94-
İnsanlara doğru yol kılavuzu geldiğinde ona inanmamalarının tek gerekçesi,
onların: "Allah bir insanı mı peygamber olarak gönderdi?" şeklindeki
anlayışlarıdır.
Bu yanlış anlayışın
kaynağı, insanların beşer oluşlarının değerini ve bu beşer oluşun Allah
katındaki yerini kavramamaktır. Bu
nedenle bir insanın Allah katından haber getiren bir elçi olmasını çok
görmüşlerdir. Ayrıca bu yanlış
anlayışa düşmelerinin bir nedeni de evrenin yapısını ve meleklerin yapısını
iyice kavramayışlarıdır. Meleklerin şu yeryüzünde meleklik sıfatı ile
dolaşmaları, insanlardan ayrı birer varlık oldukları ve melek oldukları herkes
tarafından kesin biçimde kabul edebilecek biçimde ortada oldukları halde bu
dünyada yaşamayacaklarını, böyle bir yaşama uyum sağlayabilecek durumda
olmadıklarını anlayamamaktan kaynaklanıyor.
95-
De ki; "Eğer yeryüzünde doğallıkla, rahatça gezinen melekler yaşasaydı,
onlara gökten melek kökenli bir peygamber gönderirdik.”
Eğer yüce Allah, meleklerin
yeryüzünde yaşamasını takdir etseydi, onları insan biçiminde yaratırdı. Zira bu
şekil yaratılışın yasalarına ve yeryüzünün yapısına uygun düşmektedir.
Allah'ın
her şeye gücü yeter. Fakat O yaratıklarını yaratmış, onlar için
değişmez yasalar belirlemiş ve bu yasalara uygun takdir ve seçimlerde
bulunmuştur. Bu yasaların değişmeden, farklılık göstermeden yoluna devam
etmelerini takdir etmiştir. Böylece yaratılış ve oluşuma ilişkin hikmeti de
gerçekleşmiştir. Fakat insanlar bu gerçeği kavrayamamışlardır!
Bu, Allah'ın yaratıklara
ilişkin değişmez yasası olduğundan peygamberine -salât ve selâm üzerine olsun-
müşriklerle tartışması sona erdirmesini emrediyor, kendisinin de düşmanlarının
da işini Allah'a havale etmesini, O’nu şahit tutmasını, kendilerine yönelik
hükmünü vermesi için işleri O'na bırakmasını istiyor. Çünkü O kulların hepsini gören ve hepsinden haberi olandır.
96-
De ki; "Benimle sizin aranızda Allah'ın şahitliği yeterlidir. O kullarının
yaptıkları her işten haberdardır ve her şeyi görür. "
Bu tehdit kokusu taşıyan
bir sözdür. Akıbeti ise, korkunç kıyamet sahnelerinin birinde çizilmektedir:
97-
Allah kimi doğru yola iletirse o doğru yolda olur. Kimi saptırırsa da onlar
için kendisinden başka bir kurtarıcı bulamazsın. Kıyamet günü biz onları kör,
dilsiz ve sağır olarak yüzüstü süründürürüz. Varacakları yer cehennemdir.
Oranın ateşi sönmeye yüz tuttukça onu yeniden tutuştururuz.
98-
Onların cezaları budur. Çünkü ayetlerimizi yalanlamışlar ve "Biz kemik ve
toz haline dönüştükten sonra diriltilerek yaratılışın yeni bir aşamasına mı
geçeceğiz?" demişlerdi.
99-
Onlar gökleri ve yeri yoktan var eden Allah'ın kendi benzerlerini bir kez daha
yaratmaya gücünün yeteceğini görmüyorlar mı? Üstelik Allah onlar için bir gün
sona ereceği kuşkusuz olan sınırlı bir yaşama süresi belirledi. Buna rağmen bu
zalimler kâfirlikte direndiler.
Yüce
Allah doğru yolun da sapıklığın da yasalarını belirlemiştir.
İnsanları bu yasalarla baş başa bırakmıştır. Bunlara göre yürümelerini ve
sonunda akıbetlerine katlanmalarını dilemiştir. İnsanın hem doğru yola hem de sapıklığa eğilim duyabileceği gerçeği de
bu yasalardan biridir. Doğru yol üzerinde veya sapıklık yolunda yürüme
isteğinin sonucunda insanın nihai tercihi belirginlik kazanır. Yönelişi ve
çabası ile Allah'ın hidayetini hak edeni Allah doğru yola iletir. İşte
gerçekten doğru yolda olan da budur. Zira o Allah'ın belirlediği doğru yolu
izlemiştir. Doğru yolun delillerinden, belgelerinden, işaretlerinden yüz
çevirerek sapıklığı hak edenleri ise hiç kimse Allah'ın azabından koruyamaz:
"Allah'tan başka onun
bir kurtarıcısını bulamazsın."
Allah onları kıyamet
gününde aşağılayıcı, tiksindirici bir halde mahşer meydanına getirecektir, emekleyerek
yürürler.
Bu kalabalıkta kendilerine
yol gösterecek olan organlarından mahrum olurlar. Bu organlarını etkisiz halde
bulurlar. Sonunda; "Varacakları yer
cehennemdir." Soğumayan ve aralıksız olarak yanan cehennem…
"Sönmeye
yüz tuttukça onu yeniden tutuştururuz."
Bu gerçekten ürperten bir
sonuç ve korkunç bir cezadır. Fakat onlar Allah'ın ayetlerini inkâr etmekle
bunu çoktan hak etmişlerdir. Dirilişi reddetmişler ve meydana gelebileceğini
kabule yanaşmamışlardır.
"Biz kemik ve toz
haline dönüştükten sonra diriltilerek yaradılışın yeni bir aşamasına mı
geçeceğiz?" demişlerdi
Konunun akışı içinde
verilen bu sahne sanki gözler önündeki bir olaydan söz etmektedir. Sanki içinde
yaşadıkları dünya artık sayfalarını kapamış ve uzak bir geçmişe karışmıştır...
Bu Kur'an sahneleri canlandırma ve onları birer canlı realite olarak sergileme
metodunun gereği olarak böyle ifade edilmiştir. Böyle sunar ki, zaman geçmeden
önce bu sahne kalpler ve duygular üzerindeki etkisini göstersin.
Sonra dönüyor, müşriklerle
gördükleri, fakat değerlendiremedikleri realitelere dayalı bir mantıkla
tartışıyor:
"Onlar gökleri ve
yeri yoktan yaratan Allah'ın kendileri gibi küçücük yaratıkları bir kez daha
yaratmaya gücünün yeteceğini görmüyorlar mı?"
Öyleyse dirilişte ne gibi
bir gariplik vardır? Bu dehşet verici evrenin yaratıcısı olan Allah, insanlar
gibi yaratıkları da yaratabilir ve insanları tekrar diriltebilir...
"Üstelik
onlar için sınırlı bir yaşama süresi belirlemiştir."
Bu ecel gelene kadar
kendilerine zaman tanımış ve süresi dolana kadar onlara mühlet vermiştir.
"Buna rağmen zalimler
kâfirlikten başka bir şeyi kabul etmediler."
Öyleyse belgelerin
konuşturulmasından, sahnelerin dile getirilmesinden ve apaçık ayetlerden sonra
onların çarptırıldıkları bu ceza, gerçekten adil bir cezadır.