60-
Yalnız tövbe ederek iman edip iyi ameller işleyenler bu genel hükmün kapsamı
dışındadırlar. Onlar cennete girecekler ve en ufak bir haksızlığa
uğratılmayacaklardır.
61-
Rahmeti bol Allah'ın kullarına, somut olarak göstermeden vaat ettiği Adn
cennetlerine gireceklerdir. Allah'ın vaadi kesinlikle gerçekleşecektir.
62-
Onlar orada boş sözler değil, sadece esenlik dilekleri işitirler. Orada
sabah-akşam yemekleri de hazırdır.
63-
İşte kötülüklerden kaçınan kullarımızın mirasçısı olacakları için de sürekli
kalacakları cennet budur.
İnsanın imanını tazeleyen,
iyi amellerin başlangıç adımını oluşturan, böylece yapıcı anlamını pratiğe
yansıtan, kararlı tövbe sahibini bu acı sondan korur. Böyle tövbe edenler ağır
cezalardan kurtulurlar. Bunun yerine en ufak bir haksızlığa uğratılmaksızın
cennete girerler. Orada sürekli kalmak üzere cennete girerler. O cennet ki,
rahmeti bol olan Allah, onu kullarına vaat etmişti ve mü'minler de daha orayı
görmeden bu vaade inandılar. Yüce Allah'ın vaadi mutlaka gerçekleşir, havada
kalmaz.
Daha sonra cennete ve
cennetliklere ilişkin, somut bir tablo ile göz göze geliyoruz:
"Onlar orada boş
sözler değil, esenlik dilekleri işitirler. "
Cennette ne gevezelik ne
sürtüşme ve ne de tartışma vardır. Orada yalnız bir tek ses işitilir. Oranın
"hoşnutluk" saçan havasına
uygun düşen bu ses esenlik dileklerinin havayı çınlatan sesidir. Orada
yemek-içmek garanti altındadır. Cennetliklerin bu ihtiyaçların peşinden
koşmaları, çaba harcamaları gerekmez. Orada hiç kimse "acaba yemeğim aksar
mı?", "acaba yiyecek stoklarımız biter mi?" diye endişeye ve
korkuya kapılmaz:
"Orada sabah-akşam,
yemekleri de hazırdır."
Oradaki bolluk, güven ve
hoşnutluk havasına, endişe ve peşinden koşma girişimi uygun düşmez. Devam
edelim:
"İşte kötülüklerden
kaçınan kullarımızın mirasçısı olacakları, içinde sürekli kalacakları cennet
budur."
Oraya mirasçı olmak
isteyenlerin izleyecekleri yol bellidir. Tövbe, iman etmeye yararı yoktur.
Sebebine gelince yukarda sözünü ettiğimiz kötülükten arınmış peygamberler ile
yüce Allah'ın doğru yola ilettiği seçkin kimseler, arkalarında soylarından
gelen mirasçılar bırakmışlardır. Fakat bu mirasçılar "namazı savsakladıkları ve
ihtiraslarının tutsağı oldukları" için bu mirasçılıklarının hiçbir
yararını göremeyerek ilerde suçlarının cezasına çarpılmaktan
kurtulamamışlardır.
Peygamber hikâyelerinden
oluşan bu bölüm yüce Allah'ın kayıtsız-şartsız Rabliğini ilan ederek insanları
kulluğu sırf O'na yöneltmeye ve bu kulluğun yükümlülüklerine katlanmaya
çağırarak, O'nun eşi ve benzeri olmadığını vurgulayarak noktalanıyor. .
64-
Cebrail, Muhammed'e dedi ki; "Biz ancak Rabbinin izni ile yere ineriz.
Geleceğimiz, geçmişimiz ve bu ikisi arasındaki tüm olaylar O'nun tasarrufu altındadır.
Senin Rabbin hiçbir şeyi unutmaz.
65-
O göklerin, yerin ve bu ikisi arasındaki tüm varlıkların Rabbidir. O halde sırf
O'na kulluk ediniz ve bu kulluğun omuzlarına bindirdiği tüm yükümlülüklere
katlanınız. O'nun bir benzerini tanıyor musun?”
İlk ayette bize aktarılan
Cebrail'in "Biz ancak Rabbinin izni ile yere ineriz" sözüne
ilişkin elimizde çeşitli rivayetler vardır. Bu söz, yüce Allah'ın buyruğu
üzerine vahiysiz geçen bir dönemin bitiminde Peygamberimize söylenmişti. Bu
dönem boyunca Cebrail, Peygamberimize gelmemiş, mesaj indirmemişti. Bu yüzden
Peygamberimiz yalnızlık duygusuna kapılmış, sevgilisi ile iletişim kurmayı
özlemişti. İşte bu ara dönemin sonunda yüce Allah, Cebrail'i "Biz
ancak Rabbinin izni ile yere ineriz" demekle görevlendirmişti. Cebrail,
kısaca "Bizim her işimiz O'nun elindedir" demek istemişti.
Ayeti okumaya devam edelim:
"Geleceğimiz,
geçmişimiz ve bu ikisi arasındaki tüm olaylar O'nun tasarrufu altındadır."
O hiç bir şeyi unutmaz.
Yalnız sadece O'nun hikmeti gerektirince vahiy iner:
"Senin Rabbin hiçbir
şeyi unutmaz."
Bu açıklamanın
arkasından yüce Allah'a kulluk etmenin getireceği yükümlülüklere katlanmak
gerektiğini, bunun yanı sıra Rab olarak sırf O'nun tanınmasını, başkasını
ilahlaştırmaktan kaçınılmasını vurgulamak uygun görülmüştür:
"O
göklerin, yerin ve bu ikisi arasındaki tüm varlıkların Rabbidir.”
O halde şu koca evrende
O'nun dışında bir hâkim ve O'nun bir başka ortağı yoktur:
"O halde sırf O'na
kulluk et ve bu kulluğun omuzlarına bindirdiği tüm yükümlülüklere katlan."
Evet, sırf O'na kulluk et
ve kulluğun getirdiği yükümlülüklere sabırla katlan. Bu yükümlülükler, insanı
yüce Allah'ın katında yüce bir doruğa yükselten, bu yüce dorukta sürekli
kalmayı sağlayan zorluklardır. O'na
kulluk sun, kendini bu amaca ada, tüm gücünü bu yüce doruktaki buluşma ve feyiz
alma için seferber et. Bu anlamdaki ibadetin sıkıntıları vardır. Bu sıkıntılar
kendini bu işe vermenin, bu amaç üzerinde yoğunlaşmanın, bundan alıkoyacak her
uğraştan, her fısıltıdan, her yan etkiden sıyrılmanın sıkıntılarıdır. Fakat
bu çabada sadece tadanların bilebilecekleri bir haz vardır. Fakat o sıkıntılara
katlanmadan, kendini o amaca vermeden, o amaç üzerinde yoğunlaşmadan, bu uğurda
canı dişe takmadan o hazza erilemez. Bu haz, varlığını O’na adayanlar dışında
hiç kimseye sırrını açmaz, hiç kimseye büyüleyici kokusunu koklatmaz. Bunun
için insanın duygularının gözeneklerini ve kalbini tümü ile O’na açması
gerekir.
Evet "O
halde sırf O'na kulluk et ve bu kulluğun omuzlarına bindirdiği tüm
yükümlülüklere katlan." İslâm’da "ibadet" demek,
sadece belirli görevleri yapmak demek değildir; her faaliyet, her hareket, her duygu, her niyet ve her yöneliş "ibadet" kavramının kapsamına girer.
Bütün bu konularda, tüm bu faaliyet dallarında insanın sadece yüce Allah'a
yönelmesi, başka hiçbir varlığı göz önünde tutmaması sıkıntılı bir çabayı
gerektirir. Sabırlı olmayı, direnmeyi gerektirir. Bu direnme sonucunda kalbi,
yeryüzüne ilişkin tüm faaliyetlerden uzaklaştırarak göğe yöneltmek gerekir. Tüm
duyguları yeryüzü tortularından, ihtiyaçların boyunduruklarından, nefsin
tutkularından ve hayatın cazibelerinden
arındırmak gerekir.
İslâm’a göre ibadet
eksiksiz bir hayat biçimidir. İnsan bu hayat biçimi uyarınca yaşar. Hayatının
küçük-büyük her türlü olayında Allah'a ibadet etme bilinci taşır. Her türlü
faaliyetinde ibadetin bu temiz ve aydınlık saçan doruğuna tırmanır. Bu hayat
biçimi de sabretmeyi, çaba harcamayı ve sıkıntıya katlanmayı gerektirir.
Evet "O halde sırf O'na kulluk et
ve bu kulluğun omuzlarına bindirdiği tüm yükümlülüklere katlan",
çünkü O, şu evrende kendisine kulluk sunulan tek ilahtır; fıtratların ve
kalplerin doğal bir dürtü ile yöneldikleri tek mercidir.
"O'nun bir benzerini
tanıyor musun?"
O'nun bir başka eşini
tanıyor musun? Haşa! Allah'ın eşi ve benzeri yoktur. Bu surenin geçen bölümünde
bize şunlar anlatıldı: "Hz. Zekeriyya ile Yahya’nın
doğuşu", "Meryem ile Hz. İsâ'nın doğuşu", "Hz. İbrahim ile
onun babasından ayrılışı".
Bu peygamberlerin arkasından
gelen doğru yol izleyicileri ile sapanlar, son olarak bu hikâyelere ilişkin bir
genel değerlendirme bölümü okuduk. Bu değerlendirme bölümünde tek Allah'ın Rabliği
açıklanmıştı. O tek Allah'ın ortaksız biçimde ibadet etmeye layık olduğu
vurgulanmıştı. Bu sonuç, sözü edilen hikâyelerin olaylarında, somut
tablolarında ve yorumlarında ön plâna çıkan son derece önemli bir gerçektir.
Surenin bu son bölümünün
gündemini, müşriklik inancı ile yeniden diriliş olgusunu inkâr etme
saplantısına ilişkin tartışma oluşturur. Bunun yanı sıra çeşitli insan
gruplarının akıbetlerine ilişkin kıyamet sahneleri sunulur. Bu sahneler son
derece canlı, hareketli ve heyecanlı sahnelerdir. Bu sahnelerde gökleri, yeri,
insanları, cinnleri, mü'minleri ve kâfirleri ile tüm evren gözlerimizin önüne
serilir.
Bu sahnelerde sık sık
dünyadan ahirete geçilir. Bu ani geçişler sırasında dünya ile ahiretin
birbirine bağlı olduğunu, aralarında kopukluk olmadığını fark ederiz. Sebepler
buraya, bu yeryüzüne bağlı olarak sunulur, arkasından bu sebeplerin sonuçları
orada, ahiret sahnesinde karşımıza getiriliyor. Sahnenin bu iki tablosu
arasında sadece birkaç ayetlik ya da birkaç kelimelik mesafe olduğunu görürüz.
Bunu görünce bu iki âlemin bitişik, bütünleşmiş ve birbirini tamamlar nitelikte
olduklarını anlarız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder