59- De ki; Baksanıza Allah'ın size gönderdiği rızıklara?
Bunların bir bölümünü haram ve bir bölümünü de helâl saydınız. De ki; Bu konuda
Allah mı size izin verdi, yoksa O'na iftira mı ediyorsunuz?
60- Allah'a iftira edenlerin kıyamet günü görecekleri işleme
ilişkin görüşleri nedir acaba? Hiç kuşkusuz Allah, insanlara karşı lütufkârdır,
fakat onların çoğu şükretmezler.
“De ki; Allah'ın size
gönderdiği rızıklar hakkındaki görüşünüz nedir?” Allah katından yüce değeri
içinde insanlara gönderdiği rızıklar hakkındaki görüşünüz nedir? Allah katından
yüce değeri içinde insanlara gönderilen her şey, bu yüce makamdan indirilmiş, gönderilmiş
demektir. Kendi izni ve yasasına uygun biçimde kullanmanız için Allah'ın size
verdiği bu rızık hakkında nasıl düşünüyorsunuz? Yüce Allah bu şartlarda onu
size vermişken siz kalkıyorsunuz, kendi arzularınıza göre ve Allah'ın izni
olmadan onun bir kısmını haram kılıyorsunuz, bir kısmını da helâl sayıyorsunuz!
Haram kılma
ve helâl sayma ise, bir yasamadır. Yasama ise, hâkimiyettir. Hâkimiyet ise,
Rububiyettir, ilahlıktır. Hâlbuki siz kendi kendinize bunları rahatlıkla
yapıyorsunuz!
De ki; "Bu konuda
Allah mı size izin verdi, yoksa O'na iftira mı ediyorsunuz?" Bu Kur'an-ı
Kerim'de sık sık gündeme getirilen bir meseledir. Zaman zaman cahiliye
sistemini bu mesele ile yüz yüze getirir. Çünkü bu mesele, ‘Allah’tan başka
ilah olmadığına şehadet getirme’ ilkesini hayatta bir realite olarak
uyguladığımızda, kelime-î şehadetin kendisi olur.
Allah'ın yaratıcı ve rızık verici olduğunu kabul etmenin hemen
arkasından zorunlu olarak Allah'ın ibadet edilen varlık olması ve insanların
bütün işlerine hükmeden varlık olması gelir. O'nun hükmü
altında bulunan meselelerden sadece birisidir insanlara rızık verme meselesi.
Onlara rızık vermek, Allah'ın yerde ve gökte verdiği bütün nimetleri kapsar.
Cahiliye döneminde Araplar, yüce Allah'ın varlığını kabul ediyorlardı. O'nun
yaratıcı ve rızık verici olduğunu da... Müslüman olduklarını söyleyen bugünkü
insanlar da böyledir. Cahiliye Arapları bunları kabul etmelerine rağmen,
Allah'ın kendilerine verdiği rızıklar konusunda helâl sayma ve haram kılma
yetkisini kendileri kullanıyorlardı. Nitekim bugün Müslüman olduklarını
söyleyenler de böyle yapmaktadırlar. Kur'an onların bu çelişkilerini yakalıyor.
Çünkü onlar Allah'ın varlığını, yaratıcı ve rızık verici olduğunu kabul
ediyorlar. Bununla
beraber, kendi hayatlarında Rububiyet (ilahlık) yetkisini, yani yasama
yetkisini kendilerinden birine veriyorlar! Bu apaçık bir çelişkidir
ve onları "şirk" ile damgaladığı gibi, bugün, yarın ve kıyamete kadar
bu çelişkiye düşecek olan herkesi de şirkle damgalamaktadır. İsimler ve
yaftalar ne kadar değişirse değişsin, fark etmez. Çünkü İslam, sırf bir etiket
değildir, realiteye dayalı bir gerçekliktir!
Cahiliye dönemindeki
Araplar, bugün Müslüman olduklarını zanneden insanlar gibi, helâl kılmalarının
ve haram yapmalarının ancak Allah'ın izniyle gerçekleşmekte olduğunu söylüyorlardı.
Veya bu yaptıklarına, ‘Allah'ın yasası budur’ diyorlardı!
En'am suresinde geçen
ayette, bu haram yaptıklarının ve helâl kıldıklarının Allah'ın yasası olduğu
şeklindeki iddialarına yer verilmişti. Söz konusu o ayeti burada da veriyoruz: "Onlar
saçma inançları uyarınca, Bu hayvanlar ve ekinler dokunulmazdır. Bizim
istediklerimizden başka hiç kimse onları yiyemez, bunlar da sırtlarına yük
vurulması, binilmesi yasak hayvanlardır, dediler. Bazı hayvanları keserken de
Allah'ın adını anmazlar, bunu yaparken, ‘Allah'ın emri böyledir’ diye O'na
iftira ederler. Allah onları yaptıkları bu iftiralardan ötürü
cezalandıracaktır." (En'am Suresi, 138)
Onlar diyorlardı ki, Allah
şunu istiyor, bunu istemiyor... Tamamen iftira olarak... Nitekim bugün de Müslüman
olduğunu iddia eden bazı insanlar, kendilerine göre hükümler belirlemekte ve
sonra da, ‘işte Allah'ın yasası!’ demektedirler.
Yüce Allah, burada onlara
iftira ettiklerini belirterek karşılık vermektedir. Sonra da kendisi adına
iftira düzdükleri Rabblerinin, kıyamette haklarında nasıl hüküm vereceğini
sormaktadır: "Allah'a iftira edenlerin kıyamet günü görecekleri işleme
ilişkin görüşleri nedir acaba?"
Burada üçüncü şahıs
zamirinin kullanılması, Allah adına yalan iftira eden herkesi kapsamına alır.
Ve onların hepsini aynı hizaya getiriyor. Acaba onlar bunu ne sanıyorlar?
Kıyamet gününde, kendilerine ne yapılacağını düşünüyorlar! Bu öyle dehşet bir sorudur ki, onun önünde
kaskatı ve kupkuru karakterli insanlar bile erir giderler!
"Hiç kuşkusuz Allah,
insanlara karşı lütufkârdır, fakat onların çoğu şükretmezler."
Gerçekten de bu maddi
rızkı ile yüce Allah, insanlara lütuf etmektedir. O, bu rızık için evreni elverişli
yaratmıştır. Bunun kaynağını bulmaları için, onlara da güç ve kudret
vermiştir. Bu kaynaklara hükmeden yasaları görmelerine zemin hazırlamıştır.
Onun şekillerini çoğaltma ve bu şekilleri arttırmak için gereken tahlil ve
terkipleri yapabilme yeteneği vermiştir. Evrende ve kendilerinde bulunan bu
nimetlerin hepsi de Allah'ın rızkındandır.
Bundan ayrı olarak yüce
Allah rızkı, fazileti ve rahmeti ile de insanlara yardımcı olmaktadır. Kendi
yolunu göstermişse, onlara doğruyu, gönüllerini rahatlatan bir sistemi
göstermiş bulunmaktadır. Böylece onları doğru ve sağlam olan bir hayat
sistemine iletmektedir. İnsanlar bu hayat yolu ile insanlıklarının en hayırlı
nimetlerini elde ederler. Güçlerini, enerjilerini, duygularını ve yönelişlerini
düzeltirler. İnsanlar bu yolla, dünya mutluluğu ile ahiret mutluluğu
arasında bir ahenk kurarlar. Aynı şekilde kendi fıtratları ile içinde
yaşadıkları ve kendileriyle ilişki içinde bulundukları evrenin doğası arasında
uyum sağlarlar.
Fakat insanların çoğu, ne bu rızka, ne ötesine şükretmezler.
Bir de bakarsınız ki, Allah'ın yolundan ve yasasından yüz çeviriyorlar. Bir de
bakarsınız ki onlar, başkasını Allah'a ortak koşuyorlar... Sonuçta bütün
bunlarla mutsuz oluyorlar... Mutsuz oluyorlar, çünkü onlar gönüllere şifa veren bu
Kur'an'dan yararlanmıyorlar!
Bu, derin bir gerçeği
vurgulayan hayret verici bir ifadedir... Evet bu Kur'an, şifa kavramının
kapsadığı bütün anlamları ile gönüllere şifadır... Kur'an, ilacın hastanın
bedenine tesir etmesi gibi, kalplerin içine yayılır! Hayret verici gizli
gücü ile kalpler üzerinde etkisini gösterir. Fıtratın alıcı cihazlarını uyarıp,
yönlendirmeleri ile kalplerin içine sızar. Böylece kalpler sarsılır, açılır,
mesajları almaya ve karşılık vermeye başlar. İnsan toplulukları arasında günlük
hayatta meydana gelen sürtüşmeleri mümkün mertebe asgariye indirmeyi garanti
eden düzenlemeleri ve yasamaları ile kalplere sirayet eder. Onları, yargıda
adil olmaya, iyiliğin üstün gelmesine çağırarak güzel bir sonuca doğru yönelten
huzur verici mesajları ile etkisi altına alır...
Bu öyle bir ifadedir ki,
yığınlarca anlamı ve yığınlarca delili bir anda harekete geçirmektedir. İnsan
bunları ifade etmekten bile acizdir... Hâlbuki bu kısacık ayeti kerime onlara,
bu hayret verici ifade ile rahat bir şekilde ışık tutuyor!