29 Şubat 2012 Çarşamba

Sâd Suresi Meal - Muhammed Esed

بِسْــــــــــــــــــمِ اﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم


1 Sâd.

DÜŞÜN öğüt ve uyarılarla dolu olan bu Kur’an'ı!

2 Ama hakikati inkara şartlanmış olanlar, boş gurura kapılmış ve [bu sebeple] (doğru yolu bırakıp) yanlış ve eğri yollara sapmışlardır. 3 Onlardan önce kaç nesli [bu günahlarından dolayı] yok ettik! Ve artık kaçmalarının mümkün olmadığını anladıklarında [nasıl] yalvarıyorlardı [Bize]!

4 Şimdi bu [insanlar] aralarından bir uyarıcının çıkmasına şaşmaktadırlar; ve hakikati inkar edenler şöyle diyorlar: “O [sadece] bir büyücü, bir yalancıdır! 5 O, bütün ilahları (reddedip) bir [tek] ilah olduğunu mu iddia ediyor? Doğrusu, bu çok tuhaf bir şeydir!”

6 Liderleri öne atılır: “Pes etmeyin ve ilahlarınıza sımsıkı sarılmaya devam edin: yapılacak tek şey budur!” 7 Biz, yeni itikatların hiç birinde böyle [bir iddia] duymadık! Bu, [fâni bir insanın] uydurmasından başka bir şey değildir! 8 Ne yani! [İlahî] uyarı, içimizden bir tek o'na mı indirildi?”

Evet, onlar yalnız Benim uyarıma karşı şüphe içindeler. Evet, onlar henüz Benim azabımı tatmadılar.

9 Yoksa onlar, kudret ve lütuf sahibi olan Rabbinin rahmet hazinelerine sahip [olduklarını mı zanneder]ler? 10 Yoksa, göklerin ve yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin hükümranlığı onlara mı aittir? Öyleyse [akıllarına gelebilecek] her türlü vasıta ile [benzer ilahî bir makama] ulaşmayı denesinler (bakalım)!

11 [Fakat] işte bütün insanlar, ne kadar [sıkı şekilde] bir araya gelmiş olsalar da [hakikati kabule yanaşmazlarsa] yenilmeye mahkum olurlar.

12 Daha önce Nûh kavmi, ‘Âd [kavmi] ve [sayısız] direkler üstünde duran çadırların sahibi Firavun [toplumu] da hakikati yalanladılar, 13 Semûd [kabilesi] ve Lût kavmi ve [Medyen'in] yemyeşil vadilerinin sakinleri [de aynı şekilde hakikati yalanlamışlardı]: Onların tümü [inkarda] birleştiler. 14 Hepsi de elçileri yalanladılar; ve bu nedenle cezamızı hak ettiler.

15 Ve onları, [şimdi hakikati inkar edenleri,] tek bir [bela] çığlığı beklemektedir: o, bir an bile gecikmeyecektir.

16 Onlar [alaylı bir şekilde]: “Ey Rabbimiz!” derler, “Hesap Günü'nden önce payımıza düşen [cezayı] hemen ver bize!”

17 [Ama sen, yine,] onların söyledikleri her şeye sabırla katlan ve güçlü bir iradeye sahip bulunan kulumuz Davud'u hatırla! O, her zaman Bize yönelirdi: 18 [ve bunun için,] her sabah ve her akşam sınırsız kudret ve egemenliğimizi anarken dağları o'na eşlik ettirirdik, 19 ve [aynı şekilde] bölük bölük kuşları da: bunlar [hep birlikte] O'na, [kendilerini yaratmış olana,] tekrar tekrar yönelirlerdi. 20 Biz de (buna karşılık) o'nun otoritesini güçlendirmiş ve kararlarında hikmet ve basîret üzere olmasını sağlamıştık.

21 DÂVÂCILARIN kıssasından haberin oldu mu? [Davud'un ibadet ettiği] mâbedin duvarlarına tırmanan [iki kişinin kıssasından]?

22 Davud, onları yanında görünce telaşlanıp korktu; bunun üzerine: “Korkma!” dediler, “Biz [sadece] iki dâvâcıyız. Birimiz ötekinin hakkına tecavüz etti: şimdi aramızda adaletle karar ver, doğrudan ayrılma ve [ikimize] dürüstlük yolunu göster”.

23 “Bu benim kardeşim: Onun doksandokuz koyunu var, benimse [sadece] bir koyunum; buna rağmen, ‘onu bana ver’ dedi ve bu tartışmada bana zorla dediğini yaptırdı”.

24 [Davud] dedi ki: “Bu [adam] senin koyununu kendininkiler arasına katmayı istemekle sana haksızlık yapmış! Zaten yakınların çoğu birbirlerine aynı şeyi yaparlar, [Allah'a] inanıp doğru ve yararlı işler yapanlar hariç: böylesi de ne kadar az!” Davud, (bunları söylerken) Bizim kendisini sınadığımızı [birden] anladı; bunun üzerine Rabbinden günahını bağışlamasını diledi, secdeye kapandı ve tevbe ederek O'na yöneldi.

25 Biz de bu [günahı]nı bağışladık: [öteki dünyada] o'nu Bizim yakınlığımız ve menzillerin en güzeli beklemektedir.

26 [Ve şöyle dedik:] “Ey Davud! Seni [bir Peygamber ve böylece] yeryüzündeki halifemiz kıldık: öyleyse insanlar arasında adaletle hükmet, boş arzu ve heveslere uyma, sonra onlar seni Allah yolundan saptırır: Allah yolundan sapanları ise, Hesap Günü'nü unuttuklarından dolayı şiddetli bir azap bekler!”

27 VE BİZ, hakikati inkar edenlerin sandığı gibi, göğü ve yeri ve ikisi arasındaki şeyleri bir amaç ve anlamdan yoksun yaratmadık: Vay hallerine [cehennem] ateşindeki o inkarcıların!

28 [Yoksa,] inanıp doğru ve yararlı işler yapanları yeryüzünde bozgunculuk yapanlarla bir mi tutsaydık? Allah'a karşı sorumluluklarının bilincinde olanları yoldan sapmışlarla bir mi tutsaydık?

29 [Ey Muhammed!] Sana indirdiğimiz bu kutsal ilahî kelâm[da her şeyi açıkladık ki] insanlar onun mesajı üzerinde iyice düşünsünler ve akıl-iz‘ân sahipleri ondan ders alsınlar.

30 VE BİZ DAVUD'A [oğul olarak] Süleyman'ı armağan ettik; o, ne güzel bir kul[umuz oldu]!

O, her zaman Bize yönelirdi. 31 [Ve] akşama doğru soylu koşu atları önüne getirildiğinde [bile], 32 “Ben güzel olan her şeyi severim, çünkü Rabbimi bana hatırlatır!” derdi; [atlar koşarak uzaklaşıp] gözden kayboluncaya kadar [bu sözleri tekrarladı. Daha sonra,] 33 “Onları bana getirin!” [diye emretti] ve bacakları ile boyunlarını [şefkatle] sıvazlamaya başladı.

34 Fakat [daha önce] Süleyman'ı tahtının üzerine bir ceset koymak suretiyle denemiştik; bunun üzerine [Bize] yönelmiş [ve] 35 “Rabbim!” demişti, “Günahlarımı affet, bana benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver; çünkü sen lütuf sahibisin!”

36 Bunun üzerine rüzgarı o'nun emrine verdik ki o'nun direktifi ile istediği yöne doğru kolayca essin; 37 bütün bozguncu güçleri de [o'nun hizmetine verdik], her tür yapı ustasını ve dalgıcı; 38 ve zincirlerle birbirlerine bağlanmış diğerlerini.

39 [Ve ona dedik:] “Bu Bizim hediyemizdir, onu hiçbir hesap yapmadan başkalarına dilediğin gibi vermen yahut elinde tutman sana kalmıştır!”

40 Kuşkusuz o'nu [öteki dünyada] Bizim yakınlığımız ve menzillerin en güzeli beklemektedir.

41 KULUMUZ EYYUB'U da hatırla, o'nun Rabbine şöyle seslendiğini: “Şeytan bana [tam bir] bıkkınlık ve azap vermektedir!” 42 [Bunun üzerine kendisine:] “Ayağını [yere] vur: İşte yıkanabileceğin ve içebileceğin bir soğuk su!” dedik.

43 Ona katımızdan bir rahmet ve bütün akıl-iz‘ân sahiplerine bir uyarı olmak üzere mevcut nüfuslarını iki katına çıkaran yeni bir nesil armağan ettik.

44 [Ve sonunda o'na dedik ki:] “Şimdi eline bir demet ot al, onunla vur ve yeminini yerine getir!” Gerçekten Biz o'nu sıkıntılara karşı sabırlı gördük: o, ne güzel bir kulumuzdu, daima Bize yönelirdi!

45 [HEPSİ DE] güçlü bir iradeye ve keskin bir kavrayış yeteneğine sahip olan İbrahim, İshâk ve Yakub'u hatırla: 46 Biz onları arı-duru bir düşünce aracılığıyla temizledik: öteki dünyayı gözetme [düşüncesiyle]. 47 Ve Bizim nezdimizde onlar gerçekten seçkin, hayırlı kimseler arasındaydılar.

48 İsmail'i, Elyesa'yı ve [o'nlar gibi] kendisini [Bize] adayan herkesi an: onların tümü hayırlı kimselerdi!

49 BU, [Allah'a inananlar için] bir uyarıdır. Çünkü, Allah'a karşı sorumluluk bilinci duyanları bütün menzillerin en güzeli beklemektedir:

50 Kapıları ardına kadar açık sonsuz mutluluk, esenlik bahçeleri,

51 orada uzanıp dinlenecekler; [ve] her tür meyveyi ve içeceği, [serbestçe] isteyebilecekler,

52 yanıbaşlarında yumuşak bakışlı, uyumlu eşler olacak.

53 İşte bu, Hesap Günü için size verilen sözdür: 54 Bu, [size] vereceğimiz tükenmeyen nimetimizdir!

55 Bu, [dürüst ve erdemliler içindir]: doğruluk ve dürüstlük sınırlarını aşanları ise en kötü bir akibet beklemektedir: 56 Onlar cehennemi tadacaklar, ne fecî bir meskendir o!

57 Bu, [işte böyleleri içindir,] öyleyse bırak tatsınlar: yakıcı bir ümitsizlik ve buz gibi bir karanlık, 58 ve aynı cinsten azap üstüne azap!”

59 [Ve onlar birbirlerine soracaklar: “Gördünüz mü] sizinle birlikte körükörüne [günaha] dalan bu kalabalığı? Rahat yüzü görmesin onlar! Elbet onlar [da] ateşi tadacaklar!”

60 [Ve] onlar, [ayartılmış olanlar,] feryad edecekler: “Hayır, asıl [sorumlu] sizsiniz! Siz rahat yüzü görmeyin! Bunu başımıza getiren sizsiniz: Ne kötü bir yer burası!”

61 [Ve] “Ey Rabbimiz!” diye yalvaracaklar, “Bunu kim başımıza getirdiyse onun ateş içindeki azabını kat kat artır!”

62 Ve ekleyecekler: “Nasıl olur da [dünyada] çarpılmış olanlar arasında saydıklarımızı[n hiç birini] burada görmeyiz, 63 [ve] kendileriyle alay ettiklerimizin? Yoksa [onlar burada da] biz mi göremiyoruz?

64 Cehennem sakinlerinin karşılıklı çekişmeleri [ve şaşkınlıkları] işte böyle sürüp gidecek!

65 DE Kİ [ey Muhammed]: “Ben yalnızca bir uyarıcıyım; bütün mevcudat üzerinde mutlak otorite sahibi olan Tek Allah'tan başka ilah yoktur: 66 göklerin, yerin ve ikisi arasındaki her şeyin Rabbi, kudret sahibi ve çok bağışlayıcı!”

67 De ki: “Bu, muazzam bir mesajdır: 68 [nasıl] ondan yüz çevirirsiniz?”

69 [De ki ey Muhammed:] “[İnsanın yaratılışına] karşı çıktıklarında yüce topluluk[ta neler olup bittiği] hakkında bilgi sahibi değildim; 70 o, [Allah] tarafından bana vahyedilmemiş olsaydı ben de [size] apaçık bir uyarıda bulunamazdım!”

71 [Nitekim] o zaman, Rabbin meleklere demişti: “Ben balçıktan bir insan yaratacağım; 72 ona en uygun biçimi verip Kendi ruhumdan kattığım zaman onun önünde yere kapanın!”

73 Bunun üzerine bütün melekler yere kapandılar, 74 yalnız İblis kapanmadı: O küstahça böbürlendi ve [böylece] hakikati inkar edenlerden oldu.

75 [Allah]: “Ey İblis!” dedi, “Kendi ellerimle yarattığım şu [varlığın önünde] yere kapanmaktan seni alıkoyan nedir? [Başka bir yaratık önünde boyun eğmeyecek kadar] kibirli misin, yoksa [yalnız] kendisini üstün görenlerden misin?”

76 [İblis]: “Ben ondan daha üstünüm!” diye cevap verdi, “Beni ateşten, onu ise balçıktan yarattın”.

77 [Allah] “Öyleyse” dedi, “bu [meleklik konumu]ndan çık git; çünkü sen artık gözden düşmüş/kovulmuş birisin. 78 Ve benim lânetim Hesap Günü'ne kadar senin üzerinde olacaktır!”

79 [İblis] “Ey Rabbim!” dedi, “O halde herkesin dirileceği Güne kadar bana mühlet ver!”

80 [Allah] “Peki, [öyle olsun]!” dedi, “Sen mühlet verilenlerden oldun, 81 zamanı [yalnız Benim tarafımdan] bilinen Güne kadar”.

82 [Bunun üzerine İblis]: “Senin kudretine andolsun ki, onların tümünü şiddetli bir sapıklığa sürükleyeceğim!” dedi, 83 “Senin ihlaslı kulların dışında [tümünü]!”

84 [Allah,] “O zaman, gerçek şudur!” buyurdu, “ve Ben bu gerçeği söylüyorum: 85 Cehennemi seninle ve sana uyanlarla dolduracağım!”

86 DE Kİ [ey Peygamber]: “Bu [mesaj] için sizden hiçbir karşılık istemiyorum; ve ben sahip olmadığı şeyleri iddia edenlerden değilim. 87 Bu [ilahî kelâm], bütün âlemler için ancak bir öğüt ve uyarıdır. 88 Ve onun anlamını bir süre sonra mutlaka kavrayacaksınız!”

28 Şubat 2012 Salı

Kamer Suresi - Tefsir 37-55 (Mevdudi)

بِسْــــــــــــــــــمِ اﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم


37- Andolsun onlar, onun konuklarından da murad almak için baskı yaptılar. Biz de onların gözlerini silip kör ettik. "İşte azabımı ve uyarıp-korkutmamı tadın."

Bu kıssanın ayrıntıları, Hud: 77-83 (VE ELÇİLERİMİZ Lût'a geldiğinde, kendilerini koruyacak gücü olmadığını görerek onlar hesabına derin bir kaygı duydu ve “Zor bir gün, bu!” diye belirtti, (kaygısını). Ve [çirkin arzularla] eve doğru sürüklenen kavmi seğirterek ona geldiler; bunlar, daha önce de hep [buna benzer] çirkin işler işleyip durmuşlardı. (Lût): “Kavmim! İşte kızlarım!” dedi, “Onlar [erkeklerden] daha uygun olur sizler için! Allah'tan korkun da konuklarıma [saldırarak] beni rüsvay etmeyin! Aranızda hiç mi aklı başında kimse yok? “Sen de biliyorsun ki senin kızlarında gözümüz yok” dediler, “Sen, aslında bizim neyin peşinde olduğumuzu çok iyi bilirsin!” “N'olurdu, size karşı koyabilecek gücüm olsaydı!” diye hayıflandı, “ya da sırtımı dayayabileceğim bir dayanak!” [Bunun üzerine melekler:] “Ey Lût, bak, biz senin Rabbinin elçileriyiz! (Korkma,) [düşmanların] sana asla ilişemeyecekler! Artık, ailenle beraber gecenin bir vaktinde yola çık; aranızdan kimse arkasına bakmasın, karının dışında [ailenden kimse arkada kalmasın]: çünkü, bil ki, onların başına gelecek olan onun da başına gelecek. Onlar için belirlenmiş vakit tam da (bu) sabah; eh, sabah da zaten yaklaşmadı mı? Ve böylece hükmümüz vaki olunca bu [günahkar şehirlerin] altını üstüne getirdik; ve önceden yazılmış bir cezanın infazı için üzerlerine birbiri ardından püskürtü halinde sert taşlar yağdırdık. O taşlar ki, [günaha gömülüp gitmiş böyle toplumları tepelemek için] Rabbinin katında hazırlanmış, işaretlenmiştir. O taşlar ki, zalimlerin başından hiç eksik olmaz!) ve Hicr: 61-74'de geçmiştir (VE ELÇİLER, Lût'un evine gelince, (Lût onlara): “Doğrusu, siz [burada] tanınmayan kimselersiniz!” dedi. Onlar da: “Evet, fakat biz sana, [kö-tülükten yana olanların] şüphe edip durdukları şey[i duyurmak] için geldik” diye cevap verdiler, “ve sana [gerçekleşmesi kaçınılmaz olan] hakkı getirdik; çünkü, kuşku yok ki, biz doğruyu söylüyoruz”. Bu durumda artık sen, ailenle birlikte gecenin bir vaktinde yola koyul; sen onları geriden takip et; sizden hiç kimse arkasına bakmasın; yalnızca emredildiğiniz yöne doğru ilerleyin”. Ve [elçilerimiz aracılığıyla] o'na şu hükmü tebliğ ettik: “Bu [günahkar]ların son kalıntıları da sabaha varmadan silinip ortadan kaldırılacaktır”. Bu arada, şehir halkı sevinerek [Lût'a] geldiler. [Lût] seslendi: “Bakın, bunlar benim konuklarım;” dedi, “beni utandırmayın, Allah'tan korkun da beni rüsvay etmeyin!” Cevap verdiler: “Biz sana insanlarla görüşmeyi, [onlara kol kanat germeyi] yasaklamamış mıydık?” [Lût:] “[Niyetli olduğunuz şeyi] ille yapacaksanız,” dedi, “işte bunlar benim kızlarım, [onları alın]!” [Fakat melekler Lût'a:] “Canı sağolasıca!” dediler, “[Onlar bu durumda seni hiç dinlerler mi?] Baksana, [şehvetten] gözleri dönmüş, körcesine sendeleyip, öteye beriye sarkıntılık yapıp duruyorlar!” Ve derken, tan yeri ağarırken, [hak ettikleri azabın] gürültüsü apansız yakaladı onları ve böylece [bu günahkar şehirlerin] altını üstüne getirdik; belirlenmiş cezanın infazı için üzerlerine püskürtü halinde sert taşlar yağdırdık. Şüphesiz, bütün bunlarda, işaretlerden anlam çıkarmasını bilen kimseler için çıkarılacak nice dersler vardır. Çünkü, gerçekten de [sözü geçen] bu [şehirler] bugün hâlâ yerinde durmakta olan bir yol üzerindeydiler. Şüphesiz, bütün bunlarda [Allah'a] inanan kimseler için çıkarılacak bir ders vardır.). Özet olarak şu şekildedir: Allah bu kavme azab göndermeye karar verdikten sonra, Hz. Lût'a (a.s) birkaç meleği yakışıklı gençler suretinde, misafir olarak göndermiştir. Hz. Lût'un (a.s) kavmi bu gençleri görür görmez, O'nun evine hücum ederek, Hz. Lût'dan bu gençleri kötü emellerine alet etmek için istediler. Hz. Lût onlara öğüt vererek, bu sapıklıktan vazgeçmelerini ve kendisini rezil etmemelerini rica etti. Fakat buna rağmen onlar, eve zorla girmek ve misafirleri almak için uğraştılar. Ancak birden bire hepsinin gözü kör oldu ve etraflarını görmez oldular. Bunun üzerine melekler, Hz. Lût'a ailesini alarak, sabaha kadar şehri terk etmesi gerektiğini söylediler. Hz. Lût şehri terk eder etmez azab bu kavmin üzerine indi. Bu olay, Kitab-ı Mukaddes'te de aynı şekilde nakledilmiştir. "O vakit onlar Lût'a hücum ettiler ve tam kapı kırılacakken o gençler (melekler) , Lût'u içeri çekerek kapıyı kapattılar. Ve birdenbire dışarıda kalanların gözleri kör oldu ve kapıyı aramaktan yorgun düştüler." (Tekvin, 19: 9-11)


38- Andolsun onları bir sabah vakti erkenden, üzerlerinde kararını kılmış bir azab yakalayıp-bastırıverdi.
39- Şimdi azabımı ve uyarıp-korkutmamı tadın.
40- Andolsun biz Kur'an'ı zikr (ile öğüt alıp-düşünmek) için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı?
41- Andolsun Firavun ailesi (ve çevresi ile kavmi) ne de uyarılar geldi.
42- Onlar bizim ayetlerimizin tümünü yalanladılar. Biz de onları üstün ve güçlü kudretli olanın yakalama tarzıyla yakalayıverdik.
43- Sizin kâfirleriniz onlardan daha hayırlı mıdır? Yoksa sizin için Kitaplarda bir beraat mi var?

Burada hitap Mekkeli müşrikleredir. "Geçmiş kavimler küfür ve inatçılıkları dolayısıyla azaba uğramışlardı. Şayet aynı yolu takip ederseniz, sizlerin de aynı azaba uğramamanız için bir neden yoktur."


44- Yoksa onlar; "Biz, 'birbiriyle yardımlaşıp öcünü alan' bir toplumuz" mu diyorlar?
45- Yakında o toplum bozguna uğratılacak ve onlar arkalarını dönüp kaçakcaklardır.

Kureyş'in kendisiyle gururlandıkları kuvvetlerinin kırılacağı, hicretten 5 yıl önce açıkça beyan edilmektedir. O dönemde bunun nasıl mümkün olacağını hiç kimse tasavvur dahi edemezdi. Çünkü Müslümanlar o dönemde, bir kısmı çaresizlik içinde Habeşistan'a hicret etmeye mecbur olmuştu ve geride kalanlar ise Rasûlullah'la (s.a) birlikte Şi'bi Ebi Talib'de kuşatma altındaydılar. Hatta Kureyş'in bu kuşatması yüzünden neredeyse, açlıktan ölecek hale gelmişlerdi. Şimdi böyle bir dönemde, bu tablonun tersine dönebileceğini kim düşünebilirdi?

İbn Abbas'ın öğrencisi İkrime'nin rivayet ettiğine göre, Hz. Ömer, "Kamer Suresi'nin bu ayeti nazil olduğunda, ben bu dönüp bakacak olan topluluğun kim olduğunu merak etmiştim. Ama Bedir'de Rasûlullah'ı zırh giymiş vaziyette ileri atılıp bu ayeti okurken gördüğümde, ayette haber verilen topluluğun Kureyşli müşrikler olduğunu anladım" demiştir. (İbn Cerir, İbn Ebi Hatim) .


46- Daha doğrusu onlara va'dedilen (asıl azab) kıyamet-saatidir. O, kıyamet-saati, 'kurtuluşu olmayan daha korkunç bir bela' ve daha acıdır.
47- Hiç şüphesiz suçlu-günahkâr olanlar, bir şaşkınlık (sapıklık) ve çılgınlık içindedirler.
48- Ateşin içinde yüzükoyun sürüklenecekleri gün: Cehennemin dokunuşunu tadın" (denecek).
49- Hiç şüphesiz, biz her şeyi bir kader ile yarattık.

Yani, dünyada hiçbir hadise tesadüf değildir. Herşey bir takdire bağlıdır ve herşey başlar, gelişir ve son bulur. Bu dünyanın hakkında da bir takdir vardır, devam etmektedir ve bir süre sonra da son bulacaktır. Allah'ın tayin ettiği vakit geldiğinde, hiç kimse onun sonunu durduramaz ve o vakti ileri veya geri almaya kimsenin gücü yetmez. Bu kainat ezeli ve ebedi değildir. Sonsuza kadar devam edemez. Ayrıca bu bir çocuk oyuncağı da değildir ki istenildiği zaman parçalanarak, atılsın.


50- Bizim emrimiz, bir göz çarpması gibi yalnızca 'bir keredir'.

Yani, kıyameti getirmek için bizim ne bir hazırlığa ne de bir zamana ihtiyacığımız vardır. Bir emrimiz kafidir.


51- Andolsun biz sizin benzerlerinizi yıkıma uğrattık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı?

Yani, şayet bu kainatı Adil ve Hakim bir zat'ın yarattığını değil de, onun tesadüfen meydana geldiğini zannediyor ve sonunda bir ceza veya mükafat olmadığına inanıyorsanız, dilediğinizi yapın. Ama takındığınız bu tavır yüzünden, önceki kavimlerin teker teker helâk edildiklerini de unutmayın.


52- Onların işlemiş oldukları her şey kitaplarda (yazılı) dır.
53- Küçük, büyük her şey satır satır (yazılı) dır.

Yani, hiç kimse yaptıklarının unutulacağı yanılgısına kapılmasın. Bilakis her şahıs, grup ve toplumun yaptıkları kaydedilmektedir ve vakti geldiğinde onlar önüne serilecektir.


54- Hiç şüphesiz muttakiler, cennetlerde ve nehir (çevresin) dedirler.
55- Oldukça kudretli, mülkünün sonu olmayan (Allah) ın yanında doğruluk makamındadırlar.

27 Şubat 2012 Pazartesi

Kamer Suresi - Tefsir 18-36 (Mevdudi)

بِسْــــــــــــــــــمِ اﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم


18- Ad (kavmi) de yalanladı. Şu halde benim azabım ve uyarıp-korkutmam nasılmış?
19- Biz, o uğursuz (felâket yüklü ve) sürekli bir günde üzerlerine 'kulakları patlatan bir kasırga' gönderdik.

Yani, uğursuzluk bir kaç gün devam etmiştir. Fussilet: 16'da "uğursuz günler" tabiri kullanılırken (‘Âd [kavmine] gelince, onlar, doğru olan her şeye karşı [çıkarak] yeryüzünde küstahça dolaştılar ve “Bizden daha güçlü kim varmış?” diye böbürlendiler. Hayret! Onları yaratan Allah'ın kendilerinden daha güçlü olduğunu görmediler mi? Ama onlar mesajlarımızı reddetmeye devam ettiler; bunun üzerine, bu dünya hayatında aşağılanmanın azabını tattırmak için o bahtsız günlerde üzerlerine dondurucu bir rüzgar gönderdik: onların öteki dünyadaki azap[lar]ı ise daha da aşağılayıcı olacak ve bir yardımcı da bulamayacaklar.), Hakka: 7'de; "Tufan'ı 7 gece 8 gün ardı ardına onların üzerine musallat etti" şeklinde bir ifade kullanılmaktadır (‘Âd ise öfkeli bir kasırga ile yok olup gitti,Allah, onların [kökünü kurutmak üzre,] üzerlerinde o kasırgayı yedi gece sekiz gün estirdi; öyle ki insanların [kökünden çıkarılmış] hurma kütükleri gibi yere yıkıldıklarını gözünde canlandırabilirsin.). Bu tufanın Çarşamba günü başladığı şeklindeki görüş oldukça meşhurdur.

Araştırmacı olan Munavi, "Çarşamba gününün uğursuzluğuna inanmak suretiyle, bir işi yapmayı terketmek ve falcıların inançlarına kapılmak haramdır, zira tüm günler Allah'ındır. Ve O'nun dışında hiç kimse fayda ve zarar vermeye muktedir değildir" demektedir. Allame Alusi ise, "Tüm günler Allah'ındır ve dolayısıyla çarşamba gününün bir özelliği yoktur. Gece veya gündüzün herhangi bir saati bir kimse için muvafık olabilirken, bir başkası için olamayabilir. Bunların hepsi de Allah'tandır ve saat ve günlerin uğursuzluk ile bir ilgisi yoktur." demektedir.


20- İnsanları söküp atıyordu; sanki onlar, kökünden sökülüp-kopmuş hurma kütükleriymiş gibi.
21- Şu halde benim azabım ve uyarıp-korkutmam nasılmış?

22- Andolsun biz Kur'an'ı zikr (ile öğüt alıp düşünmek) için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı?

23- Semud (kavmi) de uyarıları yalanladı.
24- Dediler ki: "Bizden biri olan bir beşere mi uyacağız? Bu durumda gerçekten biz bir şaşkınlık (sapıklık) ve çılgınlık içinde kalmış oluruz."
25- "Zikr (vahy) içimizden ona mı bırakıldı? Hayır, o, çok yalan söyleyen kendini beğenmiş bir şımarıktır."

Başka bir ifadeyle onlar, Hz. Salih'e (a.s) inanmamak için üç neden ileri sürüyorlardı.

a) Hz. Salih bir insandır ve insanlardan üstün bir varlık değildir.
b) Kavminin içinden çıkmış bir şahıstır ve dolayısıyla kendilerinden üstün değildir.
c) O, sıradan bir şahıstır. Ne bir kabilenin reisi, ne bir grubun lideri ne de bir gücün sahibidir. Buna rağmen Hz. Salih'in üstünlüğü neden kabul edilsin?

Onlar, Hz. Salih'in ya insanüstü bir varlık olması gerektiğine veya insanüstü bir varlık olmasa da kendi içlerinden olmayıp mucizevi bir yolla gelmesi gerektiğine ya da gücü ve şöhreti olan bir kabile reisi olması gerektiğine inanıyorlardı. Çünkü Allah'ın ancak bu şekilde birini peygamberlik görevi için seçebileceğini düşünüyorlardı. Nitekim Mekkeli müşrikler de aynı cehalet içindeydiler. Zira onlar da Hz. Muhammed'in (s.a) peygamberliğini reddedebilmek için aynı gerekçeleri öne sürüyorlardı. Yani Hz. Muhammed (s.a) de sıradan insanlar gibi alış veriş yaptığı halde ve içimizde doğmuş ve büyümüşken, şimdi kalkmış Allah'ın kendisine peygamberlik verdiğini iddia etmektedir" diyorlardı.


26- Onlar yarın, kimin çok yalan söyleyen kendini beğenmiş bir şımarık olduğunu bilip-öğreneceklerdir.
27- Gerçek şu ki biz, bir fitne (imtihan ve deneme konusu) olarak o dişi deveyi kendilerine gönderenleriz. Şu halde sen onları gözleyip-bekle ve sabret.
28- "Ve onlara, suyun kendi aralarında kesin olarak pay edildiğini haber ver. Her su alış sırası (kiminse, o) hazır bulunsun.

Bu, "Biz onları sınamak için, dişi bir deve göndereceğiz" ayetinin açıklamasıdır. Yani karşılarında birden bire bir deve halkolunmuş ve onlara "bir gün bu deve, bir gün sizler kuyu ve çeşmelerden içeceksiniz. Devenin su içtiği gün kimse çeşme ve kuyulardan su içmediği gibi, hayvanlarına da su almayacak" denilmiştir. Bu emir Allah'ın Peygamberi tarafından verilmiştir. Kafirler, O Peygamber (Hz. Salih) için "Bu adam yalnızdır, O'nun arkasında bir cemaat ve güç yoktur" diyorlardı.


29- Derken arkadaşlarını çağırdılar, o da bıçağını kapıp 'hayvanı ayağından biçip yere devirdi.'

Bu ifadelerden, bu devenin bir süre aralarında serbest bir şekilde dolaştığı ve onun su içtiği gün kimsenin su almaya cesaret edemediği anlaşılmaktadır. Ancak bir süre sonra kavmin ileri gelenleri, bir adamı kışkırtmış ve deveyi öldürmesi için onu teşvik etmişlerdi. O adam da kışkırtmalar sonunda, cesaretini göstermek için deveyi öldürmüştür. Bundan anlaşıldığına göre, onlar bu deveden çekiniyor ve arkasında büyük bir güç olduğuna inandıkları için, ona el kaldırmaya cesaret edemiyorlardı. Bununla beraber Peygamberin hiçbir gücü olmamasına karşın, yine de bu deveyi öldürmekten çekiniyorlardı. Bkz. A'raf : 73-78 (VE SEMÛD [toplumuna da] kardeşleri Salih'i [gönderdik]. “Ey kavmim!” dedi, “Yalnızca Allah'a kulluk edin; O'ndan başka tanrınız yok. Rabbinizden işte apaçık bir kanıt geldi size: “Allah'a ait olan bu dişi deve bir nişanedir sizin için: öyleyse bırakın onu Allah'ın arzında otlasın ve sakın dokunmayın ona; yoksa çok can yakan bir azap yakalar sizi. “Ve hatırlayın, sizi nasıl ‘Âd [toplumunun] yerine getirdi O; ve ovalarında kendinize konaklar yükseltip dağlarını yontarak evler yapabilesiniz diye yeryüzünde sizi nasıl sağlamca yerleştirdi. Öyleyse, anın Allah'ın nimetini de yeryüzünde bozgunculuk yapıp karışıklığa yol açmayın.” Güçsüz görülenlere karşı küstahça büyüklük taslayan toplumun ileri gelenleri inananlara: “Siz Salih'in [gerçekten] Rabbinin katından gönderildiğinden emin misiniz?” dediler. Onlar da: “Elbette inanıyoruz o'nun getirdiği habere” diye cevap verdiler. Büyüklük peşinde olanlarsa: “Bakın” dediler, “sizin o kadar emin olduğunuz şeyi biz asla doğru bulmuyoruz!” Ve böyle (diyerek) dişi deveyi yatırıp hunharca kestiler, Rablerinin buyruğuna burun kıvırıp sırt çevirdiler. Ve (bununla da kalmayıp): “Ey Salih,” dediler, “eğer gerçekten Allah'ın elçilerinden biriysen, haydi getir şu bizi korkutup durduğun azabı!” Derken bir deprem ansızın yakalayıverdi onları ve kendi evlerinde cansız seriliverdiler.), Şuara : 141-159 ([VE] SEMÛD toplumu (da) gönderilen elçilerden [birini] yalanladı. Hani, onlara (da) kardeşleri Salih, “Artık Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşımayacak mısınız?” demişti. “Bakın ben [O'nun tarafından] size gönderilen güvenilir bir elçiyim; öyleyse, artık Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşıyın ve bana itaat edin! Üstelik, ben sizden herhangi bir karşılık da istiyor değilim; benim hak ettiğim karşılığı vermek âlemlerin Rabbinden başkasına düşmez.Bu bulunduğunuz hal üzere hep böyle güvenlik içinde bırakılacağınızı mı sanıyorsunuz? Bu bahçeler içre ve bu pınar başlarında; bu ekinler, bu zarif görünüşlü ince sürgünlü hurmalıklar arasında...Ve dağlarda hep böyle ustalıkla evler yontabileceğinizi [mi sanıyorsunuz]? Öyleyse, artık Allah'tan yana bilinç ve duyarlık gösterin ve bana itaat edin; ölçüyü aşanların sözüne uymayın; o ölçüyü aşanlar ki, yeryüzünde düzen ve uyum sağlayacaklarına bozgunculuk yaparlar!” [Salih'in kavmi:] “Sen mutlaka büyülenmiş birisin!” dediler. “Bizim gibi ölümlü bir insandan başka bir şey değilsin! Eğer doğru sözlü biriysen, bize bir alamet getir (de görelim)!” [Salih:] “(İşte) şu dişi deve; su içme hakkı (belirli bir gün) onun, belirli günlerde de sizindir; öyleyse, sakın ona bir kötülük yapmayın, yoksa büyük-çetin bir günün azabı gelip sizi bulur!” dedi. Bütün bu uyarılara rağmen onlar yine de o deveyi hoyratça boğazladılar; ama bunu yaptıklarına (çok geçmeden) pişman oldular; çünkü [Salih'in önceden haber verdiği] azap onları kıskıvrak yakaladı. Şüphesiz bu [kıssada da insanlar için] bir ders vardır; onlardan çoğu [buna] inanmasalar da… Ve şüphesiz senin Rabbin çok acıyıp esirgeyen O yüceler yücesidir!)


30- Şu halde benim azabım ve uyarıp-korkutmam nasılmış?
31- Çünkü biz onların üzerine bir tek çığlık gönderiverdik. Böylece onlar, ağıldaki çalı çırpı olan kuru ot gibi oluverdiler.

Yani, onların hayvanları için yaptıkları ahırların kazıkları zamanla çürür ve ahır çökerek, harabe haline gelir. Semud kavminin hali de tıpkı bu şekilde çürümüş kazıklara benziyordu.


32- Andolsun biz Kur'an'ı zikr (ile öğüt alıp-düşünmek) için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı?

33- Lût kavmi de uyarıları yalanladı.
34- Biz de onların üzerine taş yağdıran bir kasırga gönderdik. Yalnız Lût ailesini (bu azabtan ayrı tuttuk;) onları seher vakti kurtardık;
35- Tarafımızdan bir nimet olarak. İşte biz, şükredenleri böyle ödüllendiririz.

36- Oysa andolsun, zorlu yakalamamıza karşı onları uyarmıştı. Fakat onlar, bu uyarıları kuşkuyla karşılayıp-yalanlamakta direttiler.

26 Şubat 2012 Pazar

Kamer Suresi - Tefsir 6-17 (Mevdudi)

بِسْــــــــــــــــــمِ اﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم


6- Öyleyse sen onlardan yüz çevir; o çağrıcının 'ne tanınmış, ne görülmüş' bir şeye çağıracağı gün.

Diğer bir ifadeyle, "Onları kendi haline bırak. Çünkü sen onlara en ikna edici deliller getirdin ve kıyameti inkar ettikleri, peygamberini yalanladıkları için ibret verici cezalara uğrayan kavimlerden tarihi örnekler verdin. Şayet tüm bunlara rağmen hâlâ ders almazlarsa onları kendi haline bırak. Onlar kıyamet günü kabirlerinden fırladıklarında, önceden hakkında kendilerine haber verilen kıyametin bir gerçek olduğunu bizzat gözleriyle göreceklerdir.

Yani, onlar, kıyametin vuku bulacağını hiç düşünmüyorlar; hatta akıllarına bile getirmiyorlar.


7- Gözler 'zillet ve dehşetten düşmüş olarak', sanki 'etrafa serpilen' çekirgeler gibi kabirlerinden çıkarlar.

"Hussean ebsaruhüm" birkaç anlama gelebilir:
a) Korku içinde....
b) Pişmanlık ve utanç içinde... Yani kabirlerinden çıktıklarında, daha önce kendilerine haber verilen o günle karşılaşacaklarını ve bir hazırlık yapmadıkları için, suçlu olarak Allah'ın huzurunda bulunacaklarını anlayacaklardır.
c) Dehşet içinde.... Yani, korkunç kıyamet manzarasından gözlerini ayırma gücünü bile kendilerinde bulamayacaklardır.

"Kabirler" ifadesiyle, insanların ölümlerinden sonra defnolunduğu yerlerin kastediliyor olması gerekmez. Kastedilen husus, bir kimsenin cesedi nerede olursa olsun, çağrı üzere ayağa kalkacağı yerdir.


9- Kendilerinden önce Nuh kavmi de yalanlamıştı: böylece kulumuz (Nuh) u yalanladılar ve: "Delidir" dediler. O baskı altına alınıp engellenmişti.

Yani, "O gün herkes, iyi ya da kötü yaptıkları hakkında hesap verecektir. İnsanlar hayatta iken ne yapmışlarsa ona göre Ahirette ceza ya da mükafat göreceklerdir." şeklindeki haberi yalanlamışlardır.

Onlar sadece Hz. Nuh'u (a.s) yalanlamakla kalmamışlar, O'na "mecnun" diyerek hakaret etmişlerdir. Hatta O'nu tehdit ederek tebliğ görevini ifa etmesine engel olmaya çalışmışlar ve O'na hayatı zorlaştırmışlardır.


10- Sonunda Rabbine dua etti: "Gerçekten ben, yenik düşmüş durumdayım. Artık sen intikam al."
11- Biz de 'bardaktan boşanırcasına akan' bir su ile göğün kapılarını açtık.
12- Yeri de 'coşkun kaynaklar' halinde fışkırttık. Derken su, takdir edilmiş bir işe karşı (hükmümüzü gerçekleştirmek üzere) birleşti.

Yani, gökyüzü Allah'ın emriyle yeryüzüne açılmış büyük bir çeşmedir adeta.


13- Ve onu da tahtalar ve çiviler(le inşa edilmiş gemi) üzerinde taşıdık;
14- Gözlerimiz önünde akıp-gitmekteydi. (Kendisine ve getirdiklerine karşı) Küfredilip-nankörlük edilmiş olan (Nuh) a bir mükafat olmak üzere.

"Cezaen limen kane kefera" Yani bu azab, kavminin kendisini yalanladığı Hz. Nuh'un intikamını almak için gönderilmiştir. Burada geçen "küfür" kelimesini "inkar etmek" anlamında ele alırsak, ayetin anlamı "Onun söylediklerini inkar ettikleri için, bu azab gönderildi" şeklinde olur. Fakat "nankörlük etmek" şeklinde kabul edersek, ayet "Kendileri için bir nimet olan peygamberin kıymetini bilmedikleri için, bu azab gönderildi" anlamına gelir.


15- Andolsun, biz bunu bir ayet olarak bıraktık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı?

Yani, "Azab bir ibrettir" anlamında olabilir. Fakat bana göre ibret alameti olan gemidir. Çünkü bu gemi binlerce senedir insanlara, Allah'a karşı gelenlerin sonunun ne kadar feci olduğunu ve mü'minlerin nasıl kurtulduğunu anlatmaktadır. Buhari, İbn Ebi Hatim, Abdürrezzak ve İbn Cerir'in Katade'den nakletmiş oldukları rivayete göre, Müslümanlar Irak ve el-Cezire'yi fethettikleri zaman, Cudi Dağı'nın tepesinde bu gemiyi görmüşlerdir. (Başka bir rivayete göre bu bölge "Bakıruda" isimli bir beldenin yakınındadır) Bazı haberlere göre bu gemi, o dağın tepesinde uçaktan görülmüştür. Arama çalışmaları ise hâlâ devam etmektedir. Bkz. A'raf : 47 (Ve bakışlar ateş yolcularına doğru çevrilince: “Ey Rabbimiz, bizi şu zalim insanların arasına katma!” diyecekler.), Hûd : 44-47 (Ve derken, “Ey yer, suyunu yut!” denildi; “Ey gök, [yağmurunu] durdur!” Ve böylece sular çekildi, [Allah'ın] hükmü yerine geldi, gemi Cûdî Dağı'na oturdu. Ve böylece, zulmeden bu halk için “uzak olsunlar!” sözü söylenmiş oldu. Bu arada Nûh Rabbine yakarıp “Rabbim!” dedi, “O benim kendi oğlumdu, ailemden biriydi; demek ki, Senin vaadin (herkes için) geçerli ve Sen hüküm verenlerin en adili, en söz geçirenisin!” [Allah:] “Ey Nûh!” dedi, “O senin ailenden sayılmazdı; çünkü iyi ve doğru olmayan bir şey yaptı o. Ayrıca hakkında bilgi sahibi olmadığın bir şey isteme Benden: , sana cahillerden olmamanı öğütlüyorum”. “Ey Rabbim!” dedi [Nûh], “Senden, hakkında bilgi sahibi olmadığım herhangi bir şey istemekten Sana sığınırım! Çünkü, beni bağışlamaz, beni acıyıp esirgemezsen, şüphesiz, kaybedenlerden olurum!” ), Ankebut : 25 (Ve [İbrahim] onlara dedi ki: “Siz Allah'ı bırakıp putlara taptınız. Tek sebep, bu dünyada kendinize [ve atalarınıza] karşı duyduğunuz sevgiye esir olmanızdı: Ama sonra, Kıyamet Günü birbirinizi tanımazlıktan gelecek ve birbirinize lânet yağdıracaksınız; hepinizin varacağı yer ateştir ve (orada) size yardım edecek bir kimse bulamayacaksınız”.)


16- Şu halde benim azabım ve uyarıp-korkutmam nasılmış?
17- Andolsun biz Kur'an'ı zikr (ile öğüt alıp düşünmek) için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı?

Bazı kimseler, "Yesserna'l-Kur'an" ifadesini yanlış değerlendirmişlerdir. Onlara göre Kur'an, kolay bir kitaptır ve onu anlamak için ilme gerek yoktur. Hatta Arapça bilmeksizin, hadis ve fıkıh dikkate alınmaksızın tefsir yapılabilir. Oysa siyak ve sibak dikkate alındığında, bu ayetin anlamı şöyle olur. İnsanlara hakikati anlatmanın bir vasıtası, geçmiş kavimlerin ibret almaları için başlarına gelen kötü akibetlerdir. Bir vasıta da, Kur'an'ın insanlara doğru yolu gösteren delil, va'z ve telkinleridir. Bununla beraber sizler kolay olan ikinci yolu bırakıp azaba uğrayan kavimlerin takip ettikleri yola uymakta ısrar ediyorsunuz. Öyle ki, azab gelmeden inanmak istemiyorsunuz. Bu nasihat ve öğütlerin yapılmasının nedeni, azab gelmeden önce sizlere kurtuluş yolunu göstermek ve kendiniz için daha kolay bir yolu seçerek azabdan kurtulmanızı sağlamaktır.