31 Ocak 2014 Cuma

Yûnus Sûresi 57-74 Ayetleri M. Esed Meali


57. Ey insanlar! İşte Rabbinizden size bir öğüt, kalplerde olabilecek her türlü [darlık ve hastalık] için bir şifa ve [O'na] inanan herkes için hidayet ve rahmet gelmiş bulunuyor.

58. Söyle (onlara), Allah'ın bu cömertliği ve rahmetiyle işte böylece sevinsinler: (sevinsinler ki,) bu onların toplayıp biriktirdiği her şeyden daha üstün, daha iyidir!

59. De ki: “Hiç Allah'ın sizin için rızık olarak indirdiği şeyler üzerinde düşündünüz mü? O rızıklar ki, bir kısmını yasaklıyor, bir kısmını da meşru görüyorsunuz”. De ki: “[Böyle yapmanız konusunda] size Allah mı izin verdi; yoksa (düpedüz) kendi tahminlerinizi mi Allah'a yakıştırıyorsunuz?”

60. Peki, bu kendi yalanlarını Allah'a yakıştıranlar, Kıyamet Günü [başlarına gelecek olan] hakkında acaba ne düşünüyorlar? Gerçek şu ki, Allah insanlara karşı sınırsız cömertlik göstermektedir; ama (ne yazık ki) onların çoğu şükrünü bilmez.


61. Ve [Sen, ey Peygamber] hangi koşullarda olursan ol, bu [ilahî kitaptan] okunacak hangi konuyu dile getirirsen getir ve [siz ey insanlar] hangi işi yaparsanız yapın, [unutmayın ki] siz bu işlere giriştiğiniz an[dan itibaren] Biz üzerinizde gözlemci bulunuyoruz: çünkü ne yerde, ne de gökte tartıya gelmeyecek kadar küçük şeyler bile senin Rabbinin bilgisinden kaçamaz; ne bundan daha da küçüğü, ne de bundan büyüğü yoktur ki [O'nun] apaçık takdirinde kaydedilmiş olmasın.

62. Unutmayın ki, Allah'a yakın olanların korkmaları için bir sebep yoktur; onlar acı ve üzüntü çekmeyecekler.

63. Onlar, imana erişip Allah'a karşı hep bilinçli ve duyarlı kalmaya çalışan kimselerdir.

64. Onlar için hem bu dünya hayatında hem de sonraki hayatta müjdeler var. Ve Allah'ın vaadlerinde asla bir değişme olmayacak [olduğuna göre], işte budur en büyük zafer, en büyük başarı!

65. Bu itibarla, [hakkı inkâr edenlerin] sözleri sana acı ve sıkıntı vermesin. Çünkü kudret ve üstünlük bütünüyle Allah'a özgüdür: her şeyi işiten O'dur, her şeyi özüyle bilen O.


66. Unutmayın ki, göklerde ve yerde kim varsa hepsi ister istemez Allah'a aittir; hal böyleyken, peki, Allah dışında tanrısal nitelikler yakıştırılan varlıklara yalvarıp yakaran kimseler (böyle yapmakla) neye uyuyorlar? Sadece zanna uyuyorlar; yalnızca tahmine dayanıyorlar.

67. [Oysa,] bağrında dinlenesiniz diye geceyi ve [işlerinizi] görüp gözetesiniz diye gündüzü var eden O'dur; işte bunda, dinleyip [ders almak] isteyen insanlar için ayetler vardır.

68. (Bütün bu açıklamalardan sonra [yine de]), “Allah kendine bir oğul edindi!” diyorlar. O yüceler yücesi, kendisine yakışmayacak niteliklerden kesinlikle uzaktır! Her bakımdan mutlak olarak kendine yeterlidir: göklerde ve yerde var olan her şey O'na aittir! Sizinse elinizde bu [tür iddialarınızı] destekleyecek hiçbir deliliniz yoktur! Hal böyleyken, bilemeyeceğiniz şeyi mi Allah'a yakıştırıyorsunuz?

69. De ki: “Kendi uydurdukları yalanı Allah'a yakıştıranlar asla esenliğe erişemeyeceklerdir!”

70. [Kısa süren] bir tutunmadır bu dünyadaki; ve sonra onların dönüşü er geç Bize olacak: Ve Biz de, hakkı inat ve ısrarla inkar etmelerinin karşılığı olarak onlara o çok yoğun, çok şiddetli acıyı tattıracağız.


71. (Şimdi artık) onlara Nûh'un başından geçenleri anlat; hani o, kavmine: “Soydaşlarım!” demişti, “eğer benim [aranızdaki] konumum ve Allah'ın ayetlerini size bildirmem zorunuza gidiyorsa, bilin ki, ben Allah'a güveniyorum. Öyleyse, artık [bana] yapacağınızı yapmak için hem kendi gücünüzü hem de Allah'tan başka tanrılık yakıştırdığınız yardımcılarınızı bir araya toplayın; bir kere ne yapacağınıza karar verdikten sonra da artık girişeceğiniz eylem sizi tasalandırmasın; [neye ki karar verdiyseniz] bana karşı artık elinizden geleni ardınıza komayın; hem de bana hiç soluk aldırmadan!

72. Beri yandan, eğer [size ulaştırdığım mesajdan] yüz çevirirseniz, [hatırlayın ki,] ben sizden bir karşılık beklemiş değilim; benim ücretim(i ödemek) Allah'tan başkasına düşmez; çünkü ben kendini O'na teslim edenlerden biri olmakla emrolundum”.

73. (Bütün bu uyarılara rağmen) o'nu yalanlamaya kalkıştılar! Ve Biz de o'nu ve gemide o'nunla birlikte olanların hepsini kurtarıp (yeryüzüne) mirasçı kıldık; ayetlerimizi yalanlamaya kalkışanları ise suda boğduk: İmdi, bir bak, uyarıldıkları halde uymayan insanların sonu nasıl olurmuş!


74. Ve sonra, o'nun ardından -her birini kendi toplumlarına olmak üzere- [başka] elçiler gönderdik; öyle ki o'nlar da hakkın apaçık delillerini ortaya koydular; fakat onlar bir kere yalanlamış bulundukları şeye (sonradan) bir türlü inanmak istemediler: haddi aşanların kalplerini Biz işte böyle mühürleriz. 

14 Ocak 2014 Salı

Yûnus Sûresi 47-56 Ayetleri M. Esed Meali


47. Her ümmet için mutlaka bir elçi olagelmiştir: ancak (her ümmetin) elçisi geldikten [ve tebliğini yaptıktan] sonra onlar hakkında bütünüyle adaletle yargıda bulunulur; ve onlara asla haksızlık yapılmaz.

48. Buna rağmen yine de [hakkı inkâr edenler:] “[kıyamet ve (nihaî) yargı hakkındaki] bu söz ne zaman gerçekleşecek? Eğer doğru sözlü kimselerseniz [buna cevap verin, ey siz inananlar]!” diye sorup duruyorlar.

49. [Ey Peygamber] de ki: “Allah dilemedikçe, ben kendim ne bir zararı önleyecek ne de kendime bir yarar sağlayabilecek güçteyim. Her ümmet için bir süre belirlenmiştir: süreleri son bulunca, onu ne bir an geciktirebilirler, ne de çabuklaştırabilirler”.

50. De ki: “Ya bir gece vakti, ya da güpegündüz, eğer O'nun azabı başınızda koparsa, [neler hissedebileceğinizi] hiç düşündünüz mü? Günaha gömülüp gitmiş bir toplumun bunu tezlikle istemesini gerektirecek nasıl bir umudu olabilir ki?

51. Peki, gelmesinde [meydan okurcasına] tezlik gösterdiğiniz (ve) şimdi [size, ‘Ona inanıyor musunuz?’ diye sorulacağı o Gün] gelip çattıktan sonra mı, ancak o zaman mı, ona inanacaksınız?

52. O Gün ki, [dünya hayatında] haksızlık yapmaya eğilim gösterenlere, ‘Tadın bitmeyen azabı’ denecek, yapageldiğiniz işlerin karşılığından başkasıyla mı cezalandırılıyorsunuz sanki?”

53. Bazıları da sana, “Bütün bunlar gerçek mi?” diye soruyorlar. De ki: “Elbette! Rabbim hakkı için, katıksız gerçek bu ve sizler de [büyük sorgulamadan] asla kaçamayacaksınız!”

54. Haksızlık yapan herkes, dünyadaki her şey onun olsa, [o Gün] onu kurtulmak için fidye olarak verirdi. Ve [o zalimler kendilerini bekleyen] azabı görünce pişmanlıklarını gösterecek gücü (bile) kendilerinde bulamayacaklar. Yine de onlar hakkında adaletle yargıda bulunulacak; kendilerine zulmedilmeyecektir.

55. Dikkat edin! Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır! Dikkat edin! Allah'ın vaadi, başa gelmesinden şüphe edilmeyecek bir gerçektir; ne var ki, onların çoğu bunu bilmez!


56. Hayatı bahşeden ve ölümü takdir eden O'dur; ve sonunda hepiniz O'na dönmek zorundasınız. 

5 Ocak 2014 Pazar

Yûnus Sûresi 22-46 Ayetleri M. Esed Meali

22. Sizi karada ve denizde gezdiren O'dur. Öyle ki, gemilerle denize açıldığınızda, gemilerin elverişli bir rüzgârın önünde yolcuları alıp götürdüğü zaman [olanları düşünün,] gemidekiler sevinç ve güvenlik içinde hissederler kendilerini; derken bir fırtına yakalar gemiyi ve dalgalar her yandan kuşatır onları, öyle ki, [ölümün] kendilerini çepeçevre sardığını düşünürler de [o zaman] dinlerine sıkı sıkı sarılıp yalnızca Allah'a yönelerek: “Bizi bu (felaketten) kurtarırsan, andolsun ki şükreden kimselerden olacağız!” diye yalvarıp yakarırlar O'na.

23. Ne var ki, Allah onları bu [felaketten] kurtarır kurtarmaz, hemen yeryüzünde haksız yere azgınlık yapmaya koyulurlar! Ey insanlar! Yaptığınız bütün taşkınlıklar döne dolaşa yine kendinizi bulacaktır! [Yalnızca] bu dünya hayatının (geçici) doyumları[nı] gözetiyorsunuz: fakat [hatırlayın ki,] sonunda Bize döneceksiniz ve o zaman [hayatta] yapıp-ettiğiniz her şeyi size (eksiksiz) haber vereceğiz.

24. Bu dünyadaki hayatın örnekçesi gökten indirdiğimiz yağmurunki gibidir ki onu, insanların ve hayvanların beslendiği yeryüzü bitkileri emer, tâ ki yeryüzü göz alıcı görkemine kavuşup süslenip bezendiği ve sakinleri onun üzerinde bütünüyle egemen olduklarına inandıkları zaman, bir gece vakti yahut güpegündüz (kıskıvrak yakalayan) hükmümüz iner ona; ve böylece onu kökünden biçilmişe çeviririz, sanki dün de yokmuş gibi! Düşünen insanlar için işte Biz böyle açık açık ve ayrıntılı olarak dile getiriyoruz ayetlerimizi!

25. (Böyle yapmakla) [bilin ki] Allah, [insanı] huzur ve güvenlik ortamına çağırmakta ve dileyeni dosdoğru bir yola yöneltmektedir.

26. İyi ve yararlı işler yapmakta sebatlı olanları (karşılık olarak) daha iyisi ve ondan da fazlası beklemektedir. [Kıyamet Günü'nde] onların yüzlerini ne bir kararma, ne de bir aşağılanma gölgelemeyecektir: İşte bunlardır cennetlikler; orada ebedî kalacak olanlar.

27. Ama kötü işler yapmış olanlara gelince; kötülüğün karşılığı kendisi kadar olacaktır; ve Allah'a karşı kendilerini savunacak kimseleri olmayacağına göre- (utanç) ve aşağılanma onları, sanki yüzlerini kopkoyu bir gecenin karanlığı bürümüş gibi, gölgeleyecek: İşte bunlardır cehennemlikler; orada yerleşip kalacak olanlar...

28-29. Çünkü, bir gün onların hepsini bir araya toplayacağız ve [hayattayken] Allah'tan başkalarına ilahlık yakıştıranlara: “Siz ve Allah'a ortak koştuğunuz o şeyler, [o varlıklar ve güçler, hepiniz] olduğunuz yerde kalın!” diyecek ve böylece onları birbirinden ayıracağız. Ve (o zaman) Allah'a ortak koştukları kimseler, [vaktiyle kendilerine kul-köle olmuş olanlara]: “Sizin tapınıp durduğunuz biz değildik;  bizimle sizin aranızda hiç kimse Allah'ın yaptığı gibi şahitlik yapamaz: gerçek şu ki, [bize] tapındığınızın farkında bile değildik”.

30. O an ve işte orada herkes geçmişte yapıp-ettiğiyle sorgulanacak; herkes Allah'a, O yüceler yücesi gerçek sahibine döndürülecek; onların boş hayalleri kendilerini yüzüstü bırakacaktır.

31. De ki: “Sizi göğün ve yerin ürünleriyle rızıklandıran kimdir? Yahut kimdir işitme ve görme yetisi üzerinde mutlak egemen olan? Kimdir ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıkaran? Ve (yine) kimdir var olan her şeyi çekip çeviren?” Şüphesiz, diyecekler ki: “(Elbette) Allah('tır)!” Öyleyse, de ki: “Peki, O'na karşı artık gereken duyarlığı göstermeyecek misiniz?

32. (Hem de) O'nun, sizin Rabbiniz Allah olduğunu, Mutlak ve Nihaî Hakikat olduğunu bildiğiniz halde! Çünkü, hakikat [terk edildik]ten sonra, geriye sapıklıktan başka ne kalır? Öyleyse, hakikati nasıl gözden kaçırabilirsiniz?”

33. Böylece günahkârca davranmaya eğilimli olanlar hakkında Rabbinin sözünün hak olduğu ortaya çıkmış oldu: “Onlar inanmayacaklar”.

34. De ki: “O sizin tanrılaştırdığınız varlıklar arasında [hayatı] yoktan var edip de sonra onu tekrar tekrar yaratan var mı?” De ki: “[Ancak] Allah'tır, [bütün karmaşıklığıyla hayatı] yoktan var eden ve sonra tekrar tekrar yaratan. Hal böyleyken, nasıl oluyor da, yanlış hükmediyorsunuz!”

35. De ki: “O sizin tanrılaştırdığınız varlıklardan hiç sizi hakka eriştiren var mı?” De ki: “[Yalnızca] Allah'tır hakka eriştiren. Öyleyse, hakka eriştiren mi izlenmeye layıktır, yoksa kendisine yol gösterilmedikçe bir başına doğru yolu bulamayacak durumda olan mı? Peki, ne oluyor size ve muhakemenize!”

36. Onların çoğu sadece zanna uymaktadırlar. Oysa zan hiçbir şekilde hakkın yerini tutamaz. Gerçek şu ki, Allah onların yaptıklarını bütünüyle bilmektedir.


37. İmdi, bu Kur’an, asla Allah'tan başkası tarafından tasarlanmış, uydurulmuş olamaz; üstelik o, önceki vahiylerden hakikat adına bugüne kalmış ne varsa onu doğrulayıp, âlemlerin Rabbinden [geldiğinden] şüphe olmayan vahyi özlü bir biçimde açıklıyor.

38. (Buna rağmen) yine de, [hakkı inkâra şartlanmış olanlar], “Onu [Muhammed] uydurdu!” diyorlar. [Onlara] de ki: “Eğer doğru sözlü kimselerdenseniz, o zaman, onunkilere eş değer bir sure getirin; hem [bu iş için] Allah'tan başka kimi yardıma çağırabilirseniz çağırın!”

39. Hayır hayır, aslında onlar özünü, hikmetini kavrayamadıkları ve önceden kendilerine açıklanmamış her şeyi yalanlamaya eğilimliler. Onlardan önce gelip geçenler de işte böyle gerçeği yalanlamaya yeltenmişlerdi. (Gerçeği görmek istiyorsan) zalimlerin sonunun nasıl olduğuna bir bak!

40. Onların içinde bu [ilahî vahye] hemen inanacak olanlar olduğu gibi, sonuna kadar inanmayacak olanlar da var; (ne olursa olsun) senin Rabbin bozgunculuk yapanları çok iyi bilmektedir.

41. Bunun içindir ki, [ey Peygamber] seni yalanlamaya kalkışırlarsa o zaman (onlara) de ki: “Benim yapıp-ettiklerim bana [yazılacak], sizin yapıp-ettikleriniz de size: ne siz benim yaptıklarımdan sorumlusunuz, ne de ben sizin yaptıklarınızdan sorumluyum”.

42. Ve, onların aralarında sana kulak verir gibi yapanlar var; ama, eğer akıllarını kullanmıyorlarsa, sen sesini hiç sağırlara işittirebilir misin?

43. Ve yine onların aralarında sana bakıyormuş gibi yapanlar var; ama, eğer göremiyorlarsa, sen hiç körlere doğru yolu gösterebilir misin?

44. Gerçek şu ki, Allah (hiçbir konuda) insanlara en küçük bir haksızlık yapmaz; fakat insanların yine kendileridir kendilerine haksızlık yapan.

45. Ve o Gün Allah onları [huzuruna] topladığı zaman [onlara öyle gelecek ki yeryüzünde] sanki sadece tanışmalarına yetecek kadar (kısa bir süre), sadece gündüzün bir saati kadar kalmışlar; (vaktiyle) Allah'ın huzuruna çıkarılacakları uyarısını yalanlayan ve [bu yüzden] doğru yolu tutmaktan geri duranlar (o Gün) bütün bütün yanılmış, kaybetmiş olacaklar.


46. Ve (bu söylediklerimiz doğrultusunda) onlara [hakkı inkar edenlere] hazırladığımız şeylerden bazılarını sana ya [bu dünyada] gösteririz ya da [ceza gerçekleşmeden önce] senin canını alırız; [ama bil ki,] onların dönüşü er geç Bizedir; ve Allah, onların bütün edip-eylediklerine tanıktır. 

3 Ocak 2014 Cuma

Yûnus Sûresi 1-21 Ayetleri M. Esed Meali


1. Elif-Lâm-Râ. Bunlar hikmetle dolu olan ilahî kitabın ayetleridir.

2. Kendi içlerinden birine, “Bütün insanlığı uyar; imana erişenlere, her bakımdan içtenlikli ve dürüst olmakla Rablerinin katında öteki herkesten ileri geçtiklerini müjdele” diye vahyetmemiz insanların tuhafına mı gitti? [Yalnızca] hakkı inkâr edenler, “Bakın, bu (adam) düpedüz bir büyücü!” derler.

3. Gerçek şu ki, sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı evrede yaratan, sonra da kudret ve egemenlik makamına geçip varlığı yöneten Allah'tır. O'nun izni olmadıkça, araya girip kayıracak kimse yoktur. İşte böyledir sizin Rabbiniz: öyleyse [yalnızca] O'na kulluk edin: artık bunu (iyice) aklınızda tutmayacak mısınız?

4. Hepiniz topluca O'na döneceksiniz: bu Allah'ın, gerçekleşmesi kaçınılmaz olan sözüdür, çünkü O [insanı] bir kere yarattıktan sonra buna sonuna kadar devam ediyor ki, imana erişip iyi ve yararlı işler, eylemler ortaya koyanları adaletle ödüllendirsin. Hakkı inkâra yeltenenleri ise, hakkı inat ve ısrarla reddetmelerinden ötürü yakıcı bir umutsuzluk içkisi ve can yakıcı bir azap beklemektedir.

5. Güneşi parlak bir ışık [kaynağı] ve ayı aydınlık kılan, ve yılların sayısını bilesiniz, [zamanı] ölçebilesiniz diye ona evreler koyan O'dur. Bunların hiç birini Allah bir anlam ve amaçtan yoksun yaratmış değildir. (Allah), bilmek isteyen bir topluluk için ayetlerini ayrıntılı olarak (işte böyle) açıklıyor:

6. Çünkü, gerçekten de, geceyle gündüzün artarda gelmesinde ve Allah'ın göklerde ve yerde yarattığı her şeyde, O'na karşı sorumluluk bilinci taşıyan bir toplum için mutlaka işaretler vardır!

7-8. Beri yandan, er geç Bizim karşımıza çıkacaklarına inanmayıp kendilerini bu dünya hayatıyla hoşnut kılmaya çalışanlara, onun ötesini gözetmeyenlere ve (böylece) Bizim ayetlerimizi umursamayanlara gelince: yapageldikleri [bütün o kötülüklerden] ötürü onların varacağı yer ateştir.

9. [Ama], doğrusu, imana erişip doğru ve yararlı işler yapanlara gelince, Rableri imanlarından dolayı onları doğru yola eriştirmektedir. [Ahirette] nimetlerle dolu has bahçelerde onların ayakları altında dereler, ırmaklar çağıldayacaktır;

10. orada [o mutluluk makamında] onlar “Ey Allahım! Sınırsız kudret ve izzetinle ne yücesin!” diye çığrışırlar; ve onlara, “Size selâm olsun” diye karşılık verilir; bunun üzerine onlar da son söz olarak: “Bütün övgüler, âlemlerin Rabbi olan Allah'a özgüdür!” derler.


11. [İmdi], eğer, onların iyilik [olarak gördükleri şeyin kendilerine] ulaşmasını aceleyle istedikleri gibi, Allah da insanlara [günahları yüzünden hak ettikleri] şerri tezelden verseydi, onların sonu çarçabuk gelmiş olurdu! Ama Biz, Bizimle er geç karşılaşacaklarına inanmayanları o kurumlu azgınlıkları içinde körcesine bocalayıp dururlarken kendi hallerine bırakırız.

12. Zaten, insanın başına bir sıkıntı gelince yan yatarken de, oturup kalkarken de Bize yalvarıp yakarır; ama ne zaman ki sıkıntısını gideririz, başına gelen sıkıntıdan kendisini kurtaralım diye sanki Bize hiç yalvarıp yakarmamış gibi [nankörce] davranmaya devam eder! Kendi güçlerini boşa harcayan (budala)lara, yapıp-ettikleri işte böyle güzel görünür.

13. Ve gerçek şu ki, sizden önce, kendilerine gönderilen peygamberler onlara hakkın apaçık delillerini getirdikleri halde [inat ve ısrarla] zulüm (ve kötülük) yapmaya devam ettikleri zaman, nice nesilleri yok ettik; çünkü onlar [bu delillere ya da peygamberlere] inanmayı reddettiler. Biz işte böyle cezalandırırız günaha gömülüp giden toplumları.

14. Ve derken sizi yeryüzünde onların ardılları kıldık ki nasıl davranacağınıza bakıp değerlendirelim.


15. Ve (de) [hal böyleyken:] ne zaman ayetlerimiz bütün açıklığıyla kendilerine okunup ulaştırılsa, o Bizim huzurumuza çıkacaklarına inanası gelmeyen kimseler, “Bize bundan başka bir söylem/bir öğreti getir; ya da bunu değiştir” diyecek olurlar. [Ey Peygamber] de ki: “Onu kendiliğimden değiştirmem olacak şey değil; ben ancak bana vahyedilene uyarım. Bakın, [bu konuda] Rabbime baş kaldıracak olursam, dehşet veren o [Büyük] Gün (gelip çattığında) azabın [beni bulmasın]dan korkarım!”

16. De ki: “Allah [başka türlüsünü] dileseydi, size bu [ilahî kelâmı] okuyup duyurmazdım; O da size ulaştırmazdı onu. Gerçek şu ki, bu [vahiy bana gelmezden] önce bir ömür boyu aranızda bulundum: öyleyse, yine de aklınızı kullanmayacak mısınız?”

17. Hem, kendi uydurduğu yalanları Allah'a yakıştıran ya da O'nun ayetlerini yalanlayan kimseden daha zalim kim olabilir? Doğrusu, (böyle yaparak) günaha gömülüp giden kimseler kurtuluşa asla erişemeyeceklerdir;

18. ve [ne de] Allah'la beraber, kendilerine ne bir yarar ne de zarar verebilecek durumda olmayan şeylere veya varlıklara kulluk edip [kendi kendilerine], “Bunlar bizim Allah katındaki kayırıcılarımızdır” diyen [kimse]ler!.. De ki: “Göklerde ve yerde Allah'ın bilmediği bir şeyi mi O'na haber verebileceğinizi sanıyorsunuz? (Yoo,) kudret ve egemenliğinde sınırsız olan O'dur, ve insanların O'na, ilahlığında ortak yakıştırdıkları her şeyden sonsuzcasına yücedir.

19. Ve [bil ki,] bütün insanlık sadece bir tek topluluk halindeydi, ama sonradan ayrı görüşleri benimsemeye başladılar. Şayet (bu konuda) Rabbinin katında önceden belirlenmiş bir karar olmasaydı düştükleri bütün bu ayrılıklar [daha başlangıçta] çözümlenmiş olurdu.

20. İmdi [hakkı inkâr edenler]: “Ona niçin Rabbinin katından mucizevî bir alamet indirilmiyor?” deyip duruyorlar. O halde, (onlara) de ki: “İnsanoğlunun görüp algılayamayacağı şeylerin bilgisi ancak Allah'a özgüdür. Öyleyse, bekleyin [O'nun iradesi tecelli edinceye kadar:] hem, ben de sizinle bekleyeceğim!”


21. Ve [işte bunun gibi:] ne zaman kendilerine (bir) darlık dokunup geçtikten sonra [bu tür] insanlara rahmet[imizden biraz] tattırsak, hemen ayetlerimiz hakkında asılsız iddialar tasarlamaya başlarlar. De ki: “İnce tasarımda Allah [sizden çok] daha tezdir!” Dikkat edin! Bizim [görünmeyen] habercilerimiz tasarlayıp durduğunuz her şeyi (inceden inceye) kaydediyorlar!

2 Ocak 2014 Perşembe

İsrâ Sûresi 107-111 Ayetleri S. Kutub Tefsiri


107- De ki; "Siz bu Kur'an'a ister inanın, ister inanmayın, o bundan önce kendilerine bilgi verilenlere okunduğunda, onlar çeneleri üzerine secdeye kapanırlar."

108- Ve derler ki, "Rabbimizin şanı yücedir, O'nun verdiği söz kesinlikle yerine gelecektir."

109- Çeneleri üzerine secdeye kapanırlarken, gözyaşları dökerler. Kur'an onları ürpertir, saygılarını artırır."


Bu derin anlamlı bir sahnedir. Vicdanlara dokunmaktadır. Bu, daha önceden kendilerine ilim verilenlerin sahnesidir. Bunlar Kur'an'ı dinliyorlar. İçten ürperiyorlar. "Çeneleri üzerine secdeye kapanıyorlar."

Sonra dilleri çözülüyor. Duygularına hâkim olan hisleri Allah'ın yüceliğini ve sözünün doğruluğu ile ifade ediyorlar: "Rabbimizin şanı yücedir. O'nun verdiği söz kesinlikle yerine gelecektir."

Tamamen Kur'an'ın etkisi altına girerler. Gönüllerinde coşan gerçeği tasvir etmede sözcükler yeterli olmuyor. Sözcüklerin tasvir etmekten aciz kaldığı bu derin etkinin bir ifadesi olarak gözlerinden yaşlar boşanıyor: "Çeneleri üzerine kapanıp gözyaşları dökerler. Kur'an onların içten gelen ürpertilerini arttırır."

Derin bir bilinç halini sergileyen bir sahnedir bu. Bu Kur'an'ın aydınlık olmaya açık, daha önceden kendisine verilmiş bilgiden ötürü, yapısını ve değerini bilen açık kalpler üzerindeki etkisini canlandırmaktadır. Burada söz konusu edilen ilim, yüce Allah'ın Kur'an'dan önce indirdiği kitap bilgisidir. Zira gerçek ilim, Allah'ın katından gelen ilimdir.


110- De ki; "Onu ister ‘Allah’ diye çağırın, ister ‘Rahman’ diye çağırın. Hangisiyle çağırırsanız çağırın, en güzel isimler O'nundur. Namazda sesini fazla yükseltme, fazla da kısık tutma, bu ikisi arasında bir yol tut. "


Bunun dışında kalan anlayışlar tartışmaya ve yorumlamaya değmeyecek olan cahiliyenin saçmalıkları ve puta tapıcılığın yanılgılarıdır.

Ayrıca Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun- namazında açık ile gizli arasında orta bir yol tutmakla emrolunuyor. Zira onlar peygamberin namazını alaya alıyor ve onu rahatsız ediyorlardı. Ondan nefret edip kaçıyorlardı. Herhalde bu emir de bir hikmete bağlıdır. Çünkü Allah'ın huzurunda duruşta en uygun olan gizli ile açık arasında orta bir yol izlenerek okunmasıdır:


111- De ki; "Hamd, çocuk edinmemiş olan, egemenlikte ortağı bulunmayan ve güçsüzlüğünü telafi edecek bir destekçiye gerek duymayan Allah'a mahsustur. O'nun büyüklüğünü gereğince dile getir(in).”


Sure başladığı gibi, Allah'ın noksan sıfatlardan arındırılması, çocuksuz ve ortaksız olan birliğinin yerleştirilmesi, O'nun dosta ve yardımcıya ihtiyacının asla olmadığı, O'nun yüce ve ulu olduğunun bildirilmesi ile sona eriyor.


Bu son bölüm, surenin etrafında dönüp dolaştığı eksenini, başlangıç ve bitimini özetlemektedir.

1 Ocak 2014 Çarşamba

İsrâ Sûresi 100-106 Ayetleri S. Kutub Tefsiri


100- Onlara de ki; "Rabbimin rahmet hazineleri sizin elinizde olsa, bu hazineler tükenir kaygısı ile kimseye bir şey vermezdiniz. Zaten insan son derece cimridir."


Böylece, cimriliğin en aşırısı tasvir edilmiş oluyor. Zira Allah'ın rahmeti her şeyi kuşatacak genişliktedir. Azalmasından ve tükenmesinden korkulmaz. Fakat bu insanların gönüllerine giren cimrilik, bu rahmeti engellemeye ve onunla cimrilik yapmaya itecektir.


101- Biz Musa'ya dokuz somut mucize verdik. Sor İsrailoğulları'na istersen. Musa onlara peygamber olarak geldiğinde, Firavun kendisine "Ya Musa, benim görüşüme göre sen büyülenmişsin" dedi.

102- Musa (da) ona dedi ki; "Bu mucizelerin, getirdiğimiz ilahi mesajın gerçek olduğunu gösteren kanıtlar olarak yerin ve göklerin Rabbi tarafından gönderildiklerini kesin (olarak) biliyorsun. Ey Firavun, bana göre (de) sen mahvolmaya aday oluyorsun."

103- Firavun İsrailoğulları'nı yurtlarından sürmek istedi, biz onu yanındakiler ile birlikte denizde boğuverdik.

104- Onun ardından İsrailoğulları'na "Bu ülkede oturunuz. Ahiret günü gelince sizleri hep birlikte mahşerde bir araya getiririz" dedik.


Hz. Musa'nın ve İsrailoğulları'nın kıssasının bu bölümünde surenin akışı, surenin başında sözü edilen Mescid-i Aksa ve yine baş tarafta ele alınan İsrailoğulları ve Hz. Musa kıssası ile tam bir uyum sağlamaktadır. Bunun ardından ahiret hatırlatılıyor ve Firavun'un ve toplumunun getirilişi ele alınıyor. Zira surenin akışı içinde yakında bir kıyamet sahnesi yer almış ve bu sahnede canlandırılan dirilişi yalanlayanların akıbetlerine dikkat çekilmişti.

Burada sözü edilen dokuz mucize ise: 1- Hz. Musa'nın beyaz eli, 2- Asası, 3- Yüce Allah'ın Firavun ve toplumunun başına verdiği kıtlık, 4- Verimin azalması, 5- Tufan, 6- Çekirge, 7- Tahıl güvesi, 8- Kurbağa ve 9- Kan'dır...

Doğru söz, Allah'ın birliği, zulmü-azgınlığı ve işkenceyi bırakmaya çağrıda bulunma, tağutların geleneğinde ancak büyülenmiş, ne dediğini bilmeyen insanların taktiğidir. Firavun gibi azgın tağutlar bu gerçekleri düşünemezler, akli dengesi yerinde bulunan bir insanın mevcut şartlara başkaldırıp onları eleştireceğine, akıl erdiremezler!

Musa'ya gelince, o kendisine verilen parlak ve açık gerçek ile kuvvetlidir. Allah'ın kendisine yardım edeceğine ve zorba tağutları cezalandıracağına güveni tamdır:

"Musa ona dedi ki; "Bu mucizelerin, getirdiğim ilahi mesajın gerçek olduğunu gösteren kanıtlar olarak yerin ve göklerin Rabbi tarafından gönderildiklerini kesin biliyorsun. Ey Firavun benim görüşüme göre sen mahvolmaya adaysın."

Allah'tan başka hiç kimsenin bu harika olaylara gücünün yetmeyeceğini bildiğin halde, Allah'ın ayetlerini yalanlamanın cezası olarak yıkılacak, yok olacaksın. Çünkü bu mucizeler apaçık ortada, apaydınlık ve gözler önünde(ki) olgulardır. Sanki bunlar gerçekleri aydınlatıp ortaya koyan gözlerdir.

Bu durumda azgın tağut, kaba gücüne sığınıyor. Onları yurtlarından söküp atmaya ve yok etmeye karar veriyor. İşte azgın tağutlar gerçek sözü bu şekilde karşılamayı düşünürler. Böylece azgın iktidarlara karşı Allah'ın sözü gerçekleşmiş olur. Zalimlerin yok edişine ve sabreden ezilenlerin onlara mirasçı kılınmasına ilişkin yasası yürürlüğe girer: Biz de Firavun'u beraberindekilerle birlikte denizde boğdurduk. Onun ardından İsrailoğulları'na "Bu ülkede oturunuz, ahiret günü gelince, sizleri hep birlikte mahşerde bir araya getiririz" dedik.

İşte ayetleri -mucizeleri- yalanlamanın akıbeti böyle oldu. Yine işte bu şekilde Allah yeryüzünü ezilenlere miras olarak verdi. Orada onları kendi eylemleri ve yaşayışları ile baş başa bıraktı. Daha önce surenin başında onların akıbetlerinin nasıl olduğunu görmüştük. Burada ise onların ve düşmanlarının durumları ahiretteki mahkemeye havale ediliyor:

"Ahiret günü gelince sizleri mahşerde hep birlikte bir araya getiririz."

Bunlar harikalardan, mucizelerden bazı örneklerdir. Yalanlayıcıların onları nasıl karşıladıklarını ve Allah'ın yasasının yalanlayıcıları ne biçimde cezalandırdığını açıklamaktadır. Kur'an ise, sürekli bir mucize olsun diye Hak ile indirilmiştir. Uzun zaman dilimi içinde yavaş yavaş okunsun diye bölüm bölüm indirilmiştir:


105- Biz Kur'an'ı Hak içerikli olarak indirdiğimiz gibi, onun iniş amacı da hakkı gerçekleştirmektir. Ey Muhammed, seni müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.

106- Kur'an'ı insanlara ağır ağır okuyasın diye bölümlere ayırdık ve ihtiyaçlar gerektikçe bölüm bölüm indirdik.


Bu Kur'an, bir ümmeti eğitmek ve ona bir düzen kurmak için gelmiştir. Bu ümmet de onu dünyanın doğusuna ve batısına, dört bir yanına yaymakla yükümlüdür. Bu düzeni, eksiksiz ve mükemmel metoduna, sistemine uygun biçimde tüm dünyaya öğretmekle mükelleftir. İşte bu nedenle Kur'an söz konusu ümmetin pratik-realiteye dayalı ihtiyaçlarına karşılık verecek biçimde bölümler halinde inmiştir. Böyle bir iniş yöntemi ilk terbiye, eğitim zamanı ve şartlarına da uygun düşmüştür. Eğitim işi uzun zaman alan deneyimleri gerektirir. Kur'an, hazırlık aşamasında bölüm bölüm gerçekleştirilsin diye uygulamaya dayalı bir sistem olarak inmiştir. Teorik bir fıkıh, soyut bir düşünce ve zihinsel değerlendirmeler için sunulan bir sistem değildir.

İşte Kur'an'ın ilk dönemden itibaren bütün bir kitap olarak değil de, bölümler halinde inmiş olmasının hikmeti de budur.

İlk Müslüman kuşak Kur'an'ı bu şekilde anladı. Her bir emir veya yasağı, Kur'an'dan edindikleri her bir görev ve emirleri hayatta uygulanmak üzere verilmiş bir direktif olarak değerlendirdiler.

Onu akıllarını veya ruhlarını tatmin etme aracı olarak algılamadılar. Şiir ve edebi metinler gibi değerlendirmediler. Eğlence ve teselli araçları olan hikâyeler ve efsaneler gibi onu kabul etmediler. Onunla günlük hayatlarını şekillendirdiler. Duygularını, vicdanlarını, yaşayışlarını, çalışmalarını, evlerini ve geçimlerini ona göre şekillendirdiler. Böylece Kur'an, onların daha önce bildiklerini, miras aldıklarını ve yaptıklarını bir kenara iterek yeniden hayatlarını şekillendiren bir hayat kitabıydı.

İbn-i Mes'ud’dan gelen bir rivayette -Allah ondan razı olsun- “Bizden herhangi birimiz Kur'an'dan öğrendiğimiz on ayetin anlamını iyice kavrayıp, hayata eksiksiz bir şekilde geçirmedikçe, başka ayetleri öğrenmeye yeltenmezdik.” demiştir.

Yüce Allah bu Kur'an'ı Hakka dayalı olarak indirdi. Kur'an yeryüzünde Hakkı yerleştirmek ve sağlamlaştırmak için inmiştir.

Hak, Kur'an'ın özü, Hak Kur'an'ın amacıdır. Kur'an'ın ilkeleri Hakka dayalıdır. Hakka önem verir Kur'an. Varlık yasasında değişmez, köklü bir yasadır Hak. Bu öyle bir haktır ki, Allah gökleri ve yeri onunla ayakta durdurmuştur. Her ikisi de Hak ile iç içedir. Kur'an'ın kendisi de bütün bir varlığın esasına bağlıdır. O’na işaret eder, O’nu gösterir ve O’nun bir parçasıdır. Hak, Kur'an'ın eti ve kemiğidir. Hak Kur'an'ın özü ve ana gayesidir. Peygamber de getirmiş olduğu bu gerçeği müjdeleyen ve ona aykırı düşmekten sakındıran Allah'ın elçisidir.


Burada Peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- bu gerçek ile toplumun karşısına çıkması ve yollarını seçmelerini kendilerine bırakması isteniyor. İster Kur'an'a inansınlar, ister inanmasınlar. Artık kendileri için seçmiş oldukları yolun sonuçlarına kendileri katlanmak zorundadır... Ayrıca onların gözleri önüne bir de örnek koyuyor: Bunlar daha önceden kendilerine ilim verilmiş olan Yahudilerin ve Hristiyanların bu Kur'an'a iman edenleridir. Kendilerine ne ilim ne de kitap verilmediği ve okuma-yazmaları olmadığı halde bunlar onlara örnek olarak veriliyor ki, belki onları örnek alırlar ve kılavuz edinirler: