29 Temmuz 2013 Pazartesi

Kasas Suresi 65-88 Ayetleri M. Esed Meali

65. Nitekim, o Gün böylelerine seslenilip, “Size gönderilen elçilere nasıl bir tepki gösterdiniz?” diye sorulacak.

66. Ne var ki, o Gün, geçmişte olup bitenler için bir mazeret, bir açıklama getirmek yönünde önlerinde bütün yolların kapanmış olduğunu görecekler; ve bu konuda birbirlerine de herhangi bir şey soramayacaklar.

67. Ama buna karşılık, pişman olup doğru yola dönen ve dolayısıyla, inanıp dürüst ve erdemli davranışlar ortaya koyan kişiye gelince, böyle birinin [öte dünyada] kendini kurtulan, esenliğe erişen kimseler arasında bulması (elbette) umulabilir.


68. Ve [gerçek şudur:] dilediğini yaratan ve [insanlar için] en iyi olanı seçen senin Rabbindir. Sınırsız kudret ve yüceliğiyle Allah onların tanrısal nitelikler yakıştırarak ortak koştukları her şeyin, herkesin mutlak olarak üstündedir!

69. Ve yine senin Rabbindir, onların içlerinde gizli tuttuklarını da, açığa vurduklarını da künhüyle bilen!

70. Çünkü O, kendisinden başka tanrı olmayan Allah'tır. (Hayatın) başında da sonunda da tüm gerçek övgüler yalnızca O'na yaraşır; nihaî hüküm O'nundur; çünkü O'na döndürüleceksiniz.

71. De ki: “Hiç düşündünüz mü: Allah geceyi üzerinizde Kıyamet Günü'ne kadar sürekli kılacak olsa, söyleyin, Allah dışında size ışık getirebilecek başka bir tanrı var mı? O halde, artık [gerçeğin sesine] kulak vermeyecek misiniz?”

72. De ki: “Hiç düşündünüz mü: Allah gündüzü üzerinize Kıyamet Günü'ne kadar sürekli kılacak olsa, söyleyin, Allah dışında, bağrında dinlendiğiniz geceyi size (geri) getirebilecek başka bir tanrı var mı? Peki, artık [gerçeği] görmeyecek misiniz?”

73. Çünkü rahmetinden sizin için geceyi ve gündüzü O yarattı ki birinde dinlenesiniz, ötekinde de O'nun cömertliğinden [nasibinizi] arayasınız da belki böylece şükredesiniz.


74. Evet, O Gün onlara seslenip, “Bana ortak olduğunu düşündüğünüz [varlıklar ya da güçler] neredeler?” diye sorulacak.

75. Ve [bu soru cevapsız kalacak, çünkü] Biz [o sırada] her ümmetten bir şahit çıkarmış olacağız ve [günahkarlara:] “Geçmişteki iddialarınızı doğrulayan bir delil getirin!” diyeceğiz. Ve böylece görecekler ki, gerçek bütünüyle Allah'tan yana ve kendi çarpık muhayyilelerinin ürünü bütün o düzmece tanrılar onları terk etmiş.


76-77. [İmdi,] Hesap Günü'nde bu duruma düşmek istemeyenler bilsinler ki şu ünlü Kârûn da Musa'nın kavmindendi ve kendini büyük görüp onlara zulmediyordu; çünkü Biz kendisine öyle hazineler vermiştik ki, sadece anahtarlarını taşımak bile bir manga adama, hatta daha fazlasına zor gelirdi. Soydaşları ona: “[Servetinden ötürü] böyle böbürlenme, çünkü Allah böbürlenenleri sevmez! Öyleyse, Allah'ın sana verdiklerinden yararlanarak yalnızca ahiret yurdunda [iyi bir yer tutmanın] yolunu ara; bu arada, pek tabii, bu dünyadaki nasibini de unutma; ve Allah nasıl sana iyilikte bulunduysa, sen de [başkalarına] öyle iyilikte bulun; ve sakın yeryüzünde bozgunculuk, karışıklık çıkarmaya çalışma: çünkü, şüphesiz, Allah bozguncuları sevmez!” dedikleri zaman,

78. [Kârûn, onlara:] “Bu [servet] bendeki bilgi sayesinde bana verildi!” diye karşılık verdi. Oysa, Allah'ın, ondan önceki kuşaklardan, ondan daha güçlü ve ondan daha fazla servet toplamış nicelerini [kendilerini büyüklük duygusuna kaptırmaları yüzünden] yok ettiğini bilmiyor muydu (sanki)? Ama, şu var ki, suçluluğu kesinleşmiş olanlara (artık) günahlarından sual olunmaz!..

79. [Kârûn] işte böyle görkem ve gösteriş içinde soydaşlarının karşısına çıkardı. (Öyle ki,) yalnızca dünya hayatına gözünü dikenler (ona bakıp da): “Ah, n'olurdu” derlerdi, “Kârûn'a verildiği kadar bize de verilseydi! Çünkü o gerçekten çok talihli biri!”

80. Kendilerine doğru, güvenilir bilgi bahşedilmiş olanlarsa: “Yazıklar olsun size!” derlerdi, (Bilmiyor musunuz ki,) gerçekten inanmış olan, dürüst ve erdemli davranışlarda bulunan kimseler için Allah'ın tasvip ettiği şeyler daha hayırlıdır; ama şüphesiz, böyle bir nimete güçlüklere göğüs geren kimselerden başkası erişemez”.

81. Ve sonunda onu da, evini barkını da yere batırdık: öyle ki, Allah'a karşı hiçbir şey, hiç kimse onun yardımına yetişmedi; pek tabii, kendi kendine yardım edebilecek durumda da değildi.

82. Ve daha dün onun yerinde olmak isteyenler: “Vah bize!” dediler, “Demek ki, kullarından dilediğine rızkı geniş tutan, dilediğine de ölçülü-idareli veren Allah'mış! Ya Allah bize lütfetmemiş olsaydı, hiç şüphe yok, bizi de yerin dibine geçirirdi. Vah vah, demek, hakkı inkar edenler iflah olmazmış!”

83. (Ama) ahiret yurduna gelince, Biz orayı yeryüzünde büyüklük taslamayan ve bozgunculuk çıkarmak istemeyen kimselere ayırmış bulunuyoruz; çünkü gelecek Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşıyan kimselerindir.

84. Kim ki [Allah'ın huzuruna] iyilik yaparak çıkarsa, daha iyisini, daha üstününü bulacaktır. Ve kim ki kötülük yaparak çıkarsa, [bilsin ki,] kötülük yapanlar yalnızca yaptıklarının karşılığını görecekler.


85. [Ey İnanan Kişi,] apaçık bir üslupla bu Kur’an'ı sana vaz‘eden [Allah], şüphe yok ki, seni [ölümden sonra] yeni bir hayata döndürecektir. [Hakkı kabule yanaşmayanlara] de ki: “Kimin doğru yolda yürüdüğünü ve kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu en iyi bilen Rabbimdir!”

86. Ve [sen ey inanan kişi,] bu kitabın sana ulaşacağını ummazdın; fakat işte Rabbinden bir rahmet olarak [sana ulaştı]. Öyleyse, artık hakkı inkâra kalkışan kimselere asla arka çıkma;

87. ve bir kere Allah'ın ayetleri sana indirilmiş olduğuna göre, bundan sonra artık sakın seni onlardan alıkoymalarına fırsat verme; tersine, (insanları) Rabbine çağır. Ve sakın, Allah'tan başka varlıklara tanrısal güçler ve nitelikler yakıştıran kimselerden olma:


88. Yani, Allah'la beraber tutup başka bir tanrıya yalvarmaya kalkma! (Çünkü) O'ndan başka tanrı yok; (çünkü) O'nun [ebedî] Zâtı'ndan başka her şey, herkes, yok olmaya mahkumdur; hüküm bütünüyle O'nun elindedir ve sonunda O'na döndürüleceksiniz.

17 Temmuz 2013 Çarşamba

Kasas Suresi 36-64 Ayetleri M. Esed Meali


36. Fakat Musa apaçık mesajlarımızla [Firavun'un ve onun seçkinler çevresinin] karşısına çıkınca, berikiler hemen: “Bu [bir ölümlü beşer tarafından] uydurulmuş parlak bir büyüden başka bir şey değil; biz atalarımızdan böyle bir şey işitmemiştik!” dediler.

37. [Musa:] “Kimin O'nun katından bahşedilmiş doğru yol bilgisiyle geldiğini, bu (geçici dünya) yurdu(nu)n sonunda kime kalacağını en iyi bilen benim Rabbimdir. Muhakkak olan şu ki, zalimler asla kurtuluşa, esenliğe erişemezler!” diye karşılık verdi.

38. Bunun üzerine Firavun: “Soylular!” dedi, “Ben sizin için benden başka tanrı tanımıyorum! Bunun içindir ki, sen ey Hâmân, benim için [tuğla] ocağını tutuştur, balçığı pişir ve bana öyle yüksek bir kule yap ki, çıkıp Musa'nın şu tanrısını bir göreyim! Çünkü ben o'nun şu onmaz yalancılardan biri olduğunu sanıyorum!”

39. İşte böylece, o ve onun buyruğunda olanlar, hiçbir haklılık kaygısı taşımaksızın [yargı için] Bize dönmeyeceklerinden eminmişçesine yeryüzünde büyüklük tasladılar!

40. Ve bu yüzden onu ve onun buyruğunda olanları kıskıvrak yakalayıp denize gömdüm. Bak işte, zalimlerin sonu nasıl oldu!

41. [Yeryüzünde onların işini bitirdik] ve böylece kendilerini [cehennem] ateşinin yolunu gösteren [kötülüğün] sembol tipleri olarak [insanlığın karşısına] çıkardık; öyle ki, Kıyamet Günü'nde böylelerine asla yardım edilmeyecektir;

42. çünkü Biz bu dünyada bir horlanma, aşağılanma taktık onların peşine; Kıyamet Günü'nde ise onlar iyice küçük düşmüş, bayağılaşmış kişiler arasında yer alacaklardır.

43. Ve gerçek şu [ki], daha önceki [günahkâr] nesilleri ortadan kaldırdıktan sonra, insanlar için bir aydınlanma kaynağı, bir doğru yol bilgisi ve bir rahmet olarak Musa'ya (vahyedilmiş) kitabı verdik ki, [Bizi] anıp düşünsünler.


44. İmdi, [sana gelince, ey Muhammed,] Biz Musa'ya Yasamızı bildirirken sen o kutlu vadinin batı yamacında değildin; [o'nun devrinde olup bitenlere] şahit olan kimseler arasında da bulunmuyordun;

45. tersine, Biz [onlarla senin aranda] nice nesiller yarattık ve onlardan sonra nice çağlar geçip gitti. Ve Sen, mesajlarımızı kendilerine okuyup açıklamak üzere, Medyen halkı arasında da yaşamadın; fakat Biz [elçilerimizi insanlara her zaman] gönderiyoruz.

46. Evet, Biz [Musa'ya] seslendiğimiz zaman sen Sina Dağı'nın yamacında değildin; fakat [sen de, öteki elçiler gibi,] senden önce kendilerine uyarıcı gelmemiş bir toplumu uyarasın diye Rabbinden bir rahmet aracı olarak [gönderildin] ki böylece belki (geçmişte olup bitenleri) düşünür [de Bizi] anarlar.

47. Ve [ayrıca, Biz seni, Yargı Günü'nde] kendi elleriyle yapıp-ettiklerinden ötürü başlarına bir musibet geldiği zaman: “Ey Rabbimiz, bize bir elçi göndermiş olsaydın senin mesajlarına uyar ve inanan kimselerden olurduk!” demesinler diye [gönderdik].

48. Buna rağmen, yine de kendilerine katımızdan hakikat geldiği zaman “Niçin ona da Musa'ya verilenin bir benzeri verilmedi?” derler. Fakat böyleleri, bundan önce, Musa'ya verileni de inkâr etmemişler miydi? [Nitekim] “Birbirini destekleyen iki aldatmaca örneği!” diyorlar ve ekliyorlar: “Biz topunu birden reddediyoruz!”

49. De ki: “Eğer doğru sözlü kimselerseniz, haydi, Allah katından, doğru olana bu ikisinden daha yakın bir yol gösteren bir başka kitap getirin, ona ben de uyayım!”


50. Ve eğer senin bu çağrına da karşılık veremiyorlarsa, artık bil ki, onlar sadece geçici doyumlara tutsak, bencil ve çıkarcı isteklerinin peşindedirler. Allah'tan bir doğru yol bilgisi olmaksızın, geçici aldatıcı doyumlar, bencil ve çıkarcı istekler peşinde kendine yol arayan kişiden daha sapık kim olabilir ki? Gerçek şu ki, Allah zulmü kendine yol edinen toplumu doğru yola eriştirmez!


51. Gerçek şu ki, Biz vahyi onlara adım adım ulaştırdık ki böylece belki [üzerinde düşünür], akıllarında tutarlar.

52. Kendilerine bundan önce de kitap vermiş bulunduğumuz kimseler buna [da] inan[mak zorundad]ırlar.

53. Bu kimseler [değişmeyen gerçek] kendilerine ulaştırıldığında, hemen, “Buna inandık!” derler, “Çünkü bu bize Rabbimizin katından ulaşan bir gerçek; bu bize ulaşmadan önce de, biz zaten O'na yürekten boyun eğen kimselerdik!”

54-55. Güçlüklere göğüs germelerine, kötülüğü iyilikle savmalarına, kendilerine rızık olarak bahşettiğimiz şeylerden başkaları için de harcamalarına karşılık kendilerine iki kat ecir verecek olduğumuz kimseler işte böyleleridir; onlar ki, boş ve anlamsız sözler işittikleri zaman ondan hemen yüz çevirip, “Bizim yapıp-ettiklerimizin hesabını biz vereceğiz, sizin yapıp-ettiklerinizin hesabını da siz vereceksiniz. Size selâm olsun; bizim, [doğru ile yanlışın anlamından] habersiz kimselerle işimiz yok” derler.


56. Gerçek şu ki, sen her sevdiğini doğru yola yöneltemezsin; fakat Allah'tır, [yönelmek] isteyeni doğru yola yönelten ve yine O'dur, doğru yola girecek olanları en iyi bilen.

57. “Seninle aynı yolu izleyecek olursak kendi toprağımızdan koparıp atarlar bizi” diyorlar. Oysa Katımızdan rızık olarak her türlü ürünün getirilip toplandığı, koruyucu örf altında güvenli bir yere yerleştirmedik mi onları? Ne var ki, çokları [bunun] farkında değil.

58. Oysa, Biz, varlık ve refahtan ötürü azgınlaşan nice toplumları yok etmişizdir; işte, (göz önünde) onların yaşadıkları yerler: pek azı dışında, onlardan sonra oralarda kimse yerleşmemiştir; çünkü herkes göçüp gittikten sonra, ebediyyen kalacak olan yalnızca Biziz!

59. Bununla birlikte, yine de senin Rabbin hiçbir toplumu, kendi içlerinden onlara mesajlarımızı okuyup açıklayacak bir elçi göndermedikçe yok etmez; ve yine Biz hiçbir toplumu, üyeleri birbirlerine zulmetmeyi yol olarak benimsemedikçe, yok etmiş değiliz.

60. Size verilen şeyler dünya hayatına ilişkin geçici doyumlardan ve yine dünyada kalan süs ve eğlenceden ibarettir; oysa, Allah katında kazanılanlar daha hayırlı, daha kalıcıdır. (Buna rağmen,) aklınızı kullanmayacak mısınız?

61. Öyleyse, kendisine, [yeniden dirileceği gün] gerçekleştiğini göreceği güzel bir vaadde bulunduğumuz kimsenin hali, kendisine dünya hayatında geçici doyumlar sağladığımız, ama Kıyamet Günü kendisini yargı karşısına çıkarılanlar arasında bulacak olan kimsenin hali gibi midir?

62. Çünkü, o Gün böylelerine seslenilip, “Tanrılıkta Bana ortak olduğunu sandığınız [varlıklar ya da güçler] şimdi neredeler?” diye sorulacak.

63. [Bunun üzerine, vaktiyle yapılan] uyarının apaçık aleyhlerine tecelli ettiğini gören kimseler: “Ey Rabbimiz!” diyecekler, “Bunlar bizim azdırdığımız kimselerdir; (evet,) biz kendimiz azdığımız gibi, onları da azdırdık (Ama şimdi) onları Senin hükmüne bırakıyoruz; zaten onların tapındığı gerçekte biz değildik”.

64. Sonra onlara: “Çağırın, bakalım” denecek, “tanrısal nitelikler yakıştırarak [Allah'a] ortak koştuğunuz [varlıkları ya da güçleri]!” Ve onlar da bu sözü geçen [varlıkları ya da güçleri] yardıma çağıracaklar, ama berikiler kendilerine herhangi bir karşılık vermeyecekler; ve sonunda, göre göre sadece azabı görecekler karşılarında; [oysa, bu umutsuz, çaresiz duruma düşeceklerine] vaktiyle doğru yolu tutsalardı ya! 

14 Temmuz 2013 Pazar

Kasas Suresi 1-35 Ayetleri M. Esed Meali

1. Tâ-Sîn-Mîm.

2. Bunlar, özünde açık olan ve gerçeği bütün açıklığıyla ortaya koyan ilahî kitabın mesajlarıdır.

3. Sana Firavun'la Musa arasında geçen olayların bir bölümünü inanmaya eğilimli insanlar için bütün gerçeğiyle anlatacağız.

4. O ülkede Firavun kendini büyüklük duygusuna kaptırmış ve ülke halkını kastlara, sınıflara ayırmıştı. (Öyle ki,) onlardan bir kısmını iyice hor ve güçsüz görmek istiyor (ve bunun için de) erkek çocuklarını öldürüyor, [yalnız] kadınlarını sağ bırakıyordu: çünkü o, gerçekten de, [yeryüzünde] bozgunculuk çıkarmak isteyen kimselerdendi.

5-6. Fakat Biz istiyorduk ki, yeryüzünde hor ve güçsüz görülen kimselerden yana çıkalım, onların dinde öncüler olmasını sağlayalım, onları [Firavun'un şeref ve itibarına] varis kılalım ve onları güvenlik içinde yeryüzünde yerleştirelim; Firavun'u, Hâmân'ı ve onların ordularını da onların [İsrailoğulları'nın] eliyle korktukları şeye uğratalım.

7. Ve bunun içindir ki, [Musa doğduğu zaman,] annesine: “Onu [bir süre] emzir” diye ilham ettik, “ama o'nun başına bir şey gelmesinden korktuğun zaman o'nu nehrin sularına bırak; ve (o'nun için) korkma, üzülme; çünkü Biz o'nu sana geri getireceğiz ve kendisini elçilerimizden bir elçi yapacağız!”

8. Ve (sonunda) Firavun ailesi[nden biri] o'nu buldu [ve kurtardı]: çünkü [Biz] o'nun ileride, Firavun'un, Hâmân'ın ve onların maiyetindekilerin gerçekten yanlış yolda olduklarını görerek karşılarına bir düşman ve bir üzüntü [kaynağı] olarak çıkmasını [dilemiştik]!

9. Ve Firavun'un karısı, (Firavun'a): “[Bu çocuk] hem benim hem de senin için neşe kaynağı [olabilir]!” dedi, “Onu öldürmeyin; belki bize faydası dokunur; yahut o'nu evlat edinebiliriz!” Ve [pek tabii, bunları konuşurken, olacak olanlardan] haberleri yoktu.

10. Bu arada, Musa'nın annesi yüreği acıyla dolup taşarak sabahı etti; öyle ki, eğer [sözümüze olan] inancını sonuna kadar canlı tutması için yüreğini iyice güçlendirmemiş olsaydık o'nun kim olduğunu az kalsın açığa vuracaktı.

11. İşte bu haldeyken (Musa'nın) kız kardeşine: “Onu izle!” dedi. Ve [kız da], [Firavun ailesinden] kimseye fark ettirmeden o'nu uzaktan gözetledi.

12. Ve Biz daha ilk günden o'nun [Mısırlı] süt annelerin memesini yadırgamasını sağladık; ve [kız kardeşi bu durumu öğrenince, onlara:] “Size o'nun bakımını sizin adınıza üzerine alabilecek ve o'nu güzelce eğitip yetiştirecek bir aile göstereyim mi?” dedi.

13. İşte böylece, o'nu annesine kavuşturduk ki gözü gönlü aydınlansın, artık üzülmesin ve onların çoğu bunu bilmeseler bile o, Allah'ın verdiği sözün mutlaka gerçekleşeceğini bilsin!


14. Derken, [Musa] erginlik çağına ulaşıp [zihnen] iyice olgunlaşınca, kendisine [doğruyla eğriyi birbirinden ayırmaya yarayan] güçlü bir muhakeme yeteneği ve ilim verdik; iyiliğe yatkın olanları Biz işte böyle mükâfatlandırırız.

15. Ve (Musa), halkının [şehirde olup bitenden] habersiz [evlerinde oturdukları bir gün] şehre indi; ve biri kendi halkından, ötekisi düşmanlarından olan iki adamın birbiriyle kavga ettiğini gördü. Kendi halkından olan kişi düşman tarafından olan kişiye karşı o'nu yardıma çağırdı; bunun üzerine Musa onu yumrukla devirip işini bitirdi. [Ama hemen sonra kendi kendine:] “Bu düpedüz Şeytan'ın işi!” dedi, “Doğrusu o [insanı] yoldan çıkaran apaçık bir düşmandır!”

16. [Ve] “Ey Rabbim!” diye dua etti, “Ben kendime yazık ettim! Beni bağışla.” Ve [Allah] da o'nu bağışladı. Çünkü O çok acıyıp esirgeyen gerçek bağışlayıcıdır.

17. “Ey Rabbim!” dedi (Musa,) “Bana bahşettiğin nimetler hakkı için bir daha asla suçlulara arka çıkmayacağım!”

18. Böylece, ertesi sabah, korku içinde çevresini gözetleyerek yine şehirde dolaşıyordu; bir de ne görsün, dün kendisinden yardım isteyen adam [yine] o'nu [yardımına] çağırmıyor mu! Musa, [bu sefer] ona: “Sen gerçekten apaçık bir azgınmışsın!” dedi.

19. Bununla birlikte, yine de ikisinin de [ortak] düşmanı durumundaki kişiyi tam yakalamak üzereyken, bu sonraki: “Ey Musa!” dedi, “Dün öldürdüğün adam gibi beni de öldürmek mi istiyorsun? Senin tek amacın, haksızlıkları düzelten biri olmak değil, ülkenin başına zorba kesilmek!”

20. Tam o sırada şehrin öteki ucundan bir adam koşarak geldi ve “Ey Musa!” dedi, “[Ülkenin] ileri gelenleri seni öldürmek üzere hakkında görüşüyorlar; hemen çık git; şüphesiz ben senin iyiliğini isteyen kimselerdenim!”

21. Bunun üzerine [Musa] korku içinde çevresine bakınarak ve Ey Rabbim, zalimlere karşı beni koru! diye dua ederek oradan uzaklaştı.

22. Ve Medyen'e doğru yola çıkarken [kendi kendine]: “Umarım, Rabbim beni [böylece] doğru yola yöneltir!” dedi.


23. Derken, Medyen'in su kuyularına vardı ve orada [hayvanlarını] suvaran kalabalık bir grup insanla karşılaştı; ve onlardan biraz ötede kendi hayvanlarını uzakta tutmaya çalışan iki kadın gördü. [Onlara:] “Arzunuz nedir?” diye sordu. “Bu çobanlar işlerini bitirip uzaklaşmadıkça biz [hayvanlarımızı] suvaramıyoruz; çünkü [biz kadınız ve] babamız da pek yaşlı” diye cevap verdiler.

24. Bunun üzerine, [Musa] onların [hayvanlarını] suvardı; sonra gölgeye çekilip, Ey Rabbim, bana bahşedeceğin her hayra öylesine muhtacım ki! diye niyazda bulundu.

25. Az sonra o iki [kız]dan biri, utana sıkıla çıkageldi ve “[Hayvanlarımızı] sulamana karşılık ücret ödemek için babam seni çağırıyor” dedi. [Musa] onun yanına varınca, başından geçenleri ona anlattı. Beriki: “Korkma!” dedi, “Artık o zalim halkın elinden kurtulmuş bulunuyorsun!

26. O iki [kız]dan biri: “Babacığım,” dedi, “o'nu ücretli olarak yanında tut; çünkü ücretli olarak yanında tutabileceğin en güçlü ve güvenilir kişi bu olacak!”

27. [Bir süre sonra, kızların babası, Musa'ya:] “Bak,” dedi, “seni, sekiz yıl yanımda çalışmana karşılık bu iki kızımdan biriyle evlendirmek istiyorum; bu süreyi on [yıl]a tamamlarsan artık bu senin bileceğin bir iş; sana fazladan yük yüklemek istemem; [tersine], eğer Allah dilerse, beni hep dürüst davranan biri olarak bulacaksın.”

28. [Musa:] “Bu seninle benim aramızda kalsın” dedi, “artık hangi süreyi doldurursam doldurayım bana karşı bir husumet olmasın. Bu söylediklerimize Allah da şahit olsun!”


29. Ve Musa, sonunda, bu süreyi doldurup da ailesiyle birlikte [çölde] yola çıktığında Sina Dağı'nın yamacında bir ateş gördü; [ve] yanındakilere: “Siz durun,” dedi, “ben [orada] bir ateş gördüm; size oradan belki bir haber, yahut [en azından] ısınmanız için (bir tutam) tutuşmuş odun getiririm”.

30. Fakat oraya yaklaşınca, o kutlu yerde, vadinin sağ yamacındaki [yanan] ağaç yönünden kendisine: “Ey Musa, Benim Ben, Allah: Âlemlerin Rabbi!” diye seslendi.

31. Ve [sonra Allah, o'na:] “Asânı yere bırak!” [dedi]. Fakat, Musa, asâsının yılan gibi hızla hareket ettiğini görünce arkasına bakmadan dönüp kaçtı. [Ve Allah, o'na:] “Ey Musa!” [dedi,] “[Geri dön], yaklaş, korkma! Çünkü sen [bu dünyada da, öte dünyada da] güvenlik içinde olan kimselerdensin!”

32. “[Ve şimdi] elini koynuna sok; lekesiz olarak bembeyaz [ışıl ışıl] çıksın! Ve bütün korkulardan sıyrılmış olarak [artık] kolunu kanadını indir! Bu iki şey, senin, Rabbin tarafından Firavun ve onun seçkinler çevresine [gönderilen bir elçi] olduğunu gösteren alametlerdir. Çünkü onlar yoldan çıkmış, yozlaşmış bir topluluk haline gelmiş bulunuyorlar.”

33-34. [Musa:] “Ey Rabbim!” dedi, “Ben onlardan birini öldürdüm ve bu yüzden onların da beni öldürmelerinden korkuyorum...” Ayrıca, kardeşim Harun'un konuşma tarzı benimkinden daha açık, daha düzgündür; öyleyse benim söylediklerimi [daha akıcı bir şekilde] doğrulayan bir yardımcı olarak o'nu da benimle birlikte gönder; çünkü, gerçek şu ki, beni yalanlayacaklarından korkuyorum”.


35. [Allah:] “Senin pazunu kardeşinle güçlendireceğiz ve ikinize öyle bir güç ve nüfûz vereceğiz ki size dokunamayacaklar ve mesajlarımız sayesinde siz ikiniz ve sizi izleyenler üstün gelecekler!” dedi.

10 Temmuz 2013 Çarşamba

Neml Suresi 82-93 Âyetleri S. Kutub Tefsiri


82- İnsanlara yönelttiğimiz o tehdidin gerçekleşme günü yaklaşınca karşılarına yerden bitme bir hayvan çıkarırız. Bu hayvan dile gelerek insanların ayetlerimize inanmadıklarını açıklar.


Burada sözü edilen hayvanın ortaya çıkışını anlatan pek çok hadisler de vardır. Bu hadislerin bir kısmı sahihtir. Yalnız bu sahih hadislerde hayvanın sıfatlarına ilişkin bir açıklama yoktur. Bu hayvanın sıfatlarına açıklık getiren rivayetler "sahihlik" derecesine ulaşmamışlardır. Bu nedenle biz de onun vasıflarına ilişkin her açıklamayı bir kenara itiyoruz. Bu hayvanın uzunluğunun 60 arşın olması, hem tüyleri hem kılları, hem de kanadının bulunması, üstelik sakallarının olması ne anlam ifade edebilir! Başının öküz başı gözlerinin domuz gözü, kulağının filkulağı, boynuzunun geyik boynuzu, boynunun deve kuşu boynu, göğsünün aslan göğsü, renginin kaplan rengi, böğrünün kedi böğrü, kuyruğunun koç kuyruğu, ayaklarının deve ayakları olması ne işe yarar! Aslında Tefsir bilginleri bu sıfatları belirlemede boşuna yorulmuşlardır!

Kur'an'ın ve sahih hadislerin yaptığı açıklama ile yetinmek gerekir. Bunlara göre bu hayvanın çıkması kıyamet alametlerinden biridir. Tevbeden artık yarar sağlama süresinin sona erdiği geride kalanların cezayı hak edip bundan sonra tevbelerinin kabul edilmediği, o anda üzerinde bulundukları hal ile durumlarına hükmedildiği sırada... İşte tam bu sırada yüce Allah bir hayvan çıkaracak, bu hayvan onlarla konuşacaktır. Hâlbuki hayvanlar konuşmazlar veya insanlar onların dilinden anlamazlar. Fakat onlar o gün anlayacaklar. Ve onun kıyametin yaklaştığını haber veren harika mucize olduğunu öğrenecekler. Hâlbuki onlar, bu zamana kadar Allah'ın ayetlerine inanmıyorlar ve kendilerine söz verilen günü doğrulamıyorlardı. Göz önünde bulundurulması gereken bir nokta da şudur, Neml Suresindeki sahneler, genellikle cinler, kuşlar ve böcekler ile Hz. Süleyman -selâm üzerine olsun- arasında geçen diyalogun ve konuşmaların sahnelerindedir. Burada bu "Hayvan"ın ve insanlarla konuşmasının verilmesi surenin sahneleri ve havası ile tam bir uyum sağlamaktadır. Böylece Kur'an'ın tasvirdeki ahengi de sağlanmış, genel sahnenin kendisinde oluştuğu birimler de bütünleşmiş olmaktadır.

Surenin akışı kıyametin yaklaştığını gösteren alametten sonra mahşer sahnesine geçmektedir!


83- O gün her ümmetten ayetlerimizi yalanlayanları grup grup bir yere topladıktan sonra saf düzeninde yürüyüşe geçiririz.


İnsanların hepsi mahşerde toplanacaktır. Yalnız burada özellikle mesajı yalan sayanların durumu ortaya konmak istenmiştir. "Saf düzeninde yürüyüşe geçiririz." Başları sonlarına katılır. Orada ne iradeleri, ne belli bir yönleri, ne de seçme imkânları vardır.


84- Hesaplaşma yerine geldiklerinde Allah, onlara der ki; "Ayetlerimi anlamadığınız halde yalanladınız, değil mi? Yoksa yaptığınız, başka neydi ki?"


Birinci soru utandırma ve azarlama içindir. Çünkü onların yüce Allah'ın ayetlerini yalan saydıkları bilinen bir olgudur. İkinci soru da bütünü ile aşağılayıcı bir içeriğe sahiptir. Bunun konuşma dilinde de benzer ifadeleri vardır. Yalanladınız mı? Yoksa sizin bildiğiniz başka bir şey mi var? Sizin önemli bir işiniz yoktu ki, siz hayatınızı bu işle uğraşarak geçirdiniz denilsin. Tüm yaptığınız, bu olmaması gereken çirkin yalanlamadır. Bu tür sorulara cevap verilemez. Ancak sessiz geçilir. Susulur. Sanki bu soru ile karşıdaki insanın üzerine ağzını gemleyen ve kalbini frenleyen bir şey bırakılmış olur.


85- Zalimliklerinden ötürü haklarındaki hüküm kesinleşmiştir. Bu yüzden artık konuşamaz olurlar.


Dünyadaki haksızlıkları nedeniyle cezayı hak ettiler. Bu hükme karşı sessiz ve suskun halde durdular! Bu günün arifesinde "hayvan" bile konuşmaya başlarken işte onlar şimdi konuşamıyorlar! Bu ise, Kur'an ifadesinde ve Kur'an'ın kendisinden söz ettiği Allah'ın ayetlerinde karşılıklı yerleştirme sanatının harika biçimde sergilendiğini belgeleyen örneklerden biridir.

Bu turda, sunuştaki uygunluk özel bir nitelik taşıyor. Bu özel nitelik, dünya sahneleri ile ahiret sahnelerinin iç içe verilmesi, daha etkili olması ve ders alınması için uygun olan yerlerde birinden diğerine geçilmesidir. Burada Allah'ın ayetlerini yalan sayanların mahşer alanında öylece kalmalarını tasvir eden sahne ortaya konduktan sonra dünya sahnelerinden birine geçilmektedir. Bu sahnenin, onların vicdanını uyarması, evrenin düzenini ve olaylarını düşünmelerine yol açması ve onların yüreklerine kendilerini koruyan, hayatları ve rahatlıkları için gereken şartları oluşturan, evreni, onların hayatlarına karşı direnen, savaş açan, hayatlarının varlığına ve varlığını devam ettirmesine aykırı düşen bir varlık olarak değil de hayatlarına uygun biçimde yaratan bir ilahın varlığını aşılaması gerekirdi.


86- Geceyi dinlenesiniz diye karanlık ve gündüzü de çalışasınız diye aydınlık olarak yarattığımızı onlar görmüyorlar mı? Bu olgulardan mü'minlerin alacakları birçok dersler vardır.


Sakin olan gece sahnesi ve aydınlık olan gündüz sahnesi insanda dini bir vicdanı harekete geçiren, geceyi ve gündüzü evirip-çeviren Allah ile bağını kurmasına doğru yönlendiren iki harika olaydır. Bunlar kendisini imana hazırlayanlar için iki evrensel mucizedir. Fakat onlar her şeye rağmen inanmazlar.

Eğer gece olmasaydı ve her zaman gündüz olsaydı yeryüzünde hayat sona ererdi. Sürekli gece olduğunda durum aynı olacaktı. Buna bile gerek yok; eğer gece veya gündüz şimdi olduğunun on katı daha uzun olsaydı Güneş gündüzleyin bütün bitkileri yakardı. Geceleyin de her şey donardı. O zaman da hayat imkânsız olurdu. Öyleyse gece ile gündüzün hayata uygun biçimde ayarlanmasında pek çok mucizeler vardır. Fakat onlar yine de inanmazlar.

Yeryüzündeki gece ile gündüz mucizelerinden, bu evrenin şaşmayan düzeni içinde garantiye ve güvene alanın hayatlarından bir çırpıda onları Sur'a üfürüldüğü güne geçiriyor. O günde, yeri ve gökleri titreten, Allah'ın koruduğu kullar dışında orada bulunan herkesi ürperten korkudan söz ediyor. İstikrarın ve sağlamlığın alameti olan yüksek dağların yürütülmesinden bahsediliyor. Bu günün sevap yönünden iyilik ve güvene, ceza yönünden, korku ve ateşe atılma gibi sonuçlar doğuracağından söz ediliyor.


87- Sur'a üflediği gün, Allah'ın diledikleri dışında kalan göklerdeki ve yeryüzündeki herkes dehşete kapılır. Herkes boyun eğerek O'nun huzuruna gelir.


88- Sen dağları görünce onların yerlerinden hiç kımıldamadıkları sanırsın. Oysa onlar bulutlar gibi hareket ederler. Bu her şeyi özenerek yaratan Allah'ın ustalığıdır. Hiç kuşkusuz O, yaptığınız her şeyden haberdardır.


89- Kimler iyilikle gelirse karşılığında daha iyisini alırlar. Böyleleri o gün hiç korkuya kapılmazlar, gönülleri rahat olur.


90- Kimler kötülükle gelirse yüzükoyun cehenneme atılırlar. Kendilerine "Bu sadece vaktiyle işledikleriniz kötülüklerin cezası değil midir?" denir.


Sur, içine üfürülen borudur. Bu boru, Allah'ın, güven ve huzur içinde kalmalarını dilediği kimselerin dışında yerde ve göklerde bulunan herkesi kuşatan korku borusudur. Güven içinde olan bu kimselerin şehitler olduğu söylenmiştir. Bu üfürüş ile göklerde ve yerde canlı olan her şey bayılır düşer ancak Allah'ın diledikleri hariç.

Bundan sonra diriliş borusu çalınır. Ondan sonra da Toplanma borusu. Son borunun çalınması ile herkes toplanır "Herkes boyun eğerek O'nun huzuruna gelir." Boyun eğmiş, teslim olmuş halde.

Bu korku ile birlikte bütün bir evrenin düzenini altüst eden kapsamlı evrensel bir inkılâb da yer alıyor. Bu inkılâb onun akışını sekteye uğratıyor. İşte bu akışın sekteye uğramasının bir görüntüsü de sağlam-yüksek dağların yürütülmesi, bulut gibi hafif, çabuk bir biçimde dağılıp gitme!erdir. Dağların bu şekildeki sahnesi korkunun çağrıştırdığı olgularla bütünleşiyor. Korku bu ortamda ön plana çıkıyor. Sanki burada dağlar da diğer korkuya kapılanlar gibi korkmuş, ürperen!erle birlikte ürpermişlerdir. Şaşkınlaşmış, apışıp kalmış varlık!arın içinde onlar da apışıp kalmış kararsız ve belirsiz bir yöne doğru yol almaya başlamışlardır!

"Bu her şeyi özenerek yaratan Allah'ın ustalığıdır."

Ne yücedir O! Bu varlık aleminde sanatının eşsizliği, sağlamlığı her şeyde ortaya çıkar. Onda bir açıklık, bir çelişki, bir gedik, bir eksiklik, bir unutma ve bir tutarsızlık bulmak mümkün değil! Düşünebilen insan her biri birer mucize olan O'nun bütün sanat eserleri üzerinde düşünür buna rağmen plan ve hesap dışı bırakılan tek bir boşluğa rastlayamaz. Büyük-küçük değerli-değersiz her sanatında bu özellik vardır. Her şey kendisini izleyen ve inceleyenlerin başlarını döndüren bir plan ve program içinde işlemektedir. "Hiç kuşkusuz O, yaptığınız her şeyden haberdardır. Bu yaptıklarınızdan, hesaba çekileceğiniz gündür. Her şeyi en sağlam biçimde yaratan onu belirlemiştir. Onun için ne bir an ileri ne de geri alınabilen bir zaman belirlemiştir. Yaratma yasasını bu şekilde eşsiz bir hikmet ve planlama ile gerçekleştirmiştir. Böylece birbirine bağ!ı bir birini tamamlayan her iki hayatta eylem ile karşılığı arasında bir uyum sağlamıştır. "Bu her şeyi özenerek yaratan Allah'ın ustalığıdır. Hiç kuşkusuz O, yaptığınız her şeyden haberdardır."

Bu korkunç ve dehşet verici günde bu korkunun dışında huzur içinde olmak, dünya hayatında iyilik yapanların mükafatı olacaktır. Onlar bunun da ötesinde sevaba kavuşacaklardır. Bu onların iyiliklerinden daha fazla ve daha bereketlidir.

"Kimler iyilikle gelirse karşılığında daha iyisini alırlar Böyleleri o gün hiç korkuya kapılmazlar, gönülleri rahat olur."

Bu korkudan yana güven içinde olmak bile başlı başına bir mükafattır. Bundan ötesi ise, Allah'ın lütfu ve bağışıdır. Onlar dünyada Allah'dan korkmuşlardı. Dolayısı ile hem dünyada hem de ahirette korku içinde bırakılmamış olmaktadırlar. Tam tersine, yerde ve göklerde kim varsa hepsinin korkuya kapıldığı günde yalnız Allah'ın koruduğu kimselerin güven içinde kaldığıdır.

"Kimler kötülükle gelirse yüzükoyun cehenneme atılırlar"

Bu korkunç bir sahnedir. Onlar yüzleri üzerine ateşe atılıyorlar. Sıkıştırılmaları ve azarlanmaları gittikçe artıyor.

"Bu sadece vaktiyle işledikleriniz kötülüklerin cezası değil midir." Onlar doğru yoldan sapmış ve ona karşı yüzlerini ekşitmişlerdir. Onlar yüzlerini böyle ekşittikleri için ateşe atılarak cezalarını bulacaklardır. Çünkü olar daha önce gece-gündüzün açıklığı gibi apaçık gerçeği gördükleri halde yüz çevirmişlerdi.

Neticede son dokunuşlara yer veriliyor. Burada Hz. peygamber çağrısını yaptığı davasını ve yolunu özetliyor. Davasını bu kadar açıkladıktan sonra kendileri için uygun gördükleri akıbetlerle onları başbaşa bırakıyor. Başladığı gibi yine Allah'a hamd ederek noktalıyor. Onları Allah'a havale ediyor. Ayetlerini on!ara göstermesini kendisine bırakıyor. Yaptıklarından onları hesaba çekecek olanında yine O olduğunu hatırlatıyor:


91- Ey Muhammed de ki; "Bana sırf bu şehrin Rabb'ine kulluk etmem emredildi. O bu şehri dokunulmaz kıldı. Her şey O'nundur. Bana O'nun buyruğuna boyun eğenlerin ilki olmam emredildi.


92- "Bana bir de Kur'an okumam emredildi. Kim doğru yola gelirse kendi iyiliği için doğru yola gelmiş olur. Kim eğri yola saparsa de ki; ben sadece bir uyarıcıyım. "


93- "De ki; Hamd Allah'a mahsustur. O ilerde size ayetlerini gösterecek, siz de onları tanıyacaksınız. " Rabb'in onların yaptıkları işlerden kesinlikle habersiz değildir.


Araplar'ın müşrikleri de Mekke'nin kutsal bir şehir olduğuna, Kabe'nin Kutsal bir ev olduğuna inanıyorlardı. Zaten onlar Araplar'a karşı üstünlüklerini Kabe'nin kutsallığından alıyorlardı. Buna rağmen bu evi kutsal kılan ve bütün bir hayatlarını bunun üzerine kuran Allah'ın birliğini kabul etmiyorlardı. Hz. Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun- inanç sisteminin temellerini sağlamlaştırılması gerektiği gibi sağlamlaştırıyor. Bu şehri kutsal kılan Allah'a kulluk yapmak!a görevli olduğunu açıklıyor. Ona asla ortak koşamayacağını belirtiyor. İslam Düşüncesindeki Tek İlahlık Gerçeği'ni bütünü ile ortaya koyuyor. Bu Şehrin Rabb'i evrende yer alan her şeyin Rabb'idir "Her şeyO'nundur" Yine açıkça müslümanlardan olmakla emredildiğini ilan ediyor. Öyle müslümanlar ki, onların her şeyi Allah'ındır. Başkasının onlarda bir payı ortaklığı yoktur. Bu zaman içinde uzayıp gelen muvahhidlerin, teslim o:muşların kervanıdır.

İşte Hz. Peygamberin mesajının özü budur. Bu mesaj vasıtası ile, Kur'an'ın okunmasıdır.

"Bana bir de Kur'an okumam emredildi.

Kur'an bu davanın hem kitabı, hem ana yasası ve hem de vasıtasıdır. Peygamber bu silahla kafirlere karşı mücadele etmekle görevlendirilmiştir. Ruhlara ve akıllara mücadelede o tek başına yeterlidir. Onda insanın iç alemini bütünü ile kuşatıcı, duyguların tüm kapılarını zorlayıcı, katı kalbleri sarsıcı, artık rahat edemeyecek biçimde yerinden oynatıcı bir özellik vardır. Bunun ötesinde savaşın farz kılınışı ise mü'minleri belalardan, sıkıntılardan korumak ve bu Kur'an ile özgür bir ortamda çağrının yapılmasını garantiye almak içindir. Otoritenin gücü ise Allah'ın yasalarını uygulamak içindir. Çağrıya gelince Kur'an onu yeter:

"Bana bir de Kur'an okumam emredildi."

"Kim doğru yola gelirse kendi iyiliği için doğru yola gelmiş olur. Kim eğri yola saparsa de ki; Ben sadece bir uyarıcıyım."

İşte burada Allah'ın terazisinde sapıklık ve doğru yol ile ilgili konularda bireysel sorumluluk esastır. Bu bireysel sorumlulukta insanın onuru ve şerefi de ortaya çıkmaktadır. Zaten İslam bunu garantiye almaktadır. İnsanları hayvan sürüleri gibi imana sürüklemez. Sadece onlara Kur'an okur. Sonra onları kendi hallerine bırakır. Kur'anın onların iç alemlerindeki görevlerini yapmasını bekler. Kur'an kendine has, derin nüfuz sahibi metoduna uygun biçimde onlara yönelir. Fıtrata, Kur'an'ın metoduna uygun düşen değişmez yasalarına uygun biçimde ve derinlerine inerek hitab eder.
De ki; "Hamd Allah'a mahsustur."

Bu kendisinden söz edeceği Allah'ın eylemine bir giriştir.

"O ilerde size ayetlerini gösterecek, siz de onları tanıyacaksınız."

Yüce Allah gerçekten doğru söylüyor. Yüce Allah her gün kendi kullarına onların iç alemlerine ve dış alemlerine yerleştirdiği ayetlerinden bazılarını gösteriyor. Sırlarla dolup taşan bu evrenin sırlarından bazılarını onlara açıp gösteriyor.

"Rabb'in onların yaptıkları işlerden kesinlikle habersiz değildir."

İşte bu şekilde surenin sonunda onlara sanki dokunuşta bulunuyor. Hem de bu kapalı, güzel, ürpertici ifade ile... Sonra onları kendi hallerine bırakıyor. Dilediklerini yapsınlar diye. Her şeye rağmen onların iç alemlerinde bu derin, etkili dokunuşun izleri silinmez.


"Rabb'in onların yaptıkları işlerden kesinlikle habersiz değildir."

3 Temmuz 2013 Çarşamba

Neml Suresi 70-81 Âyetleri S. Kutub Tefsiri


70- Ey Muhammed, onlar için üzülme ve sana kurdukları tuzaklarda canını sıkmasın.


Bu ayeti kerime Hz. Peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- kalbinin hassasiyetini, önceki mesajları yalanlayanların akıbetlerinden hareketle sonlarını tahmin ettiği milletinin haline ne kadar üzüldüğünü tasvir etmektedir. Ayrıca müşriklerin, ona davasına ve Müslümanlara karşı ne türden ağır baskılar yaptığını, geniş ve büyük olan kalbini daraltacak kadar ileri gittiklerini gösteriyor.

Sonra onların diriliş meselesine ilişkin görüşlerini, dünyada veya ahirette azaba uğrayacaklarını anlatan haberi alaya almalarını sergilemeye devam ediyor.


71- "Eğer doğru söylüyorsanız bize yönelttiğiniz tehdit ne zaman gerçekleşecek?” diyorlar.


Kendilerinden önceki suçluların akıbetlerine uğrayacaklarına ilişkin bir tehdit aldıklarında hemen böyle diyorlardı. Hâlbuki onlar Lût yurdunu, Hicr'deki Semud kavminin harabelerini, Ahkaf'taki Ad kavminin kalıntılarını, Arim selinden sonra Sebe halkının evlerini sabah akşam görüyor ve yanlarından geçiyorlardı. Alaylı alaylı şöyle diyorlardı: "Eğer doğru söylüyorsanız bize yönelttiğiniz tehdit ne zaman gerçekleşecek?” Bizi kendisiyle korkuttuğunuz bu azap nerede? Eğer doğru söylüyorsanız onu hemen getirin veya en azından onun ne zaman gerçekleşeceğini bize haber verin!

Burada onlara cevap veriliyor. Beklenen korkunun gölgeleri ve uyarıcının onlara üstten bakışın gölgelerini kısa birkaç kelime ile ortaya koyuyor:


72- Onlara de ki; Bir an önce gerçekleşsin diye sabırsızlandığınız azabın bir bölümü belki de yanı başınızdadır.


Bununla onların kalplerinde azabın korku ve ürperticisi harekete geçiriliyor. Bu azap, binek üzerinde binek sahibinin arkasına binen adamın onun izlediği gibi onların artlarında kendilerini kovaladığı halde onlar bunun farkında değiller. Onlar gaflet içinde bu azabın hemen gelmesini beklerken o kendilerinin arkalarından beklemekte olabilir! Aman Allah'ım bu ne korkunç olaydır ki, insanların dizlerinin bağını çözmektedir. Onlar ise alaya alıyorlar, ona aldırmıyorlar!

Kim bilebilir? Gayb konusu bize kapalıdır. Perdesi gerilidir. Kimse onun ötesinde ne olduğunu bilemez. Bu ürperten ve insanın aklını başından alan olay bir kaç adım yakında olabilir! Akıllı olan insan ondan sakınandır. Bu gerilmiş perdenin arkası için her an hazırlık yapan, hazırlanandır!


73- Kuşku yok ki senin Rabb'in insanlara karşı lütufkârdır, ama onların çoğunluğu O'na şükretmezler.


Kusurlu ve günahkâr oldukları halde onlara zaman tanınması, azaplarının geciktirilmesi ile yüce Allah'ın onlara karşı nasıl lütufta bulunduğu ortaya çıkmaktadır. Allah bu şekilde onların tevbe etmelerine ve doğru yola yönelmelerine bir fırsat daha tanımış olmaktadır ama onlar Allah'ın bu lütfuna karşılık şükretmezler. Sadece alay ederler. Azabın acele gelmesini isterler. Kendi sapıklıklarına dalıp giderler. Hiç düşünmezler.


74- Kuşku yok ki, senin Rabb'in onların gerek içlerinde sakladıkları ve gerekse açığa vurdukları tüm duyguları bilir.


Kendilerine süre tanıyan, azaplarını geciktiren O'dur. Hâlbuki O, onların kalplerinin gizlediklerini de, dillerinin ve eylemlerinin açığa çıkardıklarını da bilmektedir. Yani bu bile bile bir zaman tanımadır. Lütuf olarak bir süre vermedir. Onlar bundan sonra kalplerinin gizlediklerinden ve açığa vurduklarından hesaba çekileceklerdir.

Bu bölüm, yüce Allah'ın eksiksiz, kuşatıcı, yerde ve gökte hiçbir şeyin kendisinden gizlenemediği bilgisini ortaya koyarak sona eriyor.


75- Göklerdeki ve yeryüzündeki bütün bilinmezler, tüm sırlar mutlaka apaçık kitapta yer alır.


Düşünce ve hayal yerde ve gökte dolaşıyor. Gayble ilgili her şeyi, her sırrı, her gücü, her haberi izliyor. Bunların hepsi Allah'ın bilgisi ile sınırlıdır. Uzakta olan hiçbir şey onun dışında kalmıyor. Gayble ilgili hiçbir şey de kaybolmuyor. Surenin tümünde ilim üzerinde yoğunlaşılıyor. Ona pek çok işaretler yapılıyor. İşte bu işaretlerden biri de surenin kendisiyle noktalandığı bu işarettir.

Yüce Allah'ın sınırsız ilimlerinden söz edilmesi sebebiyle Kur'an'da İsrailoğulları'nın ayrılığa düştüğü konulara kesin çözümlerin getirildiğine değiniliyor. Zira Kur'an, Allah'ın kesin ilminin bir parçasıdır. Bu, yüce Allah'ın ayrılığa düşenlere ne türden bir lütufta bulunduğuna ve sorunlarına nasıl çözüm getirdiğine de bir örnektir. Ayrıca bu, Peygamberimiz için bir gönül alma, bir teselli mesajı olduğu gibi kendisi ile onlar arasında son hükmünü vermesi için onları Allah'a havale etmesi gerektiğini bildiren bir direktiftir de:


76- Kuşku yok ki, Bu Kur'an, İsrailoğulları'na anlaşmazlığa düştükleri konuların çoğunu açık açık anlatmaktadır.

77- Ve yine kuşku yok ki, Kur'an, mü'minler için doğru yol kılavuzu ve rahmettir.

78- Hiç kuşkusuz Rabb'in İsrailoğulları hakkında kesin hükmünü verecektir. O üstün iradelidir ve her şeyi bilir.

79- Ey Muhammed, öyleyse sen Allah'a dayan. Çünkü apaçık gerçeği savunuyorsun.

80- Sen ölülere söz işittiremezsin. Arkalarını dönüp yanından kaçan sağırlara da çağrını duyuramazsın.

81- Sen körleri de sapıklıklarından kurtarıp doğru yola iletemezsin. Sen ancak ayetlerimize inanan ve Rab'lerine boyun eğmiş Müslümanlara söz dinletebilirsin.


Hıristiyanlar Hz. İsa Mesih ve annesi Meryem hakkında ayrılığa düşmüşlerdir. Onlardan bir grup "Mesih, sadece normal bir insandır" derken bir başka grup şöyle demiştir. "Baha, oğul ve Kutsal Ruh ayrı ayrı üç şekilden ibarettir. Bunlarla yüce Allah kendisini insanlara tanıtmıştır." Bunların inançlarına göre Allah üç temel unsurdan oluşmaktadır. -Bunlar da Baba, Oğul ve Kutsal Ruhtur. (Oğul ise İsa'dır) Baba olan yüce Tanrı, Kutsal Ruh kılığında yere inmiş. Hz. Meryem'de bir insan şeklinde bürünmüş ve Hz. Meryem'den Yesri (Hz. İsa) şeklinde doğmuştur! Bir başka grup ise şöyle diyor "Oğul, Baha gibi ezeli değildir. Yalnız O, varlık âleminden önce yaratılmıştır. Bu nedenle O, Baha'dan daha geridedir. Ve O'na boyun eğer. Bir grup da Kutsal Ruh'un bir unsur olmasını reddetmiştir! Miladı 325'te İznik'te toplanan Konsil ile 381 İstanbul'da toplanan Konsil, Oğul ve Kutsal Ruh'un Lahuti bütünlük içinde Baba'ya eşit olduğunu Oğul'un ezelden beri Baba'dan kaynaklanarak oluştuğunu kararlaştırmıştır. Tulaybula'da 589'da yapılan Konsilde ise Kutsal Ruhun Oğuldan da kaynaklanarak oluştuğuna karar verilmiştir. Doğu ile Batı Kilisesi bu konularda ayrılığa düşmüş ve bu ayrılıklar hala devam etmektedir. Kur'an-ı Kerim indiği sırada bu grupların hepsinin sorunlarını çözecek apaçık bir söze hepsini çağırmıştır. Hz. İsa hakkında şöyle demiştir: "Hz. İsa Allah'ın sözüdür. Onu Hz. Meryem'e vermiştir. Ondan bir ruhtur. O ve o bir insandır. Meryemoğluna sadece kendisine nimet verdiğimiz ve İsrailoğulları'na örnek kıldığımız bir kuldur." (Zuhurat Suresi, 59) Bu, İsrailoğulları'nın ayrılığa düştüğü meselenin kesin çözümü demekti.

Hristiyanlar, Hz. İsa'nın asılması konusunda da buna bezer bir ayrılığa düşmüşlerdir! Onlardan bazıları şöyle demiştir. "Hz. İsa Allah'ın sözüdür. Onu Hz. Meryem'e vermiştir." Diğer bir grup ise şöyle demiştir: "Havarisi olan Simon ona benzetilmiş ve O'nun yerine cezalandırılmıştı". Kur'an-ı Kerim ise, bu konuda kesin haberi bildirmiştir: "Oysa O'nu ne öldürdüler ne de çarmıha gerdiler." (Nisa Suresi, 157) Yine buyuruyor ki, "Ey İsa, ben senin canını alacak, Katıma yükseltecek ve kâfirlerin iftiralarından arındıracağım." (Al-i İmran Suresi, 55). İşte bu sözler, bütün ayrılıkları sona erdiren kesin açıklamalardı.

Daha önce de Yahudiler Tevrat'ı tahrif etmiş ve onun ilahi olan yasalarını değiştirmişlerdi. Kur'an-ı Kerim geldi. Yüce Allah indirdiği Tevrat'ın aslını ortaya koydu "Tevrat'ta, Yahudilere yazılı olarak bildirdik ki, can'ın karşılığı can, gözün karşılığı göz, burun karşılığı burun, kulağın karşılığı kulak, dişin karşılığı diştir ve yaralamalar da karşılıklılık (kısas) ilkesi geçerlidir." (Maide Suresi, 45)

Allah, onlara, onların tarihleri ve peygamberleri hakkında doğru bilgiler verdi. Hem de rivayetlerinin ayrılığa düştüğü pek çok mitolojik hikâyeden uzak olarak. Bu mitolojik hikâyeler öyle hale gelmişti ki, İsrailoğulları'nın hiçbir peygamberi bunlardan yakasını temiz kurtaramıyordu... Bu rivayetlere göre Hz. İbrahim karısını Filistin kralı Ebu Malik'e ve Mısır kralı Firavun'a kız kardeşi olarak takdim etmiş ve karısı aracılığı ile onların gözüne girip bir çıkar elde etmeye çalışmıştır! Diğer adı İsrail olan Hz. Yakup dedesi İbrahim'in bereketini babası İshak'tan hırsızlık hile ve yalan yolu ile koparmıştır. Onların aktardıklarına göre bu bereket normalde büyük kardeşin hakkıydı. Onlara göre Hz. Lut'un ikiz kızı ayrı ayrı gecelerde O'nunla yatıp döl almak için kendisine içki içirip sarhoş etmek istemişlerdi. Böylece erkek çocuğu olmayan babalarının mallarını başkasına kaptırmamış olacaklardı. Neticede her ikisi de muradına ermiştir! Hz. Davud bunların inançlarına göre sarayının tepesinde dolaşırken kendi askerlerinden birisinin karısı olduğunu öğrendiği güzel bir kadın görmüş karısını elde etmek için bu askerini dönüşü olmayan savaşlara göndermiştir! Yine onların inançlarına göre Hz. Süleyman âşık olduğu ve karşı gelemediği bir karısının gönlünü almak ve ona yaranmak için (Buzağıya) tapmaya eğilim duymuştur!

Kur'an-ı Kerim geldiğinde Yahudi kültürü ve mitolojisinin Allah tarafından gönderilen Tevrat'a ilave ettiği bütün pislikleri temizlemiştir. Kadri yüce olan bu peygamberin sayfalarını tertemiz hale getirmiştir. Hz. Meryem'in oğlu Hz. İsa'nın (selâm üzerine olsun) hayatına ilişkin mitolojik rivayetleri de aynı şekilde düzeltmiştir.

İşte müşrikler, kendisinden önceki kitaplara hâkim olan, önceki milletlerin bu kitaplara ilişkin ayrılıklarını sona erdiren, ayrılığa düştükleri konularda aralarında hükmeden bu Kur`ana karşı mücadele ediyorlar. Onu tartışıyorlar, hâlbuki Kur'an, tartışanlara arasında kesin hükmü belirleyen kitabın kendisidir!

"Doğru yol kılavuzu" onları ayrılıktan ve sapıklıktan korur. Programlarını birleştirir. Yolu belirler. Onları, değişmeyen ve şaşmayan önemli evrensel yasalara ulaştırır. "O Rahmettir" Kuşkudan, şaşkınlıktan ve ürkeklikten kendilerini korur. Belli bir halde durmayan programlar ve teoriler arasında dolaşıp durmaktan kurtarır. Onları Allah'a ulaştırır. Onun himayesi altında huzura kavuşurlar. Koruması altında sükûnete ulaşırlar. Kendi iç âlemleriyle ve etraflarında bulunan insanlarla barış içinde yaşarlar, sonuçta Allah'ın rızasına ve bol olan sevabına kavuşurlar.

Kur'an metodu, insanın iç âlemini diriltme ve onu tertemiz fıtratın ahengine uygun biçimde oluşturma noktasında eşsiz bir metottur. Öyle ki bu yolla fıtrat içinde yaşadığı evren ile tam bir uyum içine girer. Bu evrende hükmeden yasalara paralel olarak hareket eder. Zorlamadan, sıkmadan, rahat ve kolay bir biçimde bu uyumu sağlar. Bu nedenle fıtrat kendi iç âleminin derinliğinde eşsiz bir güven ve barış hisseder. Ona düşmanlık etmez, onunla ilişki kurma yolunu bildiğinde ve onun yasalarının aynı zamanda kendisinin yasaları olduğunu öğrendiğinde evren de ona düşmanca davranmaz. İnsanın iç âlemi ile evren arasındaki bu uyum, insanın kalbi ile büyük varlık arasındaki bu barış, toplumun barışına da kaynaklık eder. İnsanlar arasında bir barış ortamı sağlar. Bir güven ve huzur havasını oluşturur... Bu ise, en kapsamlı şekli ve anlamı ile rahmetin kendisidir...

İsrailoğulları'nın anlaşmazlıklara çözüm getiren, mü'minleri doğru yola ileten ve onların üzerine rahmet yağdıran bu Kur'an'ı insanlığa göndermekle yüce Allah'ın onlara ne büyük lütufta bulunduğunu bu şekilde dikkat çekildikten sonra Hz. Peygamberce -salât ve selâm üzerine olsun- yöneliyor. Kendisi ile milleti arasındaki anlaşmazlığı Rabb'inin çözeceğini, aralarında reddedilmesi imkansız olan hükmünü vereceğini belirtiyor. Çünkü Allah'ın hükmü kesin bilgiye dayalı sağlam bir hükümdür:

"Ey Muhammed, öyleyse sen Allah'a dayan. Çünkü apaçık gerçeği savunuyorsun!

Yüce Allah hakkın, gerçeğin zaferini, yerin ve göklerin yaratılması, gece ve gündüzün değişmesi gibi bir yasa haline getirmiştir. Bu yasa bazen yüce Allah'ın bildiği bir hikmet gereği gecikebilir. Bu gecikme ile Allah'ın belirlediği bir takım amaçlar gerçekleşir. Fakat yasa değişmez. Yasa sürekli olarak yürürlüktedir. Bu, Allah'ın verdiği sözdür. Allah sözünden dönmez. İman, Allah'ın bu sözünün doğru olduğuna inanmadan ve onun gerçekleşeceğine kesin gözüyle bakmadan oluşmaz. Allah'ın verdiği sözün bir süresi vardır. Bu süre ne ileri alınabilir ne de geciktirilebilir.

Hz. Peygambere -salât ve selâm üzerine olsun- yönelik teselli devam ediyor. Zor şartlar altında gerçekleştirilen onca öğütlere ve açıklamaya, bu Kuran'la kendilerine hitap edilmesine rağmen milletinin inatlaşmasına, sürtüşmeyi sürdürmesine ve küfürde ısrar etmesine üzülmemesi gerektiği açıklanıyor. Ayetlerin bütün bunlara karşı onu teselli etmeye ve üzülmemesi gerektiğini açıklamaya devam ediyor. Çünkü o çağrısını yapmada bir kusur işlememiştir. Fakat kalpleri diri olan, kulaklarını açan insanlar ancak işitebilir, Kalpleri harekete geçer. Ancak onlar güvenilir öğütçüye yönelebilirler. Kalpleri ölenlere, gözleri kör olup doğru yolun ve imanın delillerini görmeyenlere ise, peygamber bir şey yapamaz. Onların kalplerine ulaşmanın yolu yoktur. Sapıklığa düşmeleri ve yoldan hayli uzaklaşmaları halinde onun bir suçu yoktur.

Kur'an'ın eşsiz ifade üslubu, gözle görülmeyen psikolojik bir halin canlı hareketli bir tablosunu çizmektedir. Bu psikolojik hal, kalbin donuklaşması, ruhun küllenmesi, hislerin hareketsizleşmesi, bilincin sönükleşmesidir. Kur'an bu psikolojik durumu bazen ölü biçiminde takdim eder. Hz. Peygamber salât ve selâm üzerine olsun- onları çağırır. Onlar ise çağrıyı duymazlar. Zira ölüler hissedemezler! Bazan onları sağır biçiminde tasvir eder. Çağırana sırtlarını dönüp giderler. Çünkü onlar işitmezler. Bazen de onları kör insanlar olarak anlatır. Karanlık dünyalarında ilerlerler. Yol göstereni görmezler, zira onlar göremezler! Bu hareketli somut tablolar birbiri ardına gözler önüne serilir. Böylece meselenin esprisi somutlaşmış ve bilinçte sağlamlaşmış olmaktadır! Sonra ölülerin, körlerin ve sağırların karşısında mü'minleri yerleştiriyor. Mü'minler diri işitebilen ve görebilen kimselerdir.

Sen ancak hayatı görme ve işitme ile kalplerini Allah'ın ayetlerini anlayacak biçimde hazırlayanlara işittirebilirsin. Hayatın alameti bilinçtir, hissedebilmektir. Görme ve işitmenin alameti görülen ve işitilen şeylerden yararlanmaktır. Mü'minler, hayatlarından görmelerinden ve işitmelerinden en güzel biçimde yararlanırlar. Peygamberin görevi onlara işittirmek ve Allah'ın ayetlerini göstermektir. Bu görevini yaptıktan sonra zaten onlar hemen ve anında teslim olurlar. "Rab'lerine boyun eğmiş Müslümanlara söz dinletebilirsin.


İslâm, doğal bir anlayıştır. Açıktır. Sağlıklı olan fıtrata yakındır. Sağlıklı olan kalp İslâmı tanıdıktan sonra hemen ona teslim olur. Ona karşı koymaz. Kur'an-ı Kerim doğru yolu kabul eden, dinlemeye hazır olan, tartışmaya ve meseleyi bulandırmaya yönelmeyen, sırf Hz. Peygamberin kendilerini çağırması, onları Allah'ın ayetlerine ulaştırması ile imana yönelip onun çağrısını kabul eden kalpleri de işte bu şekilde tasvir ediyor.