19 Haziran 2013 Çarşamba

Neml Suresi 59-61 Âyetleri S. Kutub Tefsiri

59- Ey Muhammed de ki; "Allah'a hamd ve seçtiği kullarına da selâm olsun. Allah mı daha iyidir, yoksa onların Allah'a ortak koştukları düzmece ilahlar mı?


Yüce Allah kendi elçisine -salât ve selâm üzerine olsun- bir mü'minin konuşmasına, çağrısına ve tartışmasına başladığı bir söz ile meseleye girmesini ve ine aynı söz ile sözünü bitirmesini istiyor. “Ey Muhammed de ki Allah a hamd olsun.” Verdiği nimetlere karşı kullarının hamd etmesini istiyor, gerçekten de övgüye layık olan Allah'a hamd olsun. Allah'ın başta gelen nimeti, onlara kendisini buldurması, tercih ettiği yolunu göstermesi, razı olduğu programına ulaştırmasıdır. "Seçtiği kullarına da selâm olsun": Onun mesajını getirdikleri, çağrısını bize ulaştırdıkları ve programını açıkladıkları için.

Bu girişten sonra Allah'ın ayetlerini inkâr eden kalplere yönelik dokunuşlar başlıyor. Tek bir cevaptan başka karşılığı olmayan bir soru ile başlıyor. Bu sahte ilahları Allah'a ortak koşmalarını bu soru ile eleştiriyor.

"Allah mı daha iyidir, yoksa onların Allah'a ortak koştukları düzmece ilahlar mı?"

Putları, heykelleri, cinleri, melekleri ve yahut Allah'ın herhangi başka bir yaratığını ortak koşmuş olmaları fark etmez. Bunların hiçbiri değil yüce Allah’tan daha iyi olmak, O'nun eşi benzeri olmaktan bile çok uzaktır. O'nun seviyesine asla ulaşamaz. Bunlar ile yüce Allah arasında karşılaştırma yapıp bir yakınlık düşünmek, aklı başında hiçbir insanın harcı değildir. Bu nedenle bu soru bu şekilde ortaya konuyor. Sanki bu katıksız bir aşağılama, yalın bir azarlamadır. Zira böyle bir soruyu ciddi biçimde sormak veya onun cevabını istemek mümkün değildir.

Bu nedenle hemen ardından etraflarını kuşatan, gözleriyle gördükleri evrenin sahnelerinden alınmış başka bir soruya geçiliyor:


60- (Bu düzmece ilahlar mı daha iyi) yoksa gökleri ve yeri yaratan, gökten size su indiren Allah mı? Biz o su sayesinde bir tek ağacını bile bitirmeye gücünüzün yetmeyeceği alımlı bahçeler bitirdik. Allah'ın yanı sıra başka bir ilah mı var? Aslında onlar gerçekten sapan bir toplumdurlar.


Yeryüzü ve gökler apaçık ortada duran birer gerçektir. Hiç kimse onların varlığını inkâr edemez. Yine hiç kimse onların bu sahte tanrılar tarafından yaratıldığını iddia edemez... Bunlar heykeller, putlar, melekler, şeytanlar, güneş ya da ay olsun fark etmez. Apaçık gerçek bu iddianın yüzüne şamarını indirmektedir. Müşriklerden hiçbiri de bu koca evrenin kendi kendine ayakta durduğuna, kendiliğinden yaratıldığına inanmıyordu... Son asırlarda bu tür saçma iddialara inananlara rastlamak mümkünse de o sırada böyle iddia sahibi insanlar yoktu. Bu nedenle sırf göklerin ve yerin varlığını hatırlatma, düşüncelerini onları kim yarattı diye yönlendirme bile, susturmak, şirki etkisiz hale getirmek ve müşriklerin delillerini çürütmek için yeterli oluyordu. Şimdi de onlara yöneltilen bu soru geçerliliğini korumaktadır. Zira belli bir amaca yönelik olarak yaratıldığını, belli bir plana göre idare edildiği, boşalma ve rastlantı ile oluşması mümkün olmayan sınırsız ahengin sergilendiği yer ve göğün yaratılışı, tek başına eşsiz yaratıcının varlığını kabul etmeyi zorunlu kılmaktadır. Zaten bu yaratıcının eşsizliği, eserleri ile kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Bu eserler, bu evrenin öz itibariyle bir olduğunu, birimleri arasında bir ahengin bulunduğunu, tabiatında (yapısında) ve yönelişinde herhangi bir değişiklik bulunmadığını ifade etmektedirler. Dolayısıyla bu eserlerin tek bir iradeden kaynaklanmış olmaları gerekir, birkaç iradeden değil. Her şeyi bilen ve belli bir amaca göre yaratan, büyük küçük hiçbir şeyi belli amacının dışında bırakmayan bir irade.

