29 Ocak 2010 Cuma

Abese Suresi

1, 2- Yüzünü ekşitip çevirdi, kendi­sine o âma geldi diye.

3- (Onun halini) sana hangi şey bil­dirdi. Belki o, arınacaktı.

4- Yahut öğüt alacaktı da bu öğüt kendisine fayda verecekti.

5- Ama kendisini müstağni gören adam (yok mu?).

6- İşte sen onu karşına alıyorsun.

7- Onun temizlenmemesinden dolayı senin aleyhine ne var?

8, 9, 10- Ama sana koşarak gelen kimse, o (Allah'tan) korkan bir (adam) olduğu halde, sen kendisini bırakıp da oyalanırsın.



Açıklaması


"Yüzünü ekşitip çevirdi, kendisine o âma geldi diye" Peygamber (s.a.) âma ona geldi ve sözünü kesti diye yüzünü buruşturdu ve yüz çevirdi. O şahıs Abdullah b. Ümmi Mektûm'dur. Rasulullah (s.a.), İbni Ümmi Mek-tûm'un sözünü kesmesini hoş karşılamayarak ve ondan yüz çevirince ayet indi. İbni Ümmi Mektûm, Peygamber (s.a.)'in meşguliyetini bilemediği için mazur sayılmıştır.

"(Onun halini) sana hangi şey bildirdi. Belki o, temizlenecekti. Yahut öğüt alacaktı da bu öğüt kendisine fayda verecekti", Ey Muhammedi Sana bildiren, öğreten nedir, belki de âma senden öğrendikleri ile amel-i salihe yönelecek, günahlardan temizlenecekti ya da öğrendiklerinden öğüt alıp hatırlayacak öğüt ona fayda verecekti.

Buradan anlaşılıyor ki: Âmânın dışında, Müşriklerden arınması ve hatırlatılması için ilgilenilenlerin hidayetlerinden umut yoktu. Burada Al­lah Tealâ İbni Ümmi Mektûm'u yüceltmektedir.

Peygamber (s.a.)'in bu uygulaması ihtiyat ve daha uygun olanın terki mesabesindedir. Asla bir günah değildir. Uygulama, İslâm dininde sorum­luluğun kaldırıldığı sevme, kızma, gülme ağlama gibi insan mizacına bağlı bir durumdan kaynaklandığı için peygamberlerin ismeti (günahlardan uzak oluşları) ile de ters düşmez.

Bu itab daha sonra açık bir şekilde dile getiriliyor:

1- "Ama kendisini müstağni gören adam (yok mu?) işte sen onu karşı­na alıyorsun" O malı, serveti ve gücü ile sendeki Kur"an bilgisinden ve ilâhi hidayetten, iman ve ilimden kendisini uzak görene yüzünü ve sözünü çevi­riyorsun. O ise sana ihtiyacı olmadığını hissettiriyor.

"Halbuki onun arınmasından sana ne?" Onun müslüman olmamasın­dan, hidayete ermemesinden ve günahlardan arınmamasından sana bir so­rumluluk düşmez. Senin tebliğden başka vazifen yoktur. Durumu onun gi­bi olan kâfirlerin işi ile ilgilenme.

2- "Ama sana koşarak gelen kimse, o (Allah'tan) korkan bir (adam) ol­duğu halde, sen kendisini bırakıp da oyalanırsın." Allah'tan korkarak sana hidayeti ve hayra irşadı talep için, Allah'ın öğütleri ile öğütlenmek için ge­leni ise görmezlikten geliyor, onunla meşgul olmuyorsun, ilgilenmiyorsun.

Bunun için Allah Tealâ Peygamber (s.a)'i uyararak İr inıseye özel muamele yapmamasını, aksine ünlü olanla garibi, zenginle fakiri, efendiy­le köleyi, erkekle kadını, küçükle büyüğü eşit tutmasını emretti. Allah di­lediğini sırat-ı müstakime hidayet eder.


11-Hayır. Çünkü o bir öğüttür.

12- Dolayısıyla dileyen onu hatırla­yıp öğüt alır.

13, 14- O, çok şerefli, kadri yüce, tertemiz sahifelerdedir.

15, 16- Kıymetli, sevgili, elçilerin el­leriyle (yayılıp duyurulmuştur.)

17- O kahredilesi insan, ne nankör­dür o!

18- Onu hangi şeyden yarattı?

19- Bir damla sudan yarattı da onu biçimine koydu.

20- Sonra onun yolu(nu) kolaylaştırdı.

21- Sonra onu öldürüp kabre soktu.

22- Daha sonra, dilediği zaman da onu tekrar diriltecek.

23- Gerçek (o insan Allah'ın) emret­tiği şeyleri yerine getirmemiştir.


Açıklaması



"Hayır! Çünkü o, bir öğüttür", İbni Ümmi Mektûm'a yaptığın gibi fa­kirden yüz çevirme ve arınmaya niyeti olmadığı halde zenginle ilgilenme. Şu ayetler veya sure ya da Kur*an bir öğüttür. Sana ve ümmetine yaraşan ondan öğüt almak ve gereği ile amel etmektir.

Ayette, Kur"an'ın kadrini yüceltme vardır; kâfirler onu kabul etsin ve­ya etmesin, onlara iltifat edilmez, aldırılmaz.

Sonra o öğüdü iki vasıfla nitelendiriyor:

1- "Dolayısıyla dileyen onu hatırlayıp öğüt alır." Bu açık ve net bir öğüttür, onun anlaşılması, öğüt alınıp gereği ile amel edilmesi mümkün­dür. İsteyen ondan öğüt alır, onu korur, gereğini yapar.

2- "O, çok şerefli, kadri yüce, tertemiz sahifelerdedir. Kıymetli, sevgili, elçilerin elleriyle" O, Allah katında şerefli sahifelere konmuş sabit bir öğüt­tür. İçindeki ilim ve hikmetten ötürü, Levh- Mahfuz'dan indiği, Allah ka­tında değeri yüksek olduğu için korunmuştur, onu ancak temiz olanlar tu­tabilirler. Şeytanlardan ve kâfirlerden muhafaza edilmiştir; ona ulaşamaz­lar. Eksiklik ve yanlıştan da uzaktır. Meleklerin eliyle taşınmıştır; onlar insanlara tebliğ için vahyi Allah ve elçileri arasında taşırlar.

Onlar Rableri nezdinde şereflidirler. Masiyetten beridirler. Muttaki ve Rablerine itaatkârdırlar. İmanlarında sadıktırlar. Kısaca Allah Tealâ me­lekleri üç vasıfla sıfatlandırıyor: Elçidirler, Allah ile Rasulleri arasında vahyi taşırlar. Rableri katında şereflidirler ve Allah'a itaat ederler. Ayetler­de de öyle buyurulmaktadır: "Onlar ikrama mazhar edilmiş kullardır." (Enbiya, 21/26). "Onlar Allah'ın kendilerine emrettiği şeylere asla isyan et­mezler. Neye de memur edilirlerseyaparlar." (Tahrim, 65/6)

İbni Cerir et-Taberi dedi ki: Doğru olan, ayetteki elçilerin melekler ol­duğudur. Elçilik de Allah ile kulları arasındadır. Bunun için insanlar ara­sında sulh ve iyilik için koşuşturana da elçi denmiştir.

Kütüb-i Sitte sahipleri ve Ahmed, Aişe (r.a.)'den şu rivayeti yaptılar: Rasulullah (s.a.) buyurdu ki: "Mahir olarak Kur'an'ı okuyan, şerefli ve mut­taki elçilerle beraberdir. Zorlanarak okuyanın da iki ecri vardır."

Ardından Allah Tealâ şu sözü ile de öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden insanları kınamıştır:

"O kahredilesi insan, ne nankördür o!" Kâfir insan kahredilesi ya da öldürülesi veya ezilesi; küfrü ne aşırıdır onun! Bu ona en ağır bir beddua ve küfürdeki aşırılığına şaşma ve ileri derecede bir kınamaya işarettir.

Sonra, Allah değersiz bir şeyden onu yarattığını ve yeniden yaratmaya da kadir olduğunu hatırlatarak buyuruyor ki:

"Onu hangi şeyden yarattı? Bir damla sudan yarattı da onu biçimine koydu" Şu Rablerini inkâr eden kâfirleri Allah hangi değersiz, hor şeyden yarattı? Allah Tealâ onu hakir bir sudan yarattı, onu büyüttü ve kendi maslahatına uygun hale getirdi. Yaratılışı tamamlayıp hayatı süresince ih­tiyaçlarına uygun organlarla tamamladı. Akıl, fikir, düşünce, güç ve Al­lah'ın nimetlerinden istifade etmesi için duyu organları ile güçlendirdi. On­ları Allah'ın hoşlanmayacağı şeylerde değil, O'nu memnun edecek şeylerde kullanmalıdır.

"Sonra onun yolu(nu) kolaylaştırdı" Bu ya, anne rahminden kolaylık­la çıkıştan kinayedir ya da, şu ayette geçtiği gibi Allah Tealâ hayır ve şerri elde etme yolunu kolaylaştırdı. "Biz ona iki de yol gösterdik." (Beled, 90/10) ona hayır yolunu ve şer yolunu açıkladık. "Gerçek biz ona yolu gösterdik. İster şükredici, ister nankör." (Dehr, 76/3)

"Sonra onu öldürüp kabre soktu. Daha sonra, dilediği zaman da onu tekrar diriltecek" Yaratıp ona hayat imkânı verdikten sonra ruhunu kabze-dip ona saygı için örtüleceği bir kabre koydu onu, vahşi hayvanların ve kuşların yiyeceği şekilde yeryüzünde bırakmadı. Daha sonra dilediği za­man onu tekrar diriltecektir. Buna ba's ve nüşûr denir.

"Gerçek (o insan Allah'ın) emrettiği şeyleri yerine getirmemiştir." Bu in­san için bulunduğu duruma göre bir azarlama ve kınamadır. Kusursuz in­san yoktur. Bazı insanlar küfürle kusur işlemişler, bazıları da isyanla, bir başkaları da kendisine uygun olan daha iyi ve daha üstünü yapma yerine aksini yaparak kusur işlemişlerdir. Ayet, insanın bu hali karşısında şaş­kınlığı gösteriyor. Varlığına kendi nefsinde, göklerde ve yerde deliller bu­lunduğu halde yaratanını inkâr edebiliyor, Rabbinin nimetini inkâr edebi­liyor, o nimetlere hamd ve şükürle, güzel karşılıkla muamele etmiyor, ni­metleri kendisine nispet edebiliyor. Hidayet ve rüşdün delillerini, isyanın tehlikelerini idrak edebildiği halde Allah'a isyan edebiliyor.


24- Öyle ya, o insan yediğine baksın.

25- Hakikat biz, o suyu bol bol dök­tük.

26- Sonra toprağı iyiden iyi yardık.

27- Bu suretle onda dane bitirdik.

28-31- Üzüm, yonca, zeytinlik, hur­malık, sık ve bol ağaçlı bahçeler, meyveler, otlaklar yarattık.

32- Hem size, hem davarlarınıza fayda olarak.



Açıklaması



"Öyle ya, o insan yediğine baksın" İnsan bir baksın, Rabbi, hayatının se­bebi olan yiyeceğini nasıl yarattı, nasıl tedbir edip ona hazırladı? Bunda, o nimetleri hatırlatma ve kuru topraktan bitkileri canlandırma örneği ile eri­miş kemik haline geldikten sonra cesetlerin de diriltileceğine işaret vardır. Sonra da yiyeceğin nasıl ortaya çıkarıldığını açıklayarak buyurdu ki: "Hakikat biz, o suyu bol bol döktük. Sonra toprağı iyiden iyi yardık."

Biz suyu gökten veya buluttan yere bol bol indirdik. Suyun indirilmesi yağ­murdur. Sonra onu yere yerleştirdik ve toprağa konmuş tohumu suladık, toprağı da ondan çıkan bitki ile yardık. O da yükselip, toprağın üzerine çıktı. Allah Tealâ daha sonra sekiz çeşit bitki sayarak buyurdu ki:

1-3- "Bu suretle onda dane üzüm, yonca bitirdik." Yerde gıdalanılacak buğday, arpa, mısır, çeşitli üzümler, hayvanların taze olarak yediği yonca. Mana şudur: Bitkiler, dane, üzüm ve yonca oluncaya kadar büyüyüp artar.

4-5- "Zeytinlik, hurmalık" Meyvesi bilinen zeytin ve hurma ağacını bi­tirdik.

6-8- "Sık ve bol ağaçlı bahçeler, meyveler, otlaklar yarattık." yoğun ve büyük ağaçlı çokça bahçeler, elma, armut, muz, şeftali, incir ve benzeri gibi yararlanılan meyvalar, hayvanlar için yiyecek ot, saman. Ayette geçen "el-ebbü" insanların yemediği ve ekmedikleri, yerden çıkan, ot ve diğer hay­vanlara ait yiyeceklerdir.

Ardından da bu bitkilerin yaratılmasındaki hikmeti ve nimet olma yö­nünü zikrederek buyurdu ki:

"Hem size, hem davarlarınıza fayda olarak" yani bunları size ve da­varlarınıza, siz yararlanın hayvanlarınız da yesin diye yarattık. Ayette ge­çen ve "davarlar" olarak tercüme edilen " en'am", deve, inek ve koyunlara denmektedir.


33- Fakat o kulakları sağır edercesi­ne haykıracak olan ses geldiği zaman

34, 36- Kişinin kaçacağı gün: Karde­şinden, anasından, babasından, ka­rısından ve oğullarından.

37- O gün bunlardan herkesin ken­dine yeter bir işi vardır.

38, 39- O gün yüzler vardır, parıl pa­rıl parıldar, güler, sevinçlidir.

40- O gün yüzler de vardır, üzerleri­ni toz toprak (bürümüştür.)

41- Onu bir karanlık ve siyahlık kaplayacaktır.

42- İşte bunlar kâfirler, facirlerdir.



Açıklaması



"Fakat o kulakları sağır edercesine haykıracak olan ses geldiği za­man." Kıyamet, ya da kulağa çarpan yani, onu duymaz hale getiren kıya­met gününün sesi geldiği zaman. es-Sâhha, kıyametin isimlerinden biridir. Allah onu yüceltmiş ve ona karşı insanları uyarmıştır. Begavi dedi ki: es-Sâhha, kıyamet gününün sesi demektir. Böyle adlandırılması, kulaklara çarpması ve şiddetinden dolayı kulakları sağır etmesindendir. İbni Cerir Sur'a üfürmenin adı olabilir, demiştir.

"Kişinin kaçacağı gün: Kardeşinden, anasından, babasından, karısın­dan ve oğullarından. O gün bunlardan herkesin kendine yeter bir işi var­dır." Ses geldiği zaman kişi, en değerli ve ona sevgi, şefkat ve duygu olarak en yakın olması gereken kardeş, anne, eş ve çocuk gibi akrabasını görüp de onlardan kaçıp uzaklaştığında. Çünkü korku büyük, şartlar çetindir. O gün herkesin onu akrabasından koparacak, uzak tutacak onları unutturacak bir derdi vardır. Allah Tealâ buyuruyor ki: "O gün seven sevdiğine hiçbir şeyle fayda vermez. Onlara yardım da edilmez." (Duhan, 44/41), "Hiçbir hı­sım bir hısımı sormayacak." (Mearic, 70/10).

Anlatılan şudur: Kişi dünyada kendisine sığındıklarından ahiret ha­yatında kaçacaktır. Ayetteki sıralamanın ifade ettiği husus da açıktır. En uzaktan kaçış: Kardeşten sonra ebeveynden, sonra da eş ve çocuktan. Ge­nel olarak en sevgili ve en yakına yükselerek. Zemahşeri dedi ki: Kardeşle sonra da ebeveynle başladı. Çünkü onlar en yakınlarıdır. Sonra da eş ve ço­cuklar. Çünkü onlar da en yakın ve en sevgili olanlardır. Adeta şöyle de­miştir: Kardeşinden kaçacak hatta ebeveyninden ve hatta eşinden ve ço­cuklarından. Razi de onun bu görüşünü teyit etmiştir.

en-Nezzam en-Nisaburî, Garâibu'l-Kur'an'mda bu görüşü yorumlaya­rak dedi ki: Bu görüş, eşin ebeveynden daha yakın ve daha sevgili olmasını gerektirmektedir. Herhalde bu akıl ve şeriatın aksinedir. Daha doğru olan şöyle denmesidir: Kişiyi dünyada yukarı ve aşağı doğru daha çok çevrele­yen akrabalarından bazılarını anmayı dilemiş ve yukarı doğru olanlardan başlamıştır. Çünkü aslın öne alınması fertn öne alınmasından evlâdır. Her iki taraftan ona aynı derecede yakın olan iki kişi önce anılmıştır: Birinci taraftan kardeşi ikinci taraftan da eşi. Çocukların varlığı eşin varlığına bağlı olduğuna göre eşin öne alınması uygundur.

Daha açık olan, kaçmanın manasının onların durumu ile ilgilenmenin azlığı olmasıdır. Ayette "o gün bunlardan herkesin kendine yeter bir işi var­dır, " yani, onu yakınlarından alıkoyar, engeller buyurulması da buna delildir.

İbni Ebi Hatim, Nesai ve Tirmizi İbni Abbas'tan şöyle dediğini rivayet ettiler: Rasulullah (s.a.) buyurdu ki: "Yalınayak, çıplak, yaya ve sünnetsiz haşrolunacaksınız." Hanımı dedi ki: Ya Rasulallah! Birbirimizin avretini görür veya bakarız? Buyurdu ki: "O gün bunlardan herkesin kendine yeter bir işi vardır." Ya da "Onu bakmaktan alıkoyacak meşguliyeti vardır."

Sonra Allah Tealâ o zaman insanların durumlarını ve o günde iyiler ve kötüler diye ikiye ayrılacaklarını zikretti. Önce iyilerin vasıflarını anarak buyurdu ki:

"O gün yüzler vardır, panl parıl parıldar, güler, sevinçlidir." insanlar orada iki fırka olurlar gülen, aydınlık parlak yüzler: Onlar cennet ehli olan müminlerin yüzleridir. Zira o zaman ellerindeki nimet ve ikramları göre­cekler.

Sonra kötüleri şu sözü ile vasfetti:

"O gün yüzler de vardır, üzerlerini toz toprak (bürümüştür.) Onu bir karanlık ve siyahlık kaplayacaktır. İşte bunlar kâfirler, facirlerdir." Kıya­mette, Allah'ın hazırlamış olduğu azabı gördüğü için, tozlanmış, ümitsiz, karamsar yüzler vardır. O yüzleri karanlık, siyahlık, zillet ve şiddet kaplamıştır. O tozlanmış yüzlerin sahipleri, Allah'a iman etmeyip küfreden, pey­gamberlerin getirdiklerine de inanmayan ve kötülükler işleyenlerdir. Kü­für ile facirliği birleştiren fasıklar ve yalancılardır onlar. Nitekim ayette: "Kötüden, öz kâfirden başka da evlât doğurmazlar." (Nûh, 71/27) buyurul-du. Büyük günah sahibinin facir olduğunu da bu "kâfirler, facirler" ayetine binaen kabul etmiyoruz. Kâfirler facirlerdir, başkası değil.

Razi'nin dediği gibi, bu ve benzeri ayetlerde iki grubun bulunmuş ol­ması, üçüncü bir grubun, isyankâr, fasık müminlerin bulunmadığını göstermez.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder