25-
Rabbiniz kalplerinizdeki duygularınızı herkesten iyi bilir. Eğer iyi kalpli
kimselerseniz, O kendisine başvuranların günahlarını affeder.
Diğer bütün yükümlülükler,
görevler ve sosyal ilişki kurallarına geçmeden önce bu gerçeği dile getiriyor
ki, bundan sonraki her söz ve her eylem ona dayansın. Yanlış yapan veya eksik
yapanlara tevbe ve rahmet kapısını açsın. Sonra bu yapılan hatalardan ve kusurlardan
tevbe edilip dönüş yapılsın.
Kalp doğru olduğu sürece,
bağışlanma kapısı her zaman açıktır. Ayette "Evvabun" diye ifade edilen kimseler ise, her hata
ettiklerinde Rabblerine dönüş yapıp bağışlanma dileyenlerdir.
Anne-babanın haklarını
ortaya koyan surenin akışı, şimdi de bütün akrabaya yöneliyor. Bunlara bir de
yoksulları ve yolda kalmışları ilave ediyor. Böylece yakınlık bağlarını
genişletiyor. En geniş anlamı ile insani bağların hepsini kuşatıyor:
26-
Akrabalarına, yoksula ve yarı yolda kalan yolcuya hakkını ver. Fakat savurganca
davranma.
27-
Çünkü savurganlar; harcamalarında ölçü gözetmeyenler, şeytanın kardeşleridir ve
şeytan da Rabbine karşı son derece nankördür.
28-
Eğer (elin dar olduğu için) Rabbinden umduğun bir rahmeti bekleyerek onlardan
yüz çevirecek, (onlara birşey vermeyecek) olursan, bari onlara yumuşak söz
söyle.
Kur'an'ı Kerim'in
akrabanın, yoksulların, yolda kalmışların, imkânları olanlar üzerinde bir hakkı
olduğunu ve insanın boynuna borç bir yardım türü olarak kabul ettiğini
anlıyoruz. Bu bir insanın başka birine
lütfen yaptığı bir yardım değildir. Bu, Allah'ın farz kıldığı, belirlediği
kulluk ve tevhid ilkesiyle birlikte ele aldığı bir haktır. Mükellefin
vermekle kendi görevini yaparak kendisini kurtardığı, o sadece Allah'ın
kendisine farz kıldığı bir görevi yerine getirmesine rağmen kendisi ile yardımı
alan arasında bir sevgi ortamı oluşturan bir haktır.
Kur'an saçıp savurmayı
yasaklıyor. Saçıp savurma (İbn-i
Mes'ud ve İbn-i Abbas'ın da açıkladığı gibi) "doğru olmayan yerlere harcamada bulunmaktır." Mücahid der
ki: Bir insan malının hepsini Allah yolunda harcasa, "saçıp savurmuş"
olmaz. Bir avuç dahi doğru olmayan yerlere harcasa "saçıp
savurmuş"lardan olur.
Demek
ki, saçıp-savurmanın az veya çok harcama ile ilgisi yoktur. Harcamanın
yapıldığı yerle ilgisi vardır. İşte bu nedenle
saçıp-savuranlar, şeytanın kardeşi olmuşlardır. Zira onlar boş yerlere harcama
yaparken, kötü şeylere de harcama yaparken, aslında günahta harcama yaparlar.
İşte onlar şeytanın dostları ve arkadaşlarıdırlar: "Şeytan (ise) Rabbine karşı çok nankördür." Nimetin
hakkını vermez. Saçıp-savuran kardeşleri de nimetin hakkını ödemezler. Nimetin
hakkı, haddi aşmadan ve saçıp savurmadan onu Allah'a itaat etmek amacıyla
hakların korunması uğrunda harcamaktır.
Eğer bir insan akrabanın,
yoksulların ve yolda kalmışların hakkını ödeyecek bir imkân bulamıyor ve
onlarla yüz yüze gelmekten utanıyorsa, Allah'a yönelsin; hem kendisine hem de
onlara rızık göndermesini O'ndan dilesin. Kendilerini rahata, bolluğa çıkarmasını
Allah’tan dilemelidir. Onlara yumuşak söz söylemelidir. Onların gelişi ile
canını sıkmamalıdır. Onları kendi hallerine bırakıp susmamalı ve onların
gelişiyle sıkıldığı imajını vermemelidir. Hoş ve tatlı bir söz bunun yerine
geçer, umut verici ve güzel olur.
29-
Elini sıkıp boynuna bağlama (cimri olma), onu büsbütün de açma; sonra kınanmış
ve eli boş kalırsın.
Denge İslâm yolunun en
büyük ilkelerinden biridir. Aşırı gitmek de, ihmal etmek gibi dengeyi bozar. Bu
ayette cimrilik elleri boynuna bağlı bir insan olarak tasvir ediliyor.
Savurganlık ise, hiçbir şey tutmayan sonuna kadar açılmış bir el olarak
gösteriliyor.
Cimriliğin sonu da
savurganlığın sonu da bir oturuş şeklinde veriliyor. "Kınanmış ve yorgun düşmüş" bir insanın oturuşu.
Ayette geçen "Hasir" kelimesi
sözlükte "yürüyemez hale düşmüş,
zayıflığından ve acizliğinden durup dinlenen hayvan" demektir.
Cimrinin hali de böyle. Cimriliği, onu öyle bir yorgun düşürür ki, takatten
düşürür, durup dinlenmek zorunda bırakır. Savurganın durumu da farklı değildir.
Onun bu savurganlığı kendisini yorgun düşmüş hayvanın durumu gibi bir duruma
getirir. Her iki halde de kınanmış, pişman olmuştur. Cimrilikte de,
savurganlıkta da... Demek ki, işlerin en
hayırlısı orta olanıdır.
Bu orta yol önerilip
emredildikten sonra rızık verenin Allah olduğu, rızkı genişletip bollaştıranın
O olduğu gibi, daraltıp kısanın da O olduğu belirtiliyor. Harcamada orta yolu
emredenin de rızkı verenin de kendisi olduğu açıklanıyor.
30-
Rabbin dilediğine geniş rızık verir ve dilediğinin rızkını kısıtlar. Hiç
şüphesiz O, kullarını iyi görür, onların durumundan yakından haberdardır.
Dilediği kimsenin rızkını
görerek ve bilerek artırır. Yine görerek ve bilerek dilediği kimsenin rızkını
da kısar. Orta yolu ve itidali emreder. Cimriliği ve savurganlığı yasaklar. Bütün durumlarda en sağlıklı şeyin ne
olduğunu gören ve bilen O'dur. Zaten o her durumda en doğru yola iletmesi
için Kur'an'ı indirmiştir.
Cahiliye döneminde bazı kimseler
fakirlik ve yoksulluk korkusundan kız çocuklarını öldürüyorlardı. Önceki ayette
yüce Allah'ın rızkı dilediğine bol şekilde verdiği, dilediğinin rızkını da
kıstığı vurgulandıktan sonra surenin seyri içindeki en uygun yerde fakirlik
korkusuyla çocukları öldürme yasağı geliyor. Madem ki, rızık Allah'ın elindedir, öyleyse çocukların çokluğu veya bu
çocukların kız ya da erkek oluşu ile fakirliğin hiçbir ilgisi yoktur. Bu konuda yetkinin tamamı Allah'ın
elindedir. İnsanların düşüncesinde fakirlik ile nüfus artışı
arasındaki ilgi reddedildikten sonra ve bu açıdan inançları düzeltildikten
sonra canlıların fıtratına ve hayatın yasasına aykırı olan bu barbarca
geleneğin etkenleri de ortadan kaldırılmış olmaktadır.
31-
Yoksulluk kaygısıyla evlâtlarınızı öldürmeyiniz. Onların da sizin de rızkınızı
veren biziz. Onları öldürmek ağır bir suçtur.
İnanç sisteminde baş gösteren
bozukluk, toplumun pratik hayatında da etkisini gösterir. Bu sapma ve bozulma
sadece inanç bozukluğu ve ibadet niteliği taşıyan ayinlerle sınırlı kalmaz.
Duyguların sağlıklı biçimde işlemesi ve yanlış algılamadan kurtulması sosyal
hayatın da düzelip sağlıklı biçimde işlemesi ve yanlış algılamadan inanç
sisteminin doğruluğundan kaynaklanır. Kızların diri olarak toprağa gömülmesi
örneği insanın sosyal hayatı ve pratiğinde inancın etkilerini en açık bir
şekilde ortaya koymaktadır. Bu örnek
gösteriyor ki, hayatın inançtan etkilenmemesi mümkün değildir. İnancın da
hayattan kopuk biçimde yaşaması düşünülemez.
Şimdi de biz burada
Kur'an-ı Kerim'in hayret verici ifade inceliklerini dile getiren bir örnek
üzerinde kısaca durmak istiyoruz.
Burada çocukların rızkı
babalarının rızkından önce gelmektedir.
"Onların
da sizin de rızkını veren biziz."
En'am suresinde ise
babaların rızkı çocukların rızkından önce gelmekteydi.
"Sizin
de onların da rızkını veren biziz. (En'am Suresi 151)
Bu ifadelerin bu şekilde
verilmesinin sebebi her iki ayetin anlamlarındaki bir diğer farklılıktan
kaynaklanmaktadır. Önce ayetlere bakalım:
"Yoksulluk kaygısıyla
evlâtlarınızı öldürmeyiniz, onların da sizin de rızkını veren biziz."
Diğer ayet ise şudur:
"Yoksulluktan
evlâtlarınızı öldürmeyiniz. Sizin de onların da rızkını veren biziz."
Bu surede çocuklar
fakirliğe sebep oldukları için öldürülmüşlerdir. Bu nedenle onların rızkı
ayette öne alınmıştır. En'am suresinde ise, onların öldürülüşü babalarının
bilfiil fakir olmaları nedeniyle olduğundan, babalarının rızkı öne alınmıştır.
Dolayısıyla rızıkların ileriye-geriye alınışı her iki yerde de ifadelerin
anlamlarına göre uygun yere yerleştirilmiştir.
32-
Sakın zinaya yaklaşmayınız. Çünkü o iğrenç bir kötülük ve kötü sonuçlu bir
yoldur.
Çocukların öldürülüşü ile
zina arasında bir ilişki, bir bağ vardır. Zaten
zina yasağı çocukların öldürülmesi yasağıyla haksız yere adam öldürme yasağı
arasına yerleştirilmiştir. Bu yerleştirmenin nedeni de aynı ilgi ve aynı
bağdan kaynaklanmaktadır.
Hiç
şüphesiz zina da birçok açıdan bir öldürme çeşididir. Her şeyden önce zina hayat özünün kendi
asıl yerinden başka tarafa akıtılmasıyla bir öldürmedir. Zinadan hemen
sonra onun yükümlülüklerinden kurtulmaya çalışma isteği harekete geçer. Bu da
ana rahmindeki ceninin şekillenmeden önce veya şekil aldıktan sonra, doğmadan
önce veya doğduktan sonra öldürülmesi şeklinde bir cinayete neden olmaktadır.
Eğer ana rahmindeki bu çocuk hayata terk edilirse, genellikle kötü bir hayata
veya aşağılanmış bir hayata terk edilmektedir. Bu ise, toplumda herhangi bir şekilde bir hayatın kayboluşudur.
Zina bir başka açıdan da öldürme sayılır. Zina,
içinde yaygınlık kazandığı toplumu öldürür. Soylar kaybolur, kanlar
karışır. Namus ve çocuk konusundaki güven yitirilir. Toplumsal çöküntü başlar.
Bütün bağlar kopar. Diğer toplumlar arasında ölümü andıran bir sonuçla karşı
karşıya gelir.
Zina bir diğer anlamda da
toplum için ölümdür. Zina insanların gayri meşru yoldan kolay bir şekilde
şehevi duygularını tatmin etmelerine yol açar ve evlilik hayatını zorunlu olmayan saçma bir hayata dönüştürür. Aileyi
gerekli olmayan bir yük olarak algılama sonucunu doğurur. Hâlbuki aile yeni
yetişen nesil için en güzel yuvadır. Yeni neslin sağlıklı bir yapıya ve
sağlıklı bir eğitime kavuşması ailesiz düşünülemez.
Eski tarihlerden günümüze
gelinceye kadar hangi toplumda hayâsızlık yaygınlık kazanmışsa, mutlaka onu
çözülmeye götürmüştür. Amerika ve Avrupa'nın Fransa gibi eski milletlerinde bu
çözülmenin etkilerinin apaçık görüldüğü kuşkusuzdur. Amerika Birleşik
Devletleri gibi genç uluslara gelince, zina bu toplumlarda daha etkilerini
yeterince göstermemiştir. Zira bu millet daha yenidir. Ve imkânları da
geniştir. Bu milletlerin hali, şehevi duygularını rastgele bir savurganlıkla
kullanan ve gençliğinde de bu savurganlığının izleri bünyesinde ortaya çıkmayan
fakat ihtiyarlığa ayak bastığında hızlı bir şekilde çöken ve kendi yaşıtları ve
bu gücünü normal kullanan kuşağının katlanıp yüklenebildiği gibi yaşlılığın
etkilerine güç yetiremeyen gencin hali gibidir.
Kur'an-ı
Kerim zinaya yaklaşmaktan dahi sakındırmaktadır.
Bu ise, ondan kaçınmayı abartmak içindir. Çünkü zinayı güçlü bir şehvet
duygusu körüklemektedir. Bu nedenle ona yaklaşmaktan kaçınmak daha garantili
bir önlemdir. Zina onun sebepleri vasıtasıyla kendisine yaklaşıldığında artık
bir güvence kalmamış demektir.
Bu nedenle İslâm, zinaya
iten sebeplerin yolunu keser. Böylece zinaya düşülmesini engeller. Zorunlu şartlar dışında kadınlı-erkekli
karma bir hayatı hoş görmez. Kadın ve erkeğin baş başa kalmasını engeller.
Kadının süsler takarak açılıp-saçılmasını yasaklar. Gücü yetenlerin evlenmesini
teşvik eder. Gücü yetmeyenlerin ise oruç tutmalarını öğütler. Evliliğe engel olan mehirlerin pahalılığı
gibi, zor şartları hoş karşılamaz. Gençlerin fakirliğe ve yoksulluğa yol açacağı
endişesini ortadan kaldırır. Namuslarını korumak amacıyla evlenmek isteyenlere
yardımcı olmaya teşvik eder. Bütün bunlara rağmen zina suçu meydana gelmişse,
en ağır cezayı uygular. Namuslu, hiçbir şeyden haberi olmayan kadınlara zina
iftirasında bulunmaya da en ağır cezayı uygular. İslâm, toplumu gerileme ve
çözülmeden korumak için daha buna benzer pek çok koruyucu ve tedavi edici
önlemler almıştır.