Gökten inen su da, inkârı mümkün olmayan göz önündeki bir gerçektir. Yaratıcı, idare edici birinin varlığını kabul etmeden onu açıklamak çok zordur. Gökleri ve yeri bu yasaya uygun biçimde yaratan kudret sahibidir. Yağmurun bu ölçüde yağmasını sağlayan, yağmurun hayatı meydana getirmesini, bu ölçülere göre ulaşmasını meydana getiren Allah’tır. Bunların hepsinin rastlantı ile meydana gelmesi, bu rastlantıların bu kadar ince hesaplarla düzenlenmesi, bu kadar sağlam ölçülerle planlanması, canlıların özellikle de insanın ihtiyaçlarına karşılık verecek şekilde yaratılması mümkün değildir. Nitekim Kur'an-ı Kerim insanın bu özel konumuna şu cümle ile dikkat çekmektedir: "Gökten size su indiren." Kur'an insanların kalplerini ve gözlerini onların hayatlarındaki ihtiyaçlarına uygun biçimde indirilen bu suyun hayat verici etkilerine yöneltir. Varlıklarını, ihtiyaçların ve zaruri gereksinimlerini karşılayacak biçimde ayarlanan bu suyun gözler önündeki hayat verici etkilerine, kalplerini ve gözlerini yönelterek bu konudaki aldırmazlıklarını önlemeye çalışır.

"Biz o su sayesinde bir tek ağacını bile bitirmeye gücünüzün yetmeyeceği alımlı bahçeler bitirdik."

Güzel, hayat dolu, ferahlandıran olgunlaşmış şen bahçeler. Bahçelerin manzaraları insanın kalbine şenlik, dirlik ve canlılık getirir. Bahçeler tarafından oluşturulan bu şen, canlı ve olgun güzelliğin üzerinde düşünülmesi bile kalpleri diriltmeye yeter. Bahçelerdeki eşsiz yaratmanın eserleri üzerinde düşünmek bu hayret verici güzelliği ortaya koyan sanatları takdir etmeyi garanti eder. Tek bir çiçeğin rengini ve ahengini vermek bile insanların en büyük sanat ustalarını aciz bırakır. Bir tek renkleri ve tonlarını belirlemek, çizgilerini iç içe yerleştirmek ve yapraklarını düzenlemek klasik ve modern bütün sanat dâhilerinin ulaşamayacağı gerçek bir mucizedir, ağaçta gelişen hayat mucizesi bir tarafa dursun, şimdilik zaten hayat olgusu insanlığın anlamaktan aciz kaldığı en büyük sır olma niteliğini korumaktadır.

"Bir tek ağacını bile bitirmeye gücünüz yetmeyeceği"

Hayatın sırrı, önceden olduğu kadar şimdi de bize kapalıdır. Bitkide, hayvanda ve insanda hayat hep sır olarak kalmıştır. Şimdiye kadar hiç kimse bu hayatın nereden ve nasıl geçtiğini sağlıklı bir biçimde açıklamamıştır. Öyleyse onu açıklamak için gözle görülen bu evrenin ötesinde bir kaynağa başvurmak gerekmektedir. Şen bahçelerde gelişen hayatın önünde bu kadar durup irkilme, araştırma, düşünme ve değerlendirmeyi harekete geçirme noktasına ulaştığında hitap bir soru ile kendilerine yöneliyor.

Allah'ın yanı sıra başka bir ilah mı var?

Böyle bir iddianın asla yeri yok. Onu kabul edip boyun eğmekten başka kurtuluş yolu da yok... Burada toplumun tutumu ilginç ve hayret vericidir. Çünkü onlar sahte tanrılarını Allah ile bir tutuyorlar... Allah'a tapar gibi onlara tapıyorlar. "Aslında onlar gerçekten sapan bir toplumdurlar." Ayeti kerimede geçen "ya'dilun" kavramının anlamı ya eşit tutuluyorlar yani, sahte tanrılarını Allah ile bir tutuyorlar ya da sapıyorlar yani apaçık ve net olan gerçekten sapıyorlar. İbadette başkasını Allah'a ortak koşmakla sapıyorlar. Hâlbuki O yaratanda kimsenin kendisine ortak olmadığı tek yaratıcıdır. Her iki eylem de hayret verici ve eşsiz birer gerçektir!

Sonra onları başka bir evrensel gerçek ile yüz yüze getiriyor. İlk yaratma gerçeği ile karşı karşıya getirdiği gibi bu gerçekle de yüz yüze getiriyor onları.


61- Bu düzmece ilahlar mı daha iyi yoksa dünyayı dengeli bir yaşama alanı yapan, kara parçaları üzerindeki nehirler akıtan, yeryüzünde köklü dağlar yükselten ve farklı yoğunluktaki iki deniz arasına set koyan Allah mı?


İlk evrensel gerçek, göklerin ve yerin yaratılması gerçeğiydi. Bu gerçek ise, yeryüzünün yaratılış şekline ilişkin bir gerçektir. Yüce Allah yeryüzünü hayatın merkezi kılmıştır. Her şeyi yerli yerine oturtulmuş, uyumlu düzenlenmiş ve uygun yaratılmıştır. Burada hayatın oluşması, gelişmesi ve çoğalması için şartlar uygun hale getirilmiştir. Eğer dünyanın Güneşe veya Ay'a uzaklığı değişse, şekil başka biçimde olsa hacmi ile kendisini oluşturan elementler veya kendisini kuşatan atmosferdeki elementler değişse, kendi ekseni etrafında dönme hızı, Güneş etrafında dönme hızı, Ay'ın etrafında dönme hızı daha buna benzer rastlantı eseri meydana gelmesi ve bu kadar olağanüstü bir uyumun oluşması imkânsız olan pek çok oluşumlar... Evet, bütün bu şartların herhangi birinde en ufak bir değişiklik olsa, yeryüzü hayat için uygun bir yerleşim bölgesi olmazdı.

Kur'an-ı Kerim'in o zamanki muhatapları belki de "Yoksa dünyayı yaşama alanı yapan Allah mı?" ayetinin bu hayret verici hareketini ve durumunu henüz bilmiyor ve anlamıyorlardı. Ama ana hatları ile yeryüzünün hayat için en uygun ortam olduğunu görüyorlardı. Ayrıca kendi tanrılarından hiçbirinin yeryüzünün bu şekilde yaratılmasında ortak bir katkısı olduğunu iddia etmeleri mümkün değildi. Bu kadarını anlamaları yeterliydi. Ayet bunların ötesinde sonradan gelecek kuşaklara açık bulunuyordu. İnsanlığın bu alanlara ilişkin bilimi genişledikçe, nesiller boyunca devam eden ve sürekli yenilenen (yeniden tecelli eden) geniş anlamından bir şeyler daha anlamaya başlamıştır. İşte bu da, Kur'an-ı Kerim'in geçen zamanlara rağmen tüm akıllara kılavuzluk etmekle gerçekle-şen mucizesidir!

"Yoksa dünyayı dengeli bir yaşama alanı yapan, kara parçaları üzerinde nebimler akıtan, yeryüzünde köklü dağlar yükselten ve farklı yoğunluktaki iki deniz arasına set koyan Allah mı?”

Yeryüzündeki nehirler hayatın şah (can) damarlarıdır. Doğudan, batıya kuzeyden güneye yayılır giderler.

Akıp giderken yanlarından hayat, bolluk ve bereket götürürler. Nehirler, yağmur sularının toplanması ve yeryüzü şekillerine göre belli bir tarafa doğru akmaya başlaması ile oluşurlar. Bu evreni yaratan Allah, onun özünde bulutların oluşması, yağmurun yağması ve nehirlerin akması için gereken şartları oluşturan zatın kendisidir. Hiç kimse yaratıcı ve idare edici Allah'ın dışında başka birinin evrenin bu şekilde yaratılışına katkıda bulunduğunu, müşriklerin gözleri önündeki birer somut gerçek olan bu nehirleri oluşturmada yardımcı olduğunu söyleyemez. Peki, bu gerçeği yaratan, yoktan var eden kimdir? Allah'ın yanı sıra başka bir ilah mı var?

"Yeryüzünde köklü dağlar yükselten..."

Ayeti kerimede geçen "Revasi" kavramı dağlar demektir. Dağlar yeryüzünde sağlam biçimde yerleştirilmiş sabit kütlelerdir. Bunlar genellikle nehirlerin kaynaklarını da oluştururlar, yağmurun suları onlardan vadilere doğru süzülüp gider. Yüksek dağların zirvelerinden sert ve kuvvetli biçimde kaynayıp geldiği için bu sular vadilerin yataklarını yarıp geçerler.

Kur'an'ın burada sergilediği evren sahnesinde sağlam dağlar akıp giden nehirleri karşılamaktadır. Kur'an'ın ifade tarzında betimlenen bir birleriyle uyum ve ahengi hep göz önünde bulundurulur. İşte bu sahne de söz konusu olağanüstü bütünleyişin örneklerinden biridir. Bu nedenle nehirlerden hemen sonra dağlardan söz edilmektedir.

Deniz suyu tuzlu ve acıdır. Nehir suyu tatlı ve lezzetlidir. Ayeti kerime her ikisini de genelleme yoluyla deniz diye adlandırmaktadır. Zira her ikisinin de ortak maddesi budur. Buradaki engel genellikle doğal olan engeldir. Yani denizin nehrin yatağına geçerek onun suyunu bozamamasıdır. Zira nehrin yatağı denizin yüzeyinden yüksekte olur. İşte her ikisinin birbirine karışmasını önleyen engel de budur. Nehirler denizlere dökülmelerine rağmen nehrin yatağı denizden bağımsız kalır. Deniz orayı kaplayamaz. Herhangi bir nedenle nehrin yüzeyi denizin yüzeyinden daha alçak duruma düşse bile, bu engel, nehir suyuna oranla deniz suyunun yapısındaki yoğunluk nedeniyle iki su arasındaki engel devam eder. Nehir, suyu hafif, deniz suyu daha ağır olduğundan her ikisinin kaynağı birbirinden farklı olup karışmaz. Bu da yüce Allah'ın bu evrenin yaradılışında ve öz olarak onu böyle dakik biçimde düzenlemesinde yerleştirdiği yasalardan biridir.

Bütün bunları yapan kimdir? Kimdir bu olağanüstü güç? Allah'ın yanı sıra başka bir ilah mı var? Hiç kimse böyle bir iddiada bulanamaz. İnsanın önünde duran maddenin özündeki birlik, uyum, yaratıcının birliğini kabul etmesini zorunlu kılar. “Aslında onların çoğunluğu her türlü bilgiden yoksundur. “


Burada ilimden söz ediliyor. Zira bu evrensel gerçeği kavrayabilmek için bilgiye ihtiyaç duyar. Ancak bilgi ile ondaki sanat ve uygunluk takdir edilebilir. Onu idare eden yasayı ve sistemi düşünebilme olanağı verir. Ayrıca bu surenin bütünüyle üzerinde yoğunlaştığı konu ilimdir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder