88-
Bazı kâfirler "Rahmeti bol olan Allah, evlat edindi" dediler.
89-
Sizler, böyle demekle son derece çirkin bir iddia ileri sürdünüz.
90-
Bu iddia karşısında nerede ise gökler paramparça olacak, yer yarılacak ve
dağlar gürültü ile göçerek yerle bir olacak.
91-
Onlar rahmeti bol olan Allah'a çocuk yakıştırdılar diye.
92-
Oysa rahmeti bol olan Allah'a çocuk edinmek yakışmaz.
Bu ayetlerde kullanılan
sözcüklerin titreşimleri ve ifadelerin vurgusu adeta öfke, ayaklanma ve
tahammülsüzlük saçarak oluşturulmak istenen yaygın protesto havasının
frekansını yükseltiyorlar. Cansız evren tüm varlığı ile, bütün parçaları ile
baş kaldırıyor, çırpınıyor ve sarsılıyor. Çünkü bu tüyler ürpertici iddiayı
işitmiş, yüce Allah'ın dokunulmaz kutsallığının çiğnendiğinden haberdar
olmuştur. Onuru saldırıya uğrayan, ya da sevdiği, saydığı bir kimsenin şeref
çiğnenen bir insanın bu yüzden öfkeye kapıldığını düşününüz. Bu insanın
elinin-kolunun nasıl titrediğini, bütün vücudunun nasıl sarsıldığını düşününüz.
İste bu tüyler ürpertici söz karşısında cansız evrende aynı sert reaksiyonu
gösterir.
Bu tüyler ürpertici
iddianın yol açtığı evrensel başkaldırıya gökler, yer ve dağlar da katılırlar.
Ayetlerde kullanılan sözcüklerin titreşimleri, bu zelzelenin bu gümbürtünün
sarsıntılarına somutluk kazandırır.
Bu kâfirler "Allah,
evlat edindi" der demez, bu tüyler ürpertici iddia
ağızlarından çıkar çıkmaz, karşılığı olan protesto ve kınama hemen yüzlerine
çarpılıyor:
"Siz
böyle demekle son derece çirkin bir iddia ileri sürdünüz."
İşte o anda çevrelerindeki
bütün durgun nesneler zelzeleye tutuluyor, bütün hareketsiz varlıklar
sarsılmaya başlıyor. Yaratıcısına bağlı evrenin tümü öfke saçmaya koyuluyor. Bu
sözün yapısına ve özüne ters düştüğünü hissediyor. Özünün zembereğinin
koptuğunu ve varlığının ekseninin devrildiğini fark ediyor. Dayanağı olan ve
dengesini sağlayan alt tabanın sarsıldığını görüyor:
"Bu
iddia karşısında nerede ise gökler paramparça olacak, yer yarılacak ve dağlar
gümbürtü ile göçerek yerle bir olacak. Onlar rahmeti bol olan Allah'a çocuk
yakıştırdılar diye. Oysa rahmeti bol olan Allah'a çocuk edinmek yakışmaz."
Bu evrensel öfkenin homurtuları
arasında şu tüyler ürpertici açıklamanın gürlemesi işitilir:
93-
Göktekilerin ve yerdekilerin tümü rahmeti bol olan Allah'ın huzuruna kul olarak
geleceklerdir.
94-
Allah, onları bir bir sayarak hesaba geçirmiştir.
95-Kıyamet
günü hepsi O'nun huzuruna teker teker geleceklerdir.
Bütün göktekiler ve bütün
yerdekiler sadece birer "kul"durlar;
itaatkâr bir tavırla, boyunlarını eğerek Rabblerinin huzuruna gelirler. Hiç
kimsenin O'nun oğlu ya da ortağı olması söz konusu değildir. Herkes O'nun
sadece yaratığı ve kuludur. İnsan şu açıklamanın anlamını derinliğine
düşününce varlığı tepeden tırnağa zelzeleye tutulur:
"Allah onları bir bir
sayarak hesaba geçirmiştir."
Buna göre bir tekinin bile
kaçıp kaybolması ya da unutulması düşünülemez:
"Kıyamet günü hepsi
O'nun huzuruna teker teker geleceklerdir."
Yüce Allah'ın gözü
herkesin üzerindedir. Herkes yalnız başına O'nun karşısına çıkar. Yanında ne
bir yoldaşı ve ne de varlığından güç alacağı bir destekçisi vardır. İnsan o
sahnede toplum ruhundan, "toplumsallık"
duygularından bile soyutlanır. O anda insan hesaplaşma gününün yüce hâkimi
karşısında yapayalnız ve kimsesizdir.
Bu ürkütücü yalnızlığın,
tek başına kalmışlığın korkunçluğu ortasında bir de bakıyoruz ki, mü'minler
yüce bir sevginin Allah'tan gelen sevginin okşayıcı melteminin serinliğini
yüzlerinde ve gönüllerinde hissetmektedirler:
96-
İman edip iyi ameller işleyenlere gelince Allah, onlara sevgi armağan
edecektir.
Burada ifadesini bulan
"sevgi"nin havası kalpleri okşayan, ılık bir meltem
estiriyor, gönülleri ısıtan bir hoşnutluk yazıyor. Bu yücelikler âleminden
kaynaklanarak yeryüzüne ve insanlara saçılan, tüm evreni doldurup taşıran bir
sevgidir.
Nitekim sahabelerden Hz.
Ebu Hureyre'nin bildirdiğine göre Peygamber efendimiz -salât ve selâm üzerine
olsun- şöyle buyuruyor:
-Yüce
Allah, bir kulunu sevince Cebrail'i yanına çağırarak kendisine "Ben
falancayı seviyorum, onu sen de sev" der. Bunun üzerine Cebrail de o adamı
sever. Arkasından göktekilere (meleklere) seslenerek "Allah falancayı
seviyor, onu siz de sevin" der. Bunun üzerine göktekiler de o kulu
severler. Arkasından o kulun yeryüzünde de benimsenmesi, sempati görmesi sağlanır.
Buna
karşılık yüce Allah bir kuldan nefret edince Cebrail'i yanına çağırarak
kendisine "Ben falancadan nefret ediyorum, ondan sen de nefret et"
der. Bunun üzerine Cebrail o adamdan nefret eder. Arkasından göktekilere
(meleklere)seslenerek "Allah falancadan nefret ediyor, ondan siz de nefret
edin" der. Bunun üzerine göktekiler de o kuldan nefret ederler. Arkasından
yeryüzünde de o kuldan nefret edilmesi, antipati duyulması sağlanır."
(Bu hadisi İmam-ı Ahmed; Affan, Ebu Avane, Suheyl, Suheyl'in babası ve Ebu
Hureyre yolu ile naklederken İmam-ı Ahmed ve Buhari'nin ortak rivayet zinciri
şöyledir: İbn-i Cureyc, Musa el-Eşari, İbn-i Utbe, Nafi, Ebu Hureyre.)
Kötülükten sakınan
mü'minlere yönelik müjde ile yüce Allah'a baş kaldıran kâfirlere yönelik uyarı,
bu Kur'an'ın iki ana amacını oluşturur. Yüce Allah, Araplar'ın bu Kur'an'ı
kolay anlamalarını sağlamak ve onu rahat okuyabilsinler diye Peygamberimizin
dili ile indirmiştir:
97-
Ey Muhammed, kötülükten sakınanları müjdeleyesin ve inatçılar güruhunu uyarasın
diye biz bu Kur'an'ı ana dilinde indirerek onu kolay anlamanı sağladık.
Bu sure somut bir sahne
ile noktalanıyor. Bu sahne kalpleri uzun bir süre dalgalandıracak, vicdanları
derinden derine titretecek ve uzun bir süre hayallerden izi silinmeyecek müthiş
bir sahnedir:
98-
Biz bu inatçılardan önce nice kuşakları yok ettik. Şimdi onların hiçbirini
ortalıkta görüyor musun, ya da onlardan kaynaklanan en zayıf bir ses kulağına
geliyor mu?
Sayın okuyucu, bu sahne
seni önceki yıkıcı bir sarsıntı ile yüz yüze getiriyor, arkasından engin bir
suskunluğun denizine gömüyor. Sanki seni elinden tutup engin bir vadinin başına
dikerek yüzyıllardan beri dönem dönem yok edilmiş eski insan kuşaklarının belli
belirsiz kalıntıları ile yüz yüze getiriyor. Bakışlarının sınırlarına eremediği
erginlikteki bu vadide hayalin, vaktiyle kımıldayan, hareket eden kalıntılar
arasında yüzüyor, bir zamanlar nabzı atan, seğirten canlılar arasında zıplıyor,
yine bir zamanlar yaşayan ve umutlar besleyen duygular ve özlemlerle at
koşturuyor. Sonra ortalığa birden derin bir sessizlik çöküyor, her şeyin
üzerine ölüm abanıyor. Kadavralardan, leşlerden, çürümüş kemiklerden ve
kalıntılardan başka hiçbir şey görünmüyor. Ne bir inilti ne bir algı ne bir
kımıltı ve ne de bir çıt var:
"Şimdi onların
hiçbirini ortalıkta görüyor musun? Ya da onlardan kaynaklanan en zayıf bir ses
kulağına geliyor mu?"
Bak da görmeye çalış.
Kulak ver de dinle. Derin bir sessizlikten ve tüyler ürpertici bir suskunluktan
başka bir şey yok. Koca evrende ölüm nedir bilmeyen tek diriden, yani yüce
Allah'tan başka hiç kimse yoktur artık.