31 Ocak 2012 Salı

Kureyş Suresi

Hz. Peygamber'in arkadaşlarından bazısına ve sonraki kuşaktan birçok alime göre, bu sure ile bir önceki sure, aslında bir bütün oluştururlar. Böylece Ubey b. Ka‘b'ın elindeki Kur’an nüshasında Fîl ile Kureyş sureleri, bir tek sure olarak yazılmışlardı, yani alışılmış şekilde besmele ile birbirlerinden ayrılmamışlardı (Beğavî ve Zemahşerî). Hz. Ebubekir ve Osman'ın Kur’an metnini nihaî olarak cem‘ ederlerken, Zeyd b. Sâbit ve Ali b. Ebî Tâlib'in yanısıra itimad ettikleri önde gelen salâhiyetlerden birinin de Ubey b. Ka‘b olduğunu unutmamalıyız. İbni Hacer Askalânî'nin Ubey b. Ka‘b'ın Kur’an nüshasının şehadetini ikna edici bulması bu sebepten olabilir. (Fethu'l-Bârî, VIII, 593). Ayrıca rivayet edilir ki Ömer b. Hattâb, cuma namazını kıldırırken iki sureyi tek sure olarak okurdu (Zemahşerî ve Râzî). Ancak Fîl ve Kureyş ister tek ister iki ayrı sure olsunlar, şurası kesindir ki ikincisi, birincinin devamı olup Allah'ın Fil Ordusu'nu imha etmesinin “Kureyş'i güvenli kılmak için” yapıldığına işaret eder.


1 KUREYŞ'in emniyeti sağlanabilsin diye,

Lafzen, “Kureyş'i korumak için”, yani onları, Kâbe'nin koruyucuları ve Son Peygamber Muhammed (s)'in aralarından çıkacağı bir kabile yaparak. Böylece, “Kureyş'in güvenliği”, Kâbe'nin güvenliğinin bir simgesidir: Uğruna Ebrehe ordusunun imha edildiği, Allah'ın birliği kavramına dayanan İtikadın odak noktası olan Kâbe'nin.

2 kış ve yaz seferlerindeki emniyeti.

Yani, Mekke'nin refahının başlıca güvencesi olan yılda iki ticaret kervanının -kışın Yemen'e yazın Suriye'ye giden kervanın- emniyeti için.

3 O halde bu Mâbed'in Rabbine kulluk etsinler,

Yani, Kâbe'nin Rabbine.(Bakara/125:O ZAMAN Biz Mâbed'i insanların tekrar tekrar yöneleceği bir hedef ve bir kutsal sığınak yapmıştık:Öyleyse İbrahim için vaktiyle belirlenen yeri ibadet mahalli edinin. Nitekim Biz, İbrahim ve İsmail'e emrettik: “Mâbedimi, onu tavaf edecekler için, onun yakınında tefekküre dalacaklar için ve [namazda] rukû ve secde edecekler için temiz tutun.”:Burada kasdedilen Mâbed (el-beyt) -kelime anlamıyla, “[İbadet] Ev(i)”- Mekke'de bulunan Kâbe'dir. Kur’an'ın başka yerlerinde ondan “Eski Mâbed” (el-beytu'l-‘atîk) ve sık sık da “Dokunulmaz/Kutsal İbadet Evi” (el-mescidu'l-harâm) olarak söz edilmiştir. Kâbe'nin prototipinin Hz. İbrahim tarafından Tek Allah'a adanan ilk Mâbed olarak (bkz. 3/96: Unutmayın, insanlık için inşa edilen ilk mâbed, Bekke'dekiydi: bereketli ve bütün âlemler için bir rehber[lik kaynağı]..:Bütün otoriteler, bu ismin Mekke ile (ki doğru yazım Mekkeh şeklindedir) eş anlamlı olduğunda hemfikirdirler. Bu çok eski isim için muhtelif etimolojiler öne sürülmektedir; ama bu konudaki en dikkate değer açıklama Zemahşerî tarafından yapılmıştır (ve Râzî de bunu desteklemiştir): Bazı eski Arapça lehçelerinde dudaktan çıkan b ve m sessiz harfleri, fonetik olarak birbirlerine yakın olduğundan bazan yer değiştirebilirler. Bu bağlamda Mekke'deki Mâbed'den -yani, Kâbe- söz edilmesi, onun Kur’an'da tayin edilen namaz yönü (kıble) oluşu gerçeğinden kaynaklanır. Kâbe'nin prototipi Hz. İbrahim ve İsmail tarafından inşa edildiğinden -ve bu sebeple, Kudüs'deki Hz. Süleyman tapınağından daha eski olduğundan- onun Kur’an'a tâbi olanların kıblesi olarak tayin edilmesi, nihaî tahlilde, bütün bir Kitâb-ı Mukaddes'in temeli olan İbrahimî gelenekten bir kopuş anlamına gelmez; tersine, o Ata ile doğrudan irtibatın yeniden kurulmasını sağlamış olur.) inşa edilmiş olduğu ve bu nedenle bütün Müslümanlar için bir kıble ve yıllık olarak tekrarlanan hacc'ın hedefi olarak seçildiği rivayet edilir. Ayrıca İslam öncesi dönemlerde bile Kâbe'nin, kişiliği ile her zaman Arap düşüncesinin ön saflarında yer almış olan Hz. İbrahim'in hatırası ile özdeşleşmiş olduğu kaydedilmektedir. Çok eski Arap geleneklerine göre, Hz. İbrahim'in Sâra'yı teskin etmek için Mısırlı cariyesi Hâcer'i ve ondan olan çocuğu Hz. İsmail'i Kenan'dan getirdikten sonra bıraktığı yer, işte sonradan Mekke olarak bilinen bu yerdi. Deve sırtındaki bir bedevî için (ki Hz. İbrahim de onlardan biri idi) yirmi veya hatta otuz günlük bir yolculuğun hiçbir zaman olağan dışı bir şey olmadığı gözönüne alınırsa bu imkansız değildir. Tevrat'ta (Tekvîn xii, 14) Hz. İbrahim'in Hâcer'i ve Hz. İsmail'i terk ettiği yerin “Birşebe kırları” (yani, Filistin'in en güney ucu) olduğu şeklindeki ifade, ilk bakışta Kur’an'daki bilgi ile çelişmektedir. Ancak, eski kentli Yahudiler için “Birşebe kırları” teriminin Filistin'in güneyindeki Hicaz da dahil bütün çöl alanlarını kapsadığını gözönüne alırsak bu zahirî çelişki ortadan kalkar. Hâcer ve Hz. İsmail, terk edildikleri yerde şimdi Zemzem Kuyusu olarak bilinen su kaynağını keşfettikten sonra daimi olarak oraya yerleştiler. Güney Arabistan'ın (Kahtanî) Curhum kabilesine mensup bir bedevî aileler grubunun zamanla oraya yerleşmesini teşvik eden, belki de bu su kaynağı olmuştu. Hz. İsmail, sonradan bu kabileye mensup bir kızla evlendi ve böylece musta‘ribe (“Araplaşmış”) kabilelerin atası oldu -onlar İbranî bir baba ile Kahtanî bir anneden gelmeleri sebebiyle böyle adlandırıldılar. Hz. İbrahim'e gelince, onun Hâcer'i ve Hz. İsmail'i sık sık ziyaret ettiği rivayet edilmiştir. İşte bu peryodik ziyaretlerinden birinde Hz. İsmail'in de yardımıyla Kâbe'nin ilk binasını inşa etmişti.)

4 O ki, aç kalmasınlar diye onları beslemiş ve tehlikelerden emin kılmıştır.

Karş. Hz. İbrahim'in duası: “Ey Rabbim! Burayı güvenli bir bölge kıl ve halkına bereketli bir rızık bağışla” (2:126).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder