27 Ağustos 2013 Salı

Kasas Sûresi 4-7 Ayetleri S. Kutub Tefsiri

4- Firavun ülkesinde ululandı ve zorbalığa kalktı, halkını çeşitli sınıflara böldü. Onlardan bir topluluğu (İsrailoğulları'nı) zayıflatıyor, oğullarını kesiyor, kadınları sağ bırakıyordu. Çünkü o bozguncunun biriydi.

5- Biz istiyorduk ki o yerde zayıflatılanlara lutfedelim, onları önderler yapalım, onları diğerlerinin yerine mirasçı kılalım.

6- Ve onları o ülkede hâkim kılalım Firavun'a, Haman'a ve askerlerine; başlarına gelmesinden korktukları şeyi gösterelim.


Olayların geçtiği sahne bu şekilde çiziliyor ve olayları yönlendiren el, onunla birlikte olayların gerçekleştirmeye dönük olduğu amaç bu şekilde ortaya konuluyor. Olayları yönlendiren bu elin açıkça görülmesi, bir perdeye gerek duymadan hareket etmesi, kıssanın gerçekleştirmek istediği asıl ve belirgin hedefin yanında, göz önünde bulundurulan bir diğer hedeftir. Kıssa'nın bu tarz bir girişle başlaması da bu yüzdendir. Hiç kuşkusuz bu da bu olağanüstü Kitab'ın erişilmez ifade yöntemlerinden biridir.

Bu hikâyede geçen olayların yaşandığı dönemde Mısır'ın başında bulunan Firavun'un kim olduğu kesin olarak bilinmiyor. Zaten tarih belirlemek, Kur'an'daki kıssaların varmak istediği hedefler arasında yer almaz. Ayrıca bu kıssaların verdiği mesajlara bir katkıda bulunmaz. Bu olayın, babasını ve kardeşlerini yanına alan Hz. Yusuf'tan -selâm üzerine olsun- sonra meydana geldiğini bilmemiz yeterlidir. "İsrail" Hz. Yusuf'un babası Yakub'un adıdır. Bunlar da O'nun soyudur. Böylece Mısır'da çoğalmış, büyük bir halk kitlesi haline gelmişlerdi.

İşte bu azgın Firavun yeryüzünde kibirlenmiş, büyüklük taslayıp zorbaca bir düzen kurmuştu. Mısır halkını çeşitli gruplara ayırmış, her bir gruba ayrı bir uygulamada bulunmuştu. Baskının, işkencenin en ağırını da İsrailoğulları'na uygulamıştı. Çünkü onlar Firavun ve kavminin dininden ayrı birtakım bozulmalar ve sapmalar olmuştu, ama temelde tek İlah'a inanıyor, Firavun'un ilahlığını ve bütün Firavuncuların, putçu inançlarını inkâr ediyorlardı.

Böylece tağut, böyle bir grubun Mısır'daki varlığının tahtı ve saltanatı açısından bir tehlike oluşturduğunu sezmişti. Onları sınır dışı da edemiyordu. Çünkü sayıları yüz binleri bulan büyük bir kitleydiler. Böyle bir şey yapsa, Firavunlarla sürekli savaş halinde bulunan komşuları ile aleyhinde birleşip saldırıya geçebilirlerdi. Bu yüzden kendisine kulluk etmeyen, tanrılık iddiasını benimsemeyen bu gruptan sezdiği potansiyel tehlikeyi bertaraf etmek ve onları sistematik olarak soykırıma uğratmak için son derece iğrenç, o kadar da korkunç cehennemi bir plan uyguladı. Onları en zor ve en tehlikeli işlerde çalıştırmak, onları aşağılamak, çeşitli işkencelerden geçinmek bu planın bir parçasıydı. Yine nüfusları artmasın diye doğar doğmaz erkek çocuklarını öldürmek, kız çocuklarını erkeksiz bırakmak da uygulanan planın bir parçasıydı. Böylece, çektikleri işkence ve eziyetlerin yanında erkeklerinin azalıp, kadınlarının artmasıyla zayıf düşmelerini, kendisine başkaldıramayacak duruma gelmelerini planlıyordu.

Anlatıldığına göre, Firavun İsrailoğulları'nın hamile kadınlarının doğum yapmalarından önce ebeler gönderir ve doğan çocukları kendisine bildirmelerini isterdi. Amaç, hiçbir suçları bulunmayan çocuklara acımayan, iğrenç ve cehennemi planı uyarınca daha doğar doğmaz erkek çocukları boğazlamaktı.

İşte bu surede anlatıldığı şekliyle, Musa kıssasının doğumla ilgili bölümünün geçtiği ortam bundan ibaretti.

Ne var ki yüce Allah, Firavun'un istediğinden başka bir şey istiyordu. Zorba tağutun planladığından başka bir şey planlıyordu. Ellerindeki güçleri ve iktidarları, aldıkları güvenlik önlemleri azgın tağutları aldatır. Bu yüzden yüce Allah'ın iradesini ve planını unuturlar. Kendileri için sevdikleri şeyleri, düşmanları için de diledikleri şeyleri yine kendilerinin seçtiklerini sanırlar. Bunu da, onu da yapabildiklerini zannederler.

Yüce Allah ise, burada o zamanki iradesini, o zamanki planını açıkça duyuruyor; Firavun'a Haman'a ve ordularına meydan okuyarak, aldıkları önlemlerin, hazırladıkları güçlerin, kendilerine hiçbir yarar sağlamayacağını bildiriyor.

Tağutun o iğrenç ve çirkin arzusu doğrultusunda haklarında dilediği gibi hareket ettiği, oğullarını boğazlayıp kadınlarını erkeksiz bıraktığı, işkence ve soykırımın en kötüsünü tattırdığı, buna rağmen onlardan çekindiği, tahtı ve saltanatı açısından onlardan korktuğu, bu yüzden peşlerine gözcüler ve ajanlar taktığı, doğan erkek çocuklarını izlettirip bir kasap gibi kestiği bu ezilmişlere yüce Allah sınırsız iyilikte bulunmak istiyor. Bereketli topraklara mirasçı yapmak istiyor. (İman edip salih ameller yaparak burayı hak ettikleri sürece yüce Allah bu toprakları onlara bahşetmiştir) Onları bu topraklara yerleştirip güçlü, kuvvetli olmalarını, güven içinde temelli kalmalarını istiyor. Firavun'un, Haman'ın ve ordularının korktuklarını ama farkında olmadan kuşatıldıkları felâketi başlarına getirmek istiyor.

Surenin akışı, hikâyeye girmeden önce pratik durumu ve en sonunda planlanan akıbeti bu şekilde ilan ediyor. Amaç iki gücü karşı karşıya getirmektir; bir yanda insanların, çok şeyi yapabildiğini düşündükleri Firavun'un şişirilmiş, gözlerde büyütülmüş kof gücü, öte yanda insanları ürküten basit maddi güçlerin karşısında tutunamadığı, savrulup gittiği yüce Allah'ın gerçek ve dehşet verici gücü.

Bu duyuru ile kıssa başlamadan önce kıssanın yaşandığı sahne çiziliyor; böylece kalpler sahnede geçecek olaylara, olayların gelişimine, varacağı sonuca ve daha hikâye anlatılmadan ilan edilen akıbete nasıl varılacağına ilgiyle bağlanıyor.

Bu yüzden kıssa canlılık doludur. Ve sanki tarihe gömülmüş bir hikâye değil de ilk defa karşılaşılan bir olay gibi bölüm bölüm sunuluyor. İşte bu Kur'anın ifade tarzının genel ayrıcalığıdır.

Sonra kıssa başlıyor. Onunla birlikte meydan okumalar ve perdesiz faaliyet gösteren kudret elinin belirginleşmesi başlıyor.

Kuşkusuz Hz. Musa -salât ve selâm üzerine olsun- kıssa başlamadan önce çizilen böylesine zor koşulların egemen olduğu bir ortamda doğmuştu. Doğarken tehlikeler etrafını sarmıştı, ölüm tehlikesi yanı başındaydı.

İşte onun şaşkın annesi, onun adına korkuyor, haberin cellâtlara ulaşmasından endişeleniyor, çocuğunun boynuna bıçak atılmasından korkuyor. İşte o, küçücük yavrusuyla korkulu ortamın merkezinde yaşıyor, onu korumaktan, saklamaktan aciz. Çocuğun dünyaya geldiğinin duyulmaması için çocuğun fıtri ağlamasını, sesini engellemekten aciz. Onu korumak için bir çözüm, bir çıkar yol düşünmekten aciz bir halde bekliyor. İşte onun annesi, zayıf, çaresiz, güçsüz ve yapayalnız...

İşte burada kudret eli müdahale ediyor, titreyen, korkan ve huzursuz olan annesinin imdadına yetişiyor, nasıl davranacağına kalbine ilham ediyor, ne yapacağını gösteriyor:


7- Musa'nın annesine, "Çocuğu emzir. Başına bir şey gelmesinden korkuyorsan bir sandık içinde suya bırak; korkma, üzülme, biz onu tekrar sana vereceğiz ve onu peygamber yapacağım" diye bildirmiştik.


Aman Allah'ım! Ne müthiş kudret! Ey Musa'nın annesi, onu emzir, Ama o senin kucağındayken, senin gözetimindeyken başına bir şey gelmesinden endişelendiğin zaman, onun ağzında senin memen varken ve o gözlerinin önündeyken, onun adına korktuğun zaman: “korkma, üzülme, biz onu tekrar sana vereceğiz”…  

Bu elin yanında, onun gözetiminde olduktan sonra artık hiçbir şeyden korkulmaz. Korkular bu elin kontrolündeki bölgeye yaklaşamaz. Bu el ateşi serin ve yakmaz hale getirir. Denizi bir sığınağa bir yatağa dönüştürür. Ne zorba, azgın Firavun ne de yeryüzünün diğer tağutları bu elin kontrolündeki güvenli, üstün ve saygın koruluğa yaklaşmaya cesaret edebilir.


Bu, Musa kıssasının ilk sahnesidir. Ne yapacağını bilmeyen, korkudan titreyen, endişeli ve kederli bir annenin hali. Bu arada güven veren, rahatlatan, geleceğe ilişkin bir müjde içeren bir ilham alan bir annenin sahnesi... Bu ilham, (ayetin orijinalinde geçtiği gibi) bu vahiy korkudan titreyen, şaşkın durumda bekleyen bu annenin kalbine bir serinlik ve bir esenlik gibi iniyor. Ayetlerin akışı Musa'nın annesinin bu vahiy, bu ilhamı nasıl algıladığını ve gereğini nasıl yerine getirdiğini belirtmiyor. Sadece bir daha açılmak üzere bu sahnenin perdeleri indiriliyor. Perdeler açılınca kendimizi ikinci sahnenin karşısında buluyoruz.

18 Ağustos 2013 Pazar

Kasas Sûresi 1-3 Ayetleri S. Kutub Tefsiri


1- Ta. Sin. Mim.

2- Bunlar apaçık Kitab'ın ayetleridir.


Sure, apaçık Kitab'ın benzeri harflerden meydana geldiğine dikkat çekmek için bu harflerle başlıyor. Erişilmez bir üstünlüğe sahip olan; fani insanların kullandığı bu harflerden oluşan diğer sözlere oranla en yüce bir makamda olan bu Kitab'ın bu tür harflerden meydana geldiğini vurgulamak istiyor:

Şu halde bu apaçık Kitap, insan işi değildir. İnsanlar böyle bir kitap meydana getirmeye güç yetirilmezler. Bu Kitap yüce Allah'ın kuluna okuduğu vahiydir. O'nun sanatının erişilmezliği bu Kitap'ta hemen göze çarpar. Bu ilahi sanatının damgası büyük-küçük her alandaki ayırıcı ve gerçek özelliği, bu Kitap'ta kendini gösterir.


3- Ey Muhammed! İnanan bir kavim için, Musa ve Firavun olayının bir kısmını sana dosdoğru anlatacağız.


Şu halde bu Kitap mü'min topluma yöneliktir. Onları eğitiyor, geliştiriyor; onlar için hareket metodu belirliyor, gidecekleri yolu çiziyor. Bu surede okunan kıssalar işte bu mü'min kitleyi hedef alıyor. Zaten bu kıssalardan ancak onlar yararlanırlar.

Bu kıssaların doğrudan yüce Allah tarafından okunduğunun vurgulanması; mü'minlere özen gösterildiği, onların gözetildiği anlamalarını çağrıştırıyor. Onlara büyük değerlerini, üstün ve yüce derecelerini anlatıyor. Nasıl? Çünkü yüce Allah bu Kitab'ı onlar için, onlar adına; onlarla bu özel ikramı, bu ayrıcalığı hak eden nitelikleri adına peygamberine okuyor.

Bu girişten sonra, ayetlerin akışı haberi, yani Hz. Musa ve Firavun'la ilgili haberi anlatmaya başlıyor. Musa kıssasını ilk halkasından önce -Doğum halkasından- itibaren ele alarak bu haberi sunuyor. Bu kıssa daha birçok surede anlatılmış olmasına rağmen, Kasas süresinin dışında bir yerde bu tür bir girişle başlamıyor. Çünkü Musa kıssasının ilk halkası, Musa'nın içinde doğduğu o zor şartlar, çocukluğunda her türlü kuvvetten ve önlemden yoksun oluşu, yine kavminin güçsüzlüğü ve Firavun'un hegemonyası altında ezilmesi... Evet, bütün bunlar surenin varmak istediği ana hedefi oluşturuyorlar. Bu olaylarda kudret eli açıkça ve beşeri bir perdeye gerek duymadan hareket ediyor. İnsanlar bir şey yapamayacak durumda olunca, doğrudan doğruya kudret eli, zulme, azgınlığa ve zorbalığa darbe indiriyor. Güçsüz, kuvvetsiz zayıflara yardım ediyor, işkence gören, korumasız, teşkilatsız kimseleri yeryüzüne egemen kılıyor. İşte bu, Mekke'de ezilen Müslüman azınlığın vurgulamasının ifade edilmesine ihtiyaç duyduğu zorba ve azgın müşrik çoğunluğunsa bilmek zorunda olduğu bir gerçektir.

Hz. Musa'nın -selâm üzerine olsun- kıssası diğer surelerde genellikle, kendisine peygamberliğin verildiği halkadan başlar, doğum halkasından değil. O halkada ise güçlü kuvvetli iman, azgın zorbalığa karşı çıkıyor, ardından iman galip geliyor, zorbalık ise en sonunda yeniliyor, yerle bir ediliyor. Burada ise amaç, bu anlamı vurgulamak değildir. Asıl amaç, kötülüğün azması, büsbütün iğrençleşmesi durumunda kendi felaketine neden olacağını anlatmaktır. Zorbalık iyice azıttığında, onu insanlardan uzaklaştıracak birine gerek kalmayacağını, böyle bir durumda kudret elinin dolaysız olarak olaya müdahale edeceğini vurgulamaktır. Haksızlığa uğrayan zayıfların elinden tutup onları ve içlerindeki iyilik yanlılarını kurtaracağını, onları eğiteceğini, onları bir ümmet haline getirip yeryüzüne mirasçı yapacağını vurgulamaktır.

Hz. Musa -selâm üzerine olsun- kıssasının bu surede anlatılması ile güdülen amaç budur. Bu yüzden kıssa bu amacı yerine getirecek, onu ön plana çıkaracak bir halkadan itibaren sunuluyor. Zaten Kur'an'da kıssa, yer aldığı surenin akışı ile bir ahenk oluşturur. Kıssa ve içinde yer aldığı sure'nin amacı kalplerin ve bu kalpleri onaracak gerçeklerin bina edilmesi doğrultusunda birbirlerini bütünler.

Hz. Musa'nın kıssasının burada sunulan halkaları ise şunlardır: Hz. Musa'nın doğumunu, bu doğumun gerçekleştiği ortamı saran zor koşulları, bununla beraber yüce Allah'ın ona yönelik gözetiminin ve yardımının anlatıldığı halka... Musa'nın gençlik dönemini, yüce Allah'ın ona hikmet ve ilim vermesini, bu dönemde bir Kıpti’yi öldürmesini, Firavun ve kurmaylarının onu aklamak üzere bir tuzak kurmalarını, Mısır'dan kaçıp Medyen bölgesine gitmesini, orada evlenip yıllarca hizmet etmesinin sunulduğu halka... Peygamberlik görevini yüklenmeye çağırılmasının, sonra Firavun ve kurmaylarının karşısına çıkmasının, onların da Musa ve Harun'u yalanlamalarının anlatıldığı halka... Ayrıca son akıbetin -boğulma olayının- kısa ve öz olarak sunuluşu...

Sure'nin akışı kıssanın ilk ve ikinci halkasını uzun ve detaylı sunuyor –bu iki halka bu surede yer alan kıssanın iki yeni halkasıdır- çünkü kıssanın bu iki halkası kudret elinin açıkça azgın zorbalığın aleyhinde harekete geçişini ortaya koyuyor. Yine bu bölümlerde, Firavun'un gücünün, planlarının ve önlemlerinin kaçınılmaz kader ve işleyen ilahi hüküm karşısındaki çaresizliğini belirginleştiriyor.

Yine, Kur'an'ın kıssaları sunuş yöntemi uyarınca surenin akışı bu kıssayı da sahnelere bölüyor; bu sahneler arasında hayal gücünün dolduracağı sanatsal boşluklar bırakıyor. Hayal gücünün verdiği hareketliliğin ortaya koyduğu sanat zevkine doymakla birlikte okuyucu birbirini izleyen iki sahne arasındaki boşlukta olup biten hiçbir olayı, manzarayı da kaçırmıyor.

Kıssa'nın birinci halkası beş sahne şeklinde gelişiyor. İkinci halka dokuz sahneden, üçüncü halka ise dört sahneden oluşuyor. Birbirini izleyen halkaların ve sahnelerin arasında da bir sahnenin ya da manzaranın üzerine indirilip kaldırılan perdeleri andıran büyük ya da küçük boşluklar bırakılıyor.

Kıssa başlamadan önce, olayların yaşandığı atmosfer, kıssaların geçtiği ortamı canlandırılıyor. Kıssaların anlatılışına neden olan olayların perde arkasındaki amaç vurguluyor... Bu da Kur'an'ın hikâyeleri sunuş tarzlarından biridir... Burada yer alan kıssalar da konuları ve hedefleri bakımından birbirleriyle uyum oluşturuyorlar.


4- Firavun ülkesinde ululandı ve zorbalığa kalktı, halkını çeşitli sınıflara böldü. Onlardan bir topluluğu (İsrailoğulları'nı) zayıflatıyor, oğullarını kesiyor, kadınları sağ bırakıyordu. Çünkü o bozguncunun biriydi.

5- Biz istiyorduk ki o yerde zayıflatılanlara lutfedelim, onları önderler yapalım, onları diğerlerinin yerine mirasçı kılalım.


6- Ve onları o ülkede hâkim kılalım Firavun'a, Haman'a ve askerlerine; başlarına gelmesinden korktukları şeyi gösterelim.

16 Ağustos 2013 Cuma

Kasas Suresi Giriş Bölümü - Mevdudi


Bu sure, adını, 25. ayetinde geçen "el-Kasas" kelimesinden alır. "Kasas", lugatte, olayları uygunluk sırasına göre zikretmektir. Dolayısıyla bu anlamla oluşan bakış açısına göre de, "Kasas" kelimesi sure'ye uygun düşen bir ad olabilmektedir; zira surenin içinde Hz. Musa'nın (a.s) kıssası ayrıntılarıyla anlatılmaktadır.

Daha önce Neml Suresi'nin girişinde de zikredildiği gibi, İbn Abbas ve Cabir b. Zeyd'in rivayetine göre; Şuara, Neml ve Kasas sureleri birbiri ardınca nazil olmuştur. Dil, uslûb ve konuları da bu üç surenin vahiy dönemlerinin hemen hemen aynı olduğunu göstermektedir. Aralarındaki benzer özelliklerin diğer bir sebebi, Hz. Musa'ya (a.s) ait kıssanın, bu surelerde hikâyenin bütününü oluşturan muhtelif yerlerinde zikredilmiş olmasıdır. O, Şuara Suresi'nde risalet görevini kabul etmemesi hakkında şöyle bir mazeret ileri sürüyordu:
"Firavun'un kavmi bana bir suç isnadında bulunuyor, bu yüzden beni öldürmelerinden korkuyorum." Daha sonra Firavun'un huzuruna çıktığında Firavun şöyle diyecekti: "Biz seni bir çocukken evimizde alıp büyütmedik mi? Hayatının birçok yılını aramızda geçirdin, sonunda yapacağını yaptın." Bu surede başka hiç bir şey zikredilmemiştir, oysa Kasas Suresi'nde kıssaya ait diğer ayrıntılar da mevcuttur. Aynı şekilde Neml Suresi'nde de kıssa apansız biçimde Hz. Musa'nın (a.s) ailesiyle birlikte seyahate çıktığı ve birden biraz ötede bir ateş gördüğü zamandan başlayıverir.

Bu surede de seyahatin mahiyeti yahut nereden geldikleri veyahut da nereye vardıkları başlarına neler geldiği konusunda hiçbir şey zikredilmez, oysa Kasas Suresi tüm gerekli ayrıntıları ihtiva etmektedir. Şu halde bu üç sure birlikte okunduğunda Hz. Musa'nın (a.s) kıssası tamamlanmış olmaktadır.

Anafikir, Hz. Muhammed'in (s.a) peygamberliği karşısında çoğalan şüphe ve itirazları bertaraf etmek ve kendisine iman etmemek için ileri sürülen mazeretleri geçersiz kılmaktadır.

Bu amaçla ilkin, Musa'nın (a.s) kıssasının vahyediliş dönemi, telmih ve temsilen anlatılmakta, böylece dinleyenlerin zihninde şu noktalar kendiliğinden uyandırılmış olmaktadır.

a) Allah irade buyurduğu her vasıta ve saiki, idrak edilemeyen yollarla devreye sokar. Allah aynı şekilde nesne ve olayları öyle ayarlamıştır ki, Firavun'u iktidarından uzaklaştıran çocuk, bizzat Firavun'un evinde beslenip, büyümüş ve Firavun, kimi beslediğini bilememiştir. Şu halde kim Allah ile savaşabilir ve O'nun planlarıyla baş edebilir?

b) Peygamberlik bir kimseye gökler ve yerlerden yayınlanan bir bildiriyle, şenlikler içinde kutlanarak bahşedilmez. Sizler Hz. Muhammed'in (s.a) nasıl olup da beklenmedik bir şekilde peygamberlikle müjdelendiğine akıl erdiremiyorsunuz, oysa bizzat kendinizin bir peygamber olarak kabul ettiğiniz (48. ayet) Hz. Musa (a.s) da umulmadık bir zamanda peygamber olmuştur;
bir seyahatte Sina Dağı'nın ıpıssız eteğinde hiç kimsenin ne olacağını bilmediği zamanda... Hatta bizzat Hz. Musa (a.s) bile peygamberlikle müjdelendiği anın bir öncesine kadar durumu bilmiyordu. Aslında bir parça ateş getirmeye gitmiş ve fakat peygamberlik bağışıyla dönmüştü.

c) Allah'ın, bir görevi yerine getirmesini istediği kimse, ordusuz, zırhsız, görünürde bir destek yahut arkasında bir kuvvet olmadan, çok güçlü ve çok donanımlı muhaliflerini yenilgiye uğratır. Hz. Musa'nın (a.s) kuvvetleri ile Firavun arasındaki güç farkı, Hz. Muhammed (s.a) ile Kureyş arasındakinden çok daha belirgindi ve şimdi ise bütün dünya, sonunda kimin galip geldiğini, kimin yenildiğini bilmektedir.

d) Siz Hz. Musa'dan (a.s) tekrar bahisle, "Niçin Musa'ya verilen asa, parlayan el... vs. gibi mucizelerin aynısı Muhammed'e verilmedi?" diyorsunuz. Hz. Musa'nın Firavun'a gösterdiği türden mucizeler size de gösterildiğinde hemencecik inanıverecekmişsiniz gibi (!) ... Peki, kendilerine mucize gösterilenler buna mukabil nasıl karşılık verdiler, biliyor musunuz? Onlar mucizeleri gördükten sonra bile inanmamış ve yalnızca şöyle demişlerdi: "Bu sihirdir"; zira hakikate karşı düşmanlık beslemekte ve ayak diretmekteydiler.

Aynı hastalık bugün sizi de yakalamış. Siz de sadece aynı türden mucizeler gösterildiğinde mi inanacaksınız? Öyleyse mucizeleri gördükten sonra inanmayanların akıbetini biliyor musunuz? Onlar Allah tarafından helâk edilmişlerdi. Şimdi inatla mucize isteyerek aynı felaketle karşılaşmayı mı istiyorsunuz?

Bütün bunlar, bu kıssayı dinleyen Mekke'nin putperest çevresine mensup herkesin zihninde kendiliğinden vurgulanmış oluyordu. Zira bir zamanlar Hz. Musa (a.s) ile Firavun arasında vuku bulan çatışmanın benzeri şimdi Mekke müşrikleri ile Rasûlullah (s.a) arasında cereyan ediyordu. Musa'ya (a.s) ait kısssanın anlatılmasının sebeb-i hikmeti buydu ve böylece Mekke'de hüküm süren şartlarla Hz. Musa (a.s) döneminde mevcut olan şartlar arasındaki benzerlik, ayrıntılara varıncaya kadar kendiliğinden belirtilmiş oluyordu. 43. ayetten itibaren ise surenin içeriği asıl ana fikre yönelmeye başlamaktadır.

Hemen girişte Rasûlulah'dan (s.a) iki bin sene önceki tarihî olayların, bu denli sarih biçimde anlatılmasının nedeni Rasûlullah'ın (s.a.) risaletine delil teşkil etmesi içindir. Zira o bir ummiydi. Gerek hemşehrileri, gerekse kabilesi bunun pekiyi farkındalardı ki, Hz. Muhammed'in (s.a) böyle iki bin yıllık bilgileri alabileceği bir kaynak, bildikleri kadarıyla bulunmuyordu.

Dahası, onun bir peygamber olarak tayin edilmesi, Allah'ın kendilerine bir lutfu olarak değerlendirilmelidir. Zira onlar gafildiler ve Allah bu icraatı onlar hidayet bulsun diye yapmaktaydı. Böylece onların sık sık tekrarladıkları "Niye bu peygamber Musa'nın getirdiği mucizeleri getirmiyor?" itirazları da cevaplanmış oluyordu. Şöyle ki: "Sanki siz -bizzat tasdik ettiğiniz gibi- Allah'tan mucizeler getiren Musa'ya (a.s) inanmış mıydınız da, bu Rasûl'den mucize istemekte haklı olasınız? Şehvet ve heveslerinize tapmadığınız sürece hâlâ hakikatı görme şansınız var. Fakat bu hastalıktan kurtulamadığınız takdirde, size ne tür mucize gösterilirse gösterilsin hakikati asla göremezsiniz.

Sonra Mekke müşrikleri uyarılmakta ve o günlerde vuku bulan bir hadisenin hatırlatılmasıya utandırılmaktadırlar. Olay şudur: Bir grub Hıristiyan Mekke'ye gelmiş ve Rasûlullah'dan (s.a.) Kur'an'ı işitince müslüman olmuştu. Mekkeliler bundan bir ders almak yerine öylesine feveran ettiler ki, Ebu Cehil'in öncülüğünde hepsine fena muamelede bulundular.


Surenin son bölümü müşriklerin Rasûlullah'a (s.a.) neden inanmadıkları yolundaki mazeretlerini ele almaktadır. Korktukları şey şuydu: "Eğer biz Arapların çok tanrılı itikadından vazgeçip de, onun yerine tevhid inancını benimsersek,
bu bizim dinî, siyasî ve ekonomik alandaki üstülüğümüzün sonu olur; çünkü aksi durumda Arabistan içinde en etkili kabile olma statümüzü kaybederiz; üstelik ülkede gidebileceğimiz hiçbir yer kalmaz." Kureyş ileri gelenlerini, hakikate düşman olmaya iten temel neden buydu; bunun dışındaki şüphe ve itirazları yalnızca halkı aldattıkları birer bahaneden ibaretti. Allah (c.c) surenin sonunu tamamen bunlara ayırarak her birinin gerçek yüzünü, hikmetli bir şekilde sergilemiş ve Hak ile batıl'ı ayırmada yalnızca dünyevî çıkarları ölçü alanların bu temel hastalığına çözüm teklif etmiştir.