26 Ocak 2012 Perşembe

Bürûc Suresi

Bismillâhirrahmânirrahîm.

1. DÜŞÜN büyük burçlarla dolu göğü,

2. ve [tahayyül et] vaad edilen Günü,

3. ve O [her şeye] tanıklık eden ile [O'nun tarafından] tanıklık edileni!

4. ONLAR [yalnızca] kendilerini yok ederler, o çukuru hazırlayanlar,

5. [imana ermiş olanlara karşı] şiddetle yanan ateş (çukurunu)!

Lafzen, “şu yanıp tutuşan ateş çukurundan sorumlu olanlar (ashâb)”. Bu temsîlî pasajı açıklamak için müfessirler, onu -gereksiz bir biçimde- geçmiş zaman kipinde alarak yorumlamışlar ve bu zalimlerin tarihsel “kimliklerini tesbit” etmek amacıyla en zayıf ve çelişkili menkıbeleri nakletmişlerdir. Bu yorumların ürünü olarak, Hz. İbrahim'in putperest çağdaşlarıyla yaşadığı tecrübeden (Enbiya: 66. İbrahim: Öyleyse, dedi, Allah'ı bırakıp da, size hiçbir fayda ve zarar vermeyen bir şeye hala tapacak mısınız? 67. Size de, Allah'ı bırakıp tapmakta olduğunuz şeylere de yuh olsun! Siz akıllanmaz mısınız? 68. (Bir kısmı:) Eğer iş yapacaksanız, yakın onu da tanrılarınıza yardım edin! dediler. 69. "Ey ateş! İbrahim için serinlik ve esenlik ol!" dedik. 70. Böylece ona bir tuzak kurmak istediler; fakat biz onları, daha çok hüsrana uğrayanlar durumuna soktuk.) Nebukadnezar'ın İsrailoğulları'ndan üç dindar kişiyi yanan bir ocakta yakma teşebbüsünü anlatan Kitâb-ı Mukaddes efsanesine (Daniel'in Kitabı iii, 19 vd.), yahut 6. yüzyılda Necrân Hristiyanları'nın Yemen Kıralı Zû Nevâs (ki Yahudi dinine mensup idi) tarafından idam edilmelerine, yahut tamamen uydurma bir hikaye olan, bir Zerdüşt kralının erkek kardeş ile kız kardeşin evlenmelerine “Allah'ın müsaade ettiği” şeklindeki hükmünü kabul etmeyen teb‘asını ateşe atarak öldürdüğüne vd. kadar uzanan bir hikayeler antolojisi meydana gelmiştir. Bu menkıbelerin hiç biri, elbette bu bağlamda ciddî bir araştırmaya değecek nitelikte değildir. Ancak yukarıdaki Kur’an pasajında atıfta bulunulan zalimlerin anonimliği, burada bir darb-ı mesel (parable) karşısında bulunduğumuzu ve “tarihî” yahut efsanevî olayların sözkonusu olmadığını göstermektedir. İşkenceciler, kendileri hiçbir şekilde iman etmeyen ve başkalarının da iman etmesini nefretle karşılayan (bkz. aşağıda 8. ayet) kimselerdir; “ateş çukuru”, zalimlerin inananlara işkencelerinin mecazî bir ifadesidir: belli bir dönemle veya belli insanlarla sınırlı olmayıp yazılı tarih içinde çeşitli biçimlerde ve değişen yoğunluk derecelerinde tekrarlanan bir olgu.

6. Hani, onlar [keyifle] o [ateşi] seyretmişlerdi,

7. müminlere ne yaptıklarının bilincinde olarak;

8. yalnızca Kudret Sahibi, bütün övgülere layık olan Allah'a inanmalarından dolayı nefret ediyorlardı o müminlerden,

9. O Allah ki göklerin ve yerin hükümranlığına sahiptir. O Allah ki her şeye tanıktır!

10. İnanan erkekler ile inanan kadınlara işkence edenlere ve sonra hiçbir pişmanlık duymayanlara gelince, onları cehennem azabı beklemektedir: evet, yakıcı azap beklemektedir onları!

11. [Ama,] imana ermiş olup da doğru ve yararlı işler yapanlar, [öteki dünyada] içinden ırmaklar akan bahçeler bulacaklardır; bu, büyük bir kurtuluştur!

Bu, dürüst ve erdemlileri öteki dünyada bekleyen nimetlerin bir teşbîhi olarak “içinden ırmaklar akan bahçeler” ifadesinin Kur’an'da hemen hemen ilk defa kullanıldığı yerdir.

12. ŞÜPHESİZ, Rabbinin yakalaması son derece çetindir!

13. O'dur [insanı] yoktan var eden ve sonra yeniden hayata getiren.

14. Ve yalnız O'dur gerçek bağışlayıcı, sevgide kapsayıcı,

15. şanlı kudret tahtının sahibi,

16. dilediği her şeyin mutlak Yapıcısı.

17. [GÜNAHKAR] orduların kıssasından haberin var mı?

18. Firavun ve Semûd [kavmi]nin?

19. Ama, hakikati inkara şartlanmış olanlar onu yalanlamakta ısrar ederler:

20. halbuki Allah onları, farkında olmadıkları halde, [ilmi ve kudreti ile] kuşatır.

Lafzen, “arkalarından”; pek yakın olduğu halde farkında olunmayan bir şeyin başa gelmesini gösteren deyimsel bir ifade.

21. Yok yok, hayır! Bu [reddettikleri ilahî kelâm] şerefli/soylu bir hitabedir,

22. kaybolmayan bir levha üzerine [işlenmiş (bir hitabe)].

Lafzen, “iyi muhafaza edilen bir levhada (levh-i mahfûz)” -Yalnız bu ifade, tek başına, Kur’an'ın bir tanımını vermektedir. Bazı müfessirler, sözkonusu levhayı lafzî anlamıyla alıp Kur’an'ın ezelden beri kaydedildiği gerçek bir “ilahî levha” şeklinde anladıkları halde, diğer birçoklarına göre bu ifade her zaman mecazî bir anlam taşımaktadır: yani, bu ilahî kelâmın kaybolmazlık / korunurluk niteliğine bir işaret. Bu yorum, mesela Taberî, Beğavî, Râzî ve İbni Kesîr tarafından doğru görülerek nakledilmiştir. Bunlar, “iyi muhafaza edilen bir levhada” ifadesinin, Kur’an'ın hiçbir zaman bozulmayacağı ve her zaman bütün keyfî ilavelerden, çıkarmalardan ve lafzî değişikliklerden uzak kalacağı şeklindeki ilahî vaad ile ilgili olduğu konusunda hemfikirdirler. (Hicr/9: Kur an'ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız. )

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder