları ayıplıyorlar. Buna karşılık şu geçici dünyadaki varlıkları etkileyici görüntüleri ile ve değerleri ile böbürleniyor, caka satıyorlar:

73- Açık ayetlerimiz okunduğu zaman kâfirler, mü'minlere "Hangimizin sosyal konumu daha üstün, hangimizin itibarı daha yüksektir" derler.

Bir tarafta sosyetik davetler, muhteşem toplantılar, yozlaşma dönemlerinde seçkinlerin ve şımarıkların geçerli saydıkları çeşitli değerler at oynatıyor. Karşı tarafta mütevazı görünüşlü toplantılar, yoksul sofraları göze çarpıyor. Bu toplantılarda var olan, bol bulunan tek şey "iman." Gerisi hep "yok." Süs yok, gösteriş yok, cazibe yok, ihtişam yok, görkem yok. Bu iki kutup şu yeryüzünde karşı karşıya geliyorlar, yan yana duruyorlar.

Birinci kutup bütün ayartıcı, baştan çıkarıcı silahlarını kuşanarak ortaya çıkıyor. Servetini, güzelliğini, saltanatını, itibarını, gerçekleştirdiği çıkarlarını, cebini şişiren vurgunlarını, eğlencelerini ve lüks yaşantısını ortaya koyuyor. Karşı kutup ise yoksul ve alçakgönüllü görüntüsü ile meydana çıkıyor. Mala ve eğlenceli hayata dudak büker. Mevki ile, saltanatla alay eder. İnsanları tarafına çağırır. Bunu ne gerçekleştirmek istediği bir haz uğruna, ne yoluna koymayı dilediği çıkarları uğruna yapar. Bir egemenliğin yakınlığını kazanmak, bir yetkiliye sırtını sıvazlatmak da değildir amacı. Bu çağrıyı inancı adına seslendirir. Mücadelesi gösterişten yoksun, her türlü çekicilikten arıdır, yüce Allah'tan başka hiç kimsenin beğenisine metelik vermez. Dahası var. Bu inancı insanlara tanıtırken sıkıntı çeker, ter döker, göğüs göğüse çarpışır, hakaretlere uğrar. Bu dünyanın hiçbir varlığı hiçbir değeri bu mücahitlere ödül olaya lâyık değildir. Onların tek ödülü yüce Allah'ın yakınlığını kazanmalarıdır. Asıl ödüllerini, eksiksiz biçimde, son hesaplaşma gününde alacaklardır.

Kureyş kabilesinin şu burnu büyük şeflerine bakınız. Yüce Allah'ın ayetleri kendilerine okununca yoksul mü'minlere dudak bükerek şöyle derler; "Hangimizin sosyal konumu daha üstün, hangimizin itibarı daha yüksektir?”. Muhammed'e inanmayan kodamanların mı, yoksa O'nun etrafında halkalanan yoksulların mı? Söyleyin bakalım bu iki kesimin hangisinin sosyal konumu daha üstün, hangisinin itibarı daha yüksektir? Nadir b. Haryis'in, Amr b. Hışam'ın, Velid b. Mugıre'nın ve kodaman dostlarının mı, yoksa Bilâl'in, Ammar'ın, Habbab'ın ve gariban yoldaşlarının mı? Eğer Muhammed'in, insanları benimsemeye çağırdığı inanç sistemi iyi bir şey olsaydı, onun bağlıları, Kureyş toplumu içinde hiçbir yeri, hiçbir önemi olmayan şu birkaç gariban mı olurdu? İnananlar basık, yoksul ve çıplak bir kulübeden başka toplanacak yer bulamayan zavallılar mı olurdu? Buna karşılık karşıtları sosyetik toplantıların davetlileri ve toplumun parmakla gösterilen yıldızları mı olurdu?

Bu mantık toprağa bağımlıların, her zaman ve her yerde rastlanan yüce ufukları görecek gözü olmayan nasipsizlerin mantığıdır. Bu inanç sisteminin süsten, gösterişten, debdebeden ve diğer baştan çıkarıcı avantajlardan soyutlanmış bir yalınlıkta ortaya çıkması rastgele değildir; bu durum yüce Allah'ın hikmetinin sonucudur. Güdülen amaç şudur: Bu inancın sırf kendisini isteyenler, insanların alkışlarını ellerinin tersi ile bir yana iterek yüce Allah'ın rızasına göz dikenler, insanların karşılarında takla attıkları değerleri ve baştan çıkarıcı avantajları hiçe sayabilenler ona gelsinler. Buna karşılık mevki, çıkar, gösteriş, debdebe, servet, refah ve lüks hayat düşkünleri ondan uzak dursunlar.

Bir sonraki ayette şaşkın, mevkileri ve debdebeleri ile böbürlenen kâfirlerin bu şımarık sözlerine vicdanları titreten bir karşılık veriliyor. Bu karşılık, kalpleri eski sapık kuşakların yok oluşlarına yöneltiyor. Eski sapıkların sahip oldukları parlak mevkilere ve başlarını döndüren ölçüsüz refaha rağmen yok olmaktan kurtulamadıklarına dikkat çekiliyor:

74- Oysa biz eski dönemlerde onlardan daha varlıklı ve daha gösterişli nice kuşakları yok ettik.

Evet, o sapıkların dayalı-döşeli köşkleri, lüksleri, tantanaları ve cazip görüntüleri kendilerine bir yarar sağlamadı. Yok olmalarına ilişkin ilahi kararın gerçekleşeceği anda bunların hiçbiri onları yüce Allah'ın cezasından kurtaramadı.

Ama şu "insanoğlu" denen varlık unutkandır. Eğer gerçekleri hatırlasa ve düşünse görünüşün büyüsüne aldanarak gurura kapılmazdı. Eski sapıkların yok edilişlerine ilişkin tarihi olaylar gözünün önüne dikilip kendisini uyarırken, benzer akıbete uğramaktan, sakındırırken hiçbir şey olmamış gibi pervasız yaşantısını sürdürmezdi. Kendisinden daha güçlü, daha zengin ve daha kalabalık tayfalı eski yoldaşlarının acı akıbetlerinin kendisini de beklediğini göz ardı etmezdi.

Sapıkların dikkatlerini geçmişin acı olaylarından ders almaya yöneltmek isteyen bu "ihtar"dan sonraki ayette Peygamberimiz, bu kâfirlere meydan okumaya çağrılıyor. Bu iki grubun hangisi sapık yolda ise yüce Allah'ın sapıklığını arttırmasını dilemesini emrediyor. Nasıl olsa kâfirler ya tehdit edildikleri dünya azabı ile ya da kıyamet gününün dehşeti ile yüz yüze geleceklerdir:

75- Onlara de ki; rahmeti bol olan Allah sapık yolda olanlara ne kadar geniş maddi imkân verirse versin, sonunda tehdit edildikleri somut azab ile ya da kıyamet günü ile yüz yüze geldiklerinde nasıl olsa kimin sosyal konumunun daha düşük ve kimin askeri gücünün daha zayıf olduğunu öğreneceklerdir.

76- Allah doğru yolda olanların sapmazlıklarını pekiştirir. Kalıcı iyi ameller, Rab’in katında daha iyi ödül kazandırıcı ve daha mutlu akıbete erdiricidirler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder