29 Kasım 2009 Pazar

Leyl; 1-21

1- Andolsun! bürüdüğü zaman geceye,

2- Açıldığı zaman gündüze,

3- Erkeği ve dişiyi yaratana (yemin olsun ki)

4- Şüphesiz sizin çalışmalarınız dağınıktır.


Mekke'de nazil olan ayetler ve cümleler kısa kısadır. Yani anlamı insanların gönüllerine yerleştirebilmek için cümleler kısa tutulmuştur. Mekke insanı ilk defa Kur'ân'la muhatap oluyor. Allah (c.c) de, karşı tarafa mesajını yanlışsız, eksiksiz ulaşması için cümleleri kısa tutmuş­tur.

Bu ayetlerde, bir mâna güzelliği var, bir de lafız güzelliği var. Lafızla mana güzelliğinin birbirine uyumu, çiçeğin yapraklarıyla birbirine uyumu gibidir. Çekirdek de kabukla içindekinin birbirine uyumu gibidir.

İman edenler bir çok zorluğa katlanarak iman ediyorlar. Candan ol­mak, maldan olmak, makam ve mevkiden olmak var işin ucunda. İşte Hz. Ebu Bekir, işte Bilal Habeşi ve diğerleri

Karanlık devam etmez. Her gecenin bir sabahı vardır. Allah (c.c) inşirah suresinde; "Her zorluğun bir kolayı var" buyurmuştur.

Hiçbir zaman önünüze çıkan engelleri gözünüzde büyütmeyiniz. Bilinizki, her zehirin olduğu yerde panzehiri de vardır. Yılanlı vadilere girecek olsanız bile o vadide yılanların zehirini yok edecek kadar pan­zehiri Allah (c.c) orada yaratmıştır. Bunu kesinlikle bilelim.

Her karanlık gecenin mutlaka bir sabahının olduğunu gözlerimizle görüp durduğumuz gibi, kafirlerin de her zulmününde mutlak surette birgün sona ereceğini, hatta o sona erişle beraber büyük bir ferahlığın ve mutluluğun da olacağına işaret eder Rabbim.

Gecenin karanlığına yemin ettikten sonra gündüzün aydınlığına ye­min ediyor Allah (c.c). Küfrün karabulutları güneşin ışığıyla aydınlığa dönüşüveriyor. Gecenin karanlığı gidip gündüzün aydınlığının geldiği gibi küfrün de karanlığı gidecek imanın aydınlığı gelecektir.

Biz ışığımızı güçlendirmeye, İslama yönelmeye, Kur'ân ayetlerinden güç almaya, ışığımızı kuvvetlendirmeye, fitilimizi yalnız Kur'ân ve sün­netten ateşlemeye gayret edeceğiz. Başkalarının küfründen ışık al­maya çalışmayacağız. Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: "Müşriklerin ışığıyla ışıklanmayınız." Yani onların görüşleriyle yolunuzu aydınlatmaya kalkmayınız, onların fikirleriyle dünyanızı yönlendirmeye çalışmayınız diyor Peygamberimiz.

Biz, Allah (c.c)'ın bize bildirdikleriyle dünyamızı algılamaya, dün­yamızı Kur'ân ayetleriyle yorumlamaya, gayret edeceğiz.

İnsan olarak erkeği de, dişiyi de yaratan O'dur. Erkeğe ve kadına uygun gelecek ve onların hayatını düzeltecek ve onların ruhi yapılarıyla uyum sağlayacak ayetleri de indiren Allah (c.c)'dir.

"Herkesin işinin ayrı ayrı olduğunu" da ifade ediyor Allah (c.c). Erkeğin kendi bünyesine uygun işleri, kadının kendi bünyesine uygun işleri vardır. Allah (c.c) şunu istemektedir. Gerek erkek ve gerekse kadın herkes, yaratılışı doğrultusunda Allah'ın kendilerine verdiği emir ve yasakları yerine getirsin.

Fıtratlarımızın farklı oluşları gibi amellerimiz de, işlerimiz de birbirin­den farklıdır. Bu farklılık dünyayı güzelleştirmektedir.



5- Amma kim verir ve sakınırsa,

"Veren" derken herşeyimizi anlıyacağız. Cebimizdekini, kasamızdakini verirken gönlümüzde olanı da vereceğiz. Gönlümüzdeki, dün­yada bitmeyen, yetişmeyen Allah kelamını insanlara vereceğiz.

Nasıl ki, bedenimiz topraktan geldiği için gıdasıda topraktan geliyor. Ama ruhumuz topraktan gelmemiş, Rabbimizden gelmiş, onun gıdası da Rabbimizden geliyor.

O, gıda olarak bir zamanlar Tevrat'ı indirmiş, Zebur'u indirmiş, İncil'i indirmiş ve kıyamete kadar gelecek olan insanlar da ruhi gıdalarını alsınlar diye Kur'ân-ı Kerim'i indirmiştir.



6- Güzeli (sözü) tasdik ederse,

7- Biz en kolay olanı ona kolaylaştıracağız.


Müslümanlar daha ilk yıllarda en güzel kelimelerle eğitiliyorlar. Mü'min güzel olan herşeyi tasdik eder ve doğrular. Yürekten o güzele destek verir. Neyin güzeli? Sözün güzeli, özün güzeli, eşyanın güzel taraflarını görmek ve onu tasdik etmek, her şeyin güzel olmasını iste­mek.

En güzel söz, bütün sözleri yaratan Allah'ın sözüdür. Bir başka su­rede mü'min anlatılırken; "müslümanlar her sözü duyarlar en güzeline uyarlar." diyor Allah (c.c). En güzel söz de, Allah'ın sözü­dür. Biz en güzel söze kulak vereceğiz.



8- Amma kim cimrilik yapar (kendini) yeterli bulursa,

9- Güzeli (sözü) yalanlarsa,

10- Biz ona zora düşmesini kolaylaştıracağız.


Mü'minin üç özelliğine karşı, kafirin de üç özelliği veriliyor bu üç ayet-i kerimede.

-Mü'min verendir, kafir vermeyendir.

-Mü'min Allah'tan sakınandır, kendisini her an Allah'a muhtaç kabul eden ve O'ndan hep yardım isteyendir, kafir ise Allah'a başkaldıran, "benim Allah'a ihtiyacım yok" diyendir.

-Mü'min başta Allah'ın kitabı olmak üzere güzel olan her şeyi tasdik edendir, kafir de güzel olan her şeyi inkar edendir.



11- Yuvarlandığında malı onu kurtaramaz.

O ancak mal bekçiliği yapar. Mal bekçiliği ile ömrünü geçirir, dışa­rıya da hava atar zenginim diye. Bir gün ölüverdiğinde ve çukura düşüverdiğinde malı da ona hiçbir fayda vermez.

Trilyonlar kazanıyor ama dışarıya hiçbir faydası olmuyor, ömrü ma­lını beklemekle geçiyor ve bir gün kefensiz de bu dünyadan gidiveriyor. Şansı olan bir kefenle gidiyor.



12- Şüphesiz bize düşen doğru yolu göstermektir.

13- Şüphesiz son da (ahiret) ön de (dünya) bize aittir.


Her şeyin evveli Allah, ahiri Allah, zahiri Allah, batını Allah. Ahiret de, dünya da Allah'a aittir.



14- Ben sizi alevlenen ateşle uyardım.

15- Oraya ancak şaki olan yaslanacak.


Allah (c.c) bir uyarıcı ile ahirette ateşin olduğunu ve yakıcı bulundu­ğunu Rabbim bize bildiriyor.

Eşkıyaların, eşkiyası oraya girecektir. Kimdir bu eşkiya? Allah'a başkaldıran adamdır.

Yani dağların tepesindeki eşkıyalar akla gelmesin. Kur'ân'ın ifade­siyle eşkiya; Allah'a iman etmeyen kişidir.



16- O ki yalanladı ve yüz çevirdi.

17- Muttaki olan o ateşden uzak tutulacak


Biz eşkiyanın karşısında olacağız. Allah'a inkara kalkışan, Peygamberi ve Kur'ân'ı yalanlayan ve insanların ona sırt dönmesine sebeb olan insanlar asıl eşkiyadır ve biz bunlara karşı olacağız.

Biz de bunun karşısında "etka" olacağız. Yani üzerimize düşeni ya­pacağız.



18- O ki malını verir temizlenir.

Malımızı temizlemek için vereceğiz, kendimizi temizlemek için de malımızı dağıtacağız ve vereceğiz.

19- Hiçbir kimsenin, onun yanında karşılığı verilecek bir ni'meti yoktur.

Yaptığınız her işi yalnız ve yalınız Allah rızası için yapacaksınız. Filanın filanın gönlünü kazanıp gözüne gireyim diye iş yapmıyacaksınız. Yapılan bir iş hak için yapılacaktır. Zaten yapılandan, halk yarar­lanıyor.



20- Ancak yüce Rabbinin rızasını aramak için (verir).

21- Ve o yakında, muhakkak razı olacaktır.


Hz. Ebubekir (r.a.) müşriklerden Ümeyye b. Halefin kölesi olan, Bilali Habeşi'yi (r.a.) satın alıp hürriyetine kavuşturmuştu. Karşılıksız vermenin ne olduğunu bilmeyen o günün müşriğine de, bu günün müşriğine de anlatmak mümkin değil. Günümüzde bazı semtlerde, selam verdiğin bir adam, hayretle bakıp "nereden tanışıyoruz" diyecek kadar yabani, vahşi ve bedevi olmuştur.

Kan bağışı yaptıktan sonra hasta sahibinin verdiği parayı almayan mü'mini görünce hastanın sahibi soruyor; "öyle ise niçin verdin" diyor. Biz yakında Rabbimin rızasına kavuşacağımızı ümit ederek veriyoruz. Onlar ise haram yollardan geçinmeye çalışıyorlar.

25 Kasım 2009 Çarşamba

Leyl (Gece) Suresi Meali

Giriş:

Kendinizi 1400 sene öncesine götürün. Mekke çöllerinin, ot bitme¬yen vadilerinde, güneşin altında kavrulmuş kayaların arasında, yalnız zemzem suyuyla ciğerlerin söndürüldüğü, gündüzleri 60 °C dereceye kadar varan güneşin sıcaklığı altında, kumların aleve dönüşmesi ve o ortam içerisinde hayat mücadelesi veren dünyanın en bedevi insanları.
Bunların arasından, Allah (c.c), bütün kâinata örnek olsun ve o gün¬den bu yana tüm insanları yönlendirsin, annenin ve babanın çocuğu sevdiği ve terbiye ettiği gibi değil! Daha ileri bir seviyede topyekûn in¬sanlığa yön versin ve onların dünyadaki hayatlarını cennete döndürsün, ahiretlerini de cennet eylesin diye ve de onlara kendilerinden bir örnek olsun için Peygamber Efendimiz (s.a.v)'ı gönderdiğini düşünün.
Efendimizin içinde bulunduğu şartların zorluğunu düşünün. İnsan öl¬dürmenin tavuk öldürmekten daha kolay olduğu, çocuğunu diri diri göm¬menin bir fazilet sayıldığı, insanların en değerlisinin, öldürdüğü adama göre hesap edildiği bir ortamda, Efendimiz (s.a.v)'in Peygamber olarak gönderiliyor. Ve bu insanlar eğitilecek. İlk önce ilk muhatap olunan in¬sanlar eğitilecek.
Kendimizi ve insanımızı o dönemin insanıyla mukayese ettiğimizde, o dönemin imansızıyla günümüz imansızının arasında düşünce açısın¬dan fark olmadığını görüyoruz. Her ne kadar deveden trene, gemiye ve uçağa geçilmiş ise de vasıtalar değişmiş ama düşünceler değişmemiştir.
Onun içindir ki, Allah'ın bu ayetleri 1400 sene öncesinin insanın gönlünü aydınlattığı gibi, günümüz insanın da gönlünü aydınlatıyor. Bundan 1000 sene sonra gelecek olan insanların da gönlünü aydınlat¬maya yetecektir.
İnsanların dış dünyası değişiyor, iç dünyasında ise küfür değişmiyor. Firavun'un küfrü ne ise, Nemrud'un küfrü ne ise Ham an’ın küfrü ne ise, şeytanın inkârı ve küfrü ne ise, günümüz imansızın da küfrü aynı şey¬dir. Bunlar aynı madendendir, aynı küftendir.
Allah (c.c) bu insanların gönüllerinde küf bağlamış olan, pas bağlamış olan kirlerini gidermek, iman eden insanların da gönül ufuklarını daha geniş tutmak üzere, ard arda surelerini indiriyor.
Leyi "gece" demektir. Bu sureden sonra nazil olan surelere baktığımızda şunu görüyoruz. Fecr Suresi, sonra Duha Süresi. Yani geceden sonra sabah, sabahtan sonra kuşluk.
Müslümanlar bir gece yaşıyorlar. Kâfirler müminlerin gönüllerine gi¬ren iman ışığım söndürmeye çalışıyorlar. Allah (c.c); "Onlar Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Allah, kâfirler istemese de nurunu ta¬mamlayacaktır." buyuruyor.
O dönemdeki Mekke müşrikleri müminlerin gönüllerindeki iman nu¬runu söndürmeye çalışıyorlar, fakat onların söndürmek için üflemeleri, daha çok alevlendirmiştir. Onlar üfledikçe İslâm’ın ışığı daha çok yayılmış ve dünyanın birçok ülkesine de sirayet etmiştir.

(Mahmut Toptaş)


Meal:

[Yeryüzünü] karanlığa boğan geceyi, ve aydınlığı yükselten gündüzü düşün!

Erkeğin ve dişinin yaratılışını düşün!

[Ey insanlar], gerçekte, siz çok çeşitli hedefler peşindesiniz!

Her kim [başkaları için] harcar ve Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşırsa, ve nihaî güzelliğin/iyiliğin gerçekliğine inanırsa, işte onun için [nihaî] huzur ve rahatlığa giden yolu kolaylaştıracağız.

Cimrilik yapana ve kendi-kendine yeterli olduğunu zannedene, ve nihaî güzelliği/iyiliği yalanlayana gelince, onun için zorluğa ve sıkıntıya giden yolu kolaylaştırırız; bakalım [mezarına] girdiği zaman serveti onu koruyacak mı?

Bakın, hem öteki dünya, hem de [hayatınızın] bu ilk bölümü [üzerindeki hakimiyet] Bize aittir, ve Bize düşen doğru yolu göstermektir.

İşte, sizi alevler saçan ateşe karşı uyarıyorum; [öyle bir ateş ki] en onulmaz azgınlar dışında kimse girmez; hakikati yalanlayan ve [ondan] yüz çeviren (azgınlar).

Ama, Allah'a karşı sorumluluğunun bilincinde olanlar (ateşten) uzak kalacak: arınmak için servetini [başkalarına] harcayanlar, gördüğü bir iyiliğin karşılığı olarak değil, ama yalnızca yüce Rabbinin rızasını kazanmak için.

İşte böyleleri de, zamanı geldiğinde sevinci tadacaklar.

22 Kasım 2009 Pazar

A'la; 1-19

1- Yüce Rabbinin adını teşbih et.

Sen "O yüce Rabbinin ismini tenzih et, teşbih et" diyor Allah (c.c). Bize de bu sure-i celile, günümüzde insanlara İslâmı anlatırken, nasıl hareket edeceğimizi güzelce öğretiyor. Kafirin gücüyle, kafirin plan ve programlarını büyüterek ömrümüzü geçirmiyeceğiz. Hangi kafir nerede ne iş yapıyor bunları bileceğiz. Ama bütün gücümüzü de onların yaptıklarını anlatmaya, ona buna duyurmaya, o konuda yazılar yaz­maya konferanslar vermeye, açık oturumlar yapmaya yöneltmeyeceğiz. Yani gündemimizde kafirler olmayacak, gündemimiz de hep Allah (c.c) ve Allah'ın ayetleri olacaktır.

Dikkat edin, Mekke sokaklarında, Mekke evlerinde, Mekkenin iş­yerlerinde ve Mekke'de kurulan fuarlarda hep Peygamber Efendimiz'in mesajı konuşulurdu. O kendisine inen ayet-i kerimeleri hemen insan­lara duyurur, inananları hemen onu yaymaya geçerler, böylece her gün bir mesaj sunulur.

Mekke sokaklarında, Mekke evlerinde kafirler kudururlar ve içle­rinde biraz haşyet olan, biraz ürperme olan, biraz kendine saygısı olan, kendine saygısı olması nedeniyle de eşyaya saygısı olan insanlar ku­lak verirler, o ayetlere tereddütle bakarlar ama şöyle insaf gözüyle ve insaf gönlüyle de kulak verirler.

Neticede kendisine İslâm nasib olanlar, müslüman olurlar, müslüman olmayanlar küfürlerine devam ederler, bir kısımda müslüman ola­cağı zamana kadar yine küfründe devam edip gider.

Ama hergün gündemde olan Peygamber Efendimiz ve O'nun Rabbinden getirdiği ayet-i kerimelerdir. Rabbim bizi bu ayette de uya­rıyor; Kafirler plan ve tuzaklarını kuradursun, sen yüce olan Rabbini teşbih et. Bu ayet nazil olduktan sonra Peygamber Efendimiz (s.a.v) namazlarının secdelerinde hep "Sübhane Rabbiyel A'la" demiş. Bizde O peygamberin sünnetine uyarak secdede, Allah'ın emrine uyarak da her yerde "sübhane Rabbiyel A'la" demeye devam ediyoruz. "En yüce olan Rabbı tenzih ve teşbih edeceğiz".

Teşbih; Allah(c.c)'ı noksan sıfatlardan tenzih etmektir. Biz görme ve duymada sınırsız değiliz. Bu uzuvlarımızın sınırları var. Allah (c.c) böyle yarattığı için bu bir eksiklik değildir. İşte Allah (c.c) böyle değil­dir. O yaratılmışlara benzemez, yaratılmışlardan hiçbiri de O'na benzemez. Çünkü yaratılanlar ölümlüdür. Yaratan ise ölümsüzdür. Çünkü O en güzel ve en mükemmeldir. İşte biz "Subhane Rabbiye'1-A'la" der­ken "en yüce olan Allah(c.c)'ı teşbih ediyoruz."

Burada "Allah" ismi değil de "Rab" ismi verilmiştir. Yani insanları yaratan, onları koyduğu kanunlarla bir düzene koyan, terbiye eden an­lamında Allah (c.c)'ın Rabb ismi verilmiştir.

Kafirlerde Rab'lık iddiasında bulunuyorlar. Firavun "En Yüce Rabbiniz benim" diyor. Firavun insanlara; "benim gösterdi­ğim yolda yürüyeceksiniz ve ben sizi en doğru yola çıkarırım." diyor. Yani "benim kanunlarım en güzel kanundur, benim kanunla­rıma göre hareket edeceksiniz" diyor. İşte bu Rab'lık iddiasında bulun­maktır. Bunu uygulamayanlara karşı planlar, programlar, tuzaklar kur­muşlar ama kendi tuzaklarına kendileri düşmüşler. Firavunun yok olu­şunu Kur'ân-ı Kerim'de Allah (c.c) bize teferruatıyla anlatıveriyor.



2- Ki O yaratıp düzenledi.

O herşeyi yaratan ve kıvama getirendir.

Tin Suresinde de "İnsanı en güzel kıvamda yarattığını" Allah (c.c) bize ifade ediyor. Yalnızca insan mı kıvamda yaratılmıştır? Hayır! Yaratılan her şeyde bir kıvam vardır. Yeter ki görecek göze sahip ola­lım.

Huzurunda eğildiğimiz, adını zevkle zikrettiğimiz Allah (c.c) her şeyi yaratandır. Hiçbir şey yaratmayan, hiçbir şeyi de düzeltemeyen, düzenleyemeyen birilerinin adını devamlı anmak, o dile hakarettir, o gönüle hakarettir. Kendisi gibi bir başka dili anması, kendisi gibi bir gönüle sahip, kendisi gibi bir göze sahip bir insana böyle bakıp durmak, O'na tapınmak o gözlere hakarettir.

Biz, gözlerimizi yaratan, gönlümüzü yaratan, zikreden dilimizi yara­tan Allah'a itaat ediyor ibadet ediyor, O'nun huzurunda eğiliyor, sec­deye kapanıyor ve O'nun gücü karşısında, güçsüzlüğümüzü, topraktan gelip toprağa döndüğümüzü, secdede alnımızı yere koymak suretiyle ifade ediyoruz.

Ya Rabb! bu baş senin yarattığın baştır. Sen bunu topraktan yarat­tın. Sana baş kaldırmamalı bu baş. Bu baş sana itaat etmelidir. Sana itaatte hürriyeti bulmalıdır. Eğer sana itaat edecek olursa, huzurunda "Sübhane Rabbiyel Â'la" diyecek olursa o zaman başkalarını "A'la" sıfatıyla sıfatlandırmaz. Başkalarının huzurunda eğilmez.

Alnını secdeye koyamayan, Sübhane Rabbiye'l a'la deyip Allah'ı en yüce kabul edemeyenler kendisi gibi insanların huzurunda eğiliyor.



3- O (Rabbin) ki, ölçülü yarattı ve yol gösterdi.

Allah (c.c) yine kendisini tanıtmaya devam ediyor. O herşeyi ölçen biçen ve her şeyi bir hesap üzere yaratandır. Her şeyi nereden getirdi­ğini biliyor, ne olacağını biliyor, her anını biliyor. Rahman Suresinde Allah (c.c) kendisinin eşya üzerindeki hakimiyetinin her an devam et­tiğini ifade ediyor.

Eşyayı yaratan Allah (c.c), onlara yol gösteriyor. Biliyoruz ki, bir ör­değin yavrusu yumurtadan çıkar çıkmaz suda yüzüyor. Buna kim öğre­tiyor yüzmeyi ki? Allah (c.c) bu özelliği fıtratına veriyor.

İşte Allah (c.c) tabiatta sayılarını tespit edemediğimiz bu kadar canlı hayvanın yeme, içme yaşama ve düşmanını tanıma ve ona karşı savunma ve dostlarını sevme ve onlarla birlikte olma özelliğini bilgisa­yara bilgi yerleştirir gibi onların iç dünyalarına yerleştirivermiştir.

Buna ilim adamlarımız refleks demişler. Doğrudur. Refleks bir ka­nuna tabi mi? Evet. Öyleyse bu refleks kanununu koyan kim? İşte O Allah (c.c)'dür.

İşte biz bu kanunu koyana iman ettiğimizi A'la suresinde ilan ediyo­ruz ve herkese de duyuruyoruz. Diyoruz ki; yeryüzünde tesadüf yoktur.



4- O (Rabbin) ki, otlakları çıkardı.

Mer'aları yaratan Allah(c.c)'dır. Yani otlakları yaratan Allah'tır. Bu kadar canlıyı yaratan Allali(c.c) onların besleneceği çayırları da yara­tan Allah'tır. Yarattığı bu çayırları da hayvanların her birinin beğenisine göre yaratmıştır.

İnsanlara yiyecekleri rızıkları yarattığı gibi hayvanların da yiyeceği azıklarını veren O'dur.



5- Sonra onları simsiyah çerçöp haline çevirdi.

Yaratılanları daha sonra kararmış çer çöp haline getiriveren de O'dur. Birde bakmışsınız O yeşil meraları güz mevsiminde sararıp soldurur.

Mesela filan ressam sonbahar manzarasını kayda geçirivermiş. Hafife almak istemiyorum. O da fevkalade güzeldir ama o mevsimleri yaratan, bahar mevsiminde orayı yeşerten, güz mevsiminde yine sarar­tan Allah(c.c)'dür.

Ressam veya fotoğrafçı manzaranın bir anını resmediyor o kadar. Allah (c.c) ise 24 saatimizdeki bütün anlarınızı yaşatıyor. Her an gı­dasını veriyor, havasını veriyor. Yani takdir eden O'dur.

Burada ahireti inkâr edenlere de bir işaret vardır. Bahar bir diriliştir, güz mevsimi ise ölümdür. İşte insanında yarın ahirette nasıl dirilece­ğini bize bu dünyada gösteriveriyor.



6- Sana (Kur'ân'ı) okutacağız, sen unutmayacaksın.

Peygamber Efendimiz'in Kur'ân'a ve Rabbine olan bağlılığı o kadar fazla idi ki! Cebrail kendisine Kur'ân ayetlerini getirdiğinde onu dinler­ken, "bir kelime kaçırmayayım, bir harfini unutmayayım" diye endişe ediyor süratle dinlediklerini okumaya çalışıyor. Allah (c.c) ise "sana okutacak olan biziz ve sen unutmayacaksın" diyor.



7- Allah'ın dilediği müstesna. Şüphesiz O açığı da gizliyi de bilir.

Yani tamamıyla unutmamak yalnızca Allah'a mahsustur. Burada Allah (c.c) kendisine ortaklık şüphesi verecek ifadeyi dahi kullanmıyor. Unutmama özelliği tamamıyla Peygamberimize ölümüne kadar ve­rilmiş mi? Rabbim o olmaz diyor. "Allah'ın diledikleri müstesna" diyor. Yani madem ki insandır, nisyan da beraberindedir. Ama Kur'ân konu­sunda unutmayacaktır diyor Allah. (c.c).

Burada, Peygamber Efendimizin de bazı şeyleri unutabileceğine dikkatimizi çekiyor Allah (c.c). Unutmayan yalnız ve yalnız Allah'tır. Buhari ve Müslim gibi hadis kitaplarını okuduğunuzda Peygamberimiz'in de bazı şeyleri unuttuğunu göreceksiniz.

Sahabe anlatıyor, "Peygamberimiz (s.a.v) şunu şöyle unutmuştu da biz Ona hatırlatmıştık." diyorlar. İnsandır, unutacaktır. Ancak arapca bir şiir vardır, tercümesi şöyle;

-Muhammed de beşerdir ama bizim gibi değil. -Taşlar arasındaki yakut taşı gibidir. Peygamberimizin de bizim aramızdaki durumu aynıdır. Allah (c.c) gizliyi de bilir, açıkta olanı da bilir. Mekke'de inen bu ilk ayetler, iman edenlerin hallerini düzeltiyor.

Burada kafirlere de bir korku veriyor. Bakın iman etmezseniz bile yaptıklarınız bilinmektedir. Ebu Cehil'in evinde gizlice toplanıp planlar kuracak olursanız, Allah onları görmektedir. Allah (c.c) kendi Rasulüne de bazı olayları bildirmektedir. Yani gizli bir şeyiniz yok.

Günümüzde de kafirler bir kapının değil, on kapının arkasında dün­yanın bütün sırlarını topluyorlar. Tehdid ederler, bütün plan ve prog­ramlar ordadır derler. Desinler. Allah (c.c) her şeyi bilir. Yeterki Allah (c.c)'a yürekten bağlı ve bütün hal ve hareketlerim Allah'ın koyduğu kurallara göre ayarlayan ve bunu meleke haline getiren mü'minler ol­sun.

Günümüzde de Allah (c.c) bir çok kullarının gönlüne bazı şeyleri il­ham ediverir. Bir insan dostça gelirken, yani sizin dininize kast eden insan dostça gelirken, bazı kullarına Allah öyle bir özellik verir ki, adamın yüzüne baktığında onun iç dünyasındaki bütün pislikleri hisse­debilir. Biz binlerce plan ve program peşinde koşsak yetişemeyiz.

Öyleyse bütün kafirlerin plan ve programlarım bilen Allah'a olan bağlılığımızı kuvvetlendirelim. Bu yanlış anlaşılmasın. Dünyadaki kafir­lerin plan ve programları takip edilmesin anlamında değil. Peygamber Efendimiz kul olarak tedbirini almıştır. Bu tedbirin alınması da Allah'a bağlılıktır.

Fert olarak anlayacak olursak, O Allah (c.c), karanlık gecede, hiç kimsenin görmediği yerde işlenen suçları da, yaptığımız iyilikleri de bilmektedir.



8- En kolay olanı sana kolaylaştıracağız.


Bir kere İslâmın bize emrettikleri zor değil kolaydır. Kur'ân-ı Kerim'de başarılması mümkün olmayan bir tek emir veya yasak yoktur. Allah (c.c), kolaya giden yolu kolaylaştıracağız diyor.



9- Eğer öğüt fayda verirse öğüt ver.

İnsanlara Allah'ı hatırlat, Allah'ın kelamını hatırlat ki, insanlara fayda versin. Kimlere fayda verip kimlere vermeyeceğini biz bilemiyoruz.

Onun için biz her insana Allah'ı ve Allah'ın kelamını hatırlatmakla gö­revliyiz. "Nasihat et, Allah'ı hatırlat. Çünkü hatırlatma ve zikir mü'minlere fayda verir." diyor. Allah (c.c). Biz hatırlatmakla görevliyiz.



10- (Allah'dan) korkan öğüt alacaktır.

Haşyet; ürperme halidir. Yani Allah'a olan sevgisini yitirmekten sa­kınmaktır. İbadetini onun için yapar. Rabbin rızasını kazanmak için do­laşır durur. Bu Rabbin rızası namazdadır, namazı kılar, oruçtadır, orucu tutar, dinin bütün emirlerini yaşamaktadır, onları yerine getirir. Allah'ın rızasını kaybettirecek her türlü davranıştan da kaçınır. İşte haşyet bu­dur.



11- Şaki olan ondan(öğütten) kaçınacaktır.


"Eşkah " eşkıyanın en kötüsü demektir. Eşkıya denilince hatırınıza ne geliyor? Genellikle dağlarda yol kesen eşkıya geliyor. Halbuki asıl eşkıya Allah'ın mülküne sahip olmaya kalkıp, "senin burada müdahelen yok." diyendir. Allah'a diyor ki; "sen kulları yaratmışsın, insanları da yaratmışsın ama müdahale etme. Bu mülk benimdir, burada hakimiyet benimdir." diyor. Asıl eşkıya budur.

Eşkıyanın tarifi basının ve yetkililerin tarif ettiği gibi değildir. Kur'ân'ın asıl eşkıya tarifi, "dünya benimdir, bu dünyada senin Kur'ân'ının hükmü geçmez, senin adın geçmez, senin hükmün geçmez" diyen adamdır. İşte o eşkıya Allah'ın kelamından yüz çevirir. Allah'ı hatırlattığınızda yüzünü dönüverir. Allah'ın indirdiği ile hükmet dedi­ğinizde de, Onu duymamazlıktan gelir. Duyar ve de gücü yetecek olursa, Allah'ın kanunlarına karşı harb bile ilan eder.



12- O ki,en büyük ateşe girecektir.

13- Sonra orada ölmeyecek ve dirilmeyecek.

Cehennemde Ölmek de yok. Derileri yanıp yanıp dökülüyor, yeniden azab duyması için tekrar yenileniyor. Dökülenler irin halinde kaynıyor ve kendilerine içiriliyor. Cehennemde yaşamak da yok.



14- Temizlenen mutlaka kurtuluşa erdi.

15- Rabbinin adını zikredip, namaz kılan (kurtuluşa erdi)


Dışını halk için temizleyen, içini de Hakk için temizleyenler kurtu­luşa ermişlerdir.



16- Ama sizler dünya hayatını tercih ediyorsunuz.

17- Halbuki ahiret daha hayırlı ve bakidir.

18- Şüphesiz bunlar önceki sahifelerde vardır.

19- İbrahimin ve Musa'nın sahifelerinde (de vardır).


Yani bizim çizgimiz Peygamberler çizgisidir. Şu anda tüm insanlığa mesaj sunabilecek tek toplum biziz. Çünkü biz yahudilerin inandık dediği Musa (a.s)'a ve Tevrat'a gerçek olarak iman ediyoruz, İsa (a.s)'a ve încile gerçek olarak iman ediyoruz.

Dünyadaki bütün devletlerin bir apartmanda oturduğunu düşünün.

Bu apartmanın yönetimi hangi devletin veya sistemin kurallarına göre yönetilecek.

İşte burada İslam, belirli bir ırkın dini olmadığından, hepsinin inan­dıklarının doğru' taraflarını kabul ettiğinden, dünya genelinde düşünen beyinlerin tercih ettiği din olmakta ve bu dünya apartmanını yönetmeye en layık olduğunu isbat etmektedir.

19 Kasım 2009 Perşembe

A'la Suresi; Meali

1. YÜCELT Rabbinin sınırsız şanını: Yüceler-Yücesi[nin şanını],


2. O ki, [her şeyi] yaratmakta ve amacına uygun şekiller vermektedir;


3. O ki, [bütün mevcudatın] tabiatını belirlemekte ve onu [hedefine doğru] yöneltmektedir;


4. O ki, yeşil ot(lar)ı çıkarmakta,


5. ve sonra on[lar]ı kara-kavruk kök haline getirmektedir!


6. BİZ SANA öğreteceğiz ve [öğrendiklerinden hiç birini] unutmayacaksın,


7. Allah'ın [unutmanı] diledikleri hariç; çünkü, [yalnız] O'dur [insanın] kavrayışına açık olan her şeyi ve [ondan] gizli olanları bilen:


8. Biz, [böylece] [nihaî] huzura ve rahatlığa giden yolu senin için kolaylaştıracağız.


9. O HALDE, [hakikati başkalarına] hatırlat, bu hatırlatma ister fayda ver[iyor görün]sün, [ister görünmesin]:


10. [Allah'ın] sevgisini kaybetmekten korkanlar, düşünüp ondan ders alır,


11. O'na yabancılaşan ise bir zavallı bîçare olarak kalır;


12. böylesi, [öteki dünyada] büyük ateşe atılacak


13. ve orada ne ölecektir ne de diri kalacak.


14. [Bu dünyada] arınmayı başaran ise, [öteki dünyada] mutluluğa ulaşır,


15. ki böylesi, Rabbinin ismini hatırlayan ve [O'na] ibadet edendir.


16. Malesef siz (ey insanlar), bu yakın ve aşağı hayatı tercih ediyorsunuz,


17. oysa gelecek hayat daha iyi ve daha kalıcıdır.


18. Gerçek şu ki, [bütün] bunlar, geçmiş vahiylerde [bildirilmiş]tir.


19. İbrahim ve Musa'ya indirilen vahiylerde.



7. Klasik müfessirlere göre, yukarıdaki sözler özel olarak Hz. Peygamber'e yöneliktir ve bu nedenle, ona Kur’an'ın öğretilmesini ve “Allah'ın [unutmasını] diledikleri hariç”, ondan hiçbir şeyin unutturulmayacağını kasdetmektedir. Bu istisna cümleciği, o günden beri müfessirleri çok sıkıntıya sokmuştur, çünkü Hz. Peygamber'e Kur’an'ı vahyeden Allah'ın Kur’an'ın herhangi bir kısmını o'na unutturacağını düşünmek pek makul değildir. Bu nedenle, ilk dönemlerden günümüze kadar pek de tatminkar olmayan birçok açıklama getirilmiştir. En az tatminkar olanı da, her şaşkın Kur’an yorumcusunun son olarak sığındığı “nesih doktrini”dir. Ancak, yukarıdaki pasajın, görünürde Hz. Peygamber'e hitab etmesine rağmen, genel olarak insana yönelik olduğunu ve daha önceki Kur’an vahyi ile -yani, 96. surenin (‘Alak) ilk beş ayeti ve özellikle Allah'ın “insana bilmediğini belletti”ğini söyleyen 3-5. ayetler ile- yakından bağlantılı bulunduğunu kabul edersek, sözkonusu yorum zorluğu ortadan kalkmış olur. Bu ayetler ile ilgili 3. notta, sözkonusu ayetlerin, kuşaktan kuşağa ve bir uygarlıktan diğerine devrolunan insanoğlunun tecrübe yoluyla eriştiği kazanımlarına ve rasyonel bilgi birikimine işaret ettiği görüşünü ifade etmiştim: şimdiki pasajın işaret ettiği olgu da budur. Burada, insanı yaratılış amacına uygun olarak şekillendiren ve ona doğru yolu göstereceğini vaad eden Allah'ın, ona, insanlığın biriktireceği, kaydedeceği ve kollektif olarak “hatırlayacağı” bilgi unsurlarını elde etme yeteneği vereceği (ve böylece, ona “öğreteceği”) bildirilmektedir. Ancak Allah'ın, insana, yeni tecrübeler edinme vasıtasıyla erişilebilen ileri becerileri de kapsayan daha geniş ve zengin bilgilerin yanısıra tümden-gelimci veya spekülatif bilgi unsurlarına sahip olması sonucu “unutturabileceği” (başka bir deyişle, terk ettirebileceği) gereksiz ve yararsız hale gelen bilgiler bunun dışında kalır. Ancak, bir sonraki cümle, dış dünyayı gözlemleme ve spekülasyon yoluyla ulaşılan bütün bilgilerin, ne kadar gerekli ve değerli olsalar da, kesinlikle sınırlı bir geçerliliğe sahip olduklarını ve bu nedenle tek başlarına nihaî gerçekliği bulmamıza yetmeyeceklerini açıkça ortaya koymaktadır.

Bu surenin tefsirine başlamadan önce Mealini ve 7. ayetin tefsrini (Muhammed Esed) paylaşmak istedim. 1. ayetin tefsiri ile devam edebilirsiniz.

15 Kasım 2009 Pazar

Tekvir; 15-29

15- Hayır, sinen (gizlenen yıldız) lere yemin olsun!

16- Yuvasına akıp gidenlere,

17- Gelen geceye,

18- Nefes alan sabaha (yemin olsun ki).


Sabahın gelişini, ışıldamasını, hayat bahşetmesini de "teneffüs" ke­limesiyle ifade etmiş. Sanki canlıymış gibi hayal ettiriyor Allah (c.c). Gökyüzünde yıldızların parlamasını sonra kaybolup gitmesine yemin ediyor. Gece gidiyor, gündüz geliyor, gündüz gidiyor, gece geliyor, bunları bir getirip götüren var. Bütün bunlara yemin ettikten sonra Allah (c.c);



19- Şüphesiz O, değerli bir elçinin (getirdiği) sözüdür.

"Bu çok değerli bir elçinin getirdiği bir sözdür." Cebrail'in Allah'tan getirdiği bir sözdür. Burada anlatılmak istenen Kur'ân-ı Kerim'i getire­nin Cebrail olduğu ve çok değerli bir elçi olduğu söyleniyor.



20- Kuvvetli, arşın sahibi yanında yüksek bir mevki sahibidir.

21- Orada, itaat olunan ve güvenilen(Bir elçi) dir.


Arş indinde değeri olan çok güçlü ve kuvvetli. Yani hiçbir güç, gön­derilen bu sözleri Kur'anı o elçinin elinden alıp, ona yeni ayetler ilave ettiremez, içinden ayet de çalamaz.

Top yekûn cinler, şeytanlar bir araya gelseler, şeytan gibi insanlar bir araya gelseler, Cebrail'e etki edemezler. Allah (c.c) kendisine gü­venilen böyle bir elçi ile ayet-i kerimeleri indirdiğini ifade ediyor.

Yemin edilerek anlatılmak istenen Kur'ân-ı Kerim. Ama Kur'ân-ı Kerim'e gelmeden önce yemin edilen Yıldızlar var. Nasıl yıldızlar bili­yor musunuz? "Efendim teknoloji çok ileri gitti. İnsanlar hergün harika­lar yaratıyor." diye seviniyoruz, İnsanların yaptığı nedir biliyor musu­nuz? Allah'ın yarattığını anlamaya çalışmaktır.

Yüzlerce Rasathanelerde, binlerce ilim adamı, Allah'ın yarattığı yıl­dızların daha sayımını yapamamıştır. Yıldız yaratması diye bir şey yok. İnsan oğlunun teknolojisi, bundan (1998) bin sene sonra da yıldız yara­tamayacaktır. Bir buğday tanesini yoktan yapamayacaktır.

Allah (c.c) bunlara yemin ettikten sonra, Kur'ân-ı Kerim'i getiren güçlü, kuvvetli bir elçiden yani Cebrail'den bahsediyor. Bu ayetler bi­zim dikkatimizi nereye çekiyor biliyor musunuz?

Günümüzde şöyle diyenler var. "Kur'ân'a iman ediyorum. Ammaa., Kur'ân-ı Kerim günümüz şartlarına uygun değil. 1400 sene öncesinin ihtiyaçlarını karşılamak üzere indirilmiş ve o gün için fevkalade imiş. Ama zaman değişti şartlar değişti, insanların ihtiyaçları değişti, sorumlulukları değişti."

"Zamanın değişmesiyle ahkam değişir" diyor bir hukuk profesörü. Kendisine şöyle dedim: "Tabiattaki kanunlar ne zaman yaratıldı?" "Milyonlarca sene önce" dedi. "Milyonlarca sene önce yarattığı kanun­larda Rabbimin eksikliği var mı? Yani Fizikçiler veya kimyacılar veya biyoloji alimleri; bu çiçek böyle olmamalıydı, bu böcek böyle uçmamalıydı, bu güneşin ışınları şöyle açmamalıydı, mor Öyle değilde şöyle ol­malıydı gibi, güneşin rengine, denizin dalgasına, yıldızın yanmasına, çi­çeğin açmasına, böceğin uçmasına müdahale edebiliyorlar mı?

Yani "2000 li yıllara giriyoruz, bu hava Hz. Adem'in soluduğu hava, bu su Hz. Adem'in içtiği su, çok geri bir şey, biz çağımıza uygun hava ve içecek gibi şeyler icad edeceğiz" diyorlar mı? Hayır. Demiyorlar. Yani milyonlarca sene önce koyduğu tabiat kanunları hala güzelliğini eksiksizliğini koruyor değil mi?" "Evet koruyor" dedi. "Peki milyonlarca sene önceki yarattığı milyonlarca kanununda Allah kusur
etmemiş de, 1400 sene öncesindekinde mi kusur etsin?" deyince, kabul etti ve "ho­cam bunun yazılması lazım. "dedi. Yani bizim hukukçular çevresine du­yurulması lazım diyor.

Rabbim Kur'ân'ım anlatacak ya. Kur'ân'ım anlatmadan önce gözle­rimizi gökyüzüne çeviriyor, gözlerimizi yeryüzüne çeviriyor her gün ya­şadığımız geceye ve gündüze çeviriyor, şafağın atışına, güneşin batı­şına dikkatimizi çekiyor. Bütün bunları evirip çeviren, bütün bunları bir kanun içerisinde yürüten Allah (c.c) orada kusur etmezse, Kur'ân'ında mı kusur edecek? Elbette hayır.



22- Arkadaşınız deli değildir.

Bu Kur'ân'ı getiren Peygamber, sizin arkadaşınızdır. Onun deli ol­madığını siz biliyorsunuz.



23- Andolsunki, Onu (Cebraili) apaçık bir ufukta gördü.

24- O gayb üzerine (Allah'tan gelen ayetleri tebliğde) cimri değil­dir.

25- O (Kur'ân), kovulmuş şeytanın sözü değildir.

26- (Kur'ân'ı bırakıp) nereye gidiyorsunuz?


Peygamberimizin Cebrail'i gördüğünü ve O gaybdan getirdiği Allah'ın ayetlerinden hiçbir şey eksiltmeden verdiğini ve şeytan sözü­nün bu kitaba hiç girmediğini, Allah kelamının güçlü, kuvvetli ve gü­venilen bir elçi, olan Cebrail'le bize geldiğini ifade ettikten sonra Rabbim; "Nereye gidiyorsunuz?" diyor. Herkes kendi kendine bu so­ruyu sorsun.



27- Bu, alemler için ancak bir öğüttür.

28- Sizden doğru olmak isteyen için (bir öğüttür)

29- Alemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe, siz hiçbirşey dileye­mezsiniz.


Herkes Sirat-1 Müstekimi istemelidir. Sırat-ı Müstekime gönlünü açarsa, doğru olmak isterse, Kur'ân ona fayda verecektir.

Bu Kur'ân doğruluğu isteyenlere fayda verir. Dünyanın her tarafında hakkı, gerçeği, mutlak doğruyu arayan insanlar vardır. İşte o insanlara Kur'ân ulaştınlırsa onlar hidayete ererler gerçeği bulurlar.

Ancak doğruluğu istemeyen, çıkarlarını eğrilikte görenler, Kur'ana karşı olacaklardır. Ve Kur'ân onlarında hüsranını artırır. Surenin 28. ayetinde insan iradesiyle doğruluğu istemesinin gerekliliği vurgulan­dıktan sonra, 29. ayette, bütün iradelerin ve isteklerin, Allah'ın isteğine uygun düşmesi gerektiği vurgulanıyor.

Biz bu dünya üzerinde , değirmen taşının üzerindeki karınca gibiyiz. Dünyanın dönüş yönünü ve şeklini istesek de değiştiremeyiz. Bir kısım insanlar yağmurun yağmasını ister, bir kısım da yağmamasını ister. Bunlardan hangisinin isteği Rabbimizin isteğine uygunsa o gerçekleşir.

Yoksa dünyanın düzeni bozulur. İnsan istediği herşeyi yapabil­seydi, ilk önce üzerinde yaşadığımız toprağı altın yapmaya çalışırdı. Sonrada yiyecek birşey bulamazdı. Akif güzel söylemiş; Allaha dayan, saye sarıl, hükmüne ram ol. Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.

14 Kasım 2009 Cumartesi

Tekvir Suresi ;1-14

Tekvir, Arabın dilinde: sarığın sarılmasına denir. Bu surenin bir ayet-i kerimesinde "Küvvirat" kelimesi geçtiğinden dolayı Tekvir Sûresi" denilmiştir. Mekke'de nazil olmuş, yirmidokuz ayettir.

Allah (c.c), her canın ahirete gittiğini, her doğanın öldüğünü, her tenin solduğunu her gün bizim gözlerimizin önüne seriveriyc İnsanların doğup-öldüğünü görüyoruz da acaba güneş de bir gün öl mü? Yıldızlar bir gün dökülür mü? Bütün dağlar yerinden oynar mı? Denizler bir gün kaynar mı?

Bütün bunların neticesinin ne olacağını, bunların da ecelinin gelec ğini, Allah (c.c) bu suresinde en çarpıcı ifadelerle bize anlatıvermiştir.


1- Güneş dürüldüğünde,

2- Yıldızlar söndüğünde,

3- Dağlar yürütüldüğünde!,

4- Değerli mallar bırakılıverdiğinde!,

5- Vahşiler toplandığında!,

6- Denizler ateşlendiğinde!,

7- Nefisler çiftleştiğinde!,

8- Diri diri toprağa gömülen kıza sorulduğunda!,

9- Hangi günahdan öldürüldü? diye,

10- Sahifeler açıldığında!,

11- Gökyüzü yüzüldüğünde!,

12- Cehennem alcvlendirildiğinde!,

13- Cennet yaklaştırıldığında!,

14- Kişi kendisi için önceden ne hazırladığını bilecek.


Dikkatimizin çekildiği şeyler her gün gördüğümüz şeylerdir. Allah (c.c)'Mekke'de nazil olan bu sûrelerde, genelde her sabah, her akşam, her gece ve gündüzde gördüğümüz, elimizi değemediğimiz fakat hay­retler içerisinde kaldığımız gökyüzüne dikkatlerimizi çekiyor, gözleri­mizi daha fazla çevirmemizi sağlıyor.

Her okulun bir eğitim salonu veya bir eğitim sınıfı vardır ve orada dersler verilir. Sınıflarda dersleri vermek için yazı tahtası, tebeşirler vardır, orada öğretmen yazar, çizer bir şeyler gösterir.

Allah (c.c) de insanları eğitirken, sınıf olarak dünyayı kullanmış, dünya bizim sınıfımız. Topyekün beş milyar insan aynı sınıfta ders ya­pıyoruz. Yazı tahtalarımız gördüğümüz şeyler olan, güneş, yıldızlar, denizler, çiçekler, böcekler, taşlar ve kuşlardır.

Bütün bunlara dikkatimizi çekiyor Allah (c.c). Bunlardan bir kısmı­nın doğup-öldüğünü görüyoruz,. İnsanın doğup öldüğünü, hayvanm do­ğup öldüğünü görüyoruz. Çiçeklerin açtığını ve solduğunu görüyoruz. Ama dağların öldüğünü falan görmüyoruz; dağların üzerinde ağaçların doğduğunu-büyüdüğünü, solduğunu görüyoruz. Bahar mevsiminde aç­tığını, güz mevsiminde yaprak dökümü yaptığını, danelerinin toprağa düşüp öldüğünü ve üzerine yapraklarla kefenler sardığını, üzerini kar gibi kefenlerle örttüğünü ama bir bahar mevsiminde yeniden dirildiğini gözlerimizle görüyoruz.

Bunlar bize, ahiretin mutlaka geleceğini, Allah'ın .söylediklerinin mutlaka olacağını gösteriyor. Yani bu dünyada iken bize mahşerin nasıl olacağını Rabbimiz tabiattan örnekler vermek suretiyle gösteri­yor. Değil bir ağacın ölmesi, değil bir çiçeğin solması, değil bir böceğin ölmesi, bunlara hayat bahşeden güneş bir gün ölür diyor, bu ilk ayet-i kerimede.

"Güneş dürülüverecek" Topyekün dünyamıza ve diğer bütün yıldız­lara ışık veren, ısı veren, yedi renginden binlerce renk tonu oluşturan bu güneş, bir gün o ışıklarım kendisine toplayıverecek. Kuruyacak, simsiyah hale geliverecek. Ondan ışık alan ve almayan diğer yıldızlar da dökülüverecek "inkederat" kelimesinde hem dökülüvermek hem de saçılıvermek anlamı vardır.

Hareket eden bize hayat bahşeden dağlarda birgün yerinden yürütü-lüverecektir. Dağlar yürütülünce ne olur? Dünyanın en cimri insanı mah biriktirir, biriktirir, malını hep kasada dinlenrîirirmiş. Kendisine sorul­muş; "yahu bu parayı niye kasada tutuyorsun?" denilince, demişki; "bu para çok yoruldu. Dünyanın her tarafını gezdi, şimdi dinlendiriyorum".

Bütün mal varlığını kasasında biriktiren cimri bile; bir gün gelir can bedenden gitmeye az kaldığı zamanlarda, şöyle bir kasasına bakar, kasası ve içindeki parası onun gözünde değersiz hale geliverir. "Aman, gözüm görmesin, boşuna biriktirmişim. 50 senemi verdim ama benim ölümümü engelliyemiyor, ağrılarımı dindiremiyor." der.

Allah (c.c) de; "bir gün gelir insanların en değerli malları gözlerinde değersiz hale geliverir" diyor.

"işar" arabın dilinde en değerli hamile develer için kullanılmış. O gün için arabın en değerli malı, paradan da değerli. Paranın fazla iş . yapmadığı dönemler. Bir yerden bir yere eşyaları taşımak için kullanı­lan, bu günün taşıtlarından tırlar, kamyonlar, tanklar mesabesinde de­ğerli hayvanlar. Tırlardan daha değerli. Çünkü istediği zaman kesip etini yiyebiliyor, derisinden ayakkabı yapabiliyor, sırtına elbise yapabi­liyor, yününden kumaşlar dokuyabiliyor, sütünden içebiliyor.

Böylesine değerli, hayatının bir parçası olan mal da bir gün gelecek, değersiz-hale geliverecek diyor Allah (c.c). Öyle ya, kişinin binlerce devesi olsa, milyonlarca dolan olsa, ama oturmakta olduğu ev ayağının altından kaymaya başlayınca, o para ona ne yapabilecek? "Dağlar ye­rinden oynayıverdiğinde" tirilyonlarca dolan olsa o ne yapacak? İstanbul için düşünelim; marmara denizi yanmaya başlayınca, altındaki toprak kaymaya başlayınca, üzerindeki yıldızlar dökülmeye başlayınca, Holdinglerin kulelerinde olsalar o para ona ne fayda verebilir ki?

Bunlar ne zaman olacak? Bunu bilmiyoruz? Allah (c.c) 1400 sene önce bu ayeti indirmiş. Bizim müslümanlanmızm tamamı 1400 seneden beri bu sureyi okuyarak geliyor. Kesinlikle inanıyoruz ki, bir gün gele­cek, bunlar olacak.

Ama bunlar olmadan da bizim yıldızımız zaten sönüyor. Bizim gü­vendiğimiz dağlar elimize geliveriyor. En değerli mallarımız gözü-müzde değersiz hale dönüşüveriyor.

Yani ölüm döşeğine yattığımızda, bir kalp hastası olup aniden ölüme hazırlandığımızda, en değerli mallarımız gözlerimizde değersiz hale geliveriyor. Öyleyse biz, ecelimiz gelmeden hazırlığımızı yapalım.

Hiçbirimiz nerede öleceğimizi bilmiyoruz. Öyleyse hazırlıklı olmalı­yız. Önce imanımızı sağlam tutacağız, sonra o imanımızın çiçeği olan amellerimizi yerine getireceğiz. Abdestli olmaya dikkat edeceğiz. İyi düşünceler içinde olmak için, hep iyi şeyler düşüneceğiz. Güzellikler içinde ölecek olursak, Allah bizi güzel yerlere koyacaktır. Allah (c.c); "iyi ve güzel insanlar, güzel yerlere layıktır." diyor,

"Birbirine yabani olan birbirine zıt olanlar bir araya getiriliverdiğinde." Tefsirler bunu şöyle anlatır. Zalimlerle mazlumlar kucak ku­cağa gelecek, ikisinin de üzerinde birbaşka güç kendi otoritesini gös­teriyor. Dağlar yerinden oynayıverince, yıldızlar dökülmeye başlayınca, her kes de bir panik ve o panik zalimle mazlumu bir araya getiriverecek.

Kucak kucağa gelecekler, birbirlerinden yardım isteyecekler. Ama yardım edecek kimse yok. Kurt ile kuzu bir araya gelecek. Çünkü kur­dun kuzuyu yeme iştahı gitmiştir, zira ayağının altındaki dağ, kıl tane­leri gibi atılmaya başlamıştır. Öyle bir ortamda kurt kuzudan birşey beklemiyor, herkes can derdine düşüyor.

Zaruri olduğundan dolayı kurt gibi insanlarla kuzu gibi insanların bir araya gelmesi, onlara bir sevap kazandırmaz. Çünkü bu bir araya geliş korkudan olmuştu. Dinimiz, korkmadan bir araya gelmemizi ister.

Yani hayati endişenin olmadığı bir anda, hiçbir tehlikenin bulunma­dığı bir zamanda, kimsenin zorlamasının olmadığı bir durumda, sadece Allah (c.c) emrettiği için insanlarla birlikte yaşamaya, insanlara İslâmı öğretmeye, İslâm'ın ihsanı ve adaleti içerisinde insanlara müthiş bir hayat sürdürmeye gayret göstermemiz gerektiğine Kur'ân ayetleri işa­ret etmektedir.

Allah (c.c) diyor ki; "Denizler alevlendirildiğinde." Atalarımızın gü­zel sözlerinden biri de şudur: "Deniz yanar mı? İhtimal." İstanbul'da bir denizin yandığını İstanbullular gördü. Bir tanker çarpışması neticesinde denizi günlerce alev aldı. Denizlerin de kaynadığı bir gün gelecek. Nasıl olacak? Tefsircilerimiz birçok şey söylüyorlar. Ama ayet kesin ifadesiyle denizlerinde alevleneceğine, kaynayacağına dikkatimizi çekiyor.

Olur mu? diye hatıra gelebilir. Allah(cc) olur dedikten sonra olur. Bir kere bunu bileceğiz. Ama tefsircilerimiz bu olayı aklımıza da yaklaş­tırma, anlatılma ihtiyacı hissetmişler. Demişler ki; toprağın merkezine doğru gidildikçe bir metrede şu kadar C° sıcak]ık artmaktadır. Dünyanın merkezinde lavlar kaynamaktadır. Dağlar yerinden oynatı­lınca arz kabuğu çatlayınca denizin tabanından lavlar da dışarıya çıkar ve denizler kaynar. Veya sular aşağı doğru gittiğinde denizler kaynar. Veya Allah(cc) dünyayı güneşe biraz daha yaklaştırır ve sular ısınır kaynar. Hem de fokur fokur. Öyle bir gün gelmeden kendimizi hazır tu­talım.

"Nefisler çiftleştiriliverdiğinde "Yani canla beden bir araya geliver­diğinde ölünce canla beden bir birinden ayrılıyor. Canımız ruhlar ale­mine gidiyor. Azabı tatması için. canla bedenin birbiriyle alakası devam ediyor. Nasıl devam eder? İnsanoğlunun yapmış olduğu birçok elek­tronik oyunlarında uzaktan kumanda ile birbirlerini nasıl etkilediğini gö­rüyoruz.

İnsanoğlu kabrinde yatarken veya kül olmuş havada uçarken veya denizin dibinde yüzerken en küçücük zerresiyle ruhunun alakasını yine sürdürüyor. Mü'min olarak ölmüşse, cennet bahçelerinden bir.bahçede gibi hayat sürüyor. Kafir olarak ölmüşse cehennem çukurlarından bir çukurda o hayatını devam ettiriyor. Mahşer gününde can ve beden bir araya gelerek mahşer yerine gelecekler.

Dostlar bir araya geliverdiğinde. Veya aynı düşüncedeki insanlar bir araya geliverdiğinde. Bu dünyada dikkatli olalım. Ahirctte kiminle bir­likte olmak istiyorsak, bu dünyada onu sevelim ve onunla beraber ola­lım ve onun yolundan gidelim. Biz sevgili, peygamberimizi seviyoruz.

Onun gittiği yere gitmek istiyoruz. O'nun komşusu olmak istiyoruz cennette. Bunun yolu nereden geçiyor? Bunun yolu O'nun getirdiği Kur1 ân'a uymak, sünnetini aynen hayatımıza uygulamaktan geçiyor.

"Ben imansızların yolundan giderim aynı zaman da Peygamberi de severim, O'nun yanında da olurum." diyorlar. Olmaz!, bu yalan olur.! Çünkü sevmek, sevdiğinin isteklerini yerine getirmek demektir.

Ahirette mahşer yerine varıldığında, her şey ayan beyan görüldü­ğünde, insanlar sağ tarafına bakıyor cenneti görüyor, sol tarafına bakı­yor cehennemi görüyor. Tabiki orada hesap-kitap yapılıyor. Yaptıklarımızdan hesaba çekiliyoruz.

Allah (c.c)'de şöyle buyurur: "Sahifeler yayılıverildiğinde." Yani Herkesin amel defterleri ellerine tutuşturulduğunda. Rabbim başka bir-, ayetinde; ağzımızdan çıkan her kelimenin kaydedildiğini ifade ediyor. . "Kiramen katibin" melekleri amellerimizi yazmaktadır.

Öyleyse bizde amel defterimize kötü şeyler yazdırmayalım, iyi şeyler yazdıralım. Kulaklarımızı, gözlerimizi günahlarla kirletmemeye dikkat edelim. Kur'ân'ın ve sünnetin güzelliklerini üzerimizde göstere­lim.

Amel defterleri açılrverdiğinde "kişi kendisine ne hazırladığını bile­cek." Hepimiz nasıl ameller işlediğimizi bilmediğimizi biliyoruz. Cennetlik miyiz? cehennemlik miyiz? bilemiyoruz. Kimsenin garantisi yok. Yaşayan bir insan, "ben cennetliğim" diyorsa, yalan söylüyordur. Bir diğeri de; "ben cehennemliğim" derse o da yalan söyler.

Biz cenneti ümid ederek, cehenneme düşme korkusunu taşıyarak yaşayacağız. Eskilerin ifadesiyle "Havf ile Reca" arasında yaşayaca­ğız: Peygamberler ve Peygamberlerin haber verdiği, müjdelediği insan­ların dışında kimsenin cennet garantisi yoktur. Ama şu söylenir. "İmanla bu dünyadan göçmeyi başaran herkes cennete gidecektir." Bu kesindir. Ama kim imanla gitti? Bunu bilemiyoruz.

Biz imanımızı en mukaddes varlığımız olarak koruyacağız, Paralarımızdan, evimizden, malımızdan ve mülkümüzden daha fazla koruyacağız. Çünkü ölüm döşeğinde hiçbir malımız bize fayda vermi­yor.

12 Kasım 2009 Perşembe

Tebbet Suresi

Mekke devrinde nazil olmuştur, beş ayetten müteşekkildir. ."Mesed veya Leheb Suresi" de denilmektedir.

Bir bayan, öğretmenlikten emekli olduktan sonra "başımı kapattım, namazlarımı kılmaya başladım, Kur'ân-ı Kerim'i de mealinden okudum. Ancak çocukluğumuzda ezberlediğimiz Tebbet suresinde önemli bir şey görmedim. Manasını bilmeden okurken daha fazla etkileniyordum. Ama manasım öğrendikten sonra fazla etkilenmedim," diyor. Niye? diye sordum.

Dedi ki; "orada biz, Ebu Leheb ve hanımına lanet okuyormuşuz. Olur mu? İnsan Allah'ın huzuruna varınca namazında geçmişte bir insana -ki o aynı zaman da Peygamberimizin amcası- suçundan dolayı kıyamete kadar gelecek insanların lanet okuması doğru mu?" dedi.

Bu tür insanların Kur'anı Tefsirden okumadığı surece yalnız ayet-i kerimenin mealini -ki meal, terceme yapanın o ayetin kelimelerinden anladığı manayı Türkçeye aktarmasıdır- okuduğu sürece bu kanaate varması normal.

Meal yazanlar da, Kur'ân'ı anlamanın yalnız meal okumakla müm­kün olamıyacağını sözlerinde belirtirler. Hatta. 10, 20, 30 ciltlik tefsir yapan alimler de "benim anlayabildiğim bu kadar" derler.

Hani güneş yedi rengiyle tabiatta milyonlarca renk üretiyor. Güneşe, menekşe bakıyor, mor alıyor, karanfil bakıyor kırmızı alıyor.

İşte biz de öyleyiz. Allah'ın kelamından bir şeyler alırken, bizim ön hazırlığımız da bizi yönlendirmektedir aslında.

Onun için ön hazırlıklarımızı atarak, Allah kelamına gönlümüzü bembeyaz bir kağıt gibi açarak okuyacak olursak ve bu konuda da değerli ilim adamlarımızın eserlerinden yararlanacak olursak, yanlış anlamalardan kurtulmuş oluruz. Tefsirler bu yanlışları gideren değerli eserierimizdir.

Ben de, O soruyu soran hanım efendiye dedim ki; "Ben de bu gün-' lerde daha çok okuyorum." Niye?

"Çünkü Ebu Leheb bir semboldür. Kıyamete kadar gelecek olan imansızların sembolü Ebu Leheb'dir. Geçmiştekilerin sembolü Firavun'dur, Nemrud'dur, Karun'dur, Haman'dır. Diğer peygamberlerin düşmanları olduğu gibi, bu ümmetin düşman sembolü ise, Peygamber Efendimizin karşısına dikilen; "sana bu fırsatı vermem bu peygamber­liğini yaydırmam, insanların tek Allah'a itaat ettirmene müsade et­mem, bu Mekke parlementosunun otoritesini zedeletmem." deyip, o günkü ordularıyla Efendimize karşı çıkan Ebu Leheb anlatılıyor.

"İşte kıyamete kadar gelecek olan, devletlerin, şahısların, kuruluş­ların, kurumların vakıfların her türlü faaliyetlerini temsilen Ebu Leheb zikredilmiştir." Ben de bu günlerde bu sureyi daha çok okuyorum.

Günümüzde ben de, İslâm dinini yok etmek, müslümanları zayıf­latmak, hizmette büyük merhaleler kaydetmiş müslümanları çeşitli daleverelerle kendilerine katmak için faaliyet gösteren, bunda başarılı olamadığı takdirde, Birleşmiş Milletlerin ve NATO'nun askerleriyle müslümanların üzerine yürüyenleri duyduğumda, televizyonda gördü­ğümde, gazeteler de haber olarak okuduğum da; namazda tekrar Fil Sûresi ile Tebbet Sûresini biraz daha fazla okur ve Allah'm(cc) bu sû­relerinden moral bulurum.

Her dönemin gücü, kendi gücüyle orantılıdır. Peygamber Efendimize en yakın insan, Efendimizin en zayıf ve tek başına olduğu. bir dönemde kendisini destekleyen, yalnız Hz. Hatice validemiz.

Bu dönemde Mekke parlementosunun da gücünü arkasına alarak Peygamberimizin hareketini durdurmak, daha doğmadan, boğmak üzere faaliyete geçen insanların karşı saldırıları var.

Böyle bir durumda Allah'ın nurunu yaymak isteyenlere karşı gelen­lerin sonunda hüsrana uğrayacaklarını, ona malının, mülkünün, evladı­nın, hanımının kendisine fayda vermediğini, tek basmada olsa, inanan­ların zafere ulaşacağını Allah (c.c) bu sure-i celileyle bize haber verir. 20. Asırda da eğer biz Peygamberimizin gösterdiği cesareti, gay­reti, cihadı yapacak olursak, Ebu Leheb'in yolunda yürüyen devletler, şahıslar, kurumlar veya kuruluşların da aynı şekilde dayandıkları güç ve otoritenin kendilerine fayda vermiyeceğini tekrarlamış oluyoruz biz bu sureyle.

(Mahmut Toptaş)


Meal:

1. Kahrolsun (o parlak yüzlünün) Ebu Leheb'in çifte gücü, ve kahrolsun kendisi!

2. Ne faydası olacak servetinin ve kazancının?

3. Zamanı gelince şiddetle parlayan bir ateşe atılacak,

4. Karısı da (onun ateşine) odun hamallığı yapacak,

5. gerdanında (takı yerine sanki) çelikten bir halat (bulunacak).



Tefsir (Muhammed Eset)

Hz. Peygamberin amcasının gerçek adı, Abdül‘uzzâ idi. Ama halk arasında, daha çok parlak yüzünde ifadesini bulan güzelliğinden dolayı Ebû Leheb (lafzen, “Alev sahibi”) lakabı ile tanınıyordu (Beğavî, Mukâtil'den rivayeten. Zemahşerî ve Râzî, yukarıdaki ayet ile ilgili yorumlarında aynı rivayete dayanırlar: Fethu'l-Bârî, VIII, 599). Bu lakab, yahut künye, İslam'ın doğuşundan önce de kullanıldığından ona olumsuz bir anlam yüklemenin geçerli bir dayanağı yoktur. Yukarıdaki cümledeki “iki el” ifadesi, klasik Arapça'daki kullanıma göre, Ebû Leheb'in sahip olduğu büyük etkiyi yansıtan “güc”ün bir simgesidir.

Lafzen, “odun hammalı”, insanlar arasında “nefret ateşini tutuşturmak için” gizliden gizliye gerçek dışı söylentiler yayan ve iftiralar atan kişiyi anlatan meşhur bir deyim (Zemahşerî; bkz. ayrıca Taberî'nin nakliyle ‘İkrime, Mücâhid ve Katâde). Kadının adı Ervâ Ummu Cemîl binti Harb b. Umeyye idi: Ebû Süfyân'ın kardeşi ve dolayısıyla Umeyye saltanatının kurucusu Muâviye'nin halası idi. Onun Muhammed (s)'e ve O'na tâbi olanlara karşı nefreti o kadar şiddetliydi ki, sık sık, karanlıkta Hz. Peygamber'in evinin önüne O'nu yaralamak için dikenli çalılar serperdi; ve bu büyük öfkesini sürekli olarak Hz. Peygamber'i ve O'nun mesajını zedeleyici iftiralar atmak suretiyle gösterirdi.

Mesed terimi, maddesi ne olursa olsun, bükülmüş iplerden yapılan her türlü şeyi gösterir (Kâmûs, Muğnî, Lisânu'l-‘Arab). Burada soyut anlamdaki kullanılışı ise ikili bir muhteva taşımaktadır: hem bu kadının kötülüğe meyilli, bozuk ve eğri tabiatını, hem de “her insanın kaderi boynuna bağlanmıştır” manevî gerçeğini anlatır -ki 2. ayetle birlikte bu surenin genel, zamanlar üstü muhtevasını ortaya koyar.

9 Kasım 2009 Pazartesi

Müddesir; 37-56

37- Sizden öne geçmek veya geride kalmak isteyene,

38- Herkes kazandığı karşılığında rehindir.

İnsanlara bir uyandır. Sizlerden öne geçen ve geride kalanlar için bir uyan olsun. Her can yaptığının karşılığında rehin tutulmuştur. Bu ayet; "suçun şahsiliği" pirensibini de, Suç ile ceza denkliğini de ifade etmektedir.

Herkes cehennemde yaptıkları kötülük kadar tutulacaktır. Kafirler ise ebedi kalacaklardır. Kendi amelimiz, kendi yaptıklarımız deyince, çoluk çocuğumuzu, komşumuzu ihmal etmeyeceğiz. Biz onlardan da sorumluyuz.[16]



39- Ancak (kitabını) sağdan alanlar müstesna.

Ancak amel defteri sağ tarafından verilenler hariç. Onlar cehennem de rehin tutulmayacaktır. Bunlar beraat hükmünü alanlardır. Yani siz cehennemden kurtuldunuz, berî oldunuz, buyurun cennete denilecek olan insanlar. Onlar bunu, birinci derecede imanla, sonra ameli salih'le elde etmişlerdir.[17]



40- Onlar cennetlerde sorarlar:

41- Suçlulardan

42- Sizi Sakar'a (cehenneme) iten nedir?

43- Dediler: "Biz namaz kılanlardan değildik,

44- Fakiri doyurmazdık,

45- (İnkâra) dalanlarla beraber bizde dalardık,

46- Biz ceza gününü yalanlardık.

47- Yakın (ölüm) bize gelinceye kadar."


Mekke'de inen ayetlerde cehennem sahnelen daha çoktur. Yani iman etmezseniz yanacaksınız deniyor. Günümüz de bazı arkadaşla­rımız; "efendim cehennemden bahsetmeyelim, cennetten bahsedelim" diyor. Bu, aklımızın bizi yanıltmasidir. İnsanı yaratan Allah, bu insanın nasıl İslâm'ı çizgiye gireceğini de bizden iyi bilir. Bu insanlar neden anlar, O iyi bilir. Onun için de Kur'an'da cehennem ve onun azabından çok yerde bahsedilir.

O cennettekiler, cehennemdekilerle konuşurlar. Veya cennettekiler kendi aralarında konuşurlar. Cehennemlik olanlara sorarlar. Peki siz niye cehenneme gittiniz. Hangi amel sizi cehenneme götürdü.

Cehennemlikler; "Biz namaz kılmıyorduk, biz fakiri doyurmuyorduk, biz İslâm'ı alaya alanlarla beraber oluyorduk. Kıyamet gününü yalanlı­yorduk. Derken bu ecelimiz geliverdi." diyor. Her gün okuduğunuz "Maun" suresinde de aynı şeyleri göreceğiz.[18]



48- Şefaatçilarin şefaati onlara fayda vermez.

49- O halde onlara ne oluyorda öğütten yüz çeviriyorlar?

Onların aracıları da onlara fayda vermez. İmansızların dünyadaki işbitiricileri, ahirette onlara hiç fayda vermiyecektir. Kafirler için kimse şefaat edemez. Ancak mü'minler için şefaat vardır.

Bütün bunları bildikleri halde, Onlara ne oluyor da bu nasihatten yüz çeviriyorlar.[19]



50- Sanki onlar ürkmüş eşekler gibiler.

51- Aslandan (ürküp) kaçan (eşekler gibiler).

Allah (c.c) imansızlar için bu ifadeyi kullanmıştır. İmandan uzakla­şan insanlar; aslandan kaçan yabani eşekler gibidirler. Günümüzde müslümanla bir yerde bulunmaktan kaçınanlar, zorunlu olarak aynı yerde bulunmak durumunda kalmışssa; "Ne kadar iyi insanlarmış, ben böyle olacaklarını tahmin etmiyordum" diyorlar. Görüyoruzki onlar kendi içindeki pisliklerden kaçıyorlar.

Mevlana Mesnevide[20] "Kur'andan kaçanlar insanlık­larını yitirip eşekleşirler, Akıl bağından kurtulan akıl, hayvanlaşır" der.[21]



52- Hayır! onlardan herbir kişi yazılmış sahifeler ister.

53- Hayır! Belki onlar ahiretten korkmazlar.

54- Hayır o bir öğüttür.

55- Dileyen öğüt alır.

56- Ancak Allah'ın diledikleri öğüt alır. Kendisinden Korunulmaya ehil olan O dur, affedilmeye layık olan da odur.


Efendimizden mucize istiyorlar. Bu istekleri inkarlarını Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/ örtmek için­dir. Ellibeşinci ayette, "dileyenin öğüt alabileceğim" ifada ettikten sonra; "Ancak Allan'ın diledikleri öğüt alır" diyor. Burada çelişki yok. Bizim arzu ve isteklerimiz Rabbimin külli iradesinin içinde cereyan eder. Sofradaki yemeği ağzımıza elimizle biz götürürüz, ağzımızla biz çiğneriz ama bütün bunları yaratan ve yöneten O'dur. Felç olan biri, elini kaldırma iradesini gösteremiyor, öyleyse biz O'na sığınıp, O'ndan af dilemekten başka yapacak bir şeyimiz yok.[22]

8 Kasım 2009 Pazar

Müddessir; 15-36

15- Sonra (verdiklerimi) artırmamı umar,

16- Hayır. Çünkü o ayetlerimize karşı çok inatçıdır.

17- Onu sarp bir yokuşa sardıracağım.

Allah'ın ayetlerine karşı inad edenlerin, inkar edenlerin işini, yo­kuşa süreceğini yani işlerinin zorlaştırılacağını ifade ediyor.



18- Çünkü O (nasıl inkar edeceğini) düşündü ve bir ölçü koydu.

19- Kahrolası nasıl ölçtü biçti?

20- Sonra kahrolası nasıl ölçtü biçti?

21- Sonra baktı

22- Sonra surat astı, kaş çattı.

23- Sonra geri dönüp büyüklük tasladı.

24- Ve şöyle dedi: bu açık bir sihirden başkası değildir.


Mekke'nin ileri gelen kafirlerinin, Peygamber Efendimizin mesajının her geçen gün artması üzerine düşünmeye başladılar. Ölçtüler, biçtiler,

planlar kurdular, planlarını beğenmediler yeni yeni planlar kurdular. O'nun nefesini kesmek, sesinin yükselmesini önlemek, peygamberli­ğine son vermek için her türlü planı kurdular, tuzaklar kurdular ama başarılı olamadılar.

Sonunda kaşlarını çattılar, gözlerini eğdiler ve Allah'ın ayetlerine sırt çevirdiler. Peygamber efendimize karşı da büyüklenme tarafına gittiler.

Bu ayetler bize, bu günkü kafirlerin de röntgenini vermektedir. Günümüzde de imansızlar bir araya geliyorlar, düşünüyorlar, ölçüyor­lar, biçiyorlar, doluya koyuyorlar almıyor, boşa koyuyorlar dolmuyor. Müslümanlara karşı kibirlenme tarafına gidiyorlar. Müslümanların ki­tabı ve peygamberlerinin mesajı için bir şey söylüyorlar: "Eskiden beri bilinen ve öğretilen bir sihirdir. Kendi aralarında ise; "bu, sihir de de­ğil" diyorlar.



25- Bu, insan sözünden başka birşey değildir.

"O bir insan sözüdür" .diyorlar. Günümüzde de yakın zamanda Öl­müş birisi aynı şeyi söylemişti. "O Muhammed'in sözüdür" demiştir.

Elimizde Kur'ân-ı Kerim ve Peygamberimizin sözleri mevcut. Kur'ân'ı okuyan her kulak sahibi insan, ikisinin birbirinden ayrı oldu­ğunu gayet iyi bilir. Bunun için arapça bilmeye gerek yok.



26- Onu sakar'a yaslayacağım.

27- Sana sakar'ı kim öğretti?

28- (O sakar cehennem) bırakmaz ve vazgeçmez.


Kafirler öyle bir kuyuya düşerler ki, oradan çıkmaları mümkün değil. İfade aynen şöyle; "dışarda kimse kalmaz, içeriden kimse çıkamaz."

Cehennemin bir adı da "sakar." Onu sakar'a sokacağız. Sakar'ı sana kim öğretti, kim bildirdi? O sakar ki, dışarda hiçbir kafir bırak­maz, içeriden de hiçbirini dışarıya salmaz. Kurtulmaları mümkün değil. Kurtuluş ancak imanla mümkündür.



29- Derileri kavurur.

30- Üzerinde ondokuz (zebani) vardır.


İnsanın vücudunun derisini yakıp döküyor.

Kendimize acıyalım. Güzel tenlerimizin yanmasını istemiyorsak ki istemiyoruz. Öyleyse bunun için iman edelim ve arnel-i salih yapalım. Çünkü o cehennemde ne Ölüm vardır ne de yaşama. Yanmamak için, bu dünyada herşeyimizi verene, yani Allah'a ibadet ve itaat edelim.

Onun üzerinde 19 melek vardır. Yani cehennem zebanilerinin ön­derlerinin sayısı 19 dur. Bu 19 rakamı üzerinde dünya genelinde bir fırtına koparılmıştı. 19 rakamı ile ilgili kitap ilk yayınlandığında bana bir tanesi hediye edilmişti. Baktım yalnız besmeledeki; "Allah, Rahman ve Rahim" kelimelerinden, yalnız biri ile ilgili doğru bilgi veri­yordu. Diğerleri yanlıştı.

Bu ayetteki 19 rakamı, bütün müfessirlerimizin ittifakıyla, "cehen­nem melekleriyle ilgili bir rakamdır." Onlara karşı korunabilmek için biz, Allah'ın emirlerini hakkıyla yerine getirmeliyiz. Kur'anın harflerini sayıp, ondokuza uymayanları Kur'an'dan çıkarmaya çalışan bu gurup, Kur'anın hattının Rabbim tarafından yazılmadığını, cahiliye dönemi araplarının imla kurallarının aynen uygulandığını, lafız ve mananın Kur'an olduğunu ve böyle indiğini unutan insanlardır.



31- Cehennem bekçilerini (on dokuzu) kafirlere imtihan kıldık ki, kitap verilenler kesin bilgi edinsin, iman edenlerin imanı artsın. Kitap verilenlerle mü'minler şüphe etmesin ve kalblerinde hastalık olan (münafık)larla, kafirler: "Allah bununla neyi murad ediyor" desinler. İşte Allah böylece dilediğini sapıtır, dilediğini hidayette kı­lar. Rabbinin ordularını Ondan başka kimse bilemez. O, insanlara öğütten başka birşey değildir.

Allah (c.c)'ın bu ayeti de bir mucize olarak gözümüzün önüne geli­vermiştir. "O cehennem yaranını biz meleklerden kıldık. Yani Allah .(c.c); O cehennemde görevli olanlar, meleklerdir diyor. Sayıları da 19 dur. Onların sayılarını biz kafirler için bir imtihan vesilesi kıldık. Ehl-i Kitabın bilgisinin sağlamlaştırılması için onu öyle kıldık. Ve iman edenlerin imanlarını kuvvetlendirmek için bunu böyle yapmaktır. Şüphelilerin şüpheleri de artar. Mü'minler ise bundan şüphe dahi duy­mazlar." diyor Allah (c.c).

Niye şüphe duymayız biz? Bizim şüphe duyan aklımızı ve kalbimizi yaratan Allah (c.c)'tır. O da diyor ki, "cehennem vardır, cehennemin 19 tane meleği vardır." Biz mü'minler olarak diyoruz ki; "benim kalbimi yaratan böyle diyorsa, ben inanıyorum. Şüphem de yoktur." Çünkü görsem, görmekle elde ettiğim bilgi, Allah'ın verdiği bilgiden kuvvetli değildir. Zira görmem yanılabilir.

Bu Kur'ân-ı Kerim insanlık için bir öğüttür, diyor Allah (c.c). Yani Araplar için veya yalnız Türkler için değil, tüm beşeriyet için bir öğüt­tür.



32- Hayır. Ay'a yemin olsun ki,

33- Dönüp geldiği zaman geceye.

34- Ağardığı zaman sabaha (yemin olsun ki)

35- Şüphesiz O (cehennem) büyük (olaylardan) biridir.

36- İnsanlığı uyarmak içindir.

Hayır! İş sizin bildiğiniz gibi değil. Ay'a yemin olsun ki, giden ge­ceye yemin olsun ki, gelip aydınlanan ve aydınlatan sabaha yemin ol­sun ki, O cehennem büyük bir olaydır.

Allah (c.c) bu beşeriyeti eğitecek, top yekûn insanları eğitecek ve ellerine eğitmek üzere bir kitap veriyor ki, o da Kur'ân-ı Kerim. Peki bu eğitimin yapılacağı sınıf neresi? Sınıf topyekün yeryüzüdür. Yeryüzünün her tarafı bir medresedir.

7 Kasım 2009 Cumartesi

Müddessir; 1-14

1- Ey bürünen (peygamber)

2- Kalk ve uyar.

3- Rabbini yücelt.

Ey örtüsüne bürünen!!

Peygamber'in (s.a.v.) bir gün Cebrail (A.S)'ı kendi asli şekliyle gör­düğünü, ürperdiğini, eve gelip yatağına burgusunu atıp yattığını ve bu­nun üzerine bu surenin nazil olduğunu tefsircilerimiz bize haber ver­mektedirler.

"Ayetin nüzul sebebi, manayı tahsis etmez" diye bir kaide vardır. Bu ayetin Peygamber Efendimize inmiş olması hükmünün O'na ait ol­masını gerektirmiyor. Kıyamete kadar gelecek olan insanlara da hitap etmektedir. Şimdi biz bu ayeti okuduğumuzda şu mesajı anlarız. Yatağına yatmış, uyumuş insanlar, kalkın ve insanları uyarın. Arabın dilinde "Neziru'l-Uryan" eskiden beri bilinen bir tabirdir. Bir topluluğa çok önemli bir tehlikenin geldiğini haber vermek için koşarak gelen biri, uzaktan sesini duyuramadığında, elbisesini soyunur ve böylece tehlikenin geldiğini duyururmuş.

İşte Peygamber efendimiz (S.A.V)'de, bir Nezîru'l-Uryan gibi feryadu figan ediyor, ev ev dolaşıyor, canların ve tenlerin cehenneme gitmemesi için her insanın ayağına kadar gidiyor, onları İslâm'a çağırı­yor. Bazen de toplu halde insanları İslâm'a çağırıyor. Bizde aynı şe­kilde insanlarla teker teker ilgileneceğiz. Her yerde ve her zaman da insanlara İslâm'ı anlatacağız.

"Rabbini sen büyükle." Cümle yapısı gereğince anlam şu şekildedir. "Yalnız Rabbini büyükle." Allah'a hamdolsun biz bunu "Allah'u Ekber" diyerek yapıyoruz. Ezan-ı Muhammedi ile biz bunu dünyaya haykırıyoruz. Her zaman ve her yerde bunu yürekten söyleyecek olursak, karşı tarafı mutlaka etkileyecektir.

Efendimiz (S.A.V) şöyle buyurmuştur: "Müezzinin söylediğini siz de söyleyiniz." Yani onun söylediğini siz de tekrarlayınız. Ancak "Hayya ale's-Salah ve Hayyaale'l-Felah'ta" "La havle vela kuvvete illa billah" diyeceğiz. Bunu hep birlikte söylersek ne olur? Bütün evler de günde beş defa ezanla birlikte "Allah'u ekber, Allah'u ekber" diyebilirsek, 15 milyonluk İstanbul şehrinde bir anda tek mesaj gökyüzünde çınlar. Müezzinlere bir destek verip "Evet en büyük Allah'tır." diyoruz. Bunu sağlarsak, "en büyük filan" sözleri söylenmez olur.


4- Elbiseni temizle.

Dikkat ederseniz, "Alak, Kalem, Müzzemmil ve Müddessir" sure­leri ile bizler mübelliğ olarak yetiştiriliyoruz. Kim tarafından? Allah(cc) tarafından yetiştiriliyoruz. Rabbim, Efendimizin şahsında bizlere de el­biseni temiz tut diyor.

Yani tebliğci; iç dünyasını şirkten, küfürden, inkardan temizleye­cektir. Dış dünyasını da pisliklerden yani görünen pisliklerden temiz­leyecektir. Çünkü insanlar dış görüntüye de dikkat ederler.

Bunları yapmak takvadır. Takva ise; "içini Hakk için, dışını da halk için süslemektir." Sinan paşa;

Beratının nişanı "Kum ve enzir"
Siyahına tıraz olmuş "Fe tahhir"

diyerek, efendimizin uyarı için Rabbinden beratı olduğunu ve elbi­sesinin renk ve deseninin temizlik olduğunu ifade ediyor.


5- Pislikden uzaklaş.

"Kötülüklerden de uzak dur." Yani kötülük yapma, kötülük yapan­larla beraber olma, kötülük çarşılarında gezme, kötü arkadaşlarla bir­likte olma.

Peygamber efendimizin bir hadisi atasözü haline gelmiştir. "İslinin yanında oturanda is, misklinin yanında oturanda misk kokar." Kötülerin yanına ancak, onları kurtarmak için gidilecektir.


6- Yaptığını çok görerek, menn (kesine, başa kakma) etme.

Bu ayeti bir kaç türlü anlamak mümkündür.

1- İyiliği çok görüp başa kakma.

2- Çok elde etmek için vermek. Yani Türkçede biz bunu. atasözü şeklinde şöyle ifade ediyoruz. "Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez."' Bunu yapma diyor Allah (c.c). Yani verdiğini karşılıksız ver.

3- Bu yaptığın ibadetleri Rabbine karşı çok görme. Yani bu çağda bizden iyi ibadet edenler mi var canım? deme.

4- Yaptığın ibadetleri çok görerek gevşeme.


7- Rabbin için sabret.

İnsanlar yüzünden bir çok ezaya ve cefaya müptela olacaksın, ba­şına bir çok şey gelecek, sen onlara sabır göster. Aslında her şey Rabbimdendir. Bu insanlar vasıtadır. Yani imansızların yaptıkları Allah'ın gücü, planı programı içerisinde cereyan ediyor. Ama o insanlar bu işlerin birer vasıtasıdırlar. Onlar iradelerini kötüye kullandıkları için günaha gireceklerdir. Biz de onlara karşı sabredeceğiz, direneceğiz. Bunu da Allah rızası için yapacağız.

Sabrı şöyle tarif ediyorum ben:

Timur'a sormuşlar. "Beyefendi önüne geleni yıkıyorsun. En son Yıldırım Beyazıt'ı da Ankara'da mağlub ettin. Bu başarının sırrı nedir?" Timur da; "Sabretmek" diye cevap vermiş. Peki nasıl bir sabır? dediklerinde, Timur; "elini ver" demiş ve karşısındaki adamın parmağını ağzına almış, kendi parmağını da onun ağzına vermiş. "İkimiz de ısıracağız." demiş. Isırmaya başlıyorlar. Derken karşıdaki adam dayanamayınca "aaaa.." diyerek ağzım açı yor. Timur kendi parmağını karşıdakinin ağzından çekiyor ama adamın parmağını ısırmaya devam ediyor. Sonra bırakıyor ve diyor ki; "bak "aaaa.." diye bağırmanın sana faydası yok, bana faydası var Sabırsızlık düşmanına fayda verir. Harbde de öyledir Harb de biı ısırma sanatıdır." demiş.Günahla karşı karşıya geldiğimizde de, sabrederek kazanıyoruz öyle değilmi? İbadetlerimize devamda da sabredeceğiz.

8- Sur'a üfürüldüğünde

9- İşte o gün, zor bir gündür.

10- Kafirlere kolay değildir.

11- Beni, tek yarattığımla (başbaşa) bırak.

12- Ona bol mal verdiğimi

13- (etrafında) hazır oğullar (verdiğimi)

14- Ona (Herşeyi önüne) serdiğimi (bana bırak)

O "sûr'a" üflendiğinde, o gün kafirler için çok zor bir gündür. Beni ve onu başbaşa bırak.

Yani kıyamet gününde o insanlar tek başına kalacaklar. Nasıl ki dünyaya tek başına geliyorlar. Mahşer gününde de tek başına kala­caklardır. Malı ve evladı ona fayda vermeyecektir. Bu dünyaya teker teker gelen insanlar yine teker teker gidecekler. Her insan eşi ve benzeri olmayan bir tek yaratıktır. Parmak çizgisinden karakter yapısına kadar herkesi ayrı yaratan Allah'ın gücünü, ilmini, sanatını insanda gö­rüp secdeye kapanmalı.

Allah (c.c) bu ayetlerinde, insana mal verdiğini, evlat verdiğini, ma­kam ve mevki verdiğini, itibar verdiğini, fakat bütün bunları değerlendiremediğinden dolayı da kendisine yazık ettiğini belirtiyor.

6 Kasım 2009 Cuma

Müddessir

Sen; Ey [yalnızlığına] bürünmüş olan!
Kalk ve (insanları) uyar!
Sadece Rabbini yücelt!
Öz-benliğini temiz tut! ve bütün pisliklerden kaçın!
İyilik yapmayı kazanç kapısı haline getirme, Rabbin hatırına sabret!
Ve [insanları uyar ki]; [yeniden diriliş] sûru üflendiği zaman, o Gün [şimdi] hakikati inkâr edenler için bir ızdırap günü olacaktır, kâfirlerin tümü için hiç de kolay olmayacaktır!

Bana bırak kendisine geniş imkânlar ve [sevginin] şahitleri olarak çocuklar verdiğim, hayatına geniş bir ufuk açtığım ve yalnız yarattığım o kişi[yle uğraşma]yı. Buna rağmen o, hâlâ ihtirasla verdiğimden daha fazlasını istiyor!

Evet, o, kendini ayetlerimize karşı bilerek, inatla şartlandırmıştır; [bu nedenle] onu acı veren çetin bir yokuşa süreceğim!

[Mesajlarımız, hakikati inkâra şartlanmış olan birine aktarıldığında, onları nasıl çürüteceğine] bakın.
O düşündü, ölçtü biçti. Kahrolası nasıl da ölçtü biçti. Bir daha kahrolası nasıl da ölçtü biçti!

Ve sonra [yeni dayanaklar bulmak için çevresine] bakar, sonra kaşlarını çatarak dik dik süzer, sonunda [mesajlarımıza] sırtını döner ve küstahça böbürlenir;
“Bu, [eski zamanlardan] intikal eden büyüleyici bir sözdür! Bu, ölümlü beşer sözünden başka bir şey değildir!” der.
[Bu nedenle,] onu [öteki dünyada] cehennem ateşine sokacağım!

Cehennem ateşinin ne olduğunu hiç düşündün mü?
O ne yaşatır, ne de [ölüme] terk eder, ölümlü insana [nihaî hakikati] gösterir.


Onun üzerinde on dokuz [güç] vardır.
Çünkü yalnızca melekî güçleri [cehennem] ateşinin gözcüleri kıldık ve onların sayısını hakikati inkara şartlanmış olanlar için bir sınama (aracı) yaptık, ki böylece daha önce vahye muhatap olanlar [bu ilahî kelâmın doğruluğuna] kanî olsunlar ve [ona] iman etmiş olanların imanları daha da güçlensin ve geçmiş vahiylere muhatap olanlar ile [bu vahye] iman edenler bütün şüphelerden kurtulsunlar ve kalplerinde hastalık olanlar ile hakikati tamamen reddedenler: “[Sizin] Allah[ınız] bu temsîl ile ne demek istiyor?” diye sorsunlar.
Böylece Allah, [yoldan çıkmak] isteyeni saptırır, [doğruya ulaşmak] isteyeni ise doğru yola ulaştırır.

Ve Rabbinin güçlerini Kendisinden başka kimse bilemez: bütün bunlar ölümlü insan için yalnızca bir uyarıdır.

Evet, hilale yemin olsun ki!
Geçip gitmekte olan geceye ve ağaran sabaha yemin olsun ki şüphesiz bu [cehennem ateşi] -ölümlü insan için- gerçekten büyük [bir uyarı]dır; öne çıkmayı veya geride kalmayı seçen her biriniz için büyük bir uyarıdır!


[Hesap Günü] her insan, yapmış olduğu bütün [kötü] fiiller için rehin olarak tutulacaktır; yalnız dürüstlüğü ve erdemli olmayı başaranlar hariç: onlar [cennet] bahçelerinde [oturarak] günahkârlara “Sizi bu cehennem ateşine sürükleyen nedir?” diye soracaklar:

Berikiler “Biz” diyecekler, “ne namaz kılanlardan idik, ne de yoksulları doyururduk;
Ve kendilerini günaha kaptıran [diğer] günahkârlar ile birlikte günaha dalmıştık;


Ve [ölüm ile] her şey açık seçik ortaya çıkıncaya kadar Hesap Günü'nü yalanlamıştık.”

Ve böylece, onlar için şefaat edecek olanların hiç birinin (zerre kadar) faydası olmaz.
O halde, onlara ne oluyor ki bütün öğütlerden yüz çeviriyorlar, adeta korkuya kapılmış, aslanlardan ürküp kaçan merkepler gibiler.

Evet, hepsi kendilerine açılmış, açıklanmış vahiyler verilmesi gerektiğini iddia ederler!
Asla, onlar öteki dünya[ya inanmazlar ve on]dan korkmazlar.

Aslında bu bir öğüttür ve dileyen herkes ondan ders alabilir.

Ama Allah dilemedikçe onlar ders alamazlar. Saygı duyulup cezasından sakınmaya lâyık olan da, günahkârların günahlarını bağışlama şanına yaraşan da yalnız O'dur.

1 Kasım 2009 Pazar

Müzzemmil; 11-20

11. Nimet içinde yüzen o yalancıları bana bırak ve onlara biraz mühlet ver.

12. Hiç şüphesiz bizim nezdimizde (onlar için hazırlanmış) boyunduruklar, yakıcı bir ateş, var.

13. Boğazdan geçmez bir yiyecek ve elem verici bir azap var.

14. O gün (kıyamet günü) yeryüzü ve dağlar sarsılır; dağlar çöküntü ile akıp giden kum yığınına döner.

15. Nasıl Firavun'a bir elçi göndermiş idiysek doğrusu size de, hakkınızda şahitlik edecek bir peygamber gönderdik.

16. Ama Firavun o peygambere karşı gelmiş, biz de onu ağır ve çetin bir şekilde muaheze etmiştik.

17. Peki inkâr ederseniz, çocukları ak saçlı ihtiyarlara çevirecek o günden kendinizi nasıl koruyabileceksiniz?

18. Gökyüzü bile onunla (o günün dehşetiyle) yarılacaktır. Allah'ın vâdi mutlaka yerine gelir.

19. İşte bu (anlatılanlar), şüphesiz bir öğüttür. Artık kim dilerse Rabbine (varan) bir yol tutar.

20. (Resûlüm!) Senin, gecenin üçte ikisine yakın kısmını, (bazen) yarısını, (bazen de) üçte birini yatmadan (ibadetle) geçirdiğini ve beraberinde bulunanlardan bir topluluğun da (böyle yaptığını) Rabbin elbette biliyor. Gece ve gündüzü (içinde olup bitenleri iyiden iyiye) ölçüp biçen ancak Allah'tır. O sizin, bunu sayamayacağınızı bildiği için, sizi bağışladı. Artık, Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun. Allah bilmektedir ki, içinizde hastalar bulunacak, bir kısmınız Allah'ın lütfundan (rızık) aramak üzere yeryüzünde yol tepecekler, diğer bir kısmınız da Allah yolunda çarpışacaklardır. O halde Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah'a gönül hoşluğuyla ödünç verin. Kendiniz için önden (dünyada iken) ne iyilik hazırlarsanız Allah katında onu bulursunuz; hem de daha üstün ve mükâfatça daha büyük olmak üzere. Allah'tan mağfiret dileyin, şüphesiz Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.





11- (Dini) yalanlayan varlık sahiplerini bana bırak. Onlara biraz zaman tanı.

O dini yalanlayanları bana bırak. O saltanat sahiplerini bana bırak, O nimetlerle şımaranları bana bırak. Onlara zaman tanı sen.



12- Şüphesiz yanımızda (ateşden) boyunduruklar ve cehennem vardır.

Bizim katımızda onları yola getirecek azab vardır. "Enkal": bu dün­yadaki azab için kullanılır. Bu dünyada biz onları cezalandırırız. Ahirette de biz onları cezalandırırız.



13- Boğazda kalan yiyecek ve acıklı azap vardır.

Yedikleri boğazlarını tırmalayarak geçecek ve o inkarcılara acıklı azab vardır.

Bu dünyada Allah'ın verdiği nimetleri tatlı tatlı yerler ama, o tatlı yedikleri yemek ahiret gününde onların boğazını yakarak geçecektir.


14- O(kiyamet) günde yeryüzü sarsılır ve dağlar, dağılmış kum gibi olur.

"Bir gün gelir yer sarsılır." Ancak bu günkü depremler gibi değil. Rabbim bunun çok daha fazla şiddetli olacağını belirtiyor. Dağlar kum yığınının dağılışı gibi yok olacaktır. Böyle bir zaman gelecektir.

15- Firavun'a Peygamber gönderdiğimiz gibi size de şahidlik ya­pacak bir peygamber gönderdik.

Firavun'a Peygamber gönderdiğimiz gibi biz de seni bu insanlar üzerine elçi ve şahid olarak gönderdik diyor Allah (c.c). Peygamberimiz bütün insanlara rahmet olarak gönderilmiştir.



16- Firavun, Peygambere isyan etti bizde onu şiddetli bir şekilde yakalayıverdik.

Bu ayet Mekke insanına bir uyarıdır. Aynı zamanda günümüz insa­nına da bir uyarıdır. Bakınız! Firavun O peygambere isyan etti de biz ona çok şiddetli bir azab ettik.



17- Eğer inkar ederseniz, çocukları ihtiyarlatan (kıyamet) günün­den nasıl korunabilirsiniz?

Kıyametin dehşetini ifade etme bakımından Rabbim diyor ki; "O gün öyle bir gün ki, çocukların başını ağartacak kadar şiddetli"



18- Onunla (kıyamet dehşetiyle) gökyüzü yarılacak. Onun va'dı yerine gelir.

19- Şüphesiz bu bir uyarıdır. Artık kim dilerse Rabbine bir yol edinir.

"Gökyüzü paramparça olacak." Bu bir uyarıdır diyor Rabbim.

Dileyen Rabbine doğru yol edinsin.

Biz insanları Rabbin yoluna doğru ulaştırmak için gayret edeceğiz ve bu yolda her şeyimizi vereceğiz. Yani bütün insanların Allah yoluna yönelmesi, cennete doğru yol alması, haram lokmalardan uzaklaşıp, vücutlarım ateşle döldurmaması için malımızı ve canımızı ortaya koya­cağız.



20- Şüphesiz Rabbin, senin ve seninle beraber olanlardan bir kısmının, gecenin üçte ikisinden azını, yarısını, üçte birini ayakta ge­çirdiğini bilir. Geceyi ve gündüzü Allah takdir eder. Onu(n takdirini) sayamayacağınızı Allah bildi de, tevbenizi kabul etti. Kur'ân'dan kolay olanı okuyunuz. Allah biliyor ki, içinizden bir kısmı hasta ola­cak, diğerleri Allah'ın lûtfundan aramak için yeryüzünde dolaşacak, bir diğerleri ise Allah yolunda harbedecek. O halde O'ndan (Kur'ân'dan) kolay olanı okuyunuz, namazı dosdoğru kılınız, zekatı veriniz ve Allah'a güzel bir şekilde borç veriniz. Kendiniz için önceden hayırdan neyi gönderirseniz, Allah katında onu hem daha hayırlı hem de daha büyük mükafat olarak bulacaksınız. Allah'a istiğfar ediniz. Çünkü Allah affedicidir, merhamet edicidir.

Gece ibadet yapılmasını, Kur'ân'dan kolayımıza geleni okumamız gerektiğini Allah (c.c) ifade ediyor. Ancak içimizden geceleri kalkıp ibadetini yapamayanlar olabilir. Veya Allah'ın nimetini aramak için yeryüzünde sefer halinde olanlar olabilir. Veya Allah yolunda cihad edenler olabilir. Bunlar gece ibadetini Allah'ın ruhsatıyla yapmayabilir. Bu ayetteki; "Kur'an'dan kolay olanı okuyunuz" kısmına dayanarak, Hanefiler; namazda kıraatin farz olduğunu, fatiha okumanın ise vacip olduğunu söylerler. Buharı , Müslim ve diğer hadis kitaplarının rivayet ettiği; "Fatiha okumayanın namazı olmaz" hadisinin Kur'an ayetini neshedemeyeceğini söylerler ve Buharı, İstizan 18, Müslim salat hadis 397deki; "Namaz için kalktığında abdest al, kıbleye yönel, tekbir al sonra Kur'andan kolay olanı oku" hadisini kendilerine delil getirmişler.

Namazlarınızı kılınız, zekatlarınızı veriniz ve karz-ı hasen'de bulu- , nunuz. Yani Allah için borç para veriniz. Günümüzün hastalıklarından bir tanesi. O da borç para vermeme. Paranın değer kaybetmesi nede­niyle insanlar borç para vermekten korkuyor. Bu çağda da bu emrin ye­rine getirilmesi gerekiyor. Bazıları bunun için 100 tane altun para ayırmış. Altun parayı veriyor borç olarak ve sonra altun olarak alıyor.

Hayırda yarış edeceğiz. Allah katında mükâfatını göreceğiz. Bu ka­dar hizmetlerimizin neticesinde de, yaptığımız hatalar için istiğfar ede­ceğiz. Allah affedicidir ve merhamet edicidir